YÂSÎN SURESİ


Ayet Getir
36-YÂSÎN 13. Ayet

وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلاً أَصْحَابَ الْقَرْيَةِ إِذْ جَاءهَا الْمُرْسَلُونَ

Vadrıb lehum meselen ashâbel karyeh(karyeti), iz câe hel murselûn(murselûne).

Bayraktar Bayraklı

Onlara o ülke halkını örnek ver. Hani, oraya peygamberler gelmişti.


Edip Yüksel

Onlara, bir kent halkının kendilerine gelen elçilere gösterdiği tavrın örneğini ver.


Erhan Aktaş

Onlara, o kentin halkını örnek ver. Hani, onlara rasuller gelmişti.


Muhammed Esed

Onlara, elçilerimizi gönderdiğimiz o şehir halkı(nın hikayesin)i örnek olarak anlat.


Mustafa İslamoğlu

Onlara, kendilerine elçiler gönderdiğimiz şehir halkının hikayesini anlat.


Süleyman Ateş

Onlara elçilerin geldiği şu kent halkını misâl olarak anlat:


Süleymaniye Vakfı

Şu şehir halkının, elçiler geldiğinde yaptıklarını bunlara örnek ver.


Yaşar Nuri Öztürk

Onlara o kent halkını örnek ver. Hani, elçiler gelmişti oraya.


Ayetin Tefsiri

MEAL

Yasin 13

13.) Onlara, kendilerine elçiler gönderdiğimiz şehir halkının hikayesini anlat.

(M.İ.) 

13.) (Ey Peygamber!) O müşriklere şu şehir halkının, hani kendilerine elçiler gelen malum şehir (Antakya) halkının durumunu ibret verici bir misal olarak anlat.

(M.Ö.) 

13.) “İnsanlara, halkına elçiler gelen kasabaları anlat:”

(A.K)

 

TEFSİR

 

         Katade ve İkrime, -ki Taberi nakletmiş bunu- bu karyenin (20. Âyet), bu şehrin Antakya olduğunu söylerler. Ki aksal Medine, 20. âyette öyle diyor, şehrin en uzağından, Medine olarak geçiyor. Kur'an bir yer için Medine diyorsa orada hukûki her türlü alt yapı var demektir. Çünkü bir yerin Medine olabilmesi deyyana sahip olmasıyla mümkündür. Deyyan orada hukûkun işlediğini gösterir. Onun içinde burası kelimenin tam anlamıyla bir uygarlık kenti. Ki Antakya buna uyuyor. Oradaki halkın da Antakyalılar olduğu yorumunu yapmış bu otoriteler. Raculün de -ilerde gelecek-  Habibi Neccar olduğunu söylemişler Antakya'da meftun olan. Yani Antakya'da geçmiş tarihsel bir hadiseyle bu âyetler arasında bir bağ kurmuşlar. Elçilerin de Hz. İsa'nın havarileri olduğunu söylemişler. 

 

         Bu yorumu eksen alacak olursak "el-murselun'u" peygamber manasına elçiler değil, "elçinin elçileri" anlamına "davetçiler." Bu kelime kıssa boyunca hep edilgen bir kip olan murselun kalıbıyla gelmiş, ne isim ne de zamir olarak Allah'a isnat ve izafe edilmemiştir. 

Muaz bin Cebel'i Yemen'e gönderen Rasûlullah'ın onu "Allah'ın elçisinin elçisi" diye nitelemesine benzemektedir. Dolayısıyla murselun "Allah'ın elçileri değil," "elçinin elçileri" anlamına gelir.    Kur'ân'a göre aynı anda ve aynı topluma Musa ve Harun örneğinde olduğu gibi birbirini destekleyen iki elçi gönderildiği istisnai durumlar olmuşsa da, üç elçiden ismen hiç söz edilmez. (krş. 14. âyet) Yok eğer tercih ettiğimiz gibi bu kelime "peygamber" olarak anlaşılırsa, bu durumda olayın Antakya'ya nispeti kabul edilemez. Buradan da yola çıkarak bunların; elçinin elçileri anlamına olabileceğini, alınabileceğini söyleyebiliriz. 

 

         Fakat burada asıl parmağa değil, parmak ayı gösterirken ay'a bakmak lazım. Kur'an ne yerden bahsediyor, ne isim veriyor, ne mekân veriyor. Bunları vermiyorsa eğer aslında bizim parmağa değil de ay'a bakmamız içindir. Zaten bu da sadece yorumlardan bir yorumdur ve bu yorumu ilk nesilden itibaren reddeden büyük otoriteler olmuştur, İbn Kesir bu reddi ciddi bir şekilde ele alır ve kendisi de bu redde katılır.

 

         Peki camdan bakarsak cam'a değil de ne görünür? Burada görünen aslında her coğrafyada, her mekânda hakikati insanlara ulaştıranlar neleri göze almışlar, nasıl bedeller ödemişler, bunun örneğine burada bak örnekten yola çıkarak ey ilk muhatap olan Rasul sen de ibret al ve Ey bu vahyin tüm muhatapları, siz de hakikâti insanlığa götürmek istiyorsanız bu örnek aklınızdan çıkmasın. Aslında verilmek istenen derste budur. Ve bu kıssa zamanlar üstü olarak anılmalı ve bunun kıssadan hisse çıkarmak için burada anlatıldığı unutulmamalıdır.

