NECM SURESİ


Ayet Getir
53-NECM 41. Ayet

ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاء الْأَوْفَى

Summe yuczâhul cezâel evfâ.

Bayraktar Bayraklı

Sonra ona karşılığı tastamam ödenecektir.


Edip Yüksel

Sonra kendisine ödülü tam olarak verilecektir.


Erhan Aktaş

Sonra karşılığı kendisine eksiksiz olarak verilecektir.


Muhammed Esed

ve sonra ona tam karşılığı verilecektir;


Mustafa İslamoğlu

Sonunda, (yaptıklarının) karşılığı eksiksiz verilecektir.


Süleyman Ateş

Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir.


Süleymaniye Vakfı

Sonra ona, yaptıklarının karşılığı tam olarak verilecektir.


Yaşar Nuri Öztürk

Sonra karşılığı kendisine hiç eksiksiz verilecektir.


Ayetin Tefsiri

MEAL

38.) Kesinlikle, hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu taşımaz.26

39.) Ve insan başkasının değil, sadece kendi çabasının karşılığını görecektir.

40.) Ve elbet onun çabası, günü geldiğinde kesinlikle gözler önüne serilecektir.

41.) Sonunda, (yaptıklarının) karşılığı eksiksiz verilecektir.

(M.İ)

38-41.) Hiç kimse başkasının günahını yüklenmez. İnsan için kendi emek ve gayretinin karşılığından başka hiçbir şey yoktur. Her insanın emeği ileride gözler önüne serilecek, sonra da karşılığı eksiksiz verilecektir.

(M.Ö)

38-41.) “Hiç bir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez; İnsan ancak çalıştığına erişir. Onun çalışması şüphesiz görülecektir. Sonra ona karşılığı eksiksiz verilecektir.”

(A.K)

38-39.) Hiç kimse başkasının günahının cezasını çekmeyecek, herkes sadece kendi yaptığının karşılığını görecek, kimseden şefaat bulamayacaktır.

(H,E;M,C)

TEFSİR

"...Ki, hiç kimse başkasının günah yükünü taşımaz."

Evet, hiç kimse başkasının yükünü kendi sırtına alamaz. Ne birinin yükünü hafifletmek için ve ne de bir başkasının yükünü ağırlaştırmak için böyle bir yola başvurulamaz. Öyle ise hiç kimse kendi yükünü ve sorumluluğunu başkasının sırtına aktararak hafifletemeyeceği gibi hiç kimse gönüllü olarak başkasının günahlarını kendi sırtına alamaz. Çünkü; "İnsan ancak kendi çalışmasının karşılığını elde edebilir." Evet, böyle işte. Yani insanın sadece çalıştığı, kazandığı ve somut eylem olarak ortaya koyduğu kişisel birikimi hesabına yazılır. Başkasının birikiminden alınarak kendi birikimine ekleme yapılamayacağı gibi kendi kazancından kısıntı yapılarak başkasının birikim hanesine ekleme yapılmaz.

Şu dünya hayatı insana verilmiş bir çalışma ve kazanma fırsatıdır. Ölünce bu fırsat elden gider ve "amel" defteri kapanır. Yalnız Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- aşağıdaki hadisinde sözü edilen kimselerin "amel" defterleri ölümlerinden sonra da açık kalır: "İnsan ölünce sevap defteri kapanır. Yalnız şu üç kimsenin sevapları öldükten sonra da artmaya devam eder:

1- Ana-babası için dua eden hayırlı bir evlat bırakan kimse,

2- Arkada kamuya yararlı bir eser bırakarak ölen kimse,

3- İnsanlara faydalı bir bilgi öğreterek ölen kimse." (Bu hadisi Müslim, Ebu Hureyre'ye dayanarak nakletmiştir)

Burada Peygamberimizin saydığı üç davranış, aslında insanın kendi eylemleri, kişisel kazanımlarının bir bölümüdür. İmam-ı Şafii ile taraftarları bu ayete dayanarak ölülerin arkasından okunan Kur'an'ın sevabının onlara ulaşmayacağını ileri sürmüşlerdir. Çünkü başkaları tarafından okunan Kur'an o ölülerin kişisel ameli, öz kazanımı değildir. Bundan dolayı Peygamberimiz, ne açıkça ve ne de dolaylı olarak ümmetini ölüler arkasından Kur'an okumaya özendirmemiştir, bu yolda hiçbir yönlendirmesine, hiçbir uygulamasına rastlanmamıştır. Hiçbir sahabi de bu anlama gelecek bir söz söylememiştir. Yalnız ölünün arkasından yapılan duanın ve verilen sadakanın sevabı ona ulaşır. Bunun böyle olduğuna dair hem ilim adamları arasında görüş birliği (icma) hem de Peygamberimizin açık beyanı vardır. (Kaynak: İbn-i Kesir Tefsiri) Devam edelim.

"Onun çalışması, ilerde kesinlikle gözler önüne serilecektir. Sonra çalışmalarının karşılığı kendisine eksiksiz olarak verilecektir." Yani emekler, çalışmalar, kazançlar asla yok olmayacak, havaya gitmeyecektir. Yüce Allah'ın bilgisinden ve duyarlı terazisinden en küçük bir şeyin kaçması sözkonusu değildir. Herkes çalışmasının, ortaya koyduğu işlerin karşılığını tam olarak alacak, hiçbir kısıntıya uğratılmayacak, en ufak bir haksızlığa maruz bırakılmayacaktır. Böylece "sorumluluğun kişiselliği" ilkesi yanında "ödül ve cezanın adilliği" ilkesi de belirleniyor. Bunun sonucu olarak insanın, "insan" olmaktan kaynaklanan değeri somut gerçeklik kazanıyor. Bu "değer"in gerekçeleri, dayanakları şunlardır: İnsan olgun, sorumluluk duygusuna sahip, kendine güvenmek durumunda olan, onurlu bir varlıktır. Kendisine önce çalışma fırsatı, davranış özgürlüğü tanınıyor, arkasından işlerinden ve davranışlarından hesaba çekiliyor, ayrıca davranışlarına biçilecek ödüllerin ve cezaların "adil" olacağı yolunda güvence veriliyor. Sözkonusu adalet "mutlak" adalettir. Arzulara boyun eğmez, yetersizlik sebebi ile havada kalmaz; olayların mahiyetlerini değerlendirmeye ilişkin bilgi eksikliklerinin ayıplarını taşımaz. Devam ediyoruz:(Bir sonraki ayet)

(S.KUTUB)

37. Bu ayetten üç kaide çıkarılabilir:

a) Herkes yaptıklarından sorumludur.

b) Bir şahsın yaptıklarından ancak kendisi sorumludur.

c) Hiçkimse, bir başkasının cezasını çekmeyi kabullenemez. Çünkü onun bu tavrı, asıl suçlunun cezasının hafifleştirilmesini sağlamayacağı gibi, bunun ona (asıl suçluya) bir yararı da olmayacaktır.

38. Bu ayetten de üç kaide elde edilebilir:

a) Her şahıs, yaptığının karşılığını görecektir.

b) Başkasının yaptığı amellere, kimse ortak olamaz, ancak yapılan amele iştirak edilmişse, karşılığına (mükâfata) da iştirak edilebilir.

c) Hiçkimse, yapmadığı amelin karşılığını alamaz.

Bazı kimseler, bu üç kaideyi dünyada ekonomik bir sisteme uyarlamak istiyorlar. Bu kimseler bu yanlış düşüncelerine dayanarak, bundan, "insan ancak bizzat kazandığı mala sahip olabilir ve bunun dışında hiçkimseye mülk edinme hakkı verilemez" sonucunu çıkarırlar. Oysa bu yaklaşım, Kur'an'ın ayet ve hükümlerine ters düşer; örneğin Kur'an'ın va'z ettiği veraset kanununa göre, ölen kimsenin malı, varislerinin meşru hakkıdır. Halbuki ölen kimsenin bizzat çalışarak kazandığı o malda (çalışmak bakımından) hiçbir payları yoktur. Sözgelimi babasının malına varis kabul edilen küçük bir çocuk, mal ve mülk edinmede babasına herhangi bir katkıda bulunmamıştır. Ancak zekat ve sadaka, şer'an bir kimsenin kazandığı malına başkalarının ortak olması demektir. Ve sadaka alan şahıs aldığı sadakanın meşru sahibidir. Fakat aldığı sadakanın kazanılmasına bir katkıda bulunmamıştır. Buna göre, Kur'an'ın pek çok ayetine ters düşerek, tek bir ayetten böyle bir sonuca varmak yanlıştır.

Bazı kimseler de, aynı yöntemi ahiret hayatına uygulayarak, bir kimsenin amelinden, başkasının nasıl yararlanabileceğini ve bir kimsenin başkası adına iyi bir amel işlediğinde, yapılan amelin sevabının, başkasına nasıl verilebileceğini sorarlar. Bu sorulara olumsuz bir cevap verildiğinde "İsâli's-Sevab" (başkası adına bir amel işleyip sevabını ona vermek) ve "Bedel-i Hacc" (başkası adına hacc ifa etmek) caiz olmaz. Bunun yanısıra başkasına hayır duası etmek de anlamsız olacaktır. Çünkü bu dua, hakkında dua edilenin ameli değildir. Bu aşırı tutum Mutezilenin dışında, diğer Müslümanlarca benimsenmemiştir. Bu ayete dayanarak bir kimsenin amelinin, başkasına fayda sağlamayacağına, sadece Mutezile inanmaktadır. Bir kimsenin hayır duasının başkasına fayda sağlayacağı konusunda Ehl-i Sünnet ittifak halindedir. Çünkü bu husus Kur'an'da da sabittir. İsâli's-Sevab ve başkası adına vekaleten hayırlı bir iş yapmanın vekalet verene bir yarar sağlayacağı hususu, prensip olarak kabul edilmekle birlikte, ayrıntılarda ihtilaf vardır.

a) İsâli's-Sevab; bir kimsenin hayırlı bir iş yapıp, yaptığı amelin sevabını bir başkasınavermesi için Allah'a dua etmesidir. İmam Malik ve İmam Şafi, "sevab, sadece bedeni ibadetlerde (örneğin, namaz, Kur'an okumak vs.) başkasına verilmez. Mali ibadetlerde (örneğin, sadaka vs.) ve mali-bedeni ibadetlerde (örn. hacc) sevab başkasına verilebilir." Nitekim sahih hadislerde sadakanın ve vekaleten yapılan Haccın sevablarının başkasına intikalinin caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu tür "İsâlü's-Sevab"ın mümkün olduğunu kabul etmekle birlikte, Hanefiler insanın herhangi bir amelinin sevabını (örn. namaz, hacc, umre, sadaka vs.) bir başkasına bağışlayabileceği görüşündedirler.

Tıpkı bir işçinin, işverenden yaptığı işin ücretini kendisine değil de, bir başkasına vermesi için talepte bulunması gibi. Dolayısıyla bazı hayırlı amelleri, isâl'ü-sevab'dan istisna etmenin bir anlamı yoktur. Bu husus birçok hadisle de sabittir: Hz. Aişe, Ebu Hureyre, Cabir b. Abdullah, Ebu Rafi, Ebu Talha el-Ensari, Huzeyfe b. Useyd el-Gifari'nin ittifakla rivayet ettiklerine göre Hz. Peygamber (s.a), iki koç alarak, birini kendi ailesi, diğerini de ümmeti için kesmiştir (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, İbn Mace, Taberi, Hakim, İbn Ebî Şeybe). Hz. Aişe'den nakledildiğine göre, bir şahıs Hz. Peygamber'e (s.a) gelerek şöyle bir soru yöneltir: "Annem aniden vefat etti. Sanıyorum, konuşabilmek için vakit bulabilseydi, benden sadaka vermemi isteyecekti. Şayet ben, şimdi onun yerine sadaka verirsem, bunun sevabı ona ulaşır mı?" Rasûlullah (s.a) "Ulaşır" diye cevap verdi. (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Ebu Davud, Nesei). Abdullah b. Amr El-As şöyle anlatıyor: "Dedem As b. Vail cahiliye döneminde yüz deve kesmeyi adamıştı. Amcam Hişam b. el-As'ın payına düşen 50 deveyi kesmesi üzerine, babam (Amr b. el-As) Hz. Peygamber'e (s.a) "Ben ne yapayım?" diye sordu. Hz. Peygamber de (s.a) "Şayet baban Tevhid'i kabul etmiş idiyse, onun namına oruç tut ve sadaka ver. Bu ona yararlı olur." şeklinde cevap verdi. (Müsned-i Ahmed)

Hasan Basri'nin rivayetine göre, Sa'd b. Ubade, Hz. Peygamber'e (s.a) 'Annem vefat etmiştir. Onun yerine sadaka verebilir miyim?" diye sorunca, Rasûlullah "evet" diye cevap vermiştir. (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Nesei, İbn Mace) Nitekim Rasûlullah'ın (s.a) ölünün adına sadaka verilmesine izin verdiğine ve bu davranışın ölü için faydalı olacağına dair birçok rivayet, Hz. Aişe, Ebu Hureyre, İbn Abbas kanalıyla Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Nesei, Tirmizi, Ebu Davud, İbn Mace, gibi muhaddislerden nakledilmiştir. Bir şahıs, Hz. Peygamber'e (s.a) "Annem, babam hayatta iken onlara hizmet ederdim, şimdi onlar öldüğüne göre onlara nasıl hizmet edebilirim" diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a) "namaz kıldığın zaman, onlar için de namaz kıl, oruç tuttuğunda, onlar için de oruç tut. Bu onlar için hizmettir" dedi. (Darekutni) Yine Darekutni'nin, Hz. Ali'den naklettiği bir rivayete göre, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: "Şayet bir kimse mezarlıktan geçerken 11 defa İlhas Suresi'ni okur ve ölülere bağışlarsa tüm ölüler bu sevabdan yararlanır."

Bu birçok hadis, isâli's-sevab'ın, sadece sadaka ve Hacc-ı Bedel'e mahsus olmadığını, her ibadet ve hayırlı ameli de kapsadığını teyid ediyor. Dolayısıyla hiçbir amel arasında ayrıcalık yoktur. Fakat bu konuda aşağıdaki şu dört hususa dikkat edilmesi gerekir:

1) İsâli's-sevab ancak Allah rızası için olduğunda, şeriata uygunluk arzettiğinde kabul edilebilir. Aksi varit olduğu takdirde, bu kimse amelinin karşılığını alamayacağı gibi, ayrıca ceza da görür. Böyle bir kimsenin amelinin, başkasına fayda sağlaması mümkün değildir.

2) Salih kullar Allah nezdinde adeta bir misafir gibidirler. Dolayısıyla bir kimse onlara dua ettiğinde, bu dua kendilerine bir hediye olarak ulaştırılır. Suçlulara ise dua ulaştırılmaz, fakat onlara dua eden sevab kazanır. Tıpkı posta yolu ile para gönderen kimsenin, para yerine ulaşmasa dahi, parasını geri alması gibi.

3) İsâli's-sevab mümkündür ama, isâli's-ceza (cezanın başkasına gönderilmesi) mümkün değildir. Çünkü hiçkimse kötü amellerinin cezasını, bir başkasına çektiremez.

4) Başkası adına hayır dua etmenin ve salih amel işlemenin iki yararı vardır: Birincisi; bu davranış, dua eden kimsenin, ruh haline ve ahlâkına müsbet tesir yapar ve bu davranışı dolayısıyla o kişi Allah katında mükafat almaya hak kazanır.

İkincisi; Allah, yapılan amelden sevab gönderilen kimseye mükafat verdiği gibi ayrıca ameli yapan şahsa da mükafat verir. Örneğin bir sporcu yorucu çalışmalarının sonucunda kuvvet ve sıhhat kazanır ve kazandıklarını başkalarına nakledemez. Fakat bu sporcu bir yerde görevli olarak spor yapıyor ve karşılığında ücret alıyorsa, sözkonusu ücret kulüp yöneticisi tarafından kendisine ödenir. Ancak sporcu kendisinin aldığı ücretin dışında (annesine, babasına, hocasına) da verilmesini taleb edebilir. Dolayısıyla hayırlı bir amel işleyen kimse sevabın, anne-babasına veya bir dostuna verilmesi için dua edebilir.

b) Bir kimsenin yaptığı amelin, başka birine de yarar sağlaması iki şekilde de olabilir:

1) Bir kimse, başka birinin isteği üzerine, böyle bir ameli yapar.

2) İstese de istemese de, sözkonusu vecibeyi yerine getiremediği için, bir kimse bu şahsın yerine o vecibeyi yerine getirir. Hanefi fukahasına göre bu ameller üç kısımdır. 1) Namaz gibi bedeni ibadetler, 2) Zekat gibi mali ibadetler, 3) Hacc gibi mali-bedeni ibadetler.

Birinci şık vekalet yoluyla yerine getirilemez. İkinci şık vekaleten yerine getirilebilir. Sözgelimi bir kimse, hanımının ziynetleri (mücevherleri) için zekat verebilir. Üçüncü şık ise, kendisine vekalet edilen şahsın geçici olmayıp devamlı bir acziyet içerisinde bulunduğu takdirde yerine getirilebilir. Sözgelimi Hacca gitmeye sıhhati elvermeyen ve böyle bir ümidi de bulunmayan kimse adına hacca gidilebilir. Bu konuda Malikî ve Şafiîler de aynı görüştedirler. İmam Malik, Hacc-ı Bedel konusunda baba oğluna vasiyet ederse, oğlu kendisi yerine hacca gidebilir. Aksi takdirde gidemez demektedir. Ancak hadisler bu konuda sahihtir. Babanın vasiyeti olsa da olmasa da oğlu babası yerine hacca gidebilir. İbn Abbas'dan rivayet edildiğine göre Has'am Kabilesinden bir kadın, Hz. Peygamber'e (s.a) şöyle dedi: "Babama haccın farziyeti, kendisi çok yaşlandığı ve deve üzerinde dik oturamadığı zamanda ulaştı." Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) "o halde onun yerine hacca sen git" diye buyurdu. (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Nesei, Tirmizi) Hemen hemen yaklaşık ifadelerle aynı hadis, Hz. Ali'den de rivayet edilmiştir. (İmam Ahmed, Tirmizi).

Abdullah İbn Zübeyr'in rivayet ettiğine göre, Has'am kabilesinden bir erkek, Rasûlullah'a, yaşlı babasıyla ilgili olarak, "Onun yerine ben hacca gidebilir miyim?" diye sordu. Rasûlullah, "Sen onun en büyük oğlu musun?" diye sorunca, o "evet" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah, "Babanın borcu olsaydı şayet, onun borcunu ödeyecek miydin?" diye sordu. "Evet" cevabını alınca, "Babanın yerine hacca gidebilirsin" dedi. (Müsned-i Ahmed, Nesei)Abdullah b. Abbas'ın rivayet ettiğine göre, Cüheynî kabilesinden bir kadın, Rasûlullah'a, "Annem hacca gitmeye niyet ettiği halde, gidemeden vefat etmiştir. Ben onun yerine hacca gidebilir miyim?" diye sordu. Rasûlullah, "Şayet annenin borcu olsaydı onun borcunu ödeyecek miydin?" diye karşılık verdi. "Evet" cevabını alınca "O zaman nasıl kulların borcunu ödüyorsanız, Allah'ın borcunu da ödeyin. Çünkü O kendisiyle yapılmış olan ahdin yerine getirilmesine daha müstehaktır" diye buyurdu. (Buhari, Nesei). Bunun dışında Buhari ve Müsned-i Ahmed'de kayıtlı bir başka rivayete göre bir kimse, kızkardeşi hakkında Rasûlullah'a böyle bir soru sorunca, Rasûlullah (s.a) kendisine yukarıdaki cevabı vermiştir.

Yukarıda zikredilen hadislerden, malî-bedenî ibadetlerin bir başkası tarafından yerine getirilmesinin caiz olduğu anlaşılıyor. Bedeni ibadetlere gelince, bazı hadislerden çıkarılan sonuçlara göre onlar da, vekaleten icra edilebilir. Örneğin; İbn Abbas'ın rivayet ettiğine göre, Cüheyni kabilesinden bir kadına, Rasûlullah, "Annem oruç tutmaya niyet ettiği halde, tutamadan vefat etmiştir. Ben onun yerine tutabilir miyim?" diye sorunca, Rasûlullah "Annen için oruç tut" diye cevap verir. (Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Nesei, Ebu Davud) Hz. Buriyde'nin rivayet ettiğine göre bir kadın, annesiyle ilgili olarak, Rasûlullah'a "Annemin bir ay (başka bir rivayete göre iki ay) oruç borcu vardır. Ben onun yerine oruç tutabilir miyim?" diye sorduğunda Rasûlullah (s.a) ona izin vermiştir. (Müsned-i Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud). Hz. Aişe'nin rivayet ettiğine göre, Rasûlullah (s.a) "Ölen bir kimsenin oruç borcu varsa, velileri onun yerine oruç tutsun" diye buyurmuştur. (Buhari, Müslim,

İmam Ahmed, Bezzar'ın naklettiği rivayette, Rasûlullah'ın (s.a) sözleri "isterlerse oruç tutsunlar" şeklindedir) Bu hadislere dayanarak hadis imamları, İmam Evzai ve Zahiriyye mezhebi, bedeni ibadetlerin vekaleten icra edilebileceği görüşündedirler. Ebu Hanife, Şafiî, Malik ve Zeyd b. Ali ise "ölünün orucu tutulamaz" diye fetva vermişlerdir. İmam Ahmed, İmam Leys ve İshak b. Rahaveyh "Vefat eden kimse, niyet ettiği halde yerine getiremediği takdirde bu ameli başkasının icra etmesi mümkündür" diye beyan etmişlerdir. Bu görüşe karşı olanların dayandığı delil, yukarıdaki hadisleri rivayet eden kimselerin, rivayet ettikleri hadisin beyan ettiği tutuma muhalif fetva vermiş olmalarıdır. Sözgelimi, İbn Abbas "Başkası için namaz kılmayın oruç tutmayın" (Nesei) diye fetva vermiştir. Abdurrezzak, aynı şekilde İbn Ömer'den de böyle görüş nakletmektedir. Tüm bu rivayetlere göre, başlangıçta izin verildiği konuda Hz. Peygamber'den (s.a) hadis rivayet eden sahabinin, sonradan rivayet ettikleri hadisin hilafına fetva vermeleri nasıl mümkün olabilir?

Şu husus iyice bilinmelidir ki, vekaleten ibadet, ancak sözkonusu ibadete niyet ettikleri halde, birtakım zorunluluklar nedeniyle yerine getirme fırsatı elde edemeyen kimselere bir yarar sağlayabilir. Aksi takdirde ömrü boyunca hacca gitmeyi düşünmeyen bir kimse için binlerce kez hacca gidilse bile, ona bir yararı olmaz. Aynı husus borcu olan kimseler için de böyledir. Nitekim ömrü boyunca borcunu ödemeyi düşünmeyen bir kimse, borçlu olduğu halde vefat etse ve vefatından sonra bu şahsın borcunu başkaları ödese bile Allah katında o kimse yine borçlu kabul edilir. Bu şahıs, yaşarken borcunu ödemeyi istemiş ama ödeyememiş olursa ve onun yerine bir başkası borcunu öderse o takdirde böyle bir günahdan kurtulabilir.

(MEVDUDİ)

Rabbimizin önceki elçilerine gönderdiği kitaplarında da bu son elçiye gönderilen kitaptakilerin aynısı varmış. Bir kere hiçbir kimse bir başkasının yükünü yüklenmeyecek, bir başkasının günahından sorumlu tutulmayacaktır. Herkesin kazandığı kendisinedir, kimse başkasının yükünü taşımaz. Her bir nefis, her bir kimse kendi lehinde ve aleyhinde kazandıklarıyla, yaptıklarıyla sorumludur. Hiç kimse kendi kazandıklarının, kendi yaptıklarının dışında başkalarının amelleriyle değerlendirilmeyecektir. Kimse kimseye yardımcı olamayacak, kimse kimsenin günahlarını hafifletemeyecektir. Kimse kimsenin yükünü yüklenemeyecek, kimse kimseye yardım edemeyecek, kimse kimseye bir fayda sağlayamayacaktır. Çünkü insanlar için ancak kendi sa’yi, kendi mesaisi, kendi çalışıp çabalaması, kendi ameli, kendi kazandıkları vardır. Herkes kendi sa’yinin, kendi amellerinin karşılığını görecektir. Tastamam, eksiksiz olarak işlediklerinin karşılığı kendisine verilecektir. Hiç kimse zerre kadar bir haksızlığa uğratılmayacaktır.

(A.KÜÇÜK)

“El-lê tezirû vêzirâtûn vizrâ ûğrâ” kesinlikle hiç kimse bir başkasının yükünü yüklenemez. Bir başkasının sorumluluğunu taşıyamaz. Herkes kendi sorumluluğunu taşır. Nasıl?

26 Velid b. Muğire'nin önce ahiretteki azap korkusuyla iman ettiği, arkadaşlarından birinin ahiretteki cezasını üstlenmesi üzerine geri küfre döndüğü nakledilir.

“Ve-en leyse li’l-insêni il-lê mê se'â” ve insan başkasının değil sadece kendi çabasının karşılığını görecektir. Burada dikkat buyurun “li’l-mû’minîn” değil, “li’l-insênî”. İnsan için çabasının karşılığı vardır. Mü’min ya da değil, insan çabasının karşılığını görecektir. Dolayısıyla hiç kimsenin yaptığı zayi olmayacaktır, açıktır. Çünkü;

“Fe-men yâ'mel miskâle zerrâtin ğâyrân yerâh”.

“Ve-men yâ'mel miskâle zerrâtin şer-rân yerâh”. (Zilzal/7-8) kim zerre miktar bir hayır işlerse onu görür. Yani onun üstü örtülmez, o zayi olmaz.

“Ve en-ne sâ'yehû sevfe yûrâ” ve elbet onun çabası günü geldiğinde kesinlikle gözler önüne serilecektir. Yani burada sevfe yûra, aynen “Ve-men yâ'mel miskâle zerrâtin şerrân yerâh” (Zilzal/8) de olduğu gibi oradaki ‘yerâh’ ile ‘yûrâ’ adeta aynı yere atış yapıyorlar. Görülecektir ya da görecektir, onu görür, veya görülecektir burada olduğu gibi meçhul fiil. Yani görmesi; karşılığını görmesi mi, yoksa zayi olmaması, daha doğrusu üstüne yatılmaması, hiçbir şeyin üstünün karartılmaması anlamında mı?

Çağımızın kadın müfessirlerinden Aişe Abdurrahman bu ikinci anlamda olduğunu söylüyor. Görür ve Allah’ın rahmetini de böyle izah ediyor. Görür ama Allah rahmetiyle muamele eder. Yani zerre kadar şerri yazılır, fakat Allah onun cezasını vermek yerine affeder. Bu manada alıyor ki hoş bir yaklaşım.

“Sûmme yûczêhû’l cezê-e’l evfê” sonunda o yaptıklarına karşılık eksiksiz ödüllendirilecektir.

(M.İSLAMOĞLU)