TEKVÎR SURESİ


Ayet Getir
81-TEKVÎR 22. Ayet

وَمَا صَاحِبُكُم بِمَجْنُونٍ

Ve mâ sâhıbukum bi mecnûn(mecnûnin).

Bayraktar Bayraklı

(22-24) Sizin arkadaşınız Muhammed, kesinlikle deli değildir. O, meleği apaçık ufukta görmüştü. O, gaypten gelen bilgileri sizden esirgeyemez.


Edip Yüksel

Arkadaşınız deli değildir.


Erhan Aktaş

Arkadaşınız mecnun1 değildir. 1- Cinlenmiş. Aklını kaybetmiş.


Muhammed Esed

Çünkü, bu arkadaşınız bir deli değil:


Mustafa İslamoğlu

Arkadaşınız da cin musallat olmuş biri değildir.


Süleyman Ateş

Arkadaşınız cinli değildir.


Süleymaniye Vakfı

Sizin arkadaşınız cinlerin etkisinde değildir.


Yaşar Nuri Öztürk

Ve arkadaşınız bir cin çarpmış değildir.


Ayetin Tefsiri

 

MEAL

 

22.) Arkadaşınız da cin musallat olmuş biri değildir.

23.) Doğrusu o, meleği berrak bir ufukta görmüştür;18

24.) kaldı ki o, görünmeyenin bilgisi üzerinde tekel kurup (onu saklayan) biri de değildir,-19

25.) dahası bu kelam, Allah'ın kendisine sığınanları şerrinden emin kıldığı20 Şeytanın sözü de değildir.21

(M.İ)

22.) [Ey Müşrikler!] Şu hfilde arkadaşınız Muhammed cinlerden ilham alan biri değildir; [bilakis o, vahyi böyle güvenilir bir melek vasıtasıyla almaktadır].

23.) Andolsun ki Muhammed, vahyi getiren o meleği berrak bir ufukta görmüştür.

24.) Ayrıca o, Allah katından aldığı vahiylerin/bilgilerin hiçbirini sizden saklamaz ve bu konuda töhmet altında tutulmaz.

25.) Bu Kur'an [bir şair veya kabin sözü olmadığı gibi] Allah'ın rahmet kapısından kovulmuş şeytanın sözü de değildir.

(M.Ö)

22-23.) “Arkadaşınız Muhammed asla deli değildir. Andolsun ki, o,

Cebrâil’i apaçık ufukta görmüştür.”

24.) “Peygamber, görülmeyenler hakkında söylediklerinden ötürü

töhmet altında tutulamaz.”

25.) “Bu Kur’an, kovulmuş şeytanın sözü olamaz.”

(A.K)

22-25.) Evet, elçimiz Muhammed, iddia ettiğiniz gibi cinlerle irtibat kuran biri değildir; kaldı ki onu yıllardır tanımakta, aklı başında ve güvenilir bir insan olduğunu bilmektesiniz! Vahiy meleği Cebrail'i açık ve net olarak görmüş ve sizlere tebliğ ettiği Kur'an'ı ondan öğrenmiştir. İddia ettiğiniz üzere cinlerden öğrenmiş değildir. Onu böyle bir şeyle itham etmeniz çok yanlıştır.

(H,E;M,C)

 

TEFSİR

 

 

"Arkadaşınız deli değildir. Şüphesiz onu apaçık ufukta görmüştür. O, gayb hakkında töhmet altında tutulamaz. O, kovulmuş şeytanın sözü değildir. O halde nereye gidiyorsunuz? O alemlere öğütten başka birşey değildir."

 

Onlar gerçek anlamda onu tanıyorlardı. Aklı olgunluğunu, doğruluğunu, güvenilir kişiliğini ve kararlılığını bildikleri halde Resul-ü Ekrem hakkında şöyle diyorlardı: "O delinin biridir. Söylediklerini bir şeytan O'na getirmektedir." Bazıları bu sözleri O'na ve mesajına karşı bir tuzak olarak ileri sürüyor. Nitekim bu noktaya parmak basan haberlerde vardır. Bazıları ise şimdiye kadar duymadıkları, alışmadıkları, insanların sözleri ile kıyaslanmayan, hayrete ve dehşete kapıldıkları için böyle diyorlardı. Bu konuda "Her şairin bir şeytanı vardır. Ona eşsiz güzellikte sözler getirir. Her kahinin bir şeytanı vardır. Uzakta olan gayb’tan ona haber getirir. Şeytan bazı insanlara dokunur, çarpar. Onlar vasıtası ile ilginç sözler söyletir" şeklindeki anlayışlarına ve düşüncelerine dayanıyorlardı. Böylece biricik doğrudan gerçek sebepten uzak düşüyorlardı. Bu gerçek sebep vahiy idi. Alemlerin Rabbi tarafından gönderilen vahiy.

Surenin bu bölümünde Kur'an-ı Kerim onlara eşsiz kainatın güzelliğinden ve güzel sahnelerin canlılığından söz etmektedir. Böylece Kur'an'ın bu güzelliği, eşsiz biçimde yaratan O yaratıcının kudretinden kaynaklandığını kalblere yerleştirsin. Onu taşıyan elçinin ve O'nu tebliğ eden peygamberin sıfatlarından söz etsin. Çünkü Peygamber onların tanıdık arkadaşlarıydı. Deli değildi. Şerefli elçi olan Cebrail'i gerçekten gözleri ile görmüştü. Görmenin tüm şartlarının kesin gerçekleştiği apaçık ufukta O'nu seyretmişti. Hz. Peygamber gayb konusunda güvenilir bir kimse idi. Verdiği haber konusunda ulu orta konuşulamazdı. Çünkü onlar şu ana kadar O'nu doğruluk ve kesin haberin dışında bir şeyle tanımamışlardı. "O, kovulmuş şeytanın sözü değildir." Çünkü şeytanlar böyle tutarlı bir sistemi bildiremezlerdi.

(S.KUTUB)

 

18. Arkadaşınız (Sahibuküm) ifadesi ile Hz. Muhammed (s.a) kastolunmaktadır. Hz. Muhammed'ten arkadaşları olduğu şeklinde bahsedilmesinin nedeni, Mekkeliler için Hz. Muhammed'in (s.a.) yabancı biri olmadığına, çocuklarının bile onu tanıdıklarına dikkat

çekmektedir. Hz. Muhammed'in (s.a) ne derece akıl sahibi biri olduğunu biliyorsunuz. O halde böyle birine bile bile mecnun demekten utanmıyor musunuz? (İzah için bkz. Necm:2-3)

 

19. Necm sûresinin 7 ve 9. ayetlerinde Rasûlullah'ın (s.a) bu müşahadesi daha ayrıntılı bir biçimde zikredilmiştir. Bkz. Necm. an: 7-8

 

20. Rasûlullah (s.a.) hiçbir şey saklamadan size, Allah'tan aldığı herşeyi aktarıyor. Allah'ın (c.c.) zâtı, sıfatları hakkında, ölümden sonraki hayat, kıyamet, ahiret, cennet ve cehennem hakkında hiçbir şey eksiltmeden ve saklamadan sizlere beyan etmekte ve bildirmektedir.

 

21. Şeytan, Muhammed'e vahyediyor şeklindeki düşünceniz yanlıştır. Çünkü şeytan insanı şirk, putperesetlik, dehriyet ve ilhada doğru yönlendirir. Ona Tevhid'i öğretmez ve Tevhid'e doğru da yönlendirmez. Ayrıca insana sorumsuzluk aşıladığı gibi, Allah'ın (c.c.)

huzurunda sorumlu bir kişi olarak yaşamaya da teşvik etmez. Kısaca insanı cahiliyye geleneklerinden, zulm, ahlaksızlık ve fuhuştan menederek, pâk ve temiz bir hayata, adalet, takva ve üstün ahlâk'a yönelmesine yardımcı olmaz. (Bkz. Şuara: 210-212, Şuara: an; 130-133 ve ayrıca Şuara: 221-223, Şuara: an; 140-141)

(MEVDUDİ)

 

Düne kadar aralarında büyüyen ve kendisine Muhammedü’l Emin dedikleri peygambere mecnun diyorlardı. Bildikleri, tanıdıkları, birlikte yaşadıkları, içlerinde büyüyen, çocukluğuna, gençliğine şahit oldukları, doğruluğuna, dürüstlüğüne şahit oldukları peygambere deli diyorlardı. Allah diyor ki, “arkadaşınız deli değildir.” “Arkadaşınız” ifadesiyle Rabbimiz onları bu konuda düşünmeye çağırıyor. O yabancı birisi değil sizin arkadaşınızdır. Sizin içinizde doğup büyüyen, bildiğiniz tanıdığınız bir kimsedir. Daha önce ona Muhammedü’l Emin diyen sizler değil miydiniz? Hiç düşünmüyor musunuz? Bir adam belli bir zaman dilimi içinde hem akıllı hem deli, hem güvenilir hem hain olabilir mi?

 

Ne zaman mecnun demişlerdi ona? Ve ne için mecnun demişlerdi? Peygamberliğini ortaya koyduktan, Kur’an okumaya, Allah’tan aldığı mesajı insanlara ulaştırmaya ve insanların hayatlarına karışmaya başladıktan sonra demişlerdi bunu. Kur’an’da Allah’ın kendisine indirdiklerini insanlara dediği, duyurduğu için, insanların hayatlarının bozukluklarını eleştirip onları Allah’ın istediği kulluğa çağırdığı için, böylece insanların rahatlarını, keyiflerini kaçırmaya başladığı andan itibaren bunu demişlerdi. Yani Kur’an okuduğu, Kur’an’la amel ettiği, hayatını Allah için yaşamaya başladığı için demişlerdi ona bunu. Bugün de öyle. İnsanların hayatına karışmadığınız müddetçe, onların bozukluklarına ilişmediğiniz sürece, onlara hakkı duyurup bâtıllarını tenkit etmediğiniz sürece sizden iyisi yoktur. Ama insanların hayatlarına karıştığınız zaman diyemeyecekleri yoktur size.

 

Kur’an okumaya başladı, Kur’an duyurmaya başladı diye mecnun diyorlardı. Halbuki bakın Rabbimiz Kalem sûresinde bunun tamamen zıddını anlatır: “Ey Muhammed! Sen Rabbinin nîmeti ile deli değilsin.” (Kalem 2) Allah diyor ki, “ey peygamberim! Sen Rabbinin nîmeti ile, Rabbinin nîmeti sayesinde asla deli değilsin, mecnun değilsin.” İşte anlıyoruz ki bu, kişinin deli olmamasının delilidir, tescilidir. Öyleyse mecnunluktan kurtulmanın yolu Kur’an’la beraber olmamızdadır. Cinlerin tasallutundan kurtulmanın yolu da budur. Eğer Allah’ın nîmetiyle berabersek, eğer Kur’an’la berabersek, eğer hareket noktamız Kur’an’sa, o zaman kesinlikle bilelim ki biz deli değiliz, mecnun değiliz. Ama eğer Kur’an’la beraber değilsek, Kur’an’ı tanımıyorsak, istinat noktamız Kur’an değilse, o zaman kendimizden şüphe edebiliriz. Deli olduğumuza hükmedebiliriz. Birine “Kur’an oku ve anlat,” dediğinizde, adam, “yahu deli derler. Ben bunu yapmaya başlarsam çevrem deli der bana” diyor. Halbuki Allah öyle demiyor. İnsanlar arasında deli olmaktan kurtulmanın yolu da, iki ayaklı cinlerin tasallutundan kurtulmanın yolu da, öteki cinlerin şerlerinden korunmanın yolu da bu kitapla tanışmaktan geçer bunu asla unutmayalım.

 

Arkadaşınız asla deli değildir ve: O arkadaşınız, o Resul andolsun ki Cebrâil’i apaçık bir ufukta görmüştür. Kitabımızın başka yerlerinde de anlatıldığına göre Rasulullah efendimiz kendisinden önce hiçbir peygambere nasip olmadığı halde Cebrâil’i, vahiy meleğini aslî şekliyle görmüştür. Doğu taraftan, yüksek, apaçık ufuk cihetinden görmüştür. Bu konuda hadis kitaplarında epey bilgi var. O peygamberimiz Cebrâil’i görmüştür. O sizin görmediklerinizi görmüştür, onun içindir ki:

 

24. “Peygamber, görülmeyenler hakkında söylediklerinden ötürü töhmet altında tutulamaz.”

 

Gaybla alâkalı söylediklerinden ötürü o asla kınanamaz. Gayb karşısında asla kınanmaz. “Yok ya, sen öyle görmüşsün” denmez. Bu konuda töhmet altında tutulamaz. Neden? Çünkü gaybî haberler kendisinden değildir ki onun için töhmet edilsin? Veya peygamber kendisine bu melek tarafından bildirilen vahyin neşri konusunda töhmet altında tutulamaz. Çünkü peygamber Allah’tan gelen vahyin duyurulması konusunda asla cimrilik yapmaz. Vahiy konusunda emindir o peygamber.

 

25. “Bu Kur’an, kovulmuş şeytanın sözü olamaz.”

 

Şeytan sözü değil ki bu! Allah sözü. Bu kitabı şeytanlar indirmedi, bu şeytanların vahyi değildir. Aynı konuyu Şuarâ sûresi şöyle anlatır: “Kur’an’ı şeytanlar indirmemiştir. Bu onlara düşmez, zaten güçleri de

yetmez.” Şuarâ 210,211) Elinizde böyle bir kitap varken, böyle Azîz olan, Hakîm olan bir Allah’tan gelme Azîz ve Hakîm bir kitabınız varken ey insanlar:(Bir sonraki ayet)

(A.KÜÇÜK)

 

“Ve-mê sâhîbûkûm bi-mecnûn” ve yeni pasajda Allah resulüne yeniden döndü sure. Arkadaşınız cinlenmiş değildir. Yani deli diye çevirmedim. Çünkü cahiliye arabının tasavvurunda şiir cinle alakalı, şair, mecnun, sihir, arraf hep bilinmeyenin bilgisine ulaşma çerçevesinde kullanılırdı. Onun için vahyi de cinle alakalandırıyor cahiliye tasavvuru ve aklı.

 

“Ve-lekâd râ’êhû bi’l-ûfûkî’l-mûbîn” onu apaçık bir ufukta görmüştü. Apaçık, berrak bir ufukta görmüştü. Vahyin geliş sıklığının henüz bilinmediği başlangıçta doğal bir vahiy molasını kesildi zanneden Allah resulüne bir teselli bu.

 

Burada Necm/13. ayetine bir atıf var.”Ve-lekâd râ’êhû nêzleten ûğrâ” (Necm/13) onu bir kez daha iniş sırasında görmüştü. O ayetle bu ayet bakışımlı.

 

18 Vahyin geliş sıklığının henüz tecrübe edilmediği başlangıçta doğal bir molayı vahyin kesildiğine yoran Mekke'deki inkarcıların dedikodularını reddeden bir ifade (Vahiy kesintisiyle ilgili değerlendirmemiz için bkz. 4/Müddessir sûresinin girişi). "Doğrusu onu bir kez daha görmüştü" (26/Necm: 13) âyeti, buraya atıf olarak okunmalıdır.

 

“Ve-mê hûve 'âle’l-ğâybi bi-dânîn” evet, o gaybı kıskanan biri değil ki. Allah resulü gaybı eline geçirmişte hiç kimseye vermemek için onu kıskanıyor değil ki. Veya şöyle de anlaya bilir miyiz, çevirebilir miyiz. Gaybi bilgi üzerinde tekel kuran biri değil ki. Evet.

 

19 Veya: "o gayba ilişkin yalan yanlış bilgilerin peşinde seğirten kahin ve falcıları kıskanan biri değildir"; veya zamirin meleğe gittiğini varsayarak: "(vahiy gibi) gaybi bir hakikati kıskanan biri değildir". Mal ve para gibi verince elden çıkan somut değerleri kıskanana bahîl,

ilim ve hikmet gibi verince eksilmeyen değerleri kıskanana danîn denilir.

 

“Ve-mê hûve bi-kâvli şeytânin râcîm” yine o kovulmuş, taşlanmış şeytanın sözü de değil. Çünkü o şeytana dost değil ki şeytan da ona dost olsun. Şeytanın ilk geçtiği yer nüzul sürecinde burası. Dayanıklı ip manasına halat manasına geliyor. Es şatanu aslında çok cazip bir yılana da verilen isim. Öyle cazip bir yılan ki, hem zehirli, hem cazip. Gören gözünü alamıyor ondan. Ama üzerine gittikçe de zehirleme tehlikesi artıyor. Tam iblise benziyor, ne güzel de bir benzetme ve köken olmuş bu. Evet.

 

20 Racîm'in açılımı. Bu âyette Şeytan, 19. âyetteki meleğin mukabili olarak yer alıyor.

 

21 Şeytan'ın vahyin iniş sürecinde ilk defa geçtiği yer. Çok sağlam ve uzun ip, halat" anlamına gelen eş-şetanu köküne nisbet edilir. Bu tanıma uygun olduğu için Arapça'da çok özel bir yılan türüne de Şeytan denilir. Bu yılanın özelliği sinsi olup uyurken insanın ağzından

midesine akması, aniden ve gizlice sokması ve göreni hayrette bırakan at yelesi gibi bir yeleye sahip olmasıdır. Şetane an, "uzaklaştı", şâtın, "haktan uzaklaşan" demektir (Lisân). Kur'an'da haktan uzak düşen görünür ve görünmez, somut ve soyut her varlık için kullanılmıştır. Kelimenin "habis, melun" anlamındaki İbranice bir kökten türetildiği

de söylenmiştir. Eğer kelime ş-t-n değil de ş-y-t kökünden türetilmişse, o zaman kök anlamı "yanmak, öfkeden yanıp tutuşmak" anlamına gelir. Kur'an'da İblis'in Allah ile ilişkisinde "İblis", insan ile ilişkisinde "Şeytan" sıfatı kullanılmıştır. 94/Bakara 34. âyet birincisine, aynı sûrenin 36. âyeti ise ikincisine örnektir. Görünen-görünmeyen, insan-cin her tür varlık için kullanılır. Kur'an'a göre Şeytan insanın sahici ve gerçek bir "düşman ötekisi"dir. "O sizin apaçık düşmanınızdır" âyetleri bunu teyit eder. Zira insan "ötekisiz" yapamaz. Eğer Şeytan olmazsa insan hep kendi türünden birilerini "düşman öteki" ilan eder ve onu şeytanlaştırır. Bu giderek kendine döner ve sürecin sonunda insan kendi kendisinin şeytanı olur.

(M.İSLAMOĞLU)