NECM SURESİ


Ayet Getir
53-NECM 20. Ayet

وَمَنَاةَ الثَّالِثَةَ الْأُخْرَى

Ve menâtes sâlisetel uhrâ.

Bayraktar Bayraklı

Üçüncüleri olan ötekini, Menât'ı.


Edip Yüksel

Ve üçüncüleri olan Menat’ı?


Erhan Aktaş

Diğer üçüncü Menat’ı?1 1- Bir düşünün! Bunlardan ilah olur mu?


Muhammed Esed

Ve (üçlünün) üçüncüsü ve sonuncusu olan Menat(a)?


Mustafa İslamoğlu

ve sonuncusuna, (hani) şu üçüncüleri olan Menat'a (neden dişi adlar verdiğinizi)?


Süleyman Ateş

Ve üçüncü(leri olan) öteki (put) Menat'ı?


Süleymaniye Vakfı

Ya diğerini; üçüncüsü olan Menat’ı?


Yaşar Nuri Öztürk

Ve ötekini, üçüncüsü olan Menât'ı.


Ayetin Tefsiri

MEAL

19.) PEKİ hiç düşündünüz mü Lat, Uzza13

20.) ve sonuncusuna, (hani) şu üçüncüleri olan Menat'a14 (neden dişi adlar verdiğinizi)?15

(M.İ)

19-20.) [Ey Müşrikler!] Lât ile Uzza'ya ve şu üçüncü put olan Menat'a ne demeli?! [Değil size, kendilerine bile en ufak bir hayrı dokunmayan bu putlara hangi akla hizmet ederek taparsınız?!]

(M.Ö)

19-20.) “Ey inkarcılar! Şimdi siz de gördünüz değil mi o Lat ve Uzza’yı? Ve üçüncü olarak da öteki (Put) Menat’?

(A.K)

TEFSİR

"Lat" üzerinde yazılar bulunan beyaz bir kaya parçası idi. Taif'te bulunan bu putun üzerinde bir yapı vardı. Yapı örtü ile kaplı idi. Tapınağın sürekli bekçisi vardı. Ayrıca bir avlu ile çevrili idi. Bu puta Sakıfoğulları ile yandaşlarından oluşmuş Taifliler taparlardı. Taifliler diğer arap kabilelerine karşı bu putla övünürlerdi. Yalnız Kureyşlilere karşı övünemezlerdi. Çünkü Kureyşliler Hz. İbrahim tarafından yapılmış olan Kâbe'nin sahipleri idiler. Bu putun adı olan "Lât" sözcüğü, "Allah" özel isminin dişili (müennesi) sayılırdı.

"Uzza" Mekke ile Taif arasındaki "Nahte" denen yerde bulunan bir ağaçtı, bu ağacın üzerinde bir anıt-yapı vardı ve anıt da bir perde ile örtülü idi. Bu puta Kureyşliler tapardı. Nitekim Ebu Süfyan Uhud savaşı öncesinde müslümanlara "Bizim Uzza'mız var, sizin Uzza'nız yok" demişti. Bu sözler Peygamberimizin kulağına varınca müslümanlara şu karşılığı vermelerini önerdi; "Ona deyiniz ki, bizim Rabb'imiz var, fakat sizin Rabb'iniz yok". "Uzzà sözcüğü de "Aziz" sözcüğünün dişili (müennesi) kabul ediliyordu. "Menat" adlı put ise Mekke ile Medine arasındaki bir sapa yol üzerinde bulunan "Muşellel" denen yerde idi. Huzaa, Evs ve Hazreç kabileleri cahiliyye dönemlerinde bu puta taparlar ve Kâbe'yi ziyaret etmeye giderken yolculuklarına onun yanından başlarlardı. Arap yarımadasında bunların yanısıra çeşitli kabileler tarafından tapılan daha pek çok put vardı. Fakat bu üçü sözkonusu putların en büyükleri idi.

Öyle sanılıyor ki, bu düzmece ilahlar meleklerin sembolleri idiler. Melekler ise Araplarca "dişi" varlıklar sayılıyor ve Allah'ın kızları kabul ediliyordu. Bu gerekçe ile onlara tapıyorlardı. Böyle durumlarda çoğunlukla işin özü unutulur ve bu semboller halk yığınları tarafından doğrudan doğruya ilah kabul edilir. Bir avuçluk aydın azınlıktan başka bu masalın aslını hatırlayan kalmaz olur.

Ayette kullanılan soru kalıbından anlaşılacağı üzere yüce Allah gerek bu üç putu, gerekse bunlara tapınılmasını hayretle karşılıyor, bundan tuhaf bir olay olarak sözediyor. Okuyoruz:

"Lât ve Uzza hakkındaki görüşünüz nedir? Ya bunların öbürü, üçüncüsü olan Menat hakkında ne düşünüyorsunuz?" Gerek "Görüşünüz nedir?" şeklinde başlayan soru cümlesinde, gerekse bu putların üçüncüsü olan Menat'tan sözeden ifadelerde hayret duygusu ve teşhir edip rezil etme amacı belirgindir. Yüce Allah bu putlardan sözettikten sonra müşriklerin erkekleri kendilerine ayırıp dişileri yüce Allah'a bırakan iddialarını kınıyor. Okuyalım:(Bir sonraki ayet)

(S.KUTUB)

15. Yani, sizler Rasûlullah'a sırf size tebliğ ettiği bilgiler dolayısıyla sapık diyorsunuz. Oysa ona bu bilgileri Allah vahyetmekte ve o da sizlere tebliğ etmektedir. Sizlere aktarması için, Allah ona apaçık hakikatleri göstermektedir. Şimdi takip etmekle direttiğiniz yolun ne kadar çürük temellere dayandığını iyice düşünün. Rasûlullah'ın (s.a)sizleri doğru yola davet etmesine rağmen, onun davetini reddetmenin kimlerin zararına olduğunu hiç hesap ettiniz mi?" Bu bölümde Mekke, Taif, Medine ve civarındaki Arapların tapmış oldukları üç ilahenin adı zikredilmektedir. Araplara onlar hakkında, "O putların, kainatın ve dünyanın idare edilmesinde bir payları olabileceğini hiç düşündünüz mü? Allah ile onların arasında herhangi bir bağ ve yakınlığın bulunması mümkün mü?" şeklinde bir soru yöneltmiştir.

Lat adlı put Taif'de bulunuyordu. Beni Sakife kabilesi ona o kadar bağlıydı ki, Ebrehe Kabe'yi yıkmak için geldiğinde kendileri de diğer Araplar gibi Kabe'nin Allah'ın evi olduğuna inanmalarına rağmen Lat'a dokunmasın diye, Ebrehe'nin ordusuna rehberlik yaparak Kabe'ye kadar gelmelerini sağlamışlardır. Lat'ın anlamı hakkında alimler arasında ihtilaf vardır. İbn Cerir, Lat'ın, Allah kelimesinin tesniye şeklindeki kullanımı olduğunu öne sürer. Yani aslında kelime, "Allahatun" idi ama sonradan "el-Lat" olmuştur. Zamahşeri ise; bu kelime (Lat) "Leva-yelus"dan türemiştir. Bir yere karşı yönelmek anlamına gelir. Çünkü müşrikler ona yönelir, önünde eğilir ve etrafında tavaf ederlerdi." der.

İbn Abbas ise, Lat'ın son harfini (T) şeddeli okur ve Latta 'Yeluttu'dan türediğini iddia eder. Bir şeyi karıştırmak, harman etmek anlamlarına gelir. Nitekim İbn Abbas'a ve Mücahid'e göre, Lat, Taif yolu üzerinde bir tepede oturan bir şahsın adıdır. Hacca gidenlere arpayı ezip, şeker ve suyla karıştırarak ikram ederdi. Öldükten sonra bulunduğu tepe üzerine putunu dikmişler ve ona tapmaya başlamışlardır. İşte Lat ismi de buradan gelir. Fakat Lat hakkındaki bu izah, -her ne kadar İbn Abbas ve Mücahid gibi kimselerden rivayet edilmiş olsa da- kabul edilemez. Çünkü, birincisi Kur'an'da, Lat'ın son harfi şeddeli değildir. İkincisi Kur'an onların üçünden de 'ilahe' (tanrıça) olarak bahsediyor. Oysa onlara göre bu şahıslar (Lat) erkektir. Uzza da (izzet sahibi) Kureyşlilerin bir tanrıçasıydı. Mekke ile Taif arasında, Nahle vadisinde, Hurad adlı bir mevkide bulunuyordu. (Nahle vadisi ile ilgili açıklama için bkz. Ahkaf an: 33) Haşimoğulları'nın müttefiki Şeybanoğulları bu putun bakıcılarıydılar. Kureyş'in diğer kabileleri de bu puta tapar, kurban keser ve hediyeler takdim ederlerdi. Kabe'de yaptıkları gibi onun bulunduğu mevkide de kurban keserler ve onu putların en izzetlisi olarak kabul ederlerdi. İbn Hişam'ın rivayet ettiğine göre bir gün, Ebu Uheyye ölüm döşeğinde yatarken, Ebu Leheb kendisini ziyaret eder ve ağlarken görür. Bunun üzerine Ebu Leheb, "Ey Ebu Uheyye! niçin ağlıyorsun, yoksa ölümden mi korkuyorsun?

Oysa o herkese eninde sonunda gelir" demiştir. Ebu Uheyye ise "Vallahi ben ölümden korkmuyorum. Ancak benden sonra Uzza'ya kim tapacak? İşte onun için ağlıyorum" diye cevap vermiştir. Ebu Leheb, "Hiç kimse Uzza'ya senin için tapmıyordu ve sen öldükten sonra da tapmaktan vazgeçmeyeceklerdir" deyince, Ebu Uheyye "Şimdi rahatladım dedi." Artık biliyorum ki, bundan sonra yerime geçen biri var." Menat, Mekke ve Medine arasında, Kızıldeniz sahilinde, Kudeyd adlı bir mevkide bulunuyordu. Özellikle Huzaa, Evs ve Hacrec kabileleri ona taparlardı. Menat'ı tavaf ederler, ona hediyeler verirler ve kurban keserlerdi. Hac döneminde Beytullah'ı tavaf ettikten, Arafat ve Mina'ya gidildikten sonra, Menat ziyaret edilirdi. Öyle ki: "Lebbeyk Lebbeyk" sedaları yayılırdı etrafa. Ayrıca Beytullah'ı tavaf ettikten sonra, Menat'a hacc niyetiyle gidecek olanlar, Safa ve Merve arasında say etmezlerdi.

(MEVDUDİ)

Gördünüz mü Lat’ınızı, Uzza’nızı ve üçüncüsü olan Menat’ınızı? Lat, Menat ve Uzza, Mekkelilerin tapınmakta oldukları putlardı. Daha başka putları vardı da, bunlar onların en meşhurlarıydı. Hubel, Âsâf, Nâile gibi başka putları da vardı. Bunlar bilhassa Arabistan yarımadasında yaşayanların putlarıydı. Dikkat ederseniz bunların hepsi de dişiydiler. Bunlara dişi isimleri veriliyor, dişilik özellikleri veriliyordu. Çünkü adamlar tanrılarının güçsüz olmalarını istiyorlardı. Tapındıkları bu tanrılarının kendileri karşısında bir güç ve kuvvet göstermelerini, kendilerine egemen olmalarını istemiyorlardı. Gerektiği zaman tanrılarını alt edebilmeleri için seçtikleri tanrıları güçsüzlerden olmalıydı. Şimdi de Allah’ı güçlü bildikleri için, Allah’ı atlatamayacaklarını, alt edemeyeceklerini, yönlendiremeyeceklerini bildikleri için O’na kulluktan kaçıp yönlendirebilecekleri, atlatabilecekleri, kendileri gibi acizleri seçip onlara tapınan, onlara yasa belirleme yetkisi vermeye çalışanlar da aynı mantıkla hareket etmeye çalışıyorlar.

Gördünüz mü putlarınızı? Kulu ve elçisi Muhammed’e (a.s) böyle güçlü, böyle mükemmel bir elçisi vasıtasıyla bilgisini aktaran, mutlak bilgisiyle yeryüzünü aydınlatan Allah’ın yanında hiç bir güce sahip olmayan, hiçbir bilgiye sahip olmayan bu putlarınızın ne anlama geldiğini, ne değer ifade ettiğini anladınız mı? Kâinatın idaresinde onların hiçbir yetkilerinin olmadığını anladınız mı? Allah ile onların arasında hiçbir yakınlığın, hiçbir bağın olmadığını, onların Allah tarafından yaratılmış, kendilerine bile bir menfaat sağlama gücüne sahip olmayan aciz varlıklar olduğunu anladınız mı? Levh-i Mahfuz’un mutlak bilgi kaynağına, Sidretü’l Münteha ufuklarına kadar yücelmiş bir elçinin oradan size getirdiği mutlak doğru bilgiler varken, vahiy bilgisi, Allah bilgisi size gelmişken, sizler hâlâ bu basit putlar egemenliğinde hevâ ve heveslerinizin peşinde bir hayat yaşamadan yana sergilediğiniz bu tavırlarınızın size neleri kaybettirdiğinin farkına varamadınız mı? Bakın bundan sonraki âyetinde Rabbimizin gerek o günün, gerekse bugünün tüm putçuluk dünyasına, tüm müşrik dünyaya bir sorusu geliyor:

(A.KÜÇÜK)

“Efe-râ-eytû-ûmûllête vel-'ûzzê” peki, hiç düşündünüz mü? Lât ve Uzza’yı? Bu ikisi Kureyş’in iki ünlü putu. Yani 3 tane ünlü büyük putu var Kureyşin, ki çok putları var da. Mesela İs’af, Naile Merve ve sefa’daki putlar. Onlar burada sayılmıyor. Ama 3 büyük putu var Kureyş’in lât, menat ve uzza. İşte ikisi bu.

13 Lât [el-Lât, el-Lâhe): Taif'te dikili bir puttu. Kelimenin üretildiği leviyye, hayranlık verici parlaklıkta, sokunca öldüren dişi bir yılanın adıdır. "Dövüp ezmek" anlamındaki iet/e de nisbet edilmiştir. Uzza: "en yüce" anlamındaki e'azz'ın dişili. Tapınağı Mekke-Taif arasındaki Hurad'daydı. Hacda taşlanan üç put, buradaki üç ünlü putu temsil etse gerektir.

“Ve menêtes-sêlisete’l-ûğrâ” ve sonuncusunu. Hani şu üçüncüleri olan Menat’a (neden dişi isimler taktığınızı) hiç düşündünüz mü?

Tarihçiler bu ayetlerle ilgili şöyle bir olay anlatırlar. Meşhur adıyla garanik olayı diye bilinen olay. Kureyş baskıları, Müslümanlar üzerinde çok tırmanır, ayyuka çıkar. İşkenceler, eziyetler, yıldırmalar, hakaretler o kadar yükselir ki bu baskılar, Müslümanların bir kısmı artık baskıya dayanamaz, özellikle zayıf ve korumasız Müslümanlar ve Resulallah’ın da izni ile bu insanlar Habeşistan’a hicret ederler. Tarihlerde bu hicret kayıtlıdır.

Fakat 2 ay sonra Habeşistan’a hicret eden Müslümanlardan bir kısmı Mekke’ye geri döner. Bu geri dönüşün sebebi nedir sorusuna cevap sadedinde tarihçilerin itibar ettiği fakat muhaddislerin ve müfessirlerin uydurma ve yalan olarak tespit ettiği şu olay anlatılır. İki ay sonra Müslümanlardan bir kısmının, Habeş Muhacirlerinden bir kısmının dönüşü gerekçesi olarak.

Allah Resulü Kureyş’in baskılarından çok yılmıştı. Onların ilahi davete icabet etmemesi onu çok üzüyordu ve onların ilahi davete kulak vermesini temenni etti. Bu temenni ile Allah’tan bir bahane yaratmasını temenni etti, çok arzu etmişti. Yani bir bahane olsun da onlar tıkadıkları kulaklarını açsınlar bir kez dinleyebilsinler bu vahyi. Böyle bir temennisi oldu. Bu temenni şöyle bir icabetle sanki kabul olmuş bir duaya dönüştü.

Şeytan onun diline bu ayetleri tam okuduğu sırada bir iki cümle attı, bıraktı. Onlar tilkel garanikül ülâ, yani bu sayılan putlar, lat, menat, uzza. Bunlar yüce kullardır. Ve inne şefa’tehünne letürca. Bunların hiç şüphe yok ki şefaaleri umulur. Şeytan bu cümleleri Resulallah’ın bu ayetleri okurken diline bıraktı.

Resulullah secdeye vardı, onun secdeye vardığını gören müşrikler de secdeye kapandılar ve bunu duyan Habeş Müslümanları işte bu nedenle 2 ay sonra Mekke’de barış oldu, artık Kureyş direnişini kaldırdı. Artık eziyetini kaldırdı, vazgeçti haberini alarak Mekke’ye döndüler. Gibi bir gerekçe ürettiler.

Bir kez İbn. İshak, İbn. Huzeyme’nin de isabetle ifade ettiği gibi bu zındıkların açık bir uydurmasıdır. Ki daha sonra birçok müfessir de bunun uydurma olduğunun üzerine basa basa dile getirmişler, çünkü sahih bir isnadı yok. Sahih bir kaynağı yok. Ama bizce de uydurmadır, sahih bir isnadının olmaması yanında iki tane kapı gibi akli delili vardır bunun.

Birincisi Necm sûresinin Habeş hicretinden önce inmiş olduğu yorumuna dayanır bu olay, bu uydurma. Oysa bu kesinlikle doğru olamaz Necm sûresi bu olaydan yani Habeşistan hicretinden sonra inmiş olamaz. Neden? Çünkü Mekke putlarının ilk bahsedildiği sûre, ilk yerildiği sûre bu sûre. Mekke putları yerilmeden önce zaten Mekke’liler Müslümanlara baskı yapmıyorlardı. Kureyş Müslümanlara baskı yapmıyordu. Yani sadece dinlemiyorlar, kulaklarını tıkıyorlar ve aldırmıyorlardı. Baskı onların putlarını yerince geldi ve putlarının yerildiği ilk ayetler de bu sûrede yer aldı. Dolayısıyla nasıl Habeş hicretinden sonra inmiş olabilir bu sûre. Zaten baskı ilk bu sûre ile başlamış olmalı ve baskı başlamadan da hicret olmaz. Çünkü baskı görmeden Müslümanların Habeşistan’a, yurtlarını yuvalarını terk ederek hicret ettiklerini düşünmek abes. Bu bir.

İkincisi Hz. Peygamber bu olayın 20. ayette ifadesini bulan putları ısrarla ve açıkça eleştiri ayetleri ortadayken Hz. Peygamber bu sûreyi okurken nerede secde etmiş olabilir. Secde ayeti bu sûrenin son ayetidir. Yani 62. ayet. Resulullah secde etti, müşrikler de secde ettiler. Hikaye bu. Peki de peygamberimiz sûrenin ortasında secde etmiş olamaz. Çünkü adeti gereği secde ayetinden sonra secde ediyor. Secde ayeti ise sûrenin en sonunda. Sûrenin en sonuna kadar peygamberimizi dinledilerse bu durumda putları yeren ayetleri de dinlemiş olmaları lazım. Birazdan onların tefsirine geleceğiz. Onlar putlarını yerden yere vuran bu ayetleri dinleye dinleye, anlaya anlaya nasıl oldu da secde ettiler. Bu çelişki teşkil etmez mi? İkincisi de bu. Bu iki delil ile akli delil ile bu olayın kesinlikle uydurma bir olay olduğu açıktır.

[Ek bilgi; Zaten bu sûrenin 3. ayeti Peygamberin kendi heva ve hayalinden konuşamayacağı açıkça açıklanıyor. Ayetleri değiştirmek, eklemek, eksiltmek şeytanın gücü mesabesinde olan bir şey değil.]

14 Menat: "kader, ölüm" anlamındaki menâ'dan. Tapınağı Medine yolu üzerindeydi.

15 Tarihçilerin çoğu bu âyetlerle ilgili şöyle bir olay naklederler: Kureyş'in şiddetli baskı ve zulümlerine maruz kalan bir kısım Müslüman önce Habeşistan'a hicret etti, iki ay sonra Mekke'ye döndü. Bu dönüşün sebebi şöyle açıklandı: Hz. Peygamber, Mekke soylularının kendisine tavır koymasından müteessir oldu. İçinden Allah'ın onları kendisine yaklaştıracak bir şey yapmasını temenni etti. Bunun üzerine Necm'in buraya kadarki âyetleri nazil oldu. 20. âyete gelince, Şeytan onun diline "Bunlar yüce kuğulardır, elbet şefaatleri umulur" cümlelerini söyletti. Bunu duyan Kureyş sevindi ve secde eden Peygamber'le birlikte secde etti. Bunun haberi Habeşistan'a gidince, oradakilerin bir bölümü "Kureyş teslim oldu" gerekçesiyle döndü (İbn İshak, Sira-, Taberî, Tarih; lbnu'1-Esir, Tarih vd.) Bu olayı. Hac 52 ile açıklayanlar da olmuştur. Bazı yorumlara göre, güya bunları Hz. Peygamber'in diline şeytan koymuştur. Şeytan bu sözleri Hz. Peygamber'e değil, bu (yalanı uyduran) zındıkların diline koymuş olmalıdır. Zira: "Ve şeytanlar kendi dostlarına, sizi (iyi ve kötüyü belirleme konusunda) tartışmaya çekmeyi telkin ederler" (73/En'âm: 121). İbn İshak b. Huzeyme'nin dediği gibi "Bu, zındıkların uydurmasıdır". Bu haber dış ve iç bağlam açısından izahı mümkün olmayan iki çelişki içermektedir: 1) Bu rivayet, Necm sûresinin Habeş hicretinden sonra indiği yorumuna bina edilir. Bu kesinlikle yanlıştır. Necm sûresi Kureyş tanrılarını açıkça eleştiren ilk sûredir,- ve Kureyş baskı politikasını putlarına yönelik yoğun eleştirilerin ardından başlatmıştır. Zira bu eleştiri olmadan baskı, şiddetli bir baskı olmadan da hicret olamazdı. 2) Hz. Peygamber'in secdesi söz konusuysa, bunu sûredeki secde âyetine geldiğinde yapmış olmalıdır. Secde âyetiyse sûrenin son âyetidir. Bu durumda bu putları ve onlara tapan Kureyş'i yerden yere vuran 21-32. Âyetleri de okumuştur. Şu halde: Bunları duyduktan sonra Şeytanın attığı iddia edilen sözlerin hükmü tamamen geçersiz kalır, bu bir. Söz konusu âyetlerdeki ağır eleştiriyi duyan müşriklerin secdesinden söz etmek abestir, bu da iki.

(M.İSLAMOĞLU)