YASİN SÛRESİ (36) SÛREYİ TAKDİM
14. Ekim 2014. Salı
Eûzü billêhi mineş-şeytânir-raciym. Bismillahir-Rahmanir-Rahiym. Elhamdü lillêhi Rabbil alemiyn. Vessaletü vesselemu alê rasûline muhammedin ve alê êlihi ve eshabihî ecmeiyn. Rabbi'ş rahli Sadri, ve yessirli emri, vahlul ukdeten min liseni, yefkahu kavli. (Taha 25,26,27,28) Rabbim! Göğsüme genişlik ver. Kolaylaştır işimi. Düğümü çöz dilimden ki, anlasınlar beni.. (Amin)
Değerli Kur'an dostları, bugün Kur'an ülkemizin yepyeni bir sitesine daha giriyoruz. Yasin Sûresi. Sûre,İbn Abbas'a göre "ey insan" anlamına gelen Yasin adını ilk âyetinden alır. Hz. Peygamber'in sûreyi bu adla andığına dair rivâyet vardır. (Ebu Davud) Buhari Tefsir, Tasin 1:Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 7
Sûre’nin Mekkî olduğunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Mekke'de inmiştir. İlk tertiplerin tümünde de Cin-Furkan sûreleri arasında yer alır.Yasin sûresinin Furkan sûresi'nin önünde yer alması her açıdan isabetlidir. Fakat Cin sûresi'nin ardına denk gelmesinin izaha gelir bir yanı yoktur. Zira Yâsin sûresi en erken 5 en geç 6. yıla tarihlendirilebileceği halde, Cin sûresi bu tarihten yıllar sonrasına, ancak 10. yıla tarihlendirilebilir. Zira surede, kendi dönemini gösteren iki işaret vardır: Birincisi Allah Rasûlü'nün Taif seferine atıf vardır, ikincisi Ahkaf 29-32 ile aynı konuyu işlemektedir. Bütün bu veriler göz önüne alındığında sûre 5 veya 6. yıla tarihlendirilebilir.
Sûre, Yâsin kelimesinin müstâkil bir âyet olup olmadığı yorumuna binaen, Kûfe okuluna göre 83 âyet, diğer tüm okullara göre 82 âyettir.
Sûrenin konusu tek kelimeyle yeniden diriliştir. Sûrenin bütünü içerisinde bazen lafzen, bazen manen, bazen de bir dip akıntısı gibi işaret eden âhiret ve hassaten (özellikle) yeniden diriliş gerçeği, sûrenin ana konusunu teşkil ediyor. Hz. Peygamber'in onu hassaten ölmek üzere olan insanlara okuma/hatırlatma tavsiyesi, bu ana tema bağlamında anlaşılmalıdır (Ebu Davud ve İbn Hibban). Hemen tamamıyla âhireti konu edinmiş olması sebebiyle sûre, "Kur'an'ın atan kalbi" olarak nitelendirilmiştir. Çünkü âhirete iman, inanç esaslarının kalbi mesabesindedir. Her âyete bu kalpten kan yürüdüğü için, söz döner dolaşır hep âhirete gelir. Bu anlamda âhiret inancı sadece doğru bir imanın değil, bizzat Allah'a imanın da olmazsa olmazıdır. "Eğer bir yaratıcı olsaydı yeryüzünde bunca zulme izin vermezdi" diyen bir aklın sorunu, Allah inancına sadece beşerî ve dünyevî çıkar hesaplarıyla yaklaşmak, Hesap Günü hakikatini dikkate almamaktadır. İşte bu sûre söz konusu tek dünyalı akla ilâhî bir cevaptır.
Bir davranışı ahlâki kılan şey onun ardında yatan sorumluluk bilincidir. Sorumlulukla sorumsuzluk arasındaki ayrım hakkaniyetin bir gereğidir. Ahirete iman bu anlamda hakkaniyetin tesellisine imandır. Çünkü ahiret, bu hayatın hesabının görüleceği öbür hayattır. Şu halde Hesap Günü'nü inkarın temelinde, hayatı sorumsuzca tüketme arzusu yer alır. Sorumsuzca tüketilmiş bir hayatın hesabı verilemez. Böylesi bir hayat yaşayanların sorumluluktan kaçma arzusu, inkâr olarak kendini dışa vurur. Fakat inkâr, Hesap Günü gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Sûre Allah Rasûlü'ne hitapla başlar. Hitabın şekli gerçekten manidardır: EY İNSAN!