(M.İ) 

 

Peygamberim, sen bu kitabın, bu uyarının muhataplarına o karye sahiplerinin örneğini ver. Arkadaşlar bir karyede cereyan etmiş bir hadiseyi anlatacak Rabbimiz. Bu karyenin neresi olduğu, bu karye sahiplerinin kimler olduğu belli değil. Karyelerden bir karye, kentlerden bir kent. Rabbimiz burada bir karyeden, bir kentten söz eder. Rabbimiz bunu özelleştirmediğine göre biz de özelleştiremeyiz. Bu konuda ancak şunu söyleyebiliriz. Sûrede anlatılan bu özellikleri, bu sıfatları üzerinde taşıyan her karye, her şehirdir burada anlatılan şehir. Allah’ın elçilerini yalanlayan, Allah’ın vahyine kulak vermeyen her şehir, her kent, her kasaba, her köy böyledir.

 

Rabbimizin burada ortaya koyacağı genel yasa, bu özellikleri taşıyan

tüm dünya kentleri için de geçerli olacaktır. Öyleyse bu kentin neresi olduğu Rabbimiz ve O’nun elçisi tarafından bize bildirilmediğine göre, demek ki dinimiz açısından bize gerekli değildir. Aslı bu bizim yaşadığımız şehirdir. Bu bize, bizi anlatıyor. Biz yaşadığımız bu toplum içinde bu örneği aklımızda canlı tutup bunu içinde bulunduğumuz topluma yansıtmaya gayret edeceğiz.

(A.Küçük)

         Kadim müfessirlerin çoğu bu şehri Antakya iki elçiyi de iki havari sanmışlar ve bu olayın kral Antiochus döneminde geçtiğini söyleyebilmişlerdir. Fakat İbn Abbas, İkrime, Katade, Ka'bel-Ahbar ve Vehb bin Münebbih bu kıssayı Hristiyanların güvenilir olmayan rivâyetlerine dayanarak nakletmişlerdir. Oysa bu kıssanın tarihî bir mesnedi yoktur. Antakya'da bu sülaleden 13 kral, "Antiochus" lakabıyla M.Ö. 65'e kadar hüküm sürmüştür. Ayrıca Hz. İsa'nın Antakya'ya tebliğ etmeleri için havari gönderdiğine dair Hristyanların dayandıkları hiçbir belgeleri yoktur. Bilakis Kitab-ı Mukaddes'in, "Rasullerin işleri" bölümünden, Hz. İsa'nın göğe kaldırılışından birkaç sene sonra Hristiyan mübelliğlerin ilk kez Antakya'ya gittikleri anlaşılıyor. Bundan Allah Teâlâ'nın hiçbir peygamberini oraya göndermediği veya peygamberlerinden birinin herhangi bir elçi tayin etmediği belli olmaktadır. Şâyet bir şahıs oraya kendiliğinden tebliğ etmeye gitmişse bile, o şahsa Allah'ın peygamberi denilerek, te'vil yapılamaz. 

 

         Yine Kitab-ı Mukaddes'te, Antakya'da yahudi olmayan birçok kimsenin Hristiyanlığı kabul ettiklerinden söz edilmektedir. Oysa Kur'an yukarıdaki beldenin önemli bir özelliğini, belde halkının peygamberin davetini reddetmiş olmaları ve dolayısıyla azaba uğradıkları şeklinde açıklar. Tarihî hiç bir belgede Antakya'ya azab geldiğine dair bir kayıt yoktur. O hâlde Antakya halkının peygamberleri reddettiğini ve bu yüzden azaba uğradıklarını iddia etmek mümkün değildir. 

 

         Yukarıda da zikredildiği gibi, Antakya söz konusu "belde" olamaz. Hangi belde olduğu Kur'ân'da bildirilmemiş ve Rasûlullah'tan bu konuda hiçbir hadis gelmemiştir. Ayrıca bu "Rasullerin" Kim olduklarından da bahsedilmemiştir. Kur'an kıssayı sadece bir vakıa olarak zikrettiği için belde ve rasullerin isimlerinin bilinmesi pek gerekli değildir. Sözkonusu kıssanın aktarılma amacı: "Kureyşlilere sizler nasıl inat ve zıtlıkla Rasûlullah'ı inkar ediyorsanız, o beldedekiler de aynı yanılgı içindeydiler. Aynı yolu takip ettiğiniz ve inadınızda ısrarcı olduğunuz takdirde, sizlerin sonu da o beldedeki insanlar gibi olacaktır" demek suretiyle uyarıda bulunulmaktadır. (Mevdudi)

 

         Bu tür pasajlarda alışılmış olduğu gibi, müfessirler, bu şehirlerin ve elçilerin “kimliği” konusunda çeşitli spekülasyonlar yapmışlardır. Ancak kıssa, tamamen bir temsil olarak anlatıldığından, tarihi bir tasvirden çok böyle bir çerçeve içinde anlaşılmalıdır. Bana öyle geliyor ki, burada, Hz. Musa, İsa ve Muhammed tarafından tebliğ edilen ve temelde aynı mânevi hakikâtleri kapsayan üç büyük tevhid dininin bir temsilî ile karşı karşıyayız. Kıssada zikredilen “şehir” (karye), bana göre bu üç dinin içinden çıktığı ortak kültürel çevreyi simgelemektedir. İlk iki elçinin birlikte gönderildiğinin belirtilmiş olması, ikisinin öğretilerinin tek ve aynı metin içinde, Kitâb-ı Mukaddes'in Eski Ahit kısmında toplandığına işaret eder. Onların hitap ettikleri kitlenin etik davranışlarını biçimlendirmekte zamanla yetersiz kalmaları üzerine Allah, onları nihâi mesajı, yani insanlığa üçüncü ve son elçi Muhammed tarafından tebliğ edilen mesajı yoluyla "destekledi."

(Muhammed Esed)