Orada karşılıklı kadeh tokuştururlar; ama burada kötü söz de yoktur, günah işleme de.
Orada, boş söz söyletmeyen (içilince sarhoş etmeyen), günah işletmeyen dolu bir kadehi elden ele dolaştırırlar.
Orada kadeh tokuştururlar; fakat bunda ne bir saçmalama, ne de bir günaha girme vardır.
Orada karşılıklı kadeh tokuştururlar, ama burada (içki yüzünden) ne saçmalama vardır ne de günaha girme.
Orada birbirlerinden kadeh kapışırlar, orda ne bir saçmalama, ne de bir günaha girme vardır.
Orada bir peymâne çekiştirirler ki ne bir saçmalama vardır onda ne bir günaha sokma
ve orada, (cennette), birbirlerine, boş konuşturmayan ve günaha sokmayan kaseler uzatacaklar.
orada birbirlerine içeni boşboğaz etmeyen ve günaha sokmayan dolu kadehler sunacaklar.
Orada bir kadehi kapışırlar fakat onda ne saçmalama vardır, ne de günaha sokma.
Orada bir kadeh kapışırlar ki içinde ne saçmalama var, ne de günâha sokma.
Orada kadeh kaldırırlar. Ne gereksiz bir sözleri ne de yanlış davranışları olur.
Orada bir kadeh kapışır çekişirler ki, onda, ne 'boş ve saçma bir söz', ne de bir günaha sokma yoktur.
Orada bir kadeh tokuştururlar ki, içinde ne bir boş laf var ne de günaha sokuş.
Sedefteki inci gibi olan hizmetçileri, etraflarında dolaşırlar.
Hizmetlerine verilmiş, sedefte saklı inci gibi gençler (garsonlar) etraflarında (emir almak için) dolaşırlar.
Sedefteki inciler gibi olan gençler yanlarında dolaşırlar.
Hizmetlerine verilmiş, (kabuğunda) saklı inci gibi gençler etraflarında dönüp dolaşırlar.
Çevrelerinde, inciler gibi korunmuş kendilerine ait hizmetkarlar (servis için) dolaşıp durur.
Bırıl bırıl da üzerlerine döner kendilerine mahsus hizmetciler, sanki sadeflerinde saklı inciler
Ve onları (ölümsüz) gençlikler bekleyecek, (sanki) kendi kendilerinin (çocuklarıymış gibi), kabuklarının içinde saklanan inciler gibi (saf ve temiz).
Ve kendileri için hazırlanmış ebedi bir gençlik ve tazelik onları hiç terk etmeyecek; tıpkı kabuklarının içinde saklanmış inciler gibi olacaklar.
Sedefteki inciler gibi olan gençler yanlarında dolaşırlar.
Çevrelerinde de kendilerine mahsus, sedef içinde saklı inci gibi civanlar dolaşır (hizmet eder).
Çocukları[1*] çevrelerinde dolaşır; her biri sedefi[2*] içinde saklı inci gibidir. [1*] Keşşaf [2*] Sedef : Deniz kabuklularının (özellikle istiridye türleri) kabuğundaki parlak iç yüzey
Kendileri için (görevlendirilmiş hizmetçi) civanlar, etrafında dönüp dolaşırlar; sanki (her biri) 'sedefte saklı inci gibi tertemiz, pırıl pırıl.'
Çevrelerinde, kendilerine özgülenmiş genç uşaklar dolaşır; sanki sedeflerinde saklı inciler.
Birbirlerine yönelip soru sorarlar.
(O cennetlikler) Birbirlerine dönüp (“Ne iyilik yaptınız da bu nimetlere ulaştınız?” diye) sorarlar.
Birbirlerine dönüp soruşurlar:
Cennettekiler birbirlerine dönüp sorarlar:
Birbirlerine dönüp geçmişi anarlar:
Ve ba'zısı ba'zısına dönmüş soruşuyorlardır
Ve (böylece nimet tattırılanlar,) birbirlerine dönerek (geçmişte yaşadıkları hakkında) sorular soracaklar.
Derken, birbirlerine dönüp sorular soracaklar...
Cennettekiler birbirlerine dönüp sorarlar:
Birbirlerine dönmüş soruyorlar:
Birbirlerine döner ve sorarlar:
Kimi kimine dönüp sorarlar;
Birbirlerine dönüp soruşurlar. Ve derler:
Şöyle derler: “Şüphesiz biz bundan önce ailemizin içerisinde korkardık.”
(26-27) Şöyle derler: “Biz, bundan önce (dünyada) ailemizle birlikte (azaptan ve Allah'a karşı gelmekten) sakınırdık. Allah da bize lütfetti ve bizi iliklere işleyen cehennem azabından korudu.”
(26-28) 'Doğrusu bundan önce ailemizin yanında bile korku içindeydik; Allah lütfedip bizi kavurucu azabdan korudu; doğrusu bundan önce de O'na yalvarıyorduk; şüphesiz O, iyilik yapandır, acıyandır' derler.
Derler ki: «Daha önce biz, aile çevremiz içinde bile (ilâhî azaptan) korkardık.»
“Daha önce halkımızın arasında çekinirdik“ derler,
Demektedirler: Evet biz bundan evvel ehlimizde korkular içinde idik.
Onlar, "Bakın" diyecekler, "eskiden, çoluk çocuğumuz arasında yaşadığımız sıralarda, (Allah'ın bizden razı olmadığını düşünerek) korku içindeydik;
Diyecekler ki: "Vaktiyle bizler, ailemiz hakkında endişeye kapılıp tir tir titrerdik;
Derler ki: «Daha önce biz, ailemiz içinde korkardık.»
"Daha önce biz âilemiz içinde (iken sonumuzdan) korkardık." dediler.
“Dünyadayken ailemizin akıbeti konusunda yüreğimiz titrerdi değil mi?
Dediler ki: «Biz doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip korkanlardık.»
"Daha önce biz, ailemiz içinde endişe ile ürperiyorduk."
“Allah bize lütfetti ve bizi iliklere işleyen azaptan korudu.”
(26-27) Şöyle derler: “Biz, bundan önce (dünyada) ailemizle birlikte (azaptan ve Allah'a karşı gelmekten) sakınırdık. Allah da bize lütfetti ve bizi iliklere işleyen cehennem azabından korudu.”
(26-28) 'Doğrusu bundan önce ailemizin yanında bile korku içindeydik; Allah lütfedip bizi kavurucu azabdan korudu; doğrusu bundan önce de O'na yalvarıyorduk; şüphesiz O, iyilik yapandır, acıyandır' derler.
«Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azaptan korudu.»
“ALLAH bize iyilik etti de bizi içe işleyen azaptan korudu.”
Bakınız Allah bize lûtfetti ve bizleri o semûm azâbından korudu.
ve bu durumdayken Allah bizi lütfuyla inayetlendirdi ve (çaresizliğin) yakıcı fırtınalarının azabından bizi korudu.
fakat Allah bize kerem etti de, bizi zehir gibi içe işleyen yakıcı bir ateşin azabından korudu.
Allah bize lütfetti de bizi vücudun içine işleyen azabtan korudu.
"Allâh bize lutfetti de bizi o delikçiklere işleyen azâbdan korudu."
Allah iyilik etti de hücrelerimize kadar işleyecek azaptan bizi korudu.
«Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve bizi, 'hücrelere kadar işleyen kavurucu' azabdan korudu.»
"Allah bize lütufta bulundu ve bizi o iliklere işleyen azaptan korudu."
“Gerçekten biz bundan önce O'na yalvarıyorduk. Çünkü asıl iyilik sahibi ve merhamet eden O'dur.”
“Gerçekten biz bundan önce (dünyada) O'na yalvarırdık (ibadet ederdik). Şüphesiz O, iyiliği ve merhameti bol olandır.”
(26-28) 'Doğrusu bundan önce ailemizin yanında bile korku içindeydik; Allah lütfedip bizi kavurucu azabdan korudu; doğrusu bundan önce de O'na yalvarıyorduk; şüphesiz O, iyilik yapandır, acıyandır' derler.
«Gerçekten biz bundan önce O'na yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O'dur.»
“Biz daha önce O’na yalvarırdık; O, İyilik edendir, Rahimdir.”
Evet biz bundan evvel ona duâ ediyor korumasını istiyorduk, hakikat o öyle keremkâr öyle rahîm
Şüphesiz biz bundan önce (yalnız) O'na yalvarırdık. (Ve O, bize şimdi gösterdi ki) yalnız O'dur gerçekten iyilik eden ve gerçek rahmet kaynağı!"
Şüphesiz biz bundan önce de hep O'na dua ederdik; çünkü O, evet O'dur mutlak iyi olan sonsuz rahmet sahibi.
Biz bundan önce yalnız O'na yalvarırdık. Çünkü iyilik eden, esirgeyen O'dur O.
"Biz bundan önce yalnız O'na yalvarır (bizi korumasını O'ndan niyaz eder)dik. Çünkü iyilik eden, esirgeyen O'dur, O."
Şimdiye kadar hep bunu ister dururduk. Çünkü Allah’ın iyiliği ve ikramı boldur.”
«Hiç şüphesiz, biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir.»
"Biz önceden O'na yakarıyorduk. Çünkü O'dur Berr, cömertçe iyilik eden; O'dur rahmeti sınırsız olan."
Sen öğüt ver! Rabbinin nimeti sayesinde sen ne kâhinsin ne de bir deli.
(Ey Resulüm!) Sen tebliğ ve irşada devam et! Çünkü sen Rabbinin (peygamberlik ve İslam) nimeti sayesinde ne kâhinsin, ne de mecnun.
Öğüt ver; Rabbinin nimetiyle sen, ne kahinsin ne de delisin.
(Resûlüm!) Sen öğüt ver. Rabbinin lütfuyla sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli.
Sen öğüt ver. Efendinin sana olan iyiliği sayesinde sen ne bir kahinsin, ne de deli.
O halde va'z-u tezkire devam et, çünkü sen, rabbının ni'meti hakkı için, ne kâhinsin ne de mecnun
Öyleyse (ey Muhammed! Bütün insanlara) öğüt ver! Çünkü, Rabbinin rahmetiyle, sen ne bir kahinsin, ne de bir deli.
(Ey Nebi!) Öğüt vermeyi (sürdür); şüphesiz, -Rabbinin nimeti sayesinde- senin bir kahin ve bir mecnun olma ihtimalin asla bulunmamaktadır.
Ey Muhammed! Sen hatırlat, öğüt ver. Rabbinin nimetiyle sen, ne kahinsin ne de delisin.
(Ey Muhammed), Sen hatırlat, öğüt ver. Rabbinin ni'meti sayesinde sen ne kâhinsin, ne de mecnun.
Onları bilgilendirmeye devam et. Sahibinin nimeti sayesinde sen, ne geleceği bildiğini sanan birisin (kâhin[*]) ne de cinlerin (şeytanların) etkisindesin. [*] Kahin, geleceği bildiğini sanan kişidir. Hakka 69/42
Şu halde sen, öğüt verip hatırlat; çünkü sen, Rabbinin nimetiyle ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun.
Artık hatırlat, öğüt ver! Rabbinin nimetine yemin olsun ki, sen ne kâhinsin ne de cin çarpmış.
Yoksa onlar, “O, başına bir felaketin gelmesini beklediğimiz bir şair midir?” diyorlar.
Yoksa onlar: “Muhammed bir şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz” mu diyorlar?
Yoksa senin için şöyle mi derler: 'Şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz.'
Yoksa onlar: (O,) bir şairdir; onun, zamanın felâketlerine uğramasını bekliyoruz mu diyorlar?
Yoksa, “O bir şairdir, onun ölmesini bekliyoruz“ mu diyorlar?
Yoksa «bir şâir biz ona «reybul menun»u gözetiyoruz» mu diyorlar?
Yoksa onlar: "(O, yalnızca) bir şair(dir); bekleyip görelim zaman ona neler yapacak" mı diyorlar?"
Yoksa (şimdi de) "O bir şairdir; (bırakın da) feleğin sillesini yiyeceği zamanı bekleyip görelim" mi diyorlar?
Yoksa onlar: «Muhammed bir şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz» mu diyorlar?
Yoksa onlar (senin hakkında): "Bir şâ'irdir, zamanın felâketlerine çarpılmasını gözetliyoruz" mu diyorlar?
Yoksa şöyle mi diyorlar: “Şairin teki; başına gelecekleri bekliyoruz”
Yoksa onlar: «Bir şairdir, biz ona zamanın felâketlerini gözlüyoruz» mu diyorlar?
Yoksa şöyle mi diyorlar: "O bir şairdir. Zamanın ölüm getiren felaketine çarpılmasını bekliyoruz."
De ki: “Bekleyiniz, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
Onlara de ki: “Bekleyin, ben de sizinle beraber bekliyorum!”
De ki: 'Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlemekteyim.'
De ki: Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.
De ki: “Bekleyedurun; ben de sizinle birlikte beklemekteyim.”
De ki: Gözetin, çünkü ben de sizinle gözetenlerdenim.
De ki: "(Öyleyse,) ümitle bekleyin! Ben de sizinle birlikte ümitle bekleyeceğim!"
De ki: "Bekleyin bakalım! Ama unutmayın ki, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim."
De ki: «Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlemekteyim.»
De ki: "Gözetleyin, ben de sizinle beraber gözetleyenlerdenim. (Bakalım hangimiz felâketlere çarpılacağız?)"
De ki “Bekleyin, ben de sizinle birlikte bekliyorum.”
De ki: «Siz gözetleyip durun; çünkü ben de sizinle birlikte gözetleyenlerdenim.»
De ki: "Bekleyin! Doğrusu sizinle beraber ben de bekleyenlerdenim."
Onlara akılları mı bunu emrediyor? Yoksa onlar azgınlar topluluğu mudurlar?
Yahut bunu kendilerine saçma akılları mı emrediyor? Yoksa onlar azgın bir toplum mudur?
Bunu onlara akılları mı buyuruyor? Yoksa onlar azgın bir millet midirler?
Onlara akılları mı bunu emreder, yoksa onlar, azgın bir topluluk mudur?
Bunları rüyalarının etkisiyle mi söylüyorlar, yoksa onlar haddi aşan bir topluluk mudur?
Yoksa onlara bunu (bu tenakuzu) akılları mı emrediyor? Yoksa azgın bir kavım mıdırlar?
Akılları mı onlara bu (tavrı takınmaları)nı telkin ediyor, yoksa (bu hal) (sadece) kaba bir küstahlığın eseri midir?
Yoksa onları bu tavra savruk akılları mı sevk ediyor? Sakın onlar isyanda sınır tanımayan azgın bir topluluk olmasın?!
Onların akılları mı bunu emreder, yoksa onlar, azgın bir topluluk mudur?
Akılları mı bunu kendilerine emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?
Bu duygusallıktan uzak bir karar gereği midir? Yoksa onlar bir azgınlar topluluğu mudur?
Yoksa bunu kendilerine saçma akılları mı emretmektedir? Yoksa kendileri azgın bir kavim midir?
Acaba bunu onlara hayalleri mi emrediyor yoksa bunlar azmış bir topluluk mu?
Yoksa, “onu kendisi uydurdu” mu diyorlar? Hayır! Onlar inanmıyorlar.
Ya da: “O Kur'an'ı kendisi uydurup söyledi” mi diyorlar? Hayır, (sırf inatlarından dolayı) inanmıyorlar.
Yahut: 'Onu kendi uydurdu' diyorlar öyle mi? Hayır, inanmıyorlar.
Yahut «Onu kendisi uydurdu!» mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmezler.
Yoksa, “Onu kendi uydurdu“ mu diyorlar? Hayır, onlar gerçeği onaylamazlar.
Yoksa onu (o Kur'anı) kendisi uydurmakta mı diyorlar? Hayır kendileri inanmazlar
Yoksa onlar: "Bu (mesaj)ı kendisi uydurmuştur!" mu diyorlar? Hayır, tersine, onlar (gerçeği biliyor, ama) inanmak istemiyorlar!
Ya yoksa onlar, "Kendi söylediğini Allah'a isnat etti" mi diyorlar? Ama yoo! (Dediklerine) kendileri de inanmıyorlar.
Yoksa «Onu uydurdu» mu diyorlar? Hayır, onlar inanmıyorlar.
Yoksa "Onu uydurdu" mu diyorlar? Hayır, onlar inanmıyorlar.
Ya da “Kur’an’ı kendi uydurdu” mu diyorlar? Aslında onlar sana güvenmiyorlar.
Yoksa: «Onu kendisi uydurup söyledi» mi diyorlar? Hayır, onlar iman etmiyorlar.
Yoksa, "Onu uydurdu" mu diyorlar! Hayır, iman etmiyorlar.