Kuran'da Hz. Peygamber'e "Ey Nebi!" ve "Ey Rasûl" dışındaki tek doğrudan hitap "Ey İnsan!" şeklindedir. Bu hitap"De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim!"emr-i ilâhisiyle uyum halindedir. Ayrıca Tâhâ da bazı Arap lehçelerinde "Ey İnsan!" manasına gelir. Rabbimizin alemlere rahmet olan Nebi'ye "Ey İnsan!" diye hitap etmesi, sadece onun insan olduğunu hatırlatmayı amaçlamaz, aynı zamanda insan olmanın yüce, hem de çok yüce bir meziyet olduğunu hatırlatır.
Vahyin bu hitabı, Hz. Peygamber için insan olmayı yeterli bulmayanlara da ihbâri bir azar gibidir. Kıymete kanaat etmemektir. Allah'ın kıymet verdiğine kıymet vermemektir. Bu bir dengesizliktir. Bu noktada başlar, fakat burada kalmaz. Bir insan eşyanın kıymetine kanaat etmemeye başladığı zaman, abartı ve mübalağa onu izler. Abartı ve mübalağa gittikçe hakikatin üstünü bir sis perdesi gibi kapatır. Artık hakikat kaybolur, yerini hayalât ve hissiyat alır. Bu işin özünde Allah'ın yaptığından razı olmak veya olmamak vardır. O'nun verdiği kıymetle yetinmeyenler, kendi biçtikleri kıymeti Allah'ın biçtiği kıymete tercih etmeye başlarlar. Hz. İsa'ya zehirli bir sevgiyle sevenlerin başına gelen budur. Onlar sadece İsa'nın hakikatini zehirlemekle kalmamışlar, aynı zamanda İsa'nın getirdiği mesajı da zehirlemişlerdir. Bir peygambere hiçbir düşmanı bu kadar zarar veremez.
Tebbet Sûresi, Ebu Leheb'in iman etmeyeceği ihbarında bulunan bir sûreydi. Bu sûrenin 7. âyeti de, bu ve buna benzer ihbarların doğru çıktığını dillendiren bir muhtevaya sahip:"Doğrusu, onlardan birçoğu hakkındaki söz tahakkuk etmiştir: Artık asla iman etmeyecekler!"
Tirmizi'nin tahriç ettiği Allah Rasulünden nakledilen "Ölmek üzere olanlarınız üzerine Yasin'i okuyunuz." hadisinin -eğer efendimize nispeti sahihse- söyleniş maksadını veren bu sûredeki âhiretle ilgili âyetler şu âyetle başlar=mealen:"Elbette biz, evet ölüyü biz dirilteceğiz; ve onların önden yolladıklarını da arkada bıraktıkları eserleri de biz yazacağız: böylece her şeyi de kaydeden tarifsiz ve çok gelişmiş bir ana (hafızada) kayıt altına almış oluruz."(12)
Şehrin "ileri gelenlerinden" veya"uzağından"koşarak gelen adamlar...
Bu sûre işte bu adamlardan birinin Allah'ı nasıl memnun ve razı ettiğinin kıssasını anlatır. Bazı âlimlerimiz bu kıssanın kahramanının Antakyalı marangoz Habib olduğunu söyler. O veya değil, sûrede anlatılan kahraman "uzaktan gelen davetçiler"dir. Dünyanın neresinde olursa olsun, hakikâtin dili olmuş insanları tasdik için kendi toplumalarıyla zıtlaşma pahasına hakkı destekleyen herkes, bu sûrede anlatılan o kahramanın kendi zamanındaki mümessilidir.
Sûrede sapkın kavimle elçilerin "kader" anlayışlarının zıtlığı vurgulanır. Sapkın kavim, hakikate davet eden hak erlerine "bize uğursuzluk getirdiniz." der (18). Hak erlerinin mukabelesi "uğursuzluk sizde" şeklinde olmaz. Ya ne olur? "Uğurunuz/kaderiniz tercihinize bağlıdır." olur. Âyetin tamamını okuyalım: "(Elçiler) dediler ki: "Uğurunuz/uğursuzluğunuz size bağlıdır. Ne yani, size öğüt verildi diye mi (böyle oldu)? Hayır, asıl siz haddi aşmış bir toplumsunuz." (19).
Ve şehrin "uzağından" veya "ileri gelenlerinden" koşarak gelen adam, "ey kavmim!" der, "elçilere uyun!" (20) Şehrin en uzağından gelen adamlar, yürüyerek değil koşarak gelirler. Çünkü cennete yürüyerek gidilmez. İnsan cenneti gördümü var gücüyle koşmalı. Cenneti görüp de yürümek olur mu? İnsan cennetin kokusunu alır da yürüyebilir mi? Ya duranlara, ya oturanlara, ya yatanlara ne demeli? Onların bir izahı olabilir mi? Şehrin en uzağından koşarak gelen yiğit yüreğini, aklını ve ağzını hakikatin mekânı haline getirdiği için, son durağı da hakikatin mekânı olur, yani cennet: "(En sonunda) ona 'sen cennetliksin!' denildi. Dedi ki:'Ah keşke kavmim bir bilseydi'
Rabbimin beni bağışladığını ve beni ilâhî ikrama mazhar olan kimseler arasına kattığını!" (26-27)
Enfâl sûresinde, Bedir savaşının o kor ve zor demlerinde "Size birbirini izleyen bin melekle yardım edeceğim" (Enfal 8-9) ilâhî yüreklendirmesi, nasıl anlaşılmalı? Bu ve buna benzer sorular, Allah'ın yasaları çerçevesinde izah edilmeli. O yasaları da yine Kur'an'da buluyoruz. Bu çerçevede "Allah helâk edeceği kavmi, üzerlerine gökten bir ordu indirerek mi helâk eder?" sualinin cevabı da bu sûrededir:
"Ve onun ardından kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, zaten Biz daha önce de indirmiş değiliz." "Eğer bu gerekseydi, tek bir çığlık yeterli olurdu; o zaman da onlar sönmüş köz gibi kararıp küle dönerlerdi." (28-29)
Ölü toprağa can veren O'dur (33). Yeryüzünün tüm bitkilerini bitiren O'dur (36). Öyle ki, insanlık bazı şeyler hakkında henüz hiçbir bilgiye sahip değildirler (36). Geceyi ve gündüzü bir amaca mebnî olarak yaratan O'dur (37). Güneşi ve ayı belli bir yörüngede hareket ettiren O’dur (38-40). İnsanlığın yok olup gitmesine O mani olmuştur(41). Ve nihâyet insanlık yoldan sapmasın diye Rabb'lerinden bir mesaj ulaşmıştır (46). Bütün bunlara şükür olsun diye Allah onlara servetlerini yoksullarla paylaşmalarını emretmiştir (47). Hesap günü emanet olarak verilen her şeyden hesaba çekilecekler. Fakat onlar âhireti inkâr etmektedirler.
İşte sözün burasında, sûrenin ölüm döşeğinde yatanlara okunmasının niçin tavsiye edildiğinin cevabı olan âyetler gelir:
"Derken sûra üflenmiştir ve işte o zaman hemen mevzilerinden çıkıp Rabb'lerine koşacaklar.
"Eyvah! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? diyecek (ve cevabı kendileri verecek)ler: Rahman'ın vaat ettiği bu olsa gerek; demek ki gönderilen elçiler doğru söylemişler!" Sadece bir tek bela çığlığı: olan bitenin hepsi bu! Ve hemen ardından herkes huzurumuzda boy gösterecek.
Artık bugün hiç kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacak ve sadece yaptıklarınızdan sorumlu tutulacaksınız.
Elbette cennet ehli O gün keyif veren bir meşguliyet içinde olacak;
Onlar ve eşleri (bu huzurun) gölgesi altında mükemmel yataklar üzerinde uzanacaklar;
Onlar orada her tür refaha sahip olacaklar ve arzuladıkları her şey onlara sunulacak:
Rahmeti sonsuz Rabb'in sözüyle gelen tarifsiz bir mutluluktur bu.
Ama (suçlulara denilir ki) :"Siz ey mücrimler, bugün şöyle ayrı durun!"
İmdi, ben size buyurmadım mı ey Ademoğulları: "Şeytana kulluk etmeyin, çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır!" Ve yalnız Bana kulluk edin, dosdoğru yol budur!
Doğrusu (o şeytan) sizden birçok nesli yoldan çıkarmıştır; o zaman aklınız başınızda değil miydi? İşte size vaat edilen cehennem budur.
Israrla inkâr etmenizin bir sonucu olarak bugün oraya destek verin!"
"O gün ağızlarına mühür vururuz; ve Bize onların elleri konuşur, ayakları yaptıklarına şahitlik eder."(51-65)
Tekâmül varlığın yasasıdır. Bu yasa sadece varlığın maddi boyutu için değil, mânevi boyutu için de geçerlidir. Madenler, bitkiler, hayvanlar ve insanları kapsayan bu yasa, ruhuyla bir üst aleme ait olan insanda mânevi bir nitelik kazanır. Ahiret, bu sürecin manevi olan öbür yüzünü temsil eder. Cennet aslında insanın tekamülünün son durağıdır. Vahiy, hayat yolcusunu her tür sapmaya karşı uyarır. Bu uyarı sorumluluk bilincine sahip olanlara, yani "(kalben) diri olanlara"(70) yarar sağlayacaktır. Sûre Allah'ın azamet ve kudretini beyan eden bir pasajla son bulur.
İbn Abbas'a bu surenin fazileti sorulunca, "Bunu bilmiyorum fakat (galiba) son âyeti içinmiş!" der. İşte o âyet : "Her şeyin tasarrufunu (kudret) elinde bulunduran (Allah), her tür kişileştirmeden uzak ve yücedir; nihâyet hepiniz O'na döndürüleceksiniz."(83)
(M.İ)
Fâtiha sûresi nasıl “Ümmü’l Kitap”, kitabın anası ise, bu sûre de
“Kalb’ul Kur’an”, Kur’an’ın çarpan kalbi, Kur’an’ın özetidir. Çünkü dinin odak noktası âhirettir. Âhireti, kıyameti, kıyamet sonrası hayatını en güzel bir biçimde gözler önüne seren bu sûre olduğuna göre elbette Kur’an’ın kalbidir bu sûre. Keşke tüm Müslümanların kalbinde olsaydı bu sûre. Keşke tüm Müslümanlar bu sûreyi, bu sûrenin muhtevasını öğrenebilmiş olsalardı.
Tabii sûreyi öğrenmekten kastım onu on dakikada okuyabilecek kadar ezberlemek mânâsına değildir. Meselâ şu anda içimizden biri on dakikada ezberden bu sûreyi okuyabilir. Fakat bu onun bu sûreyi bildiği, öğrendiği mânâsına gelmez.
Hani tabanca eğitimini bilirsiniz. Uzun uzun tabanca eğitiminden
bahsedilir. Bu konuda uzun uzun teorik, nazarî bilgiler verilir. Yazılı, çizili grafikler çizilerek anlatılır. Önce belki oyuncak tabanca, sonra bizzat gerçek tabanca gösterilerek anlatılır. Hattâ bizzat tabancayla üç beş atış ta yaptırılır. Ama yine de bu tabancayı öğrenmek değildir. Her atışta 12’den vurabilecek kadar onun tüm özelliklerini tanıyabilecek bir duruma gelmemişsek, onu öğrenmiş sayılmayız değil mi? Şunu kesinlikle belirteyim ki, hiç birimiz Kur’an adına her atışta 12’den vurabilecek kadar kitap bilgisine sahip değiliz. Ama hiç olmazsa yüzde bir, binde bir vurabilecek bir duruma gelebilsek. Yâni hiç olmazsa Yâsîn’i, hiç olmazsa Bakara’yı, hiç olmazsa En’âm’ı bilebilmiş olsaydık. İşte belki de bunun için Yâsîn, Kur’an’ın kalbidir denmiştir.
Farz edin ki elinizde 114 kaset var. Meselâ En’âm tuşuna basın size En’âm’ı okusun, A’râf tuşuna basın size A’râf’ı okusun, Yâsîn tuşuna basın size Yâsîn’i okusun. Mesele bu değil ama, mesele onu kafaya, kalbe yerleştirmektir. Önemli olan sûrenin muhtevasını kafada canlı tutmaktır.
Bakın sahâbeden birisi tüm varını yoğunu Allah yolunda infak eder. Kendisine derler ki, “niye böyle yapıyorsun? Bari çoluk çocuğuna bir şeyler bıraksaydın, onlar el âlemin eline bakmasalardı!” O der ki, “ben çocuklarıma Vakıa sûresini bıraktım. Vallahi onlar bu sûreye sahip oldukları sürece asla aç ve açıkta kalmazlar.”
Sûre karın doyurmaz. Ama kişi bu sûreyi devamlı okur ve sûrenin muhtevasını kafasında canlı tutarsa, sûrenin muhtevasını kavrar ve hayatını onunla düzenlerse, o zaman onun ihtiyaç felsefesi değişecektir. İhtiyaç anlayışı sûreye göre şekillenecek, dünyaya karşı kanaatle doyacak, şu anda insanların pek çoğunun ihtiyaç zannedip peşinden koştuğu şeylerin arkasına düşmeyecektir. İşte sûreyle doyuma ulaşmak bu anlamdadır.
(A.Küçük)
21.Ekim. 2014.Salı