Ey vahye bürünen!
Ey bürünen,
Ey örtüsüne bürünen!1 1- Bu bir deyimdir. Sorumluluk yüklenen, seslenilen, vahye muhatap olan, içine kapanıp toplumdan soyutlanan, yılgınlık gösteren” gibi anlamlara gelmektedir.
Ey örtülere bürünen (insan)!
Sen ey ağır yük yüklenen (Nebi)!
Ey örtüsüne bürünen,
Ey içine kapanan[*] kişi! [*] Kendine verilen görev karşısında ne yapacağını düşünüp duran.
Ey giysisine bürünüp yatan!
MEAL
1.) SEN ey ağır yük yüklenen1 (Nebi)!
2.) Kalk gecenin ilerleyen bir vaktinde!2
3.) Gece yarısı, ondan biraz eksilt
4.) veya biraz ilave et; ve oku Kur'an'ı3 sindire sindire!4
(M.İ)
1.) Ey örtüsüne bürünen/içine kapanan Peygamber!1
2.) Geceleri kalk ve gecenin bir kısmını ibadetle geçir.
3-4.) Gecenin yarısını yahut aşağı-yukarı buna yakın bir süreyi ibadetle geçir ve [namazda] Kur'an'ı ağır ağır, sindire sindire oku. (M.Ö)
1-4.) Ey örtünüp bürünen Muhammed! Gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce bir müddet için kalk ve ağır ağır Kur’an oku.
(A.K)
TEFSİR
Hadis kaynaklarında anlatıldığına göre Hz. Peygamber Hira mağarasında ilk vahyi aldığında bu olaydan fevkalâde etkilenmiş, doğruca evine gidip eşi Hz. Hatice’ye, “Beni örtün, beni örtün!” demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüşler, korkusu geçip rahatlayıncaya kadar bu şekilde kalmıştır (bk. Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 3, 7; Müslim, “Îmân”, 252, 255). İşte 1. âyetteki “müzzemmil” kelimesi onun bu halini ifade etmektedir. Hz. Peygamber örtüsüne bürünmüş bir halde dururken yine Cebrâil gelmiş ve “Ey örtüsüne bürünen!” hitabıyla başlayan yeni vahiyler getirmiştir (bk. Şevkânî, V, 364; İbn Âşûr, XXIX, 256). Bundan sonraki Müddessir sûresi de aynı sebeple gelmiştir. Çünkü bu durum bir süre devam etmiştir. Bununla birlikte “örtüsüne bürünen” ifadesine mecaz olarak, “peygamberlik kisvesine bürünen, Kur’an’a bürünen, uyumak için örtüsünü üzerine çeken, uykuya dalmış olan, kendi kendine dalıp düşünen” anlamları da verilmiştir (Şevkânî, V, 364; Esed III, 1200). 2. âyette Hz. Peygamber’e gecenin büyük bir kısmını ibadetle geçirmesi emredilmiş; 3 ve 4. âyetlerde ibadet süresinin miktarı gecenin yarısı veya daha azı yahut biraz fazlası olarak tayin edilmiştir. 20. âyette ise bu sürenin, üçte ikisine yakın, yarısı, üçte biri olarak uygulandığı bildirilmiştir. Çoğunlukla tefsirlerde gece kalkıp namaz kılmanın Hz. Peygamber’e farz olduğu, beş vakit namaz farz kılındıktan sonra da bu ödevin aynen devam ettiği bildirilmektedir. Teheccüd adı verilen bu gece namazı yükümlülüğü Hz. Peygamber’e mahsus olup ümmetinin de geceleyin kalkıp bu namazı kılmaları sünnet kabul edilmiştir (İbn Âşûr, XXIX, 258; ayrıca krş. İsrâ 17/79). “Tane tane, hakkını vererek oku” diye çevirdiğimiz fiilin masdarı olan tertîl, sözlükte “bir şeyi güzel bir şekilde sıralamak, dizmek, açığa çıkarmak ve açıklamak” anlamlarına gelmektedir. Burada Kur’an’ın açık ve düzgün bir şekilde, tane tane ve yavaş yavaş, mânası üzerinde düşünerek okunması kastedilmektedir. Bu şekilde okumak Kur’an’ı anlamaya ve mânalarını düşünmeye daha elverişli olduğu için yüce Allah böyle okunmasını emretmiştir. Hz. Peygamber’in Kur’an’ı, harflerinin hakkını vererek ağır ağır okuduğu rivayet edilir (İbn Kesîr, VIII, 276).
(DİYANET TEF.)
Evet, "Ey örtüye bürünerek saklanan Muhammed, kalk..." Bu göğün seslenişi, yüceler yücesi Allah'ın komutudur. Kalk, seni bekleyen büyük görev için, senin tarafından sırtlanmak üzere hazırlanan ağır yükün altına girmek için ayağa kalk. Çalışmak, yorulmak, sıkıntı çekmek ve eziyetlere katlanmak için ayağa kalk. Kalk, uyku ve istirahat zamanı geride kaldı. Kalk, bu görev için hazırlan, onun gerektirdiği eğitimden geç.
Bu komut Peygamberimizi sakin evinin, ılık yuvasının yumuşak yatağından çekip çıkararak coşkun ve kurşun gibi ağır dalgalarının ortasına, vicdanlardaki ve pratik hayattaki çekici ve itici boğuşmaların arasına atan büyük ve ürpertici bir buyruktur.
Sırf kendisi için yaşayan kimse huzur içinde yaşayabilir. Fakat küçük olarak yaşar ve küçük olarak ölür. Böylesine ağır bir yükü sırtlanan büyük adama gelince uyku, rahatlık, ılık yatak, sakin hayat ve gönül okşayan konfor onun neyine. Peygamberimiz işin iç yüzünü anlamış, gerçeği farketmişti. Bu yüzden eşi Hatice'nin heyecanını yatıştırması ve uyuması yolundaki önerisine "Ey Hatice, uyku zamanı geride kaldı" diye karşılık verdi. Evet, uyku dönemi bir daha geri gelmemek üzere gerçekten geçmişti. O günden itibaren Peygamberimizi sadece uykusuz geceler, yorgunluklar, uzun ve zorluklarla dolu bir cihad görevi bekliyordu. Evet;
"Ey örtüye bürünerek saklanan Muhammed, Geceleyin biraz uyuduktan sonra kalk. Gecenin yarısında uyanık ol, ya bu miktarı biraz eksilt, ya da artır da ağır ağır Kur'an oku."
Burada büyük göreve hazırlayıcı, araçları ilahi kaynaklı ve garantili sonuç verecek bir eğitim programı ile karşı karşıyayız. Bu programın ana maddesi gece uykusunu bölerek kalkmaktır. Üst sınırı gecenin yarısından çok ve üçte ikisinden az bir süredir. Alt sınırı ise gecenin üçte birlik bölümüdür. Gecenin bu saatlerinde namaz kılınacak ve ağır ağır Kur'an okunacaktır. Ayetin orijinalinde kullanılan "tertil" sözcüğü tok sesle, "tecvid" kuralları uyarınca her harfi doğru biçimde seslendirecek, bu arada şarkı söyler gibi yapmayarak, sözcükleri ağız boşluğunda dalgalandırmaktan kaçınarak Kur'an okumaktır.
Peygamberimizin geceleri kıldığı "vitir" namazlarının on bir rekatı geçmediği yolunda elimizde kesin bilgiler vardır. Fakat Peygamberimiz gecenin üçte birinden biraz eksik bölümünü bu rekatlarla geçirirdi. Çünkü Kur'an'ı ağır ağır, tane tane okurdu.
İmam-ı Ahmed'in Yahya b. Said (ibn-i Ebu Arub), Katade ve Zarare b. Evfa kanalı ile "Müsned" adlı eserinde verdiği bilgiye göre Said b. Hişam bir gün Abdullah b. Abbas'a gelerek kendisine Peygamberimizin nasıl bir vitir namazı kıldığını sordu. Abdullah ibni Abbas da ona "Peygamberimizin kıldığı vitir namazı hakkında en geniş bilgisi olan kimsenin kim olduğunu sana söyleyeyim mi?" diye sordu. Said b. Hişam'ın "evet, söyle" demesi üzerine Abdullah b. Abbas "Hz. Ayşe'ye git ve bu soruyu ona sor, sonra da gel, verdiği cevabı bana anlat" dedi. Hikayenin bundan sonrasını Said b. Hişam şöyle anlatıyor:
Hz. Ayşe'ye "Ey müminlerin annesi, Peygamberimizin ahlâkı hakkında bana bilgi ver" dedim. Hz. Ayşe bana "Sen Kur'an okumuyor musun?" diye sordu. "Evet" demem üzerine "Peygamberimizin ahlâkı Kur'an'ın kendisi idi:' dedi. Bu cevabın arkasından kalkmayı düşünmüştüm ki, birden aklıma Peygamberimizin gece ibadeti konusu geldi. Hz. Ayşe'ye "Ey müminlerin annesi, Peygamberimizin gece nasıl ibadet ettiği konusunda bana bilgi ver" dedim. Hz. Ayşe bana "Sen Müzzemmil suresini okumadın mı?" diye sordu. "Evet, okudum" demem üzerine Hz. Ayşe şunları söyledi; "Yüce Allah bu surenin baş kısmında geceleri ibadet etmeyi farz kıldı. Bunun üzerine Peygamberimiz ile yakın arkadaşları bir yıl boyunca geceleri ayakları şişesiye kadar namaz kılmaya koyuldular. Yüce Allah bu surenin son ayetini on iki ay gökte tuttu. Bir yıl sonra inen son ayetle bu yük hafifletildi ve gece ibadeti farz olmaktan çıkarak nafileye dönüştü.
Bu cevabın arkasından yine kalkmayı düşünmüştüm ki, birden aklıma Peygamberimizin nasıl bir vitir namazı kıldığı konusu geldi. Hz. Ayşe'ye "Ey müminlerin annesi, Peygamberimizin nasıl bir vitir namazı kıldığı hakkında bana bir bilgi ver" dedim. Hz. Ayşe bana şunları söyledi; "Biz O'nun abdest suyunu ve misvakını hazırladık. Allah O'nu gecenin dilediği saatinde uyandırırdı. Kalkınca ağzını misvaklar, abdest alır ve namaza dururdu, hiç oturmadan sekiz rekat kılardı. Sekizinci rekatta oturunca Allah'ın adını anar, O'na dua ederdi. Sonra selâm vermeden kalkar, dokuzuncu rekatı kılardı. Sonra oturup tek olan Allah'ın adını anar, dua eder, arkasından işitebileceğimiz bir ses tonu ile selam verirdi. Bu selamın arkasından oturduğu yerde iki rekat daha kılardı. Yavrum, böylece kıldığı vitir namazı on bir rekat olurdu. Sonraları yaşlanıp da vücudu ağırlaşınca ayakta kıldığı dokuz rekatlık vitri yedi rekata indirdi. Selam verdikten sonra da oturarak iki rekat daha kılıyordu. Yavrum, böylece kıldığı toplam vitir namazı dokuz rekat oluyordu. Peygamberimiz kıldığı namazları sürekli olarak kılmayı severdi. Bu yüzden geceleri uyanamayınca yahut bir sancısı, bir hastalığı olunca kaçırdığı bu gece namazı yerine gündüzleri on iki rekat kılardı. Peygamberimizin gece sabaha kadar Kur'an okuduğunu ve Ramazan dışında bir ay boyunca oruç tuttuğunu hiç hatırlamıyorum.
Bu eğitim programı, indirilecek olan "ağır söz"e Peygamberimizi hazırlamak içindi. Okuyoruz: "Çünkü biz sana sorumluluğu ağır bir söz indireceğiz."
"Ağır söz"den maksat bu Kur'an ve içerdiği yükümlülüklerdir. Kur'an aslında "ağır" değildir, okunması ve anlaşılması kolay bir kitaptır. Fakat o "hak" terazisindeki tartısı ve kalplere yönelik etkisi açısından "ağır"dır. Nitekim yüce Allah başka bir ayette "Eğer biz bu Kur'an'ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen onun Allah korkusu ile parça parça olduğunu görürdün" buyuruyor. (Haşr Suresi, 21) Ama yüce Allah Kur'an'ı bir dağa değil de onu algılamaya yetenekli ve dağdan daha sağlam, daha sarsılmaz bir kalbe indirdi.
Bu nur ve bilgi feyzini algılayıp özümlemek, gerçekten uzun hazırlığı gerektiren ağır bir işti.
Büyük ve soyut evrensel gerçeklerle iletişim kurmak, gerçekten uzun hazırlığı gerektiren ağır bir işti.
Yüceler alemi ile, evrenin özü ile, canlı-cansız tüm yaratıkların ruhları ile Peygamberimizin kurduğu gibi bir ilişki kurmak, gerçekten uzun varlığı gerektiren ağır bir işti. Tereddütsüz ve kuşkusuz bir kararlılıkla bu yola koyulmak, bu görevi yürütürken içgüdülerin fısıltılarına, dışardaki çekim odaklarına ve engellere kapılmaksızın, sağa-sola bakmaksızın ilerleyebilmek, gerçekten uzun hazırlık gerektiren ağır bir işti.
Geceleyin herkes uyurken ayakta olup ibadet etmeyi, gündelik hayatın dağdağasından ve karmaşasından uzaklaşarak yüce Allah ile ilişki kurmayı, O'nun feyzini ve nurunu algılamayı, O'nun birliğinin beraberliğinde coşup O'nunda başbaşa kalmanın masum yaşamayı, sanki yüceler aleminden yeni iniyormuş gibi ve varlık aleminin her yanından sözsüz ve sözcüksüz bir yankı yükseliyormuş gibi bir heyecanla evrenin sessizliği ortasında ağır ağır Kur'an okumayı, gecenin karanlığı içinde Kur'an'ın ışınlarını, mesajlarını ve yüksek frekanslı titreşimlerini düşünelim. Bütün bunlar bu "ağır sözü" yüklenmeye, bu değerli yükümlülüğü sırtlanmaya, bu ağır sıkıntıyı göğüslemeye hazırlanan Peygamberimiz için son derece gerekli birer azık niteliğindedirler. Aynı zamanda bu çağrının savunuculuğunu üstlenen her kuşaktan dava adamları için bu böyledir. Bu saydıklarımız, uzun ve meşakkatli yolları boyunca dava adamlarının kalplerini aydınlatır, onları şeytanın vesveselerinden ve bu aydınlık yolu saran karanlıkların çöllerinde şaşırmaktan korur. Okumaya devam edelim:
(S.KUTUB)
1. Bu kelime ile, Allah Rasulü'ne "Kalk ve geceleri ibadetle geçir" emri verilmektedir. Bundan anlaşılıyor ki o an Rasulullah uyuyor idi. Veya uyumak için bir örtü çekerek uzanmıştı. O zaman Allah (c.c) O'na "Ey üstüne örtü çekerek uyuyan" diyerek hoş bir üslub ile seslenmişti. Bundan, "Şimdi artık rahat yatma zamanı geçmiştir. Büyük bir yük yüklendin, bu işin sorumluluğu başkadır" sonucunu çıkarmaktayız.
2. Bunun iki anlamı olabilir. Birincisi, "Geceyi namazla kıyamda geçirin ve çok az bir kısmında uyuyun." İkincisi ise "Bütün geceyi namazla geçirmen emrolunmaktadır. Hem istirahat et ve hem de gecenin az bir kısmında ibadet et," şeklindedir. Fakat, bir sonraki ayetlerden birinci anlamın daha uygun olduğu anlaşılmaktadır. İnsan Suresi 26. ayet de bunu teyid etmekte ve "Gecenin bir bölümünde O'na secde et ve geceleyin uzun uzadıya O'nu tesbih et" denilmektedir.
3. Bu gecenin ne kadarını ibadetle geçirecektir? Ayet, bu vaktin miktarını açıklamaktadır. Burada, gecenin yarısından biraz fazla veya biraz az ibadet etmesi konusunda Allah Rasulü serbest bırakılmıştır. Ama anlaşılmaktadır ki, burada gecenin yarısı tercih edilmektedir. Çünkü o, yarı ölçüt kılınarak bunun biraz azı veya çoğu hususu ona bırakılmıştır.
4. Yani, çok hızlı okumayın, yavaş yavaş ve kelime kelime okuyun. Her bir ayet üzerinde durun ki zihninizde ilahi kelâm'ın manası ve esprisi iyice yerleşsin ve muhtevası size tesir etsin. Bazen geçen, Allah'ın zatının ve sıfatlarının zikri de kalbinize kök salsın, O'nun büyüklüğünü, heybetini hissettirsin, Allah'ın Rahmeti'nin beyanı içinizde şükran cezbesi uyandırsın. O'nun gazab ve azabının zikri ise içinizde korku yaratsın. Eğer bir şey emrolunmuşsa veya bir şeyden menolunuyorsa bu emir ne içindir ve bu nehiy hangi şey içindir iyice anlaşılsın.
Velhasıl, Kur'an'ı okumak sadece kelimeleri telaffuz etmek değildir. Onun üzerinde tefekkür etmek gerekir. Hz. Enes'ten, Allah Rasulü'nün kıraatı sorulmuştu. O da cevaben dedi ki: Allah Rasulü kıraat ettiğinde kelimeleri uzatırdı. "Mesela, Allah, Rahman, Rahim kelimelerini med ile (çekerek) okurdu." (Buhari). Aynı soru Ümmü Seleme'den soruldu. O da şöyle cevap verdi: "Allah Rasulü tane tane ve ara vererek okur, her ayet üzerinde dururdu. Meselâ, Elhamdülillahi-Rabbil-Alemin der bir dururdu, sonra Errahmanirrahim der durur, sonra maliki yevmiddin derdi." (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi) Ümmü Seleme başka bir rivayette de dedi ki: "Allah Rasulü kelime kelime, açık ve net okurdu." (Tirmizi ve Nesei). Hz. Huzeyfetü'l-Yemani diyor ki "Bir kere bir gece Rasulüllah'ın yanında namaza durdum. Azap ayeti gelince kıraatı kesip istiazede bulunur, rahmet ayeti gelince de kıraatı keser dua ederdi." (Müslim ve Nesei). Hz. Ebu Zer diyor ki: "Bir kere gece namazında Allah Rasulü, sabah oluncaya kadar 'eğer onlara azab edersen, onlar senin kulların, şayet onları affedersen Sen aziz ve hakimsin' (5/122) ayetini tekrarladı durdu." (Müsned-i Ahmed, Buhari ve Nesei)
(MEVDUDİ)
Bu sûrenin anlaşılabilmesi için yine tarihe, tarihî bilgilere intikal zarûrî olacaktır. Herhangi bir sûrenin anlaşılabilmesi için o sûrenin zaman ve mekan boyutunun bilinmesi gerekir. Yani sûrenin konumunun tespiti gerekir. Sûre ne zaman gelmiş ve Kur’an’da nereye yerleştirmiş, bunun bilinmesi gerekir. Geliş dönemine bakıyoruz. Rabbimiz Alak sûresiyle “Oku!” dedi, sonra tekrar bir “Oku!” emri daha verildi. Allah’ın Resûlü ne yapacağını, ne okuyacağını bilmez bir durumdaydı. Belki peygamberliğini, peygamber olduğunu anladı ama ne yapacağını, nasıl yapacağını bilmiyordu. Belki bu arada Müzzemmil gelmeden önce üç-beş âyet de Kâlem sûresinden gelmişti. Okuması gerektiğini anlayan Allah’ın Resûlü, ne okuyacağını, nasıl okuyacağını, ne zaman okuyacağını ve ne adına okuyacağını bilmiyordu. İşte bu dönemde böylesine şaşkın ve sarsıntılı bir dönem yaşıyordu.
Böyle ne yapacağını bilmez bir dönem yaşayan Allah’ın Resûlü, zaman zaman Cebrâil ile karşılaşıyor, korkuyor, evine geliyordu. Çok sıkıldığı dönemlerinde Rabbimiz Cebrâil’ini gönderiyor, semâda gördüğü melek kendisine: “Korkma ey Muhammed! Sen Allah’ın Resûlüsün!” diyordu. Artık Rasûlullah Efendimizin yaşadığı bu dönem bir hazırlık dönemi miydi, ruhen peygamberliğe bir hazırlık mıydı, yoksa Rabbimizin murad ettiği başka hikmetleri mi vardı, bilmiyoruz. Çünkü Rasûlullah Efendimizin ruhen bu işe hazırlığı ta doğumundan başlamıştı zaten. Doğuştan Allah’ın Resûlü’nde ayrı bir beden, ayrı bir vücut, ayrı bir denge, ayrı bir bakış, ayrı bir ruh hali, ayrı bir dayanma ve tahammül gücü, ayrı bir cesaret, ayrı bir şefkat vardı. Yani bu sûre gelmeye başlamadan önce de Rasûlullah Efendimizde böyle bir oluşum zaten devam etmekteydi.
Allah’ın Resûlü korkmuş, ürkmüş, evine gelmiş ve bir kenara yatmıştı. Hanımı Hatice annemize üstünün örtülmesini de emretmişti. Ama az sonra Cebrâil geldi ve: “Ey örtüsüne bürünüp yatan, kalk!” dedi. İşte hadise zâhirde anlatıldığı şekliyle böyledir. Ama bu zâhirîn arkasında Hz. Hatice annemizden intikal eden bir kıyam gerçeği vardır. Annemizin rivâyetinde Rasûlullah Efendimiz buyurur ki: “Hatice annemiz: “Ey Allah’ın Resûlü! Biraz dinlensen! Az biraz uyusan! Azıcık bir kenara çekilip istirahat etsen! Tabiri caizse şöyle biraz köşene çekilsen! Kendi dünyanı yaşasan biraz!” deyince Allah’ın Resûlü hanımına diyordu ki:
“Hayır ya Hatice! Yatma zamanı geçti! Dinlenme zamanı geçti! Kıyam zamanıdır şimdi! Allah kıyam emrediyor!” Buna göre İslâm’ın emrettiği ikinci vazife bu kıyam olacaktı, ya da tekrar edilen ikinci vazife buydu. Ne anlayacağız bundan? İşte bu dıştan anladığımız, az evvel ifade ettiğim zâhiren anladığımız mânânın dışında, onun arkasında bir mânâ daha olacaktı.
Peygamber Efendimize sanki Cebrâil diyordu ki: “Ey Alak'la oku emrine muhatap olan, okuması gerektiğini anlayan, okumadan olmayacağını kavrayan, okumasız din olmayacağının farkına varan peygamber! Ey Rabbinden aldığı okuma emrine teslimiyet ortaya koyan ama ne okuyacağını, ne zaman okuyacağını, nasıl okuyacağını, ne adına okuyacağını bilemeyen, kestiremeyen peygamber! Ey işe nereden başlayacağını bilemeyen peygamber! Ey kendi köşesinde, kendi dünyasında, kendi âleminde, kendi atmosferinde kendi kendine bir hayat yaşamaya çalışan peygamber! Kendi kendine hayat programı çizen, kendi hayatını yaşayan peygamber!
Gece kalk! Gece kıyam et!” Burada istenen kalkma emri, sadece o geceye mahsus veya işte Rasûlullah Efendimizin korkup, ürküp gelip yattığı evinde kalk emri verilmiyordu kendisine. Yani o anda evinde bürünüp yatan peygambere kalkma emri verilmiyordu. Öyle değildir mânâ. Ya ne? Bir kıyam emri veriliyordu Rasûlullah’a ki, bu sadece o anda bir kalkış değil, hayatının sonuna kadar sürecek ve hiçbir zaman kesintisi olmayacak bir kıyam emriydi. Zira ilk sûrede emredilen “Oku!” emri de böyleydi. Bu emir o anda okuma emri değil, bir ömür boyu Rasûlullah’a, kıyamete kadar da ümmetine okumayı gerektiren bir emirdi. Anlıyoruz ki hem kıraat emri, hem de kıyam emri bir anlık
bir emir değildir. Kıyam emri de böyledir. Rabbimiz peygamberine diyordu ki:
“Ey köşesine çekilmiş yatan, kendi dünyasına çekilmiş, kendi âlemini yaşayan, kendi kendine varlığını sürdürme çabasında olan, ya da henüz vahiyle ilgisi gerçekleşmemiş, okumayı yürütmeyen peygamber!” Bize yönelik söyleyecek olursak, “ey kendi köşesine çekilmiş, rahatına yönelmiş, vahiyle diyalog kurmayan, okumaya inanmayan Müslümanlar! Kendi dünyasına çekilmiş, carkını curkunu kurmuş, rahatına bürünmüş ve Bakara’yla, Âl-i İmrân'la, Müddessir'le, Müzemmil'le ilgi kurmadan yaşayan Müslümanlar! Gece kalkın ve Rabbinizin kitabıyla diyalog kurun!” İşte kıyam emrinin böyle bir özelliği vardır. Kıyamın Rasûlullah’ın hayatında ve onun yolcularının hayatında böyle bir önemi, böyle bir sürekliliği vardır. Kıyamı çok iyi anlamak zorundayız. Kıyam, mü’minin hayatında vazgeçilmez bir hadisedir. Bakıyoruz bugün kıyamdan söz edenler bununla hep ihtilali anlar, ihtilali kastederler. Yani “kıyama kalkalım, kıyam edelim, kıyamı gerçekleştirelim” dendi mi, bugün insanlar nedense hep ihtilal anlıyorlar. Halbuki kıyamın mânâsı bundan çok daha farklı, bundan çok daha şümullüdür. Meselâ bakın Mâide sûresinde Rabbimiz Kabe’yi insanlar için kıyam sebebi, kıyam mahalli kıldığını anlatıyor.
Bundan da anlıyoruz ki, kıyam, ihtilal mânâsına anlaşılamaz. Çünkü kıyam, tüm ihtilalleri, tüm inkılapları, tüm değişim ve düzenlemeleri, tüm kullukları, kabulleri bağrında taşıyan Allah’la diyalogun merkezidir. Burada emredilen kıyamdan, hayatımızın mihveri olan, hayatımızın maketi olarak bize tanıtılan ve sürekli örnek olarak yapmamız istenilen namazla kıyamı anlamamız gerekecektir. Çünkü namazdaki kıyam, hayattaki kıyamın maketidir. Sosyal hayatın kıyamını anlayabilmek için namazın kıyamını anlamak zorundayız. Namazdaki kıyamı anlamadan hayattaki kıyamı anlamak da, böyle bir kıyamı gerçekleştirmek de mümkün değildir.
Peki nedir namazdaki kıyam? Nasıl anlayacağız namazın kıyamını? Namazın kıyamı kıraati gerçekleştirme makamıdır. Yani namazdaki kıyamın hedefi kıraattir. Gücü yetiyorsa kişinin ayakta, beli bükülmüş, takat getiremeyecek bir durumdaysa bir sandalyede, koltukta, ya da oturarak, buna da gücü yetmiyorsa yatarak gerçekleştirdiği kıraat ortamıdır kıyam. Kıraatin gerçekleştirildiği bir zemin, bir ortamdır. Kıyam, kıraat ortamı, kıraat atmosferidir. Kıyamın hedefi, kıraati gerçekleştirmektir. Kıyam ne için yapılır? Kıraat için. Demek ki kıyamın hedefi kıraati, yani okumayı gerçekleştirmektir. Peki o zaman buna göre şimdi şu anda biz kıyamda mıyız? Şu anda kıyamı gerçekleştiriyor muyuz? Kıyama kalkmış mıyız? Kıraat ortamındaysak, Allah’ın âyetlerini okuyorsak, Allah’tan mesaj alma makamındaysak, evet. Ama şurasını da unutmamalıyız ki, kıyamın da, kıraatin de şartları vardır ve bunlar mutlaka yerine getirilmelidir. Nedir o şartlar?
1- Hadesten taharet,
2- Necasetten taharet.
Evimizde, çevremizde, dükkanımızda, çarşımızda, pazarımızda, okulumuzda yani kıyam ve kıraat ortamımızda kıyam ve kıraatimizi ters yönde etkileyecek, engelleyecek, lekeleyecek tüm maddî ve manevî pislikleri temizleyeceğiz. Maddî, yani gözle görülen pislikleri, kendimizde, elbisemizde, evimizde, hanımlarımızda, çocuklarımızda, akrabalarımızda görülen pislikleri temizleyeceğiz. Veya metodumuzda pislikler varsa, onları da temizleyeceğiz. İslam’ı hakim kılmak için seçtiğimiz metodumuzda küfürden, şirkten kokular, karışımlar varsa onları terk edecek, saflarımızı temizleyeceğiz. Saflarımızda küfürden, şirkten etkilenenler varsa önce onları temizleyeceğiz.
Kan, irin, fâiz, kumar, içki, kadın, put, şirk türünde ne kadar görünen maddî pislikler varsa onlar temizlenecek. Bir de gözle görülmeyen manevî pislikler de temizlenecek. Küfür, şirk, nifak, riya, tembellik ve atalet, dalga geçmek ve alaya almak, kıyamı ve kıraati ciddiye almamak gibi tüm manevî pislikler de temizlenecek. Evet, böyle isli paslı gidilmez! Temizlik yapılacak, hadesten ve necasetten taharet gerçekleştirilecek.
3- Setr’ul avret. Açık saçık gidilmez Allah’ın huzuruna, setru’l avret yapılacak. Silahsız, cephanesiz, hazırlıksız, teçhizatsız, plansız, programsız, hesapsız, çırılçıplak ortaya çıkılmaz. Çünkü sosyal hayatın kıyamları, namazın kıyamına özdeştir. Namazın kıyamının şartları yerine getirilmeden nasıl ki kıyam gerçekleştirilemezse, sosyal hayatın kıyamı da şartlar hazırlanmadan gerçekleştirilemez.
4- Kıble. Kıble, yani hedef iyi belirlenecek. Yani kime yönelik kıyam? Neye yönelik kıyam? Kimin adına ve kimi razı etmek için kıyam? Bunun belirlenmesi gerekmektedir. Hedefin belirlenmesi gerekmektedir. Ne için gidiyorsun huzura? Şöhret için mi? Para için mi? Makam için mi? Yoksa Allah dedi diye mi? Ne için gittiğini belirleyeceksin.
5- Vakit. Yani zaman iyi belirlenmelidir. Zaman iyi ayarlanacak. Vakitsiz kıyam gerçekleştirilmez. Kıyam zamanı iyi belirlenecek. Ama eğer mü’minlerden birileri kıyama başlamışsa onların kıyamına katılmayarak sanki onlardan ayrı olarak yeniden kıyam etme çabasında olunmamalıdır. Hemen mesbûk olarak onlara uymalıdır. Ama yok sen başlatacaksan kıyamı, o zaman zamanını çok iyi ayarlayacaksın. Sonra “Allahu Ekber” diyerek, Allah’ı en büyükleme, tekbir ile işe başlayacaksın. Allah’ı en büyük kabul edeceksin. Kıraatin önünde, kıraatin sonunda, tazimin önünde, tazimin sonunda, her bir ortamda, her bir stratejik konumda hep “Allahu Ekber” diyecek ve bunu sürekli tekrarlayacağız. Bundan sonra da, “Elhamdülillah” diyecek ve sadece Allah’ı hamde lâyık görecek, Allah’tan başkalarını hamde lâyık görmeyeceksin. Allah’ı Rabb, hayata karışır bileceksin. Böylece hayatı düzenlemek üzere O’ndan mesaj alacaksın. İşte bu emrinden benim anladığım bunlardır.
Müzzemmil ve Müddessir sûrelerinin hangisinin önce hangisinin sonra olduğunu bilemiyoruz. Yine “Zemmiluni” ile “Dessiru-ni” ifadelerinin farkının ne olduğunu da bilmiyoruz. Ama ikisinin de bir tür örtünme ile ilgili olduğunu biliyoruz. Ya böyle çepeçevre bir örtünme, ya mevziî bir örtünme, ya zorunlu, ya ihtiyârî, ya kamuflaj, ya âdetten veya bir başka örtünme çeşidi biçiminde bir Müzzemmil ve Müddessir gerçekleştirene hitap ediyor Rabbimiz. Bize yönelik söylersek eğer, insan neyle örtünür? Neyle bürünür vahiyden? İnsan çevresiyle örtünür, karısı, kızıyla örtünür, dükkanıyla, işiyle, aşıyla, mesleğiyle bürünür vahiyden değil mi? Yani bütün bunlarla bürünerek, bütün bunları kalkan yaparak kendisini vahiyden saklar değil mi? “Ne yapayım vakit bulamıyorum! Ne yapayım kör olası hanede çoluk-çocuk var! Tamam ben de okumalıyım vahyi, ben de tanımak zorundayım Kur’an’ı ama ne yapayım diplomam engel oluyor! Ne yapayım statüm, müdürlüğüm, doktoram engel oluyor! Ne yapayım talebeliğim engel oluyor! Ne yapayım içinde yaşadığım toplumum, çevrem izin vermiyor!” diyerek insan bir şeylerle bürünür, bir şeylerle kendisini saklar ya vahiyden, işte böyle bir bürünme anlıyoruz buradan.
Allah diyor ki bakın: “Ey örtünüp bürünen! Ey Müzzemmil olan! Kıyam et gece! Kalk gece!” Öyleyse bizler de az önce tanımaya çalıştığımız anlamda geceleyin kıyam edeceğiz. Gece kalkıp kıyam gerçekleştireceğiz. Peki gecenin tümünde mi kalkacağız? Hayır: Tüm gece mi kalkılacak? Gecenin tümü mü? Hayır birazı müstesna. Onun yarısı, gecenin yarısı olabilir. Veya: Veya ondan, geceden biraz azaltabilirsin. Yani ya geceden birazını azalt ya da gecenin yarısından birazını azalt. Ya ona biraz artır veya yarısına biraz artır. Anlıyoruz ki gecenin üçte biri, ikide biri veya üçte ikisi olarak ne kadar kalkabilirsen. Peki yapılacak iş ne? Ne için kalkılacak?
“Kıyamda Kur’an’ı yavaş yavaş, tertil ile, mânâya nüfuz ederek, ağır ağır oku!” Tertil ile oku! Düşüne düşüne oku! Tedebbürle oku! Tefekkürle oku! Ne dendiğini anlamak, denenleri yaşamak, yapmak üzere oku! Allah’ın dediklerini hayata hakim kılmak, hayatı onlarla düzenlemek üzere oku! Ben sadece buna muhtacım diye oku! Hayatımı düzenlemek için ben buna muhtacım! Bundan başkasına muhtaç değilim diye oku! Bütün bunlar tertilin mânâsıdır. Yani ben bunsuz çare bulamıyorum diyerek, çaresizlikten kıvranarak, çareyi sadece bunda görerek oku! Çare bu kitaptadır diyerek oku! Başka çarem yok, mümkün değil ben bunsuz yol bulamıyorum diye oku!
Tertîl kelimesi, Arapça "rtl" kökünden "tef'l" ölçüsünde bir mastardır. Sözlükte; sözü güzel, yerinde ve düzenli söylemek, bir şeyi doğru yapmak, düzenlemek, sıralamak, açık açık hakkını vererek açıklamak gibi anlamlara gelmektedir. (Râgıb, Müfredât, 273) Bir metni okurken yavaş yavaş, acele etmeksizin, tâne tâne, her bir harfin edâsının, nazmının ve manasının hakkını vermek suretiyle okumaya da tertil denmektedir. Kur'an okunuşuyla ilgili olarak, kelimeleri ağızdan kolaylıkla ve düzgün bir biçimde çıkarmak anlamındadır. Kıraatte tertîl; yavaş yavaş, acele etmeden, harfleri ve harekeleri dizilmiş inci taneleri gibi açık bir şekilde, mana ve hikmeti düşünerek metni tâne tâne okumak anlamında kullanılmaktadır.
Kur'an tertîl üzere nâzil olmuştur. Hz. Peygamber; "Allah, Kur'an'ı indirildiği şekilde okuyanı sever" sözleriyle Kur'an'ı tertîl ile okumayı teşvik etmişlerdir. (İbnü'l-Cezerî, en-Neşr, I, 207) Nitekim Kur'an-ı Kerîm'deki "Kur'an'ı açık açık, tâne tâne (tertîl ile) oku" buyuran bu âyet de bu konuyu açık bir şekilde anlatmaktadır. Alimler bu âyetle ilgili olarak bazı yorumlarda bulunmuşlardır. Fahreddin Râzî, "Kur'an'ı tertîl ile okumak; manasını anlayarak, âyetlerin içerdiği gerçekleri iyice düşünerek okumaktır. Allah'ın azametini belirten âyetleri, bu azameti gönlünde hissederek, tehdit ve müjdeyi içeren âyetleri de, ümit ve korku duygularıyla dolup taşarak okumaktır" der.
Âlimler, Kur'an-ı Kerîm'i süratlice okuyup, çok okumanın mı, yoksa ağır olarak okuyup az okumanın mı daha üstün olduğu konu-sunu tartışmışlar, bir kısmı "Tertîl ve tedebbür ile az okumak diğerin-den daha üstündür" demişlerdir. İbn Abbas ve İbn Mes'ud bu görüşü savunmaktadırlar. Bu görüşün sahiplerine göre, kıraatten maksat; Kur'an'ı anlamak, düşünmek, içindekileri bilmek ve onunla amel etmektir. (İbn Kayvim el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd, I, 88)
Buhârî, Sahîh'inde Kur'an'ın tertîl ile okunmasının gerekliliğine ve süratli olarak okumanın mekruh olduğuna dâir bir bap açmış ve bu şekilde okumanın hoş olmadığını Abdullah b. Mes'ud'dan rivâyet ettiği bir hadisle açıklamıştır. (Buhârî, Sahîh, VI, 109) İbn Kayyim, İbn Mes'ud'dan şu rivâyeti nakleder: "Alkame, İbn Mes'ud'dan Kur'an okurdu, sesi güzel bir kimse idi. İbn Mes'ud ona "Anam babam sana feda olsun, Kur'an'ı tertil ile oku, çünkü tertîl onun süsüdür" dedi. Yine İbn Mes'ud: "Şiir söyler gibi Kur'an okumayın, çürük hurma atar gibi dağıtmayın. O'nun incelikleri üzerinde durun, kalbinizi onunla harekete geçirin" (İbn Kayyim, Zâdü'l-Meâd, 1, 89)
Bu konuda İbn Abbas'tan da şöyle bir rivâyet nakledilmektedir: İbn Abbas'a Ebû Hamze: "Ben süratli Kur'an okuyan bir kimseyim. Çoğu zaman bir gecede Kur'an'ı bir veya iki defa okurum" deyince, İbn Abbas: "Benim ağır ağır bir sure okumam, bana senin bu yaptığından daha güzel geliyor. Eğer sen bu işi yapacaksan, kulakların duyacağı ve kalbin anlayacağı bir kıraatle oku" demiştir. (İbn Kayyim, Zâdü'l-Meâd, I, 89) Demek ki gece kalkacakmışız, ama kıraat için kalkacakmışız. Ama bunu her gece yapacakmışız. Belki İslam’a ilk girdiğimiz, Kur’an’la ilk tanıştığımız, vahiysiz olmazı ilk kavradığımız dönem hiç olmazsa birkaç yıl her gece veya en azından iki günde bir kalkmaya zorlamalıyız kendimizi. Kalkalım ve vahiyle beraberliğimizi sürdürmeye çalışalım inşallah. Allah burada bizden bunu istiyor. Bakın bundan sonraki âyetinde Rabbimiz bunun hedefini şöyle anlatıyor. Niye kalkılacak? Gece neden kalkacakmışız?(Bir sonraki ayet)
(A.KÜÇÜK)
“Yê eyyûhe’l-mûzzemmil” sen ey omuzlarına ağır bir yük yüklenen kişi.
Aslı mütezemmil’di demiştim. Üste ağır bir yük almak manasına gelir kök manası. Ağır bir yük almak. Elbiseye de, kişinin üzerine çektiği yorgana da bu yüzden bu kelime verilmiş. Yük olduğu için, insanın üzerine ekstra bir yük yüklediği için bu manadan gelmiş. Ama kelimenin özü sırta ağır bir yük almak ki, aslında bu surenin içinde bu ayetin bu kelimesinin tefsiri var. 5. ayet;
“İnnê senûlkî 'âleyke kâvlen sêkîlê (5) zira biz senin üzerine ağır bir söz indireceğiz. Kur’an’ın ismi kelâmdır. Kavl, değil, onun için kavlullah denmez, kelâmullah denilir. Kelâm tüm kombinezonlarıyla birlikte. Bu ke-le-me. 3 sülasi mücerret, 3 harften 6 tane kelime üretilebilir. Bu 6 kelimenin ortak manası, şiddet ve sür’attir. Şiddet ve te’sirdir. Yani güçlü ve etkili söz.
Kavl’den farklıdır, Kavl’in, ka-ve-le 3 harfinden oluşturulabilecek 6 kelime vardır, bir tanesi mühmel, beşi müstağmeldir. Bir tanesi Arap dilinde kullanılmaz. Diğer beşinin de ortak manası Hıffettir, hafif. Peki neden burada kavl gelmiş. Kavl burada tek gelmemiş. Sekıyl ile gelmiş. Dolayısıyla sıfatı var. kavlen sekıylen ağır söz. Her ikisi birlikte kelâma tekabül eder, kelâm manasına gelir. Onun için bu ayeti aslında 5. ayet açıklıyor; Sen ey omuzlarına vahiy gibi ağır bir yük yüklenen kişi.
“Vahiy ne kadar ağır dostlar? Ne kadar mı ağır? Rabbimiz söylesin: “İnnê enzelnêhû fî leyletil-kâdr Ve-mê edrâke mê leyletûl-kâdr leyletûl-kâdri ğâyrûn min elfi şehr (Kadr/1-2-3) Bu ayette değeri, yani ağırlığının manevi boyutu izah ediliyor. Bin aydan 30.000 kat yani. 1.000 ay bir geceye göre 1’e 30.000 eder. Değeri bu.
Peki bir başka açıdan ağırlığı nedir? Sorumluluk açısından? “Lev enzelnê hezel-Kûr'êne 'âlê cebelin lerâ-eytehû ğâşi'ân mûtesâddi'ân min-ğâşyetillêh. (Haşr/21) Eğer biz bu Kur’an’ı bire dağa indirmiş olsaydık, dağın vahyin ağırlığı altında, vahye karşı sorumluluğun ağırlığı altında paramparça olduğunu, toz duman olduğunu, yerinde yeller estiğini görürdün.
Fahvel hitab, metinde olmasa da zihnimizde devam eden mana şu: Ama biz bu Kur’an’ı dağa değil de sana indirdik ey insanoğlu. Neden vahye karşı bu kadar hissiz, bu kadar sessiz, bu kadar vurdumduymaz, bu kadar çalar almaz. Neden. Adeta vahyin ağırlığını bize hissetmemiz için inen ayetler bunlar. Onun için vahiy ne kadar ağır sualinin cevabı bu ayetlerde. “Lev enzelnê dê” Kadr suresinde.
“Yê eyyûhe’l-Mûzzemmil” sen ey sırtına dağların dayanamayacağı bir vahiy yükünü alan kişi;
1 Müzzemmil''in aslı mutezemmil, "üste alınan şey" ile alâkalıdır. Müddessir de bunun aksi mânadadır: "alta alınan şey". Zeml, iki asli mânaya gelir: "Sırtına ağır bir yük yüklenmek" ve "ses". Tezemmeie'nin karşılığı olan "üzerine elbise geçirdi", mecazen "yük yükle(n)di" demek gibidir (Mekâyîs). Bu anlam, elbisenin/örtünün insana kattığı görece saygınlığı da kapsar. Eğer "ses" kök anlamını esas alırsak, mâna "ey kendisine seslenilen" olur.
Bu kök anlamlar, tercih gerekçemizi teşkil eder. 5. âyet "ağır yük" ile vahyin kastedildiğini ortaya koyar. İniş nedeni olarak nakledilen rivayetlerde. Nebi, ilk vahyin ardından eşine dönerek "Beni örtün! Beni örtün!" demiştir. Gariptir ki bu rivayetin bazı versiyonlarında, Hz. Peygamber'e, Hz. Aişe'nin yorganı altında yatarken bu âyetlerin geldiği nakledilir (Bkz: Zemahşerî, Nehaî'den Salebi ve Kurtubî). Bunun bir zühul olduğu açıktır. Zira Hz. Aişe, ilk vahiy indiğinde, Hz. Peygamberin yanında olmak bir yana, en iyimser tahminle küçük bir çocuktu.
Katade (Taberî) ve Ferrâ'ya göre bu âyet, Hz. Peygamberin namaza hazırlık için giyinik oluşuna işarettir. Fakat bu da açıklayıcı değildir.
2 Kıyamu'l-leyl, sadece "geceleyin kalkışı" değil, "gecenin ayağa kalkışını" da ifade eder.
Herkes uyurken, mü'min uyanmakla kalmayıp geceyi dâhi uyandırır. İçerisinde namaz geçmiyorsa da, İnsan 26'nın delaletiyle kıyamu'l-leyl namazı da kapsar. Ancak esas olan Kur'an'ı sindirerek okumaktır. Namaz ise Kur'an'ın içine konduğu kap