NECM SURESİ


Ayet Getir
53-NECM 36. Ayet

أَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا فِي صُحُفِ مُوسَى

Em lem yunebbe’ bimâ fî suhufi mûsâ.

Bayraktar Bayraklı

Yoksa ona Mûsâ'nın sayfalarındaki şu bilgiler haber verilmedi mi?


Edip Yüksel

Ona Musa’nın öğretisi hakkında bilgi verilmedi mi?


Erhan Aktaş

Musa’nın sayfalarında olanlar haber verilmedi mi?


Muhammed Esed

Yoksa henüz kendisine bildirilmedi mi Musa'ya gelen vahiylerde ne vardı,


Mustafa İslamoğlu

Yoksa ona bildirilmedi mi Musa'ya gelen vahiyde nelerin yer aldığı?


Süleyman Ateş

Yoksa kendisine haber mi verilmedi: Mûsâ'nın sahifelerinde bulunan,


Süleymaniye Vakfı

Yoksa Musa’nın sayfalarında yazanlar ona haber verilmemiş mi?


Yaşar Nuri Öztürk

Yoksa haber verilmedi mi ona, Mûsa'nın sayfalarındakiler?


Ayetin Tefsiri

MEAL

36.) Yoksa ona bildirilmedi mi Musa'ya gelen vahiyde nelerin yer aldığı?

37.) Dahası (aynı şeylerin) vefa sahibi İbrahim'e de (geldiği):

(M.İ)

36-37.) Yoksa o, Musa'ya ve kulluk imtihanından yüzünün akıyla çıkan İbrahim'e vahyedilmiş sahifelerdeki şu ayetlerden hiç haberdar edilmedi mi?!

(M.Ö)

36-37.) “Yoksa Mûsâ’nın ve sözünü yerine getiren İbrahim’in kitaplarında olanlar kendisine bildirilmedi mi ki.”

(A.K)

33-37.) Ey elçimiz Muhammed! Önce ilâhî azaptan korkup sana iman etmiş, fakat sonra müşriklerin, “ Atalarının dinine geri dön, biz senin günahlarını ve âhirette mâruz kalmaktan korktuğun azabı üstleniriz, sen yeter ki buna karşılık servetinden biraz bize mal ver!” şeklindeki sözlerine itibar edip şirke dönmüş ama daha sonra ona vaat ettiği malın tamamını vermemiş olan müşrik kişinin şaşkınlığını görüyorsun değil mi? Şimdi o, gerçekten arkadaşının kendi günahını yükleneceğine mi inanmaktadır? Böyle bir şey olabilir mi? Yoksa daha önce gönderdiğimiz Mûsâ ve İbrâhim gibi görevlerini bihakkın ifa etmiş, kitapları eksiksiz tebliğ etmiş peygamberlere vahyedilmiş kitaplarda da yer alan şu ilkelerden hiç mi haberdar değildir:

(H,ELİK; M,COŞKUN)

TEFSİR

"Yoksa Musa'ya indirilen kutsal sayfaların içeriğinden haberi olmadı mı? Ve görevini titizlikle yerine getiren İbrahim'e inmiş olan kutsal sayfaların içeriğinden haberdar olmadı mı?"

Bu dinin kökü eskilere dayanır. Başlangıcı ile bu günü birbirine bağlıdır. İlkeleri ve kuralları değişmezdir. Bütün yer ve zaman uzaklıklarına, çok sayıdaki ardışık peygambere rağmen değişik evreleri arasında sıkı bir uyum vardır, bütün peygamberleri birbirlerini onaylamışlardır. Bu dinin mesajı Hz. Musa’ya inen kutsal sayfalarda ne ise Hz. Musa’dan çok önceki tarihlerde egemen olan Hz. İbrahim'in döneminde de öz olarak aynıdır. Hz. İbrahim görevine bağlı bir önderdi. Her anlamda "vefakâr"dı. Öyle ki, bu sıfatı mutlak anlamı ile haketmiş bir peygamberdi. O'nun sıfatı olan "vefakârlık" ve "bağlılık" yukardaki ayetlerde yerilen "savsaklama"nın ve "görevi yarıda bırakma"nın karşıtı olarak veriliyor. Bu anlamı taşıyan sözcüğün çift sessiz ile pekiştirilmiş olarak kullanılması aranan müzikal ahengi ve kafiye uyumunu sağlamak içindir.

Peki gerek Hz. Musa'ya ve gerekse "görevine sıkı sıkıya bağlı" Hz. İbrahim'e indirilen kutsal sayfaların mesajı nedir? Bu mesajın başta gelen ilkelerinden biri şudur:(Bir sonraki ders)

(S.KUTUB)

36. Daha ilerideki ayetlerde, Hz. İbrahim'in ve Hz. Musa'nın sayfalarından bazı kısımlar özetle anlatılmıştır. "Musa'nın sahifeleri" ifadesiyle Tevrat kastediliyor olmakla birlikte, "İbrahim'in sahifeleri" hakkında, Kur'an'ın dışında bir yerde herhangi bir bilgi yoktur. Hatta Yahudilerin ve Hıristiyanların kutsal metinlerinde dahi bu husustan bahsedilmez. Sadece Kur'an'da, biri burada biri Alâ Suresi'nde olmak üzere iki yerde Hz. İbrahim'in getirdiği talimattan bazı bölümler zikredilmiştir.

(MEVDUDİ)

Yoksa Mûsâ’nın (a.s) sahifelerindeki bilgiler kendisine haber verilmedi mi? Bu son elçimize gönderdiğimiz gerçeklerin aynısını ihtiva eden önceki kitaplarımızın gerçekleri ona ulaşmadı mı? Tevrat ona ulaşmadı mı? Vefa eden, vefalı davranan İbrahim’in sahifelerindeki gerçek bilgileri duymadı mı? Burada Rabbimiz biz kullarını birdenbire tarihle karşı karşıya getirerek bizi tarihin eskimez gerçekleriyle yüzleştiriyor. İnsanları daha önce İbrahim ve Mûsâ’ya (a.s) verilen kitaplarla, sahifelerle karşı karşıya getiriyor Rabbimiz. Zaten kitabımız Kur’an’ın her bir bölümünde ısrarla vurguladığı kitaplara imanın esprisi işte burada açıklık kazanıyor. Çünkü insanlık yeryüzünde, tarihin hiçbir döneminde vahiyden uzak, vahiyden mahrum bir dönem yaşamamıştır.

İnsanlık zaman ve mekânın her bir biriminde mutlaka Allah bilgisiyle karşı karşıya bulunmuştur. Değilse, eğer insanlar yeryüzünün herhangi bir yerinde vahiyden mahrum bir zaman ve zemin içinde bulunmuş olsalardı, Allah’ın rahmetinden uzak bir dönem yaşamış olsalardı, o zaman şu sözü söylemeye hak kazanmış olurlardı: “Ya Rabbi, bizi yarattın, bizi bu dünyaya getirdin ama getirdiğin bu dünyada bize yol göstermedin, bize bu dünyada nasıl bir hayat yaşayacağımız konusunda bir bilgi göndermedin. Bize kendini tanıtmadın, bizi varlığından haberdar etmedin. Bize bizden istediğin kulluğu bildirmedin. Bize razı olacağın hayat programını göstermedin. Bize kitaplar ve elçiler göndermedin, bu durumda biz ne yapalım?” Ama şimdi hiç kimsenin bunu demeye hakkı kalmamıştır. Çünkü tarihin her döneminde herkes bu nimetle, vahiy nimetiyle karşı karşıya gelmiştir.

İşte Rabbimiz burada önceki kitaplarından, önceki elçilerine gönderdiği sahifelerinden söz ediyor. “Suhuf”; İlk semavi kitaplar; peygamberlere verilen sahifenin çoğulu. Sahife, yazılı veya yazılacak kâğıttan, kırtastan bir parçadır. Bu da bizim sahife dediğimiz, safhadan daha genel olarak yaprak ve varak adı verilen parçadan ibarettir. Çoğulu "sahaif" ve "suhuf"tur. Bu sûretle sahife ve suhuf, mektuba, risâle ve kitaba da denir. Peygamberlere verilen bu suhuflardan 10 sahife Hz. Âdem'e, 50 sahife Hz. Şit'e, 30 sahife Hz. İdris'e ve 10 sahife de Hz. İbrahim'e verilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de "Suhuf-u Ûla (ilk sahifeler)"den bahsedilmektedir. Bunların yukarıda bildirilen sahifeler olduğu anlaşılmaktadır (Taha,133). Ayrıca işte bu sûrede ve A’lâ sûresinin 38. âyetlerinde Suhuf-u İbrahim'den ve Suhuf-u Musâ’dan bahsedilmektedir. Bu iki suhufun içerdiği hükümlerle ilgili olarak işte bu sûrede, bu âyette ve devamında bilgi verilmektedir. Musâ'nın sahifeleri ifadesiyle Tevrat kastedilmekle beraber, İbrahim'in sahifeleri hakkında Kur'an'ın dışında, her hangi bir yerde yeterli bilgi yoktur. Hattâ Yahudilerin ve Hıristiyanların kutsal metinlerinde bile bunlardan söz edilmez. Sadece Kur'an-ı Kerim'de birisi bu sûrede bu âyet devamında, birisi de A'lâ sûresinde olmak üzere iki yerde Hz. İbrahim'in getirdiği talimattan bazı bölümler zikredilmiştir.

Hz. İbrahim (a.s) indirilen sahifelerin mübarek ramazan ayının ilk gecesi indirildiğine dair Vâsıle b. el-Eska' (r.a)'den gelen bir rivâyet vardır (Ahmed İbn Hanbel, IV,107). Bu sahifelerin ihtiva ettiği hakikatlerin tevhid, ibadet, ahlâk, muamelât ve ahkâm esasları olduğunu anlamak için herhangi bir vesikaya gerek yoktur. Çünkü Cenab-ı Hakkın risâlet ve nübüvvetle ilgili koyduğu şartlardan ve Kur’an-ı Kerim'den bunu anlamak kolaydır. Nitekim işte bu âyetlerde ilk sahifelerin yani Hz. İbrahim ve Hz. Musâ sahifelerinin ihtiva ettiği gerçekler şöyle maddelendirilebilir. Bunlar her peygamberin getirdiği şeriatta temel esasların aynılığını, değişmezliğini göstermesi bakımından da önemlidir: Herkes yaptıklarından mesuldür. Bir şahsın yaptıklarından ancak kendisi sorumludur. Hiç kimse başkasının cezasıyla cezalandırılmaz. Her şahıs yaptığının karşılığını görecektir. Başkasının yaptığı amellere kimse ortak olamaz. Hiç kimse yapmadığı amelin karşılığını alamaz. Ve "Dönüş Allah’adır. Güldüren ve ağlatan, dirilten ve öldüren; çiftleri, erkek ve dişiyi, döl yatağına düşen meni'den yaratan O'dur. Öldükten sonra dirilten O'dur. İhtiyaçları veren ve zenginleştiren O'dur. Gökte ve yerde olanların Rabbi O'dur".

Kur’an'da peygamberlerin sözlerini ve mücâdelelerini incelediğimiz zaman, kendilerine indirilen sahifelerin içeriği ile ilgili örnekleri çoğaltmak mümkün olur. Taberi'de Hz. Şit'e verilen sahifelerden şöyle bir cümle nakledilmektedir: "Âdemoğullarına söyle ki, bir şart koştuklarında ona şahit tutsunlar, ta ki inkâr edemesinler. Nitekim Âdem, benim ahdimi unuttu İblis de onu aldattı ve Cennetten çıkmasına sebep oldu" (Taberi, Tarih, I/93). Hem bu sahifelerin, hem de diğer semavi kitapların; kitap gönderilmeyen peygamberlerin tebliğ görevinde hükümlerine tabi oldukları metinler olduğunu ifade bakımından da şöyle denilmektedir "İdris (a.s) Şît aleyhisselâmın suhufunu okurdu ve ahaliyi o kitabın hükmüne davet ederdi. Hak Teâlâ ona da otuz sahife gönderdi. O bu sahifeleri kendi eliyle yazdı. Âdem (a.s)'dan sonra ilk kalem tutup yazı yazan İdris (a.s)'dır." İdris (a.s) şöyle dedi: "Ya Rıdvân, ben Hak Teâlâ’nın peygamberiyim. Benim makamımın cennet olacağını suhufta gördüm" (Taberî, Tarih, I/95, 97).

Suhuf kelimesi Kur’an-ı Kerîm'de devamlı bu çoğul sığasıyla kullanılır şöyle ki: 1- Suhufu Müneşşera: Dağıtılmış sahifeler halinde tezkireler manâsınadır (Müddessir, 52). Bu, Kur’an tabiriyle, ehl-i küfrün, bütün insanlığa rehberi olarak indirilen Kur’an yerine, şahısları adına bir takım sahifelerden oluşan tezkireler indirilmesini istemelerini ifade etmektedir. Bu istek kendisini toplumdan üstün ve ayrı gören küfür egosunun tezahürlerinden biridir. Ancak bu istekleri gerçekleşse bile yine de inanmayacakları, belirtilmektedir (Müddessir, 53). Neşredilmiş, dağıtılmış sahifelerle ilgili olarak "Sahifeler neşredildiği vakit" (Tekvir,10) buyurulmaktadır. Neşredilen bu sahifeler iki çeşittir. Bunlardan birincisi amel defterleridir ki bunların neşri, hesap için açılmaları demektir. İbnül-Mümin'in İbn Cüreyc'den rivâyetine göre, "İnsan ölünce sahifesi dürülür. Sonra kıyamet günü açılır ve ona göre hesabı görülür." İkincisi de; "Artık kitabı sağ eline verilen kişi der ki: Alın kitabımı okuyun. Kitabı sol eline verilen ise, o da der ki: Keşke bana kitabım verilmeseydi" (Hâkka,19-25); "Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse; o, kolay bir hesap ile sorguya çekilecek... Kiminde kitabı sırtının arkasından verilirse; o da helâki çağıracak" (İnşikak,7-10) olarak bildirilen hesabın görüşülmesinden (rüyetinden) sonra ilâm gibi neşredilip dağıtılacak sahifelerdir. Bunların neşri, dağıtılıp sahiplerine verilmesi demektir. Buna bazı hadislerde "Tetâyur-ı suhuf sahifelerin uçuşması" tabir olunmuştur.

2- Suhuf-u Mükerrame ve Suhuf-u Mutahhare: Bu ikisi de Kur'an-ı Kerimin isimleridir. Kur'an-ı Kerimi vasıflarlar. Birincisi "O Kur'an, şerefli -üstün, yüceltilmiş, tertemiz kılınmış sahifelerdedir-" (Abese,13-14) şeklinde; ikincisi de, "Allah'tan gönderilmiş bir elçi ki, tertemiz sahifeleri okumaktadır. Onların içinde dosdoğru yazılı hükümler vardır" (Beyyine, 2-3) şeklindedir. Kur’an-ı Kerim Mekke'de inmeye başlamıştır. İndiği günden itibaren hem ezberlenmiş, hem de her biri ağaçtan, deriden, taştan, kemikten, yapraktan birer safha ve levha üzerine tespit edilmiş, ayrı ayrı defterlere yazılmış, itina ile zapt ve hıfzedilmiştir. Bunlara mushaf gibi hepsi bir cildde olmak manasına suhuf denilemezse de, her biri bir sahife demek olacağından, ayrı ayrı bir halde sahifeler manasına suhuf kavramı onları kapsar. Burada suhuf Kur’an-ı Kerim sahifeleri manâsına kullanıldığına göre, Kalem sûresinin birinci âyetinde kendisine yemin edilen kalemin Levh-i Mahfûza yazdığı sahifelere, meleklerin Levh-i Mahfûzdan istinsah edip vahiy ile getirdikleri sahifelere ve sonra mushaf sahifelerini teşkil eden alel-umum Kur’an sahifelerine sadıktır. Kur’an sahifelerinin iki kapak arasında toplanmış mevcut şekline Mushaf denmesi bundandır. (Buhâri, Tefsiru Sûre-i Gâf, 9) Peki acaba bu kitaplarda, bu sahifelerde ne vardı? Neyi hükmetmişti Rabbimiz bu kitaplarda? (Bir sonraki ayet)

(A.KÜÇÜK)

“Em lem yûnebbe' bi-mê fî sûhûfi Mûsê” yoksa ona bildirilmedi mi Musa’ya gelen vahiyde nelerin yer aldığı.

“Ve İbrahîmellezî veffê” dahası aynı şeylerin vefa sahibi İbrahim’in vahyinde de olduğu ona bildirilmedi mi? Nedir bu? İşte şu;(Bir sonraki ders)

(M.İSLAMOĞLU)