NECM SURESİ


Ayet Getir
53-NECM 32. Ayet

الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى

"Ellezîne yectenibûne kebâirel ismi vel fevâhışe illâl lemem(lememe), inne rabbeke vâsiul magfireh(magfireti), huve a'lemu bikum iz enşeekum minel ardı ve iz entum e cinnetun fî butûni ummehâtikum, fe lâ tuzekkû enfusekum, huve a'lemu bi menittekâ."

Bayraktar Bayraklı

Onlar, basit hatalar hariç büyük günahlardan ve yüz kızartıcı davranışlardan kaçınanlardır. Şüphesiz Rabbinin bağışlaması geniştir. O sizi topraktan var ederken de, annelerinizin rahminde saklı bulunduğunuzda da, sizinle ilgili her bilgiye sahiptir. Öyleyse kendinizi temize çıkarmayınız. O, Allah'a saygı duyanı en iyi bilendir.


Edip Yüksel

Onlar, büyük günahlardan ve kötülüklerden kaçınırlar, yalnız küçük suçlar işlerler. Efendinin bağışlaması engindir. Sizi topraktan yaratırken ve annelerinizin karınlarında cenin (fetus) durumundayken sizi iyi bilmektedir. Öyleyse kendinizi (övüp) temize çıkarmayın. O, erdemlileri iyi bilir.


Erhan Aktaş

Onlar, ufak-tefek günahlar hariç, büyük günahlardan ve aşırılıklardan kaçınırlar. Kuşkusuz Rabb’in, bağışlaması bol olandır. O, sizi topraktan yaparken de, annelerinizin karnında cenin halindeyken de, ne olduğunuzu en iyi bilendir. O halde kendinizi temize çıkarmayın. O, korunup sakınan kimseyi en iyi bilendir.


Muhammed Esed

Büyük günahlardan ve çirkin fiillerden kaçınanlara gelince, onlar arada bir hataya düşseler de (bilsinler ki) Rabbin bağışlamada cömerttir. O, sizi toz topraktan var ederken de, annelerinizin rahminde saklı bulunduğunuzda da sizinle ilgili her bilgiye sahiptir. O halde kendinizi saf ve temiz görmeyin; (çünkü) O, kimin Kendisine karşı sorumluluk bilinci taşıdığını en iyi bilendir.


Mustafa İslamoğlu

Büyük günahlardan va ahlaksızca fiillerden kaçınanlara gelince: ufak tefek kusurlar işleseler de, kesin olarak bilsinler ki senin Rabbin engin bağış sahibidir. O, yeryüzü (toprağından) sizi var ederken de, anneleriniz karınlarında cenin halindeyken de sizinle ilgili her şeyi bilir; şu halde kendinizi temize çıkarmayın: kimin takvaya uygun davrandığını en iyi bilen O'dur.


Süleyman Ateş

Onlar, günâhın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınırlar, yalnız bazı küçük hatâlar işleyebilirler. Şüphesiz Rabbinin affı geniştir (O kendisine yönelen kulunu affeder). O sizi daha iyi bilir: Gerek sizi topraktan inşâ ettiği, gerek annelerinizin karınlarında bulunduğunuz zaman biçim verdiği sırada (sizin her hâlinizi bilmiştir), artık kendinizi övüp yüceltmeyin, çünkü O, korunanı daha iyi bilir.


Süleymaniye Vakfı

Güzel davrananlar, kusurları hariç[1*], günahların büyüklerinden ve fuhuş çeşitlerinden[2*] kaçınanlardır. Sahibinin bağışlaması boldur. Topraktan sizi oluştururken de analarınızın karnında birer cenin iken de sizi en iyi bilen O’dur. Kendinizi iyi göstermeye kalkmayın[3*]. Doğal yapısını kimin koruduğunu en iyi O bilir. [1*] “Size konan yasakların büyüklerinden kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.” (Nisa 4/31) el lememe(اللَّمَمَ):Etrafındakiler, çevresindekiler anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’de büyük günahlar(kebair el ismi) ve onun etrafındekiler sınıflandırması vardır. Küçük günahlar diye bir sınıflandırma yoktur. [2*]  Fuhuş çeşitleri diye tercüme ettiğimiz kelime fevâhiş’tir; fuhuş’un çoğuludur. Arapçada çoğul en az üçü gösterir. Kur’an’a göre zina ve erkek erkeğe ilişki fuhuştur. Üçüncüsü kadın kadına yaşanan sevicilik olabilir. [3*] Bakara 2/151,  Şems 91/9, Nisa 4/49 ve Tevbe 9/103’ün kapsamında bir dipnot yazılacak.


Yaşar Nuri Öztürk

Öyle kişilerdir ki onlar, günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden çekinip kaçınırlar. Bazı küçük sürçmeler hariç. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin affı geniş olandır. Sizi en iyi bilen O'dur: Hem sizi topraktan oluşturduğu zaman hem de annelerinizin karınlarında ceninler halinde bulunduğunuz zaman. O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur.


Ayetin Tefsiri

MEAL

32.) Büyük günahlardan ve ahlâksızca fiillerden kaçınanlara gelince:23 ufak tefek kusurlar işleseler de, kesin olarak bilsinler ki senin Rabbin engin bağış sahibidir. O, yeryüzü (toprağından) sizi var ederken de, annelerinizin karınlarında cenin halindeyken de sizinle ilgili her şeyi bilir, şu halde kendinizi temize çıkarmayın:24 kimin takvaya uygun davrandığını en iyi bilen O'dur.

(M.İ)

32.) O ihlaslı kullar, ufak-tefek kusurlar işleseler dahi büyük günahlardan ve yüz kızartıcı davranışlardan uzak dururlar. [Ey Peygamber!] Bilesin ki rabbin sınırsız merhamet sahibidir. O, sizi ilkin topraktan yarattığında da, analarınızın karnında birer cenin olarak bulunduğunuz zamanda da her halinizi gayet iyi biliyordu. [O, sizi sizden daha iyi bildiğine göre] kendinizi tertemiz, sütten çıkmış ak kaşık gibi görmeyin. Şüphesiz O, emir ve yasakları konusunda kimin dikkatli ve duyarlı olduğunu çok iyi bilir.

(M.Ö)

32.) “Ki onlar büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar, yalnız ufak-tefek kusurlar bundan müstesnadır. Şüphesiz Rabbinin affı geniştir. O, sizi topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karnında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir. Onun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O kimin muttakî olduğunu en iyi bilendir.”

(A.K)

31-32.) Kâinatta bulunan her şeyin yegâne yaratıcısı ve mâliki Allah’tır, dolayısıyla kulluk edilmeye lâyık yegâne kudret de O’dur. Hal böyleyken bazı varlıkları kendisine ortak koşan müşrikleri Allah, bu davranışlarından dolayı cezalandıracaktır. Buna karşılık tevhide iman eden ve ilâhî emirlere uygun yaşayan müminleri en güzel şekilde ödüllendirecektir; çünkü müminler şirkten uzaklaşmış ve zina etmek, cana kıymak gibi çirkin filleri de terketmişlerdir. Allah bunların küçük hatalarını bağışlayacaktır. Doğrusu Allah bu müminler için çok merhametlidir.

Gerçek şu ki Allah herkesin yaptığını görmekte ve her şeyden haberdardır. Hatta sizler daha ana rahminde iken bile Allah sizi görüp gözetmektedir. Dolayısıyla müşriklerin kendilerini doğru yolda görmelerine aldırmayınız. Kimin doğru yolda olduğunu Allah çok iyi bilmektedir.

(H,E;M,C)

TEFSİR

Ödüllendirilmeyi hak edenlerin temel bir niteliğine daha dikkat çekilmektedir. Buna göre Allah katında makbul insan olma sadece iyilikseverlikle tanımlanamaz; onlar ayrıca büyük günahlardan ve çirkin fiillerden kaçınan, kısaca ahlâkî duyarlılığı gelişmiş ve eylemlerine yansımış müminlerdir. “Ufak tefek kusurlar” diye çevrilen lemem kelimesi kapsamına giren fiiller için tefsirlerde, haram olan öpme, dokunma, bakma gibi örnekler verilmiştir. Ayrıca kelimenin sözlük anlamına ve bu konudaki bazı rivayetlere dayanılarak “lemem” şu mânalarla da açıklanmıştır: a) Kişinin aklından geçirdiği fakat eyleme dönüştürmediği kötülükler, b) Yapmaya başlamışken pişmanlık duyup vazgeçtiği kötülükler, c) Müslüman olmadan önce işlediği şirk ve diğer günahlar, d) Dünyada cezayı âhirette de azabı hak ettirmeyecek derecedeki günahlar (Taberî, XXVII, 65-69; günah çeşitleri ve büyük günah hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/31; “çirkin işler” diye çevrilen ve fâhişe kelimesinin çoğulu olan fevâhiş, “hayasızlıklar, kötülükler” şeklinde de tercüme edilebilir, bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/135; En‘âm 6/151). Âyetin “sizi topraktan yarattığı zamanki halinizi” anlamı verilen kısmı “sizi yeryüzünde yarattığında; atanız Âdem’i, insan cinsini, ilk insan hücreciğini yarattığı esnada; insanın oluşumundaki, yani annenin yumurtası ile babanın sperminin meydana gelmesindeki temel gıdayı topraktan yarattığı sırada” mânalarıyla da açıklanmıştır. Âyetin devamında kişinin anne karnındaki devresinden söz edilmesi, bu ifadelerle Allah Teâlâ’nın, insanları kendilerinin dahi bilemedikleri, hatırlayamadıkları dönemleriyle bildiğine dikkat çekmenin amaçlandığını göstermektedir. Günahlardan ve çirkin fiillerden kaçınma çabası göstermenin önemine ve yüce Allah’ın bağışlamasındaki enginliğe değinildikten hemen sonra yaratılış kanununa değinilmesi, insanın Allah’ın ilmi ve kudreti karşısındaki aczini iyi kavraması, kendisinin günahsız olabileceği gibi bir yanılgıya ve benlik iddiasına asla kapılmaması için yapılmış bir uyarı anlamı taşır. Nihayet “Kimin günahtan sakındığını en iyi bilen O’dur” anlamına gelen bir cümleyle her bir fert hakkındaki bilginin Allah katında mevcut olduğu, kimsenin ecrinin zayi olmayacağı, dolayısıyla insanların kendi iyiliklerini başka insanlara onaylatma ihtiyaçlarının bulunmadığı veya bu iyiliklerin değerini bulması için kendilerini anlatmaları, övmeleri gerekmediği hatırlatılmış olmaktadır (bu konuya ışık tutan bir olay ve Hz. Peygamber’in bir değerlendirmesi için bk. Ahkaf 46/9).

(DİYANET TEF.)

"İyilik işleyenler, büyük günahlardan ve çirkin davranışlardan uzak dururlar. Sadece küçük kusurları olabilir." Ayetin orjinalindeki geçen "Kebar-ül ism" tamlaması "Büyük günahlar", "Fevahiş" sözcüğü "ağır ve çirkin günahlar" demektir. "Lemem" sözcüğünün anlamı konusunda ise çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Meselâ ünlü tefsir bilgini İbn-i Kesir bu konuda şöyle diyor; "Sadece diye başlayan cümle, ayetin öncesinden kopuk bir istisnadır. Çünkü `lemem' sözcüğü `küçük günahlar' ve `basit, önemsiz davranışlar' anlamına gelir. Nitekim İmam-ı Ahmed'in Abdurrezzak Muammer, İbn-i lâvus ve bu zatın babası kanalı ile bize verdiği bilgiye göre sahabilerden Abdullah b. Abbas Ebu Hureyre tarafından bize aktarılan Peygamberimizin şu sözleri kadar `Lemem' kavramım çağrıştıran ve açıklayan bir ifadeye rastlamadım. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- diyor ki: "Allah bir insanın hesabına zinadan bir pay yazdığı zaman o pay o kulu mutlaka bulur. Gözün zinası bakmak, dilin zinası konuşmaktır İnsan umanı özler ve çeker. Cinsiyet organı da bu arzuyu ya onaylar ya da ona karşı çıkar." (Bu hadisi Buhari ve Müslim Abdurrezzak kanalı ile nakletmişlerdir) Tanınmış tefsir bilgini İbn-i Cerir ise aynı konuda şunları söylüyor; "Muhammed b. Abdulalâ'nın İbn-i Sevr, Muammer; Ameş ve Ebu Duha kanalı ile bize bildirdiğine göre sahabilerden Abdullah b. Mesud şöyle dedi: "Gözün zinası bakmak, dudakların zinası öpmek, ellerin zinası tutmak ve ayakların zinası adım atmak, yürümektir. Cinsiyet organı bu ön girişimleri ya onaylar ya da reddeder. Eğer insan cinsiyet organını bu işe karıştırırsa zina etmiş olur.

Yoksa yaptıkları `Lemem' türünden günahlardır.' Mesruk ile Şaaki de bu görüşü paylaşıyorlar. "Lubat-ut Taif'inin oğlu" diye anılan Abdurrahman b. Nafi ise aynı konuda şöyle diyor; "Bir defasında Ebu Hureyre'ye bu ayette geçen `Lemem' sözcüğünün ne anlama geldiğini sordum. Bana şu cevabı verdi; `Bu sözcük öpmek, bakmak, gülümsemek ve ellemek anlamına gelir. Eğer erkeğin ve dişinin cinsel organları birbirine değerse boy abdesti almak gerekir. Bu eylem zinadır." Bu açıklamalar "Lemem" sözcüğünün tanımı konusunda birbirine yakın görüşlerdir. Aynı konuda başka bir görüş de vardır. Nitekim Ali b. Talha'nın bildirdiğine göre Abdullah b. Abbas "Lemem' demek, `geçmiş günahlar' demektir" demiştir. Zeyd b. Eslem de bu görüştedir.

Tanınmış tefsir bilgini İbn-i Cerir bu konuda diyor ki; "Süleyman b. Abdülcebbar'ın bize Ebu Asım, Zekeriyya, İbn-i İshak, Amr b. Dinar ve Ata kanalı ile verdiği bilgiye göre Abdullah b. Abbas "İyilik işleyenler, büyük günahlardan ve çirkin davranışlardan uzak dururlar. Sadece küçük kusurları (lemem'leri) olabilir" ayetini açıklarken şöyle demiştir; "Lemem" işleyen kimse demek günah işleyip de arkasından tevbe eden kimse demektir." Nitekim Peygamberimiz `Allah'ım, sen affedince günahların tümünü affedersin. Senin hangi kulun hiç günaha bulaşmamıştır' buyurmuştur. Bu hadisi Ahmed b. Osman kanalı ile Ebu Asım Nebil'e dayandırarak aktaran tirmizi hadisin sonunda şunları söylüyor: "Bu hadis sahih, hasen ve garip bir hadistir. Onun tek kaynağı Zekeriyya b. İshak'tır." Bezzaz da aynı hadis hakkında "Bildiğimiz kadarı ile bu hadis, kesintisiz olarak sadece bu kanaldan gelmiştir" demiştir. Öte yandan tefsir bilgini İbn-i Cerir, Muhamed b. Abdullah b. Yezi, Yezid b. Zeri, Yunus ve Hasan kanalı ile verdiği bilgiye göre sahabilerden Ebu Hureyre "İyilik işleyenler, büyük günahlardan ve çirkin davranışlardan uzak dururlar. Sadece küçük kusurları (lemem'leri) olabilir." ayetini açıklarken `sadece bir kez zina işleyen, hırsızlık yapan ve içki içen, fakat arkasından hemen tevbe ederek bir daha bu günahlara dönmeyen bir adamın durumunu düşünün. İşte "lemem" yapmak budur" demiştir.

Hasan'a "mevkuf" olarak da bu sözlerin benzeri nakledilmiştir. Bunlar da "lemem" sözcüğünün anlamını birinci guruptaki görüşlerden farklı biçimde açıklayan başka bir görüş grubudur. Kişisel görüşümüze göre ikinci grubun görüşü ayetin devamını oluşturan "Senin Rabb'inin bağışlayıcılığı geniş kapsamlıdır" cümlesine daha uygun düşer. Çünkü "bağışlamanın geniş kapsamlı" oluşunun vurgulanması ile sözkonusu "lemem"in büyük günahlar ve çirkin davranışlar işledikten sonra tevbe etme durumu arasında uyum vardır. O zaman bu istisna ayetin öncesinden kopuk olmayan bir "istisna" olur. Başka bir deyimle ayette geçen "iyiler" "büyük günahlardan ve çirkin davranışlardan uzak duranlar ve bu tür davranışları olsa bile bu kötülükleri yapmakta ısrar etmeyerek hemen geri dönenler"dir. Tıpkı şu ayette tanımlanan kimseler gibi: "Yine onlar bir kötülük işlediklerinde ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının affedilmesini dilerler. Günahları Allah'tan başka kim affedebilir? Onlar işledikleri günahlarda bile bile ısrar etmezler." (Al-i İmran Suresi, 133-136)

Bu ayetin öncesinde yüce Allah bu kimseleri "takvalılar" sıfatı ile nitelemekte ve onlara "bağışlanma"yı ve "gökler ile yeryüzü kadar genişlikteki cennete girme"yi vaadetmektedir. Yüce Allah'ın geniş kapsamlı rahmeti ve bağışlayıcılığı ile bağdaşan yorum budur. Ayetin sonunda iyiliklere iyi ve kötülüklere kötü karşılık biçilmesi işleminin yüce Allah'ın bilgisine dayandığı ve bu bilginin insan yaratılışın bütün evrelerinin karmaşık sırlarını kapsadığı belirtiliyor. Okuyoruz:"O sizi gerek ilk başta topraktan yaratırken ve gerekse annelerinizin karınlarında cenin aşamasındayken bilir." Yani yüce Allah'ın insanlara ilişkin bilgisi onların somut davranışlarının ortaya çıkışının çok öncesine uzanır. Onların değişmez özlerini kavrayan bir bilgidir bu. İnsanlar bu değişmez özlerini bilemezler. Onu ancak yüce yaratıcıları bilir. Bu bilgi insanların özü topraktan yaratılırken, yani henüz onlar "bilinmezlik alemi"nin bir parçası iken varolduğu gibi insanlar analarının karınlarında cenin aşamasındayken, henüz gün yüzüne çıkmamışlarken de vardı.

Bu bilgi görüntüden önce öze, eylemden ve davranıştan önce karakteristik yapıya ilişkin bir bilgidir. Bilgisinin niteliği bu olan yaratıcıya insanın kendini tanıtması, özünü anlatmaya kalkışması, karşısına geçerek "ben şöyleyim, ben böyleyim" diye övünmesi boş bir iş, hatta edepsizliktir. Okuyalım: "Öyleyse kendinizi temize çıkarmayınız. Çünkü O, kimin kötülüklerden sakındığını herkesten iyi bilir." , Öyleyse gayretkeşlikle O'nun gözüne batmaya çalışmanıza, O'nun karşısında davranışlarınıza değer biçmenize gerek yoktur. O'nun katında eksiksiz bilgi ve duyarlı terazi vardır. Davranışlara biçeceği karşılıklar adildir, sözü kesindir ve her meseleyi kesin çözüme bağlayacak olan O'dur. Bundan sonra surenin son bölümü geliyor. Son derece melodi yüklü bir ahenk yansıtan bölüm, müzikal yönü ile surenin ilk bölümünün bir benzeri olarak karşımıza çıkar. Bu bölümde bu inanç sisteminin ana ilkeleri açıklanır. Tek Allah inancının ilk tutarlı savunucusu olan Hz. İbrahim'den bu yana hiçbir değişikliğe uğramayan ilkelerdir bu ilkeler.

Bu açıklamada insanlara, yüce yaratıcıları tanıtılıyor. Dikkatleri O'nun hayatları etkileyen, aktif ve yaratıcı dileğine çekiliyor. Bu aktif dileğin izleri, insanı sarsacak, kendine getirecek, derinden derine titretecek somutlukta gözler önüne seriliyor. Öyle ki, bu ayetlerin sonuna gelince, melodilerin son namesi kulaklarda çınlayınca duygular, titrek bir ürperti içinde verilen etkili mesajı kabul etmeye hazır bir duyarlığa kavuşurlar.

(S.KUTUB)

30. İzah için bkz. Nisa an: 53

31. İzah çin bkz. En'am an: 130, Nahl an: 89.

32. "İllallahümme", az miktarda, hafif tesir ve bir şeyin yanında az bir zaman durmak, anlamlarına gelir. Örneğin, "ellememe bi'l-mekan" (o bir mekanda biraz durdu), "ellememe bi't-taam' (o azıcık yedi), "bihi lememun" (aklen biraz dengesiz). Dolayısıyla bu kelime, kişinin bir fiili yapmamakla birlikte yapacak noktaya kadar gelmesini ifade eder. Ferra, şöyle bir cümleyi bedevilerden duyduğunu nakleder: "Darebe ma lememe'l-katlu" (öyle vurdu ki az kalsın ölecekti). Yani, o şahıs bu fiili az kalsın yapacaktı.

Müfessirler bu ifadeyi küçük günah olarak anlamışlardır. Bazıları, bir kimsenin büyük günahları işleyecek noktaya gelmiş olmasına rağmen bu cürümü işlememiş olması ya da son safhayı gerçekleştirmemesi şeklinde yorumlarlar. Bazıları, az bir zaman günah işleyen kimsenin sonradan günahlarından vazgeçmesi anlamına geldiğini söylerler. Bazıları ise günah işlemeyi düşünüp yapmak niyetinde olan kimsenin, bu cürümü fiilen yapmaması şeklinde anlaşılabileceği kanatindedirler. Bu ifade üzerinde sahabe ve tabiundan bazı rivayetleri nakletmeyi uygun bulduk. Zeyd b. Eslem ve İbn Zeyd, İbn Abbas'ın bu ifadeyi "Kişinin İslâm'a girmeden önce işlediği günahlar" anlamında yorumladığını naklederler.

İbn Abbas'ın yukarıda zikrettiğimiz görüşü ile, "bu kişinin bir fuhuş veya büyük günah işledikten sonra hemen tövbe etmesi (vazgeçmesi) dir." şeklindeki diğer bir görüşü, Ebu Hureyre, Abdullah bin Amr bin el-As, Mücahid, Hasan Basri ve Ebu Salih'den de rivayet edilmiştir.

İbn Mes'ud, Mesruk ve Şa'bi ile ayrıca Ebu Hüreyre ve İbn Abbas'dan güvenilir senetlerle, bu ifadenin "Bir kimsenin büyük günah işlemeye yaklaşması, hatta ilk safhayı geçtikten sonra hemen vazgeçmiş olması" anlamına geldiği rivayet edilir. Sözgelimi bir şahsın hırsızlık yapmak niyetiyle yola çıkıp sonra vazgeçmesi veya bir kadına yaklaşıp, sonra zina etmekten kaçınması gibi. Abdullah b. Zübeyr, İkrime ve Dahhak, "Bu ifade ile kendisi hakkında dünyada bir müeyyide tayin edilmemiş ve ahirette de karşılığında ceza verileceği haberi bulunmayan küçük günahların kastolunduğunu" söylerler. Said b. Müseyyeb, bu ifadenin, "fiilen işlenmeyen kötü düşünceler" anlamına geldiğini söyler. Yukarıda, sahabe ve tabiun tarafından yapılmış çeşitli yorumları naklettik. Nitekim ulemanın ve fakihlerin çoğunluğu da aynı görüştedirler. Nisa Suresi'nin 31. ayetinde, günahlar açık bir şekilde ikiye ayrılmıştır. Kebair (büyük günahlar), Seğair (küçük günahlar).

Sözkonusu ayet, fuhuş ve büyük günahlardan sakınanların, küçük günahlarının affolunacağını bildirerek, insanlara ümit vermektedir. Fakat buna rağmen bazı alimler, hiç bir günahın küçük olamayacağını söylemişlerdir. Çünkü onlara göre, Allah indinde masiyet kendi başına büyük bir günah demektir. Ancak İmam Gazzali, "Kebair (büyük günah) ve Seğair (küçük günah) arasında fark vardır ve bu gerçeği reddetmek mümkün değildir. Çünkü dinin ana kaynaklarında bu fark açıkça belirtilmiştir.' demektedir. Büyük ve küçük günahlar arasındaki farka gelince, Kur'an ve Sünnet'te açıkça yasaklanan her günahın, büyük günah olduğu kesindir. Ayrıca Allah'ın ve Hz. Peygamber'in (s.a.) had cezası verdiği veya Ahirette karşılık olarak azab haberi bildirdiği ya da mücrimin lanetlendiği her günah, büyük günahtır. Yine Allah'ın mücrimler üzerine azab göndermesine neden olan her suç büyük günahtır. Bunların dışındakiler, küçük günahlar grubuna girer. Büyük günahları işlemeye niyet etmek ve istek duymak da küçük günahtır. Hatta büyük işlememek kaydıyla, başlangıç safhasında olmak dahi küçük günahtır. Ancak, küçük günah işleyen kimse, Allah'a karşı büyüklenir, büyük günah işlemekten çekinmez ve Allah'ın yasalarını dikkate almadığı gibi, bu yasaları hafife alırsa o takdirde sözkonusu afdan yararlanamaz.

33. Allah'ın küçük günahları affetmesinin nedeni, onların günah kabul edilmemesi dolayısıyla değildir. Affedilmelerinin nedeni, Allah Teâlâ'nın kullarına olan rahmetinin geniş olmasındandır. Şayet kullar büyük günahlardan sakınır ve fuhuştan uzak durursa, Allah, engin rahmeti dolayısıyla kullarının küçük günahlarını affeder.

(MEVDUDİ)

Onlar günahların ve fuhşiyatın büyüklerinden sakınırlar. Bunun bilincinde olarak Rabblerinden mağfiret dileyenler, tevbe edenler hüsnâya ulaşacaklardır. Şüphesiz ki Rabbin mağfireti geniştir. Günahların büyüklerinden sakınıldığı sürece, bu konuda hassas davranıldığı sürece Rabbimiz kusurlarımızın örtüleceğini, ufak tefek işlenen günahların, kusurların ciddiye alınmayacağını, sıfırlanacağını anlatıyor. Bakın Nesâî’de İbni Hibban’dan Rasulullah Efendimizin şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: “Bir kul beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, malının zekâtını verir ve yedi büyük haramdan da sakınırsa ona cennetin bütün kapıları açılır ve o kul dilediği kapıdan girer.” Bu yedi büyük günahla alâkalı olarak da şunlar sayılır: Zina, içki, sihir, iffetli bir mü’mine zina iftirası, haksız yere bir Müslümanı öldürmek, fâiz yemek, savaşta düşman karşısından kaçmak. Tabi büyük günahlar bunlarla sınırlı değildir, başka hadislerde başkalarının da sayıldığını biliyoruz. Kimileri buna karşı gelmekte ve itiraz etmektedir. “Efendim, Allah’a karşı işlenen günahın büyüğü küçüğü olmaz, günahın kime karşı işlendiği önemlidir” demeye çalışıyorlarsa da, hadislerde geçtiği için böyle diyoruz. Kur’an’da da Rabbimiz böyle buyuruyor.

Hattâ daha fazla lütufları da vardır Rabbimizin. Ama kötülere, kötülük işleyenlere, kötülük kazananlara Rabbimiz tarafından takdir edilen ceza işlediklerinin aynıdır ya da işlediklerinin bir mislidir. Kötülüğün karşılığı misli mislinedir. Ama Rabbimizin iyilere, iyiliklerine takdir ettiği mükafat böyle değildir. İyilik ve kötülüklerin karşılıkları farklıdır. İyiliklere kat kat mükafat veren, karşılık veren Rabbimiz günahın karşılığını tamtamına veriyor. Bir sevaba on mükafat, bin mükafat verilirken, bir günaha bir ceza, iki günaha iki ceza verilmektedir. Anlıyoruz ki günahların ve sevapların kat sayıları farklıdır. İyiliğin karşılığı bazen bire on, bazen bire yedi yüz, bazen bire sonsuz mükafat iken, kötülüğün karşılığı ise sadece bire birdir. Rabbimiz ne kadar da merhametlidir bizim için değil mi? Hattâ bakın bir adam bir günah işlemeye niyet edip azmetse ama sonra da Allah korkusundan, âhiret endişesinden dolayı onu yapmaktan vazgeçse, onun karşılığında bir sevap verilecektir.

Allah sizi topraktan yarattığı zaman, siz toprak iken ve siz annelerinizin karnında bir cenin iken de, toprak olarak ve de ana karnında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir. Onun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O kimin muttakî olduğunu en iyi bilendir. Sizi toprak iken adam eden, sizi ana rahminde bir cenin iken size anlama gücü veren, sizi vahyine, kendi bilgisine muhatap kabul eden, kendi bilgisini aktaran, sizi vahiyle bilgilendiren, size hayatın mânâsını, Rabbinizi tanıtan, sizi halife yapan, yeryüzüne egemen kılan, tüm varlıklara hükmetme yetkisi veren O’dur. Sizi irade sahibi kılan, seçme hakkı tanıyan, yeryüzünde yaratıcınız olarak kendisine rağmen size isyan etme, zatına kafa tutma hakkı veren O’dur.

Öyleyse ey Allah kulları, gelin Rabbinizin, sahibinizin lütfedip size verdiği bu yetkiyi kötüye kullanmayın. Halbuki siz Rabbinizi, Rabbinizin lütuflarını, yaratılışınızı, imtihan için bu dünyada bulunan kullar olduğunuzu, kendinizin dünyada yaratıcının vekili olarak bulunduğunuzu unutup, asil olduğunuzu zannedip kendi kendinizi temize çıkarmaya çalışıyorsunuz. Kendinizi tezkiye etmeye kalkışıyorsunuz. Buna hakkınız yoktur diyor Rabbimiz. İnsanları mutlak anlamda yalnızca Allah tezkiye edebilir. Çünkü mutlak yaratıcı meydana getirici O'dur. Nefsin hangi yolla ve nasıl tezkiye edileceğini ancak O bilir. Fücurdan, günahtan, isyandan sakınabilmenin, doğru yola (hidâyete) girebilmenin yöntemini O bildirir. Rabbimizin bildirdiği tezkiye yollarına uymayıp da kendini temize çıkaranlar, bir anlamda kendilerini üstün görenler (kitap ehli olanlar) yanılıyorlar. Allah (cc), gönderdiği Kitabı göz ardı edenleri ve onu az bir para karşılığı satanları âhirette tezkiye etmeyecek, onları temize çıkarmayacak (Bakara,174). Allah'a verdiği sözden dönenlerin durumu da bundan farklı değildir (Âl-i İmrân,77).

Nefsin temiz olduğuna, gerekli feyzi alıp gelişmiş olduğuna hükmetmek ve onu hep temize çıkarmak. (Nitekim, şâhitlik yapanı tezkiye etmek bu anlamdadır.) Ancak, bu şekilde nefsi temize çıkarmak yanlıştır. Yaptığı amelin sonucunu bilmeden, kaderin sırlarına ulaşmadan nefsi temize çıkarmak bir böbürlenme ve gurura kapılmadır. Kitap ve sünnet rehberliğinde bir hayat yaşayarak takvâ sahibi olmadan, Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getirmeden "kalbim temiz" diyenlerin yanlış yaptıkları açıkça görülmektedir. Nefsi temizlemenin en kestirme yolu, takvâ sahibi olmaktır. Takvânın kapsamı, bunun en geçerli yol olduğunu gösterir. Zâten insanın nefsine fücuru ve takvâyı öğreten Rabbimizdir. Nefsi temizleyip kurtuluşa ermek, şüphesiz fücuru terk edip takvâya sarılmakla mümkün olabilir. Peygamberimiz (a.s) şöyle duâ ederdi: "Allah'ım! Benim nefsime takvâsını ver ve onu temizle. Sen onu temizleyenlerin en hayırlısısın. Sen onun velîsi ve mevlâsısın." (Müslim, Zikir ve Duâ 18) Adamlar hem Allah tarafından yaratılmışlar, Allah tarafından bu dünyaya getirilmişler, her şeylerini Allah’a borçlular, hem de Allah’a iftira edip, Allah’ın istemediği bir hayatı yaşayıp, Allah’ın Kitabından, peygamberinin örnekliğinden habersiz bir hayat yaşayıp “biz şu anda Allah’ın istediği hayatı yaşıyoruz, bizler Allah’ın sevgili kullarıyız, bizler cennetin ta ortasına lâyık kimseleriz” diyerek tezkiye ediyorlar. “Biz kitap ehliyiz, bizim kitabımız var, bizim Tevrat’ımız, İncil’imiz, Kur’an’ımız var” diyerek kendilerini temize çıkarıyorlar. Ama gelin görün ki adamların kitaplarıyla uzaktan ve yakından hiçbir ilgileri yok. Allah diyor ki, biz sizi biliriz. Sizin öncenizi de sonranızı da en iyi bilen biziz. Sizin yok olduğunuz, henüz yaratılmadığınız döneminizi de, ana rahminde kendinizi bile bilmediğiniz dönemlerinizi bilen biziz. Gelecekte ne olacağınızı, başınıza nelerin geleceğini, nasıl bir çizgi takip edeceğinizi de biz biliyoruz. Öyleyse kendinizi günahsız, kusursuz görerek temize çıkarmaya kalkışmayın. İyiye kötüye Allah karar versin. İyilerin iyiliğine, kötülerin kötülüğüne siz değil Allah karar versin.

Kendi kendimizi temize çıkarmadan, tezkiye etmeden, durumumuzdan mutmain olmadan yana olmayalım. Kendimize güvenmeden yana olmayalım. Yaptığımız konuşmalarla, birilerini dinlemelerinizle veya infaklarınızla, ikramlarınızla, berikiler cemaatlarıyla, ötekiler hocalarıyla, hacılarıyla kesin cennete gideceğimizi iddia ederek kendi kendimizi tezkiyeden yana olmayalım. İşte bilelim ki bizim bu mutmain halimiz değişimin önündeki en büyük engeldir. Bizim değişimimizin önündeki en büyük engel budur. Çünkü tarihte Yahudi’nin değişiminin önündeki en büyük engel buydu. Hristiyanın önündeki en büyük engel de buydu. Onlar bu inançlarından dolayı değişmeye gerek görmediler. Mutmaindiler çünkü bu konuda. O halleriyle cennete girecek olan bu insanlar, İslâm’ı kabule gerek görmediler. İşte bakın bu mutmain ve değişime gerek duymayan, değişime razı olmayan, statik ve durağan hayatlarını, geleneklerini devam ettirmeden yana olan bu insanları reddediyor Allah. Öyleyse şunu kesinlikle kabul etmek zorundayız ki, hiçbirimiz kendi durumumuzdan mutmain olmamalıyız. Hiçbirimiz kendi kendimizi tezkiyeden yana olmamalıyız. Hiçbirimiz statükodan yana olmamalıyız. Çünkü bu değişimin önüne dikilmiş en büyük engeldir. “Ben iyiyim! Biz iyiyiz!” putu bilelim ki değişmenin önüne dikilmiş en büyük engeldir.

Hiçbir zaman unutmayalım ki tezkiye Allah’a aittir. Allah’a karşı kendi kendimizi tezkiye etmeye cüret etmediğimiz gibi, başkalarını da tezkiye etmeye hakkımızın olmadığını bilelim. Buhârî ve Müslim’in bu konuda Rasulullah Efendimizden rivâyet ettikleri hadisler çoktur. Bir hadislerinde Allah’ın Resûlü: “Bir kimseyi tezkiye edip cennetlik olduğunu söyleyen kişinin yüzüne toprak atın.” buyurur. Yine bir defasında bir kişinin bir kişiyi övüp tezkiye ettiğini gördü de, Allah’ın Resûlü ona şöyle buyurdu: “Yazık sana! Bu yaptığınla kardeşinin boynunu kopardın.” Sözlerine şunları ekledi: “Herhangi biriniz birini övecekse bari ‘böyle olduğunu zannediyorum’ desin ve Allah’a karşı hiç kimseyi tezkiye etmesin.”Unutmayalım ki tezkiye sadece Allah’a aittir. Allah kimin için temizdir demişse o temizdir, kimin için murdardır demişse o murdardır. Allah’ın kitabında temiz dedikleri, Allah’a, Allah’ın istediği biçimde ve peygamber örnekliliğinde iman etmiş Müslümanlardır. Değilse Allah’ın kıstaslarına uymadan bir kişi ben Müslümanım demekle kendisini temize çıkarma hakkına sahip değildir. Kur’an’ın öngördüğü, Rasulullah Efendimizin örneklediği şekilde yaşayanlar ancak temizdirler. Allah’ın istemediği bir hayatı yaşayanlara Allah necis demişse, pis demişse onlar istedikleri kadar kendilerini tezkiye etmeye çalışsınlar onlar pistirler.

(A.KÜÇÜK)

“Ellezîne yectenîbûne kebê-irâ’l-ismî vel-fevêhîşe ille’l-lemem inne Râbbeke vêsi-û’l-mâğfirâh” büyük günahlardan ve ahlaksızca, hayasızca fiillerden kaçınanlara gelince. Ufak tefek kusurlar işleseler de kesin olarak bilsinler ki senin Rabbin engin ve sınırsız bir bağış sahibidir. Kusursuz ve hatasız kul olmaz. İnsan kusurludur. Rabbimiz de insandan kusursuzluk beklemiyor, “ille’l-lemem o. Yani kusur, hata işlerler. Ama büyüklerinden kaçınırlarsa Allah küçüklerini bağışlayacaktır. Melek değil, Rabbimiz insan istiyor.

[Ek bilgi-2; Mesruk, Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Gözlerin zinası bakmak, ellerin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir. Bunu doğrulayan yahut yalanlayan ise feredir. Eğer bu gerçekleşirse zina olur, bu gerçekleşmezse bunlar lemem (küçük günahlar, kusurlar) olur. (el Camiu li Ahkâmil Kuran – Kurtubi)]

“Hûve â'lemû bi-kûm iz enşe-ekûm mine’l-ârdî ve-iz entûm ecin-netûn fî bûtûni ûmmehê-tikûm” Neden mi işte cevabı. O yeryüzü toprağından sizi var ederken de, annelerinizin karınlarında cenin halindeyken de sizinle ilgili her şeyi bilir. Yani sizin zaaflı olduğunuzu, zayıf olduğunuzu, yetersiz olduğunuzu, kendi kendinize yetmediğinizi, ancak Allah’lı olunca ayakta kalabileceğinizi, Allah desteğini çekince burnunuzun üzerine sürüneceğinizi çok iyi bilir.

 

Onun için de kusurlu, hatalı olmanızı rahmetinden mahrumiyet olarak değerlendirmez. Sizi rahmetine muhatap kılmak ister. Yeter ki bu konuda bir irade beyanında bulunun. Yeter ki bu konuda adım atın. Yeter ki bu konuda onun yasakladığı o büyük günahlardan kaçının. Onun dışında kalan küçükleri, hataları, kusurları, bilerek bilmeyerek işlediğiniz o hataları o engin rahmet denizinde sizi yıkayarak arındırır. Bunu bilin yani.

“felê tûzekkû enfûsekûm” peki, ne ister sizden? Sizden bir melek muamelesi, melekmiş gibi yapmanızı istemez. Ya ne ister? Şu halde kendinizi yunmuş yıkanmış görmeyin. Kendinizi tezkiye etmeyin. Yani ben pırıl pırılım iddiasında bulunmayın. Yusuf gibi olun. Belki bir başka yaklaşımla, ifade ile, çünkü bu ifade Yusuf’a değil de Züleyha’ya da atfedilebilir.

“Ve-mê ûberri-û nefsî”. (Yusuf/53) ben nefsimi temize çıkarmam, tebriye etmem “inne’n-nefse le-emmêrâtûn bi’s-sûi”. Çünkü insan benliği kötüyü emreder. Yani insan benliğinde bir zaaf noktası, negatif bir potansiyel var. Bu negatif potansiyel niye var? Aslında insana irade verilirken insana eğer seçme yeteneği verilmişse birden fazla seçenekte verilmelidir ki irade boşa gitmesin. Eğer seçeneğiniz yoksa irade neye yarayabilir, ne işe yarayacak. Onun için insanda pozitif kutup olduğu gibi negatif kutupta var. Negatif kutbun olması aslında insanın bir zaafı değil iradenin kullanılması için şarttır.

“Hûve â'lemû bi-meni’t-tekâ” kimin takvaya uygun davrandığını en iyi bilen O’dur. Kendinizi temize çıkarmayın. Temizlerin bunun için çaba harcaması temizliğinin delaleti olarak yeter. Yani temizlenmeye çalışın, arınmaya çalışın Allah’ın rahmet denizinin oluğunun altına başınızı tutun, yüreğinizi gözyaşınızla yıkayın, Rabbinizin eşiğine başınızı koyun ve ya Rabbi ben Sana muhtacım, Sen Sana yetersin, ben bana yetmem, Sen bana da yetersin de. Allah’a muhtaç olduğunuzu asla unutmayın. Allah sizden bunu istiyor. Ben pırıl pırılım, ben tertemizim demek aslında benim, Senin rahmetine ihtiyacım yok demekle aynı kapıya çıkar.

23 Fevâhiş: Hem günah, hem ayıp, hem suç olan davranışlar.

24 Ümmü'l-'Alâ muttaki misafirinin cenazesine yönelerek "Ey Ebu Saib, senin adına şahidim ki Allah sana ikram edecektir!" deyince, Hz. Peygamber, "Allah'ın ona ikram edeceğini sen nereden bileceksin ki? Vallahi Allah'ın peygamberi olduğum halde, yarın bana ne yapılacağını ben bile bilmiyorum!" buyurur (Buharı, Cenâiz 3, Tabir 13, 27).

(M.İSLAMOĞLU)