Onlara dünya hayatında azap vardır. Ama, âhiret azabı daha şiddetlidir. Onları Allah'tan koruyacak kimse de yoktur.
Onlara dünya hayatında bir azap vardır. Fakat ahiret azabı ise daha ağırdır. Onları Allah'ın elinden (azabından) hiç kimse kurtaramaz.
Onlara, dünya hayatında azap vardır, ahiret azabı ise daha çetindir. Allah'a karşı onları bir koruyan da yoktur.
Dünya hayatında onlara sadece bir azap vardır. Ahiret azabı ise daha şiddetlidir. Onları Allah'tan (onun azabından) koruyacak kimse de yoktur.
Onlar dünya hayatında azap hak etmişlerdir. Ahiret azabı ise daha kötüdür. Onları ALLAH’tan kimse kurtaramaz.
Onlara Dünya hayatta bir azâb vardır, Âhıret azâbı ise elbette daha zorlu, onları Allahdan vikaye edecek de yoktur
Böyleleri için dünya hayatında zaten bir azap vardır; ahiretteki azapsa daha da çetin olacak. Ve onlar Allah'a karşı kendilerini koruyacak kimse de bulamayacaklar.
Dünya hayatında onlar için bir ceza vardır, fakat ahiretin cezası çok daha elem verici olacaktır: Allah'a karşı onları savunacak birileri de olmayacaktır.
Onlara dünya hayatında azap vardır. Fakat ahiret azabı daha ağırdır. Onları Allah'ın elinden hiç kimse kurtaramaz.
Dünyâ hayâtında onlar için azâb vardır, âhiret azâbı ise daha zordur. Onları Allâh(ın azâbın)dan koruyacak kimse de yoktur.
Onlar için dünya hayatında bir azap[*] vardır. Ahiretteki azab ise daha sıkıntılıdır. Onları Allah’a karşı koruyacak biri de yoktur. [*] Allah kimin yola gelmesine karar verirse gönlünü İslam’a açar. Kimin de sapıklığına karar verirse onun da içini daraltır; sanki göğe yükseliyor gibi olur. Allah o pisliği inanmayanların üstüne işte böyle yükler.(Bkz: En’am 6/125)
Dünya hayatında onlar için bir azab vardır, ahiretin azabı ise daha zorludur. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiç bir koruyucu da yoktur.
Dünya hayatında bir azap var onlar için; âhiret azabı ise çok daha şiddetlidir. Onları Allah'a karşı koruyacak kimse de yoktur.
Muttakilere/Allah'tan sakınanlara vaad edilen cennetin özellikleri şöyledir: Altından ırmaklar akar; yemişi de süreklidir, gölgesi de. İşte takvâ sahiplerinin sonu budur. İnkâr edenlerin sonu da ateştir.
Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle yaşayanlara vadeliden cennet şöyledir. Oranın altından çeşitli ırmaklar akar, ağaçlarının meyveleri de gölgeleri de süreklidir (mevsim şartlarına bağlı değillerdir). İşte Allah'ın emirlerine uygun olarak yaşayanların sonu burasıdır. İnkârcıların sonu ise cehennem ateşidir.
Allah'a karşı gelmekten sakınanlara vadedilen cennetin altından ırmaklar akar; oranın yiyecekleri ve gölgeleri devamlıdır. Bu, sakınanların elde edeceği sonuçtur, inkarcıların varacağı sonuç ise ateştir.
Takvâ sahiplerine vâdolunan cennetin özelliği (şudur): Onun zemininden ırmaklar akar. Yemişleri ve gölgesi süreklidir. İşte bu, (kötülüklerden) sakınanların (mutlu) sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir.
Erdemlilere söz verilen bahçenin örneği şudur: Altından ırmaklar akar, yemişi de süreklidir gölgesi de. Bu, erdemlilerin sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir.
Müttekilere va'dolunan Cennetin temsili; altından ırmaklar akar, yemişleri daim, sayesi de, bu işte takva yolunu tutanların ukbası, kâfirlerin ukbası ise ateş
Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyan kimselere söz verilen cennet, içinde ırmakların çağıldadığı (bahçeler) gibidir; (fakat dünyadaki bahçelerden fazla olarak) onun ürünleri ebedidir; gölgelikleri de (öyle). Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyan kimselerin varacağı yer işte böyle olacaktır; hakkı inkar edenlerin varacağı yerse ateş olacak.
Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlara söz verilen cennet, zemininden ırmaklar çağlayan (has bahçelere) benzer. (Fazladan olarak) oranın ürünleri daimidir, gölgeleri de öyle… İşte bu, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyanları bekleyen akıbettir; inkarcıların akıbeti ise ateştir.
Kötülüklerden sakınanlara vadedilen cennet şöyledir. Oranın altından çeşitli ırmaklar akar, ağaçlarının meyvaları süreklidir, gölgeleri de. İşte kötülüklerden sakınanların sonu burasıdır. Kâfirlerin sonu ise cehennem ateşidir.
(Allâh'ın emirlerine karşı gelmekten) Korunanlara va'dedilen cennetin durumu şöyledir: Altından ırmaklar akar; yemişi de süreklidir, gölgesi de. İşte korunanların sonu budur. İnkâr edenlerin sonu da ateştir.
Allah’tan çekinerek kendini korumuş olanlara söz verilen bahçe (cennet), içinden ırmaklar akan, yiyecekleri ve gölgeleri bitmez tükenmez bir bahçe gibidir. Allah’tan çekinenler, sonunda oraya varırlar. Ayetleri görmezlikten gelenlerin (kâfirlerin) yolu da ateşte biter.
Takva sahiplerine vadedilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup sakınanların (mutlu) sonudur, küfre sapanların sonu ise ateştir.
Sakınıp korunanlara vaat edilen cennetin temsilî anlatımı şu: Altından ırmaklar akar, yemişleri de sürekli, gölgesi de. İşte korunup sakınanların son yurdu. Kâfirlerin son yurdu ise ateş...
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler sana indirilene sevinirler. Fakat gruplardan onun bir kısmını inkâr eden de vardır. De ki: “Bana, sadece Allah'a kulluk etmem ve O'na ortak koşmamam emrolundu. Ben yalnız O'na çağırıyorum ve dönüş de yalnız O'nadır.”
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen (Kur'an) ile sevinirler. Fakat (senin aleyhinde olan) gruplardan onun bir kısmını inkâr edenler de vardır. De ki: “Ben, yalnızca Allah'a kulluk etmekle ve O'na ortak koşmamakla emrolundum. Ben ancak O'na davet ederim ve son dönüşüm de O'nadır.”
Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilenden memnun olurlar. Karşı guruplar içinde ise, onun bir kısmını inkar edenler vardır. De ki: 'Ben ancak Allah'a kulluk etmekle ve O'na asla ortak koşmamakla emrolundum. Hepinizi ancak O'na çağırıyorum vedönüşüm O'nadır.'
Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilene (Kur'an'a) sevinirler. Fakat (senin aleyhinde birleşen) guruplardan onun bir kısmını inkâr eden de vardır. De ki: «Bana, sadece Allah'a kulluk etmem ve O'na ortak koşmamam emrolundu. Ben yalnız O'na çağırıyorum ve dönüş de yalnız O'nadır.
Kendilerine kitap vermiş olduklarımız sana indirilene sevinirler. Bazı gruplar onun bir kısmını inkâr ederler. De ki: “ALLAH’a kul olmakla ve O’na ortak koşmamakla emredildim. O’na çağırırım ve dönüşüm de O’nadır.”
Bir de kendilerine kitab verdiklerimiz sana indirilen bu kur'an ile ferah duyuyorlar, ahzapdan bazısını inkâr eden de var, de ki: Ben ancak Allaha kulluk etmekle ve ona şirk koşmamakla emrolundum, ben ona davet ederim, varacağım o
Hepinizi ancak O'na çağırıyorum ve dönüşüm O'nadır.
Bunun içindir ki, kendilerine bu vahyi bahşettiğimiz kimseler (ey Peygamber,) sana indirdiklerimizden ötürü sevinir, hoşnut olurlar; fakat başka inançların bağlıları arasında onun bir kısmının geçerliliğini inkar edenler var. (Ey Peygamber, onlara) de ki: "Ben yalnızca Allah'a kulluk etmekle ve O'ndan başkasına tanrısal güçler, tanrısal nitelikler yakıştırmamakla emrolundum: (bütün insanlığı) O'na çağırıyorum ve dönüşüm de O'nadır!"
Yine, kendilerine (bu) Kitab'ı emanet ettiğimiz (mü'min) kimseler, sana indirilenlerden dolayı seviniyorlar. Fakat muhalif müttefikler arasında onun bir kısmını inkar edenler de bulunmakta. (Onlara) de ki: "Ben, sadece Allah'a kul olmakla ve O'na ortak koşmamakla emrolundum: Yalnız O'na davet ediyorum, zira dönüş yalnızca O'nadır."
Kendilerine kitap gönderdiğimiz kimseler, sana indirilen mesajı sevinçle karşılarlar. Fakat karşıt gruplar içinde bu mesajın bir bölümünü inkâr edenler vardır. Onlara de ki; «Bana Allah'a kulluk etmem, O'na ortak koşmamam emredildi; O'na çağırırım insanları; O'nadır dönüşüm.
Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilene sevinirler. Fakat kabilelerden onun bir kısmını inkâr edenler vardır. De ki: "Bana, yalnız Allah'a kulluk etmem ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamam emredildi. Ben (insanları) O'na da'vet ederim, dönüşüm de O'nadır."
Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilenle sevinirler. İçlerinde onun (Kitabın) bir kısmından hoşlanmayan topluluklar vardır. De ki “Bana emredilen, yalnız Allah’a kul olmam ve O’na ortak oluşturmamamdır. Ben insanları Allah’a çağırırım; varıp gideceğim yer O’nun huzurudur.”
Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilen dolayısıyla sevinirler; fakat (müslümanların aleyhinde birleşen) gruplardan, onun bazısını inkâr edenler vardır. De ki: «Ben, yalnızca Allah'a kulluk etmek ve O'na ortak koşmamakla emrolundum. Ben ancak O'na davet ederim ve son dönüşüm O'nadır.»
Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilenle ferahlarlar. Ama hiziplerden bazıları onun bir kısmını inkâr ederler. De ki: "Bana, yalnız Allah'a kulluk etmem, O'na ortak koşmamam emredildi. Ben O'na yakarır, O'na davet ederim. Dönüşüm de O'nadır."
İşte biz o Kur'ân'ı Arapça bir hikmet kaynağı olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyarsan, Allah'tan sana ne bir dost nasip olur, ne de bir koruyucu.
Ve işte böylece biz onu (Kur'an'ı, Peygamber ve toplumu Arapça konuştuğu için) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Artık sana gelen (bunca) ilimden sonra onların heveslerine uyacak olursan (işte o zaman), Allah'ın azabından seni koruyacak ne bir dost, ne de bir koruyucu vardır.
Böylece Biz Kuran'ı Arapça bir hüküm ve hikmet olarak indirdik. Sana ilim geldikten sonra onların heveslerine uyarsan, and olsun ki, Allah katında sana bir dost ve seni koruyan çıkmaz.
Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm (hikmetli bir söz) olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların arzularına uyarsan, (işte o zaman) Allah tarafından senin ne bir dostun ne de koruyucun vardır.
Böylece onu Arapça bir yasa olarak indirdik. Sana gelen bilgiden sonra onların keyfine uyarsan ALLAH’a karşı ne bir dostun ne de bir koruyucun olamaz.
Ve işte biz o Kur'anı böyle arabiyyen hâkim olmak üzere indirdik, kasem olsun ki eğer sen sana vahyile gelen bu ilimden sonra onların hevalarına uyacak olursan sana Allahtan ne bir velîy vardır, ne de vikaye edecek
Biz bu (ilahi kelamı) işte böyle Arap dilinde, bir hüküm ve hikmet (kaynağı) olarak indirdik. Ve gerçek şu ki, eğer sana (vahyi) bilgi geldikten sonra kalkıp insanların gelgeç isteklerine uyarsan, (bil ki) Allah'a karşı ne bir koruyucu ne de bir yardımcı bulabilirsin!
Ve işte böylece Biz, onu Arapça bir hüküm kaynağı olarak indirdik. Artık sana ilimden bir pay verildikten sonra eğer onların keyfi arzularının peşine düşersen, senin için Allah'tan başka ne bir yar, ne de bir sığınak var!
Bunun yanısıra biz onu Arapça bir hüküm sistemi olarak indirdik. Eğer sana gelen bu bilgiden sonra onların keyfi arzularına uyacak olursan, seni Allah'ın elinden kurtaracak bir destekçi, bir koruyucu bulamazsın.
Ve işte biz onu, Arapça bir hüküm (hikmet gereğince hükmeden bir Kitap) olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, artık seni Allah'tan kurtaracak ne bir veli ne de koruyucu olmaz.
Kural böyledir[*]; Kur’ân’ı Arapça hükümler olarak indirdik. Bu bilgi sana geldikten sonra onların arzularına uyarsan, Allah’a karşı senin ne bir dostun ne de koruyucun olur. [*] Her elçiye verilen kitap, kendi toplumunun diliyle olur(Bkz: İbrahim 14/4)
İşte böylece biz onu (Kur'an'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun, sana gelen bu ilimden sonra, onların heva (istek ve tutku) larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir yardımcı, dost, ne de bir koruyucu vardır.
İşte biz o Kur'an'ı Arapça bir hüküm kaynağı olarak indirdik. Eğer sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, Allah'tan sana ne bir dost nasip olur ne de bir koruyucu.
Andolsun, biz senden önce de peygamberler gönderdik; onlara da eşler ve çocuklar verdik. Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmadıkça herhangi bir mucize getiremez. Her ecel için bir yazı/belirlenmiş bir vakit vardır.
Andolsun ki, (biz) senden önce birçok peygamber göndermiş, onlara da (peygamberliğe mani olmayan) eşler ve evlatlar vermiştik. Allah'ın izni olmadıkça hiçbir peygamberin bir mucize göstermesi mümkün değildir. Her şeyin vakti ve süresi yazılıdır (her olayın gerçekleşme zamanı ve her ömrün yazılı bir vadesi vardır).
And olsun ki, senden önce nice peygamberler gönderdik; onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber bir ayet getiremez. Her şeyin vakti ve süresi yazılıdır.
Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber için mucize getirme imkânı yoktur. Her müddetin (yazıldığı) bir kitap vardır.
Senden önce elçiler gönderdik ve onlara eşler ve çocuklar verdik. ALLAH’ın izni olmadan hiçbir elçi bir mucize getiremez. Her dönemin bir yazgısı vardır.
Kasem olsun ki biz senden evvel de Resuller gönderdik, onlara da hem zevceleri verdik hem zürriyyet, hiç bir Resulün ise Allahın iznine iktiran etmedikçe bir âyet getirmek haddi değildir, her ecel için bir yazı vardır
Hiç şüphesiz, senden önce de elçiler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik; Allah'ın izni olmadıkça hiçbir peygamberin bir mucize göstermesi düşünülemez. Her çağa özgü vahyi bir mesaj vardır:
Doğrusu, senden önce de elçiler göndermiş, onlara da eşler ve çocuklar vermiştik. Allah'ın izni olmaksızın bir peygamberin (kendiliğinden) bir mucize getirmesi olacak şey değildir; (kaldı ki) her dönemin, (kendine has) bir mesajı vardır.
Biz senden önce de nice peygamberler gönderdik, onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadıkça hiçbir peygamber mucize göstermeye yetkili değildir. Her belirli sürenin, her dönemin ayrı bir kitabı vardır.
Andolsun, biz senden önce de elçiler gönderdik, onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allâh'ın izni olmadan hiçbir elçi, bir âyet (mu'cize) getiremezdi. Her sürenin bir yazısı vardır (herşeyin zamanı yazılıp tesbit edilmiştir).
Senden önce de elçiler gönderdik. Onlara eşler, evlatlar vermiştik. Hiçbir elçi, Allah’ın izni olmadan bir ayet (belge, mucize) getiremez. Her çağın (dönemin) bir Kitap’ı vardır.
Andolsun, senden önce de biz peygamberler gönderdik, onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmaksızın (hiç) bir peygambere herhangi bir ayeti (mucizeyi) getirmek olacak iş değildi. Her ecel (tesbit edilmiş süre) için bir kitab (yazı, hüküm, son) vardır.
Yemin olsun, biz senden önce de resuller gönderdik, onlara da eşler ve evlatlar verdik. Hiçbir resul, Allah'ın izni olmadıkça herhangi bir mucize getiremez. Her süre için bir yazı vardır.
Allah dilediğini siler; dilediğini sabit bırakır. Kitabın anası/anayasa O'nun katındadır.
Allah dilediği (hükmü)nü yürürlükten kaldırır, dilediğini de yürürlükte tutar. Çünkü Ana Kitap (vahyin kaynağı) O'nun katındadır.
Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ana Kitap O'nun katındadır.
Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır.
ALLAH dilediğini siler, dilediğini bırakır. Ana Kitap O’nun yanındadır.
Allah dilediği mahv-ü isbat da eder ve ümmülkitab onun nezdindedir
Allah (önceki mesajlarından) dilediğini yürürlükten kaldırır, dilediğini bırakır, pekiştirir, çünkü vahyin kaynağı O'nun katındadır.
Allah dilediğini yok eder, dilediğini bırakıp sağlamlaştırır: zaten mesajın kaynağı (da) O'nun katındadır.
Allah dilediği hükmü yürürlükten kaldırır, dilediğini de yürürlükte tutar. Ana kitap O'nun katındadır.
Allâh, dilediğini siler, (dilediğini) bırakır. Ana Kitap O'nun yanındadır.
Allah, düzenine göre süreyi kısaltır veya sabitler[*]. Ana Kitap O’nun yanındadır. [*] Bu Allah’ın kanunudur. Ölçüsünü kendisi koymuştur. Toplumlar açısından, Rad 13/11:Bir toplum kendinde olan bir şeyi bozmazsa onu Allah da bozmaz. Allah bir topluma sıkıntı vermek isterse kimse engel olamaz. Araf 7/34: Her toplumun bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar nede öne geçerler. Bireyler açısından, Fatır 35/11: “Yaşayanın yaşatılması ve ömrünün kısaltılması bir deftere kayıtlıdır. Bu Allah’a kolaydır. Ahkaf 46/3: Gökleri, yeri ve bu ikisinin arasında olanları başka değil; belli bir ömrü olan gerçek varlıklar olarak yarattık. Ayetleri görmezlikte gelenler, yapılan uyarılara kulak asmazlar. En’am 6/2: Sizi tînden yaratan O’dur. Sonra bir ecel belirlemiştir. O’nun katında bir de ecel-i müsemmâ vardır.
Allah, dilediğini ortadan kaldırır ve bırakır. Kitabın anası O'nun katındadır.
Allah dilediğini silip yok eder, dilediğini sâbit tutar. Kitap'ın anası/ana Kitap O'nun katındadır.
Ya onlara vaad ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz; yahut da seni vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak da bize düşer.
Onlara vaad ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek yahut seni, (onu görmeden) vefat ettirsek, yine de sana düşen sadece tebliğ etmektir. Bize düşen de hesaba çekmektir.
Onlara vadettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de senin canını alsak da, vazifen sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek Bize düşer.
Biz, onlara vâdettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya (ondan önce) seni öldürürsek de sana ancak (Allah'ın emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir.
Onlara söz verilenlerin bir kısmını sana göstersek de, senin canını alsak da, sana düşen görev bildirmektir. Hesap ise bize düşer.
Onlara yaptığımız vaıydin bazısını sana muhakkak göstersek de yâhud seni vefat ettirsek de her halde belağ sana, hisab bizedir
İmdi, onlara vaad ettiğimiz (azabın) bir kısmının (başlarına geldiğini) ister sana (sağlığında) gösterelim, ister (bundan önce) seni öldürelim, her iki durumda da sana düşen ancak mesajı tebliğ etmek, duyurmaktır; hesabı görmek ise Bize aittir.
İmdi, onları tehdit ettiğimiz (cezanın) bir kısmını ister sana (daha hayatında) gösterelim, isterse (ondan önce) senin ölümünü takdir edelim: unutma ki sana düşen yalnızca tebliğ etmektir; (onların) hesabını görmekse sadece bize düşer.
Kâfirlere yönelttiğimiz bazı tehditleri sana göstersek de ya da daha önce canını alsak da senin görevin mesajımızı duyurmaktır, insanları hesaba çekmek bize düşer.
Ya onları uyardığımız şeylerin bir kısmını sana gösteririz, ya da (bundan önce) senin canını alırız (fark etmez). Sana düşen, sadece duyurmaktır. Hesap görmek bize düşer.
Onları tehdit ettiğimiz şeyin[*] bir kısmını sana göstersek de seni vefat ettirsek de sana düşen yalnızca tebliğdir. Hesabını sormak bizim işimizdir. [*] Bir topluluğun Kitap karşısında görmezlikten gelmesi, yalan yanlış şeylere sarılması, Kitabın hükümlerini uygulamaktan kaçınmaları durumunda tehdit edildikleri şeyler Ra’d 13/31 ve En’am 6/65-66-67’de bildirilmiştir. Bu ayetlerde geçen tehditler Dünya hayatına ilişkin olanlardır. Ahiret hayatı için cehennem cezası pek çok ayette ayrıca belirtilmiştir.
Onlara (azab olarak) va'dettiklerimizden bir kısmını sana göstersek de, senin hayatına son versek de, sana düşen yalnızca tebliğdir ve hesap da bize aittir.
Ya onlara vaat ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer.
Bizim o yer küreye gelip nasıl onu uçlarından eksilttiğimizi görmediler mi? Hüküm veren Allah'tır; O'nun hükmünün ardına düşüp onu iptal edecek yoktur. O, hesabı çabuk görendir.
Görmüyorlar mı ki; biz, yeryüzünün etrafından gitgide eksiltmekteyiz. Allah hükmünü verir. O'nun hükmünü bozacak yoktur. Ve O, hesabı çabuk görendir.
Görmüyorlar mı ki, Biz yeryüzünü etrafından gitgide eksiltmekteyiz. Hüküm Allah'ındır, O'nun hükmünü takip edip bozacak yoktur. O, hesabı çabuk görür.
Bizim, yeryüzüne gelip, onu uçlarından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah (dilediği gibi) hükmeder, O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur. Ve O hesabı çabuk görendir.
Yeryüzünün uçlarından eksilttiğimizi görmüyorlar mı? ALLAH hüküm verir ve O’nun hükmünü izleyip çevirecek de yoktur. O, en hızlı hesaplayandır.
Ya görmüyorlar mı da? Biz o arzı etrafından eksiltip duruyoruz ve Allah öyle hukm-ü hukümet eder ki humünü takib edecek yoktur, hem o çok seri hisablıdır
Peki, görmüyorlar mı, yeryüzünü, sahip olduğu en iyi şeylerden her gün biraz daha yoksun bırakarak (cezalandırıcı müdahalelerimizle) nasıl yokluyoruz? (Bilmiyorlar mı ki,) Allah hüküm verdiği (zaman) O'nun hükmünün önüne geçecek kimse yoktur; (ve yine bilmiyorlar mı ki) O hesabı pek çabuk olandır!
Peki onlar görmediler mi ki, Biz yeryüzüne müdahil olup, ona (ait değerleri) her bir tarafından eksiltiyoruz? (Şu kesin) ki; Allah yasa koyar, O'nun yasasını kimse bozamaz. Üstelik o hesabını pek çabuk görür.
Bizim kâfirlerin yurtlarını uçlarından kırptığımızı, müslümanlar lehine alanlarını daralttığımızı görmüyorlar mı? Hüküm veren Allah'tır, O'nun hükmünü gözden geçirecek hiç kimse yoktur. O'nun hesaplaşması pek çabuktur.
Bizim o toprağa gelip nasıl onu, uçlarından eksilttiğimizi görmediler mi? Hüküm veren Allah'tır. O'nun hükmünün ardına düşüp onu iptal edecek yoktur. O, hesabı çabuk görendir.
Onlar görmüyorlar mı ki yurtlarını çevresinden sürekli daraltıyoruz[*]. Hükmü Allah verir. O’nun hükmünü bozacak yoktur. O, hesabı çok hızlı görür. [*] Müslümanların toprakları genişliyor, onların toprakları (Mekke egemenliğindekiler) daralıyor.
Onlar görmüyorlar mı ki, gerçekten biz arza geliyor ve onu çevresinden eksiltiyoruz. Allah hüküm verir. Onun hükmünün peşine düşecek de yoktur. Ve O, hesabı pek çabuk görendir.
Görmüyorlar mı ki biz o yerküreye geliyor, onu uçlarından eksiltiyoruz. Allah hükmeder; O'nun hükmünü denetleyecek de yoktur. Hesabı çok çabuk görür O.
Onlardan önce geçenler de tuzak kurmuşlardı. Oysa tuzakların tamamı Allah'a aittir. Çünkü Allah, herkesin ne elde ettiğini ve edeceğini bilir. İnkârcılar da dünyanın sonunun kimin olduğunu bileceklerdir.
Onlardan öncekiler de (peygamberlere) hile yapmış tuzak kurmuşlardı. Hâlbuki bütün tuzaklar (hakkındaki takdir ve ceza) yalnızca Allah'a aittir. O, herkesin ne yaptığını bilir. İnkârcılar da dünya yurdunun sonunun kime ait olduğunu bileceklerdir.
Onlardan öncekiler de tuzak kurdular, oysa bütün tuzaklar(ın cezası) Allah'ındır, Herkesin yaptığını bilir. İnkarcılar da, neticenin kimin olduğunu göreceklerdir.
Onlardan öncekiler de (peygamberlerine) tuzak kurmuşlardı; halbuki bütün tuzaklar Allah'a aittir. Çünkü O, herkesin ne kazanacağını bilir. Bu yurdun (dünyanın) sonunun kimin olduğunu yakında kâfirler bileceklerdir!
Onlardan öncekiler de düzenler kurdular; hâlbuki tüm düzenler ALLAH’a aittir. Her kişinin kazandığını bilir. Kâfirler de zaferin kime ait olduğunu bileceklerdir.
Evet onlardan evvelkiler de mekrettiler fakat binnetice bütün mekir Allahındır, o bilir, her nefis ne kesbediyor, yarın kâfirler de bilecek ki o yurdun ukbâsı kimin?
Bunlardan önce yaşayan (günahkar toplum)lar da zındıkça düzenler tasarladılar; fakat en ince ve mahirane düzen, bütünüyle, herkesin neyi hak ettiğini bilen Allah'a aittir; nitekim, inkarcılar geleceğin kime ait olduğunu yakında görüp öğrenecekler.
Doğrusu onlardan öncekiler de zaafı ustaca gizlenmiş düzenler kurmuşlardı; fakat bütünüyle kusursuz düzen kurarak (diğer düzenleri boşa çıkarmak) sadece Allah'a has idi; (zira) O her bir canın ne kazandığını bilir. Ama istikbalin kime ait olduğunu, (bir gün) gelecek kafirler de bilecekler.
Onlardan öncekiler de peygamberlerine karşı tuzaklar kurdular. Fakat asıl tuzak kurma yetkisi Allah'ın tekelindedir. O herkesin ne yaptığını bilir. Kâfirler, kimin mutlu sona ereceğini ilerde öğreneceklerdir.
Onlardan öncekiler de tuzak kurmuştu. Fakat bütün tuzaklar, (tedbirler) Allâh'ındır. (Allâh'ın tedbiri, onların tuzaklarını bozar. O), her canın ne kazandığını (ne yaptığını) bilir. Kâfirler de, bu yurdun sonunun kimin olacağını bileceklerdir!
Bunlardan öncekiler oyunlar kurdular. Bütün oyunlar Allah’ın elindedir. Kimin ne kazandığını bilir. Ayetleri görmezlikten gelenler, son yurdun kimin olacağını öğreneceklerdir.
Onlardan öncekiler de hileli düzenler kurmuşlardı; fakat düzen kuruculuğun (tedbirlerin, karşılık vermelerin) tümü Allah'a aittir. Her bir nefsin ne kazandığını O bilir. Bu yurdun sonu kimindir, küfre sapanlar pek yakında bileceklerdir.
Onlardan öncekiler de tuzak kurmuştu, ama tüm tuzaklar Allah'ındır. Her benliğin ne kazandığını O bilir. Kâfirler de bilecek sonsuzluk yurdu kimindir!
İnkâr edenler, “Sen peygamber değilsin” diyorlar. De ki: “Benim ile sizin aranızda tanık olarak Allah ve kitabı bilenler yeter.”
İnkârcılar: “Sen gönderilmiş (hak bir peygamber) değilsin” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter ve yanlarında kitabın (Kur'an'ın) ilmi bulunanlar da (bu gerçeği bilir).”
İnkar edenler: 'Sen peygamber değilsin' derler; de ki: 'Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve Kitap'ı bilenler yeter.'
Kâfir olanlar: Sen resûl olarak gönderilmiş bir kimse değilsin, derler. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi olan (Peygamber) yeter.
İnkâr edenler, “Sen bir elçi değilsin!“ diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak yeter ALLAH; kitabın bilgisine sahip olandır.”
O küfretmekte olanlar, sen bir mürsel değilsin diyorlar? de ki benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter bir de nezdinde kitab ılmi bulunan?
Ve hakkı inkara şartlanmış olan o kimseler, (ey Peygamber, sana): "Sen (Allah tarafından) gönderilmiş değilsin!" diyorlar; de ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter; bir de bu ilahi kelamı gerçekten anlayan kimse(ler)!"
İnkarda ısrar edenler, (yine) "Sen Allah tarafından gönderilmiş değilsin" diyecekler. Sen (de) de ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter; bir de ilahi mesajın bilgisini iyice sindirmiş kimseler."
Kâfirler «Sen peygamber değilsin» derler. Onlara de ki; «Sizin ile benim aramda Allah'ın ve kutsal kitap kaynaklı bilginlerin tanıklığı yeterli bir kanıttır.»
İnkâr edenler: "Sen gönderilmiş bir elçi değilsin!" diyorlar. De ki: "Benimle sizin aranızda Allâh'ın ve yanında Kitap bilgisi bulunanların şâhid olması yeter."
Ayetleri görmezlikten gelenler (kafirler): “Sen elçi olarak gönderilmiş değilsin” derler. De ki “Aramızda Allah’ın ve o Kitab’ın[1*] bilgisine sahip olanların[2*] şahit olması yeter.” [1*] Daha önce indirilmiş kitaplar [2*] Ellerinde önceki kitaplar olup ta bu konuda bilgin ve ehil olanlar bu kitabın da Allah’ın kitabı olduğuna şahitlik ederler. Çünkü Allah’ın indirdiği bütün kitaplarda ayetlerin ayetleri açıkladığı özel bir düzen vardır. İşte bu özellik Kitab’ın ancak Allah’ın kitabı olduğunun delilidir. Bu özellik sayesinde sınırlı sayıda ayet sınırsız sayıda soruya cevap verecek bereketi ve hikmeti içerir. Daha detaylı bilgi için Bkz. Al-i İmran 3/7 ve dipnotları
O küfre sapanlar şöyle derler: «Sen gönderilmiş (Allah'ın bir elçisi) değilsin.» De ki: «Benimle sizin aranızda şahid olarak Allah yeter ve yanlarında kitabın ilmi bulunanlar da (bu gerçeği bilir) .»
Küfre sapanlar: "Sen gönderilmiş bir elçi değilsin." diyorlar. De ki: "Benimle sizin aranızda tanık olarak Allah, bir de yanında kitap bilgisi bulunanlar yeter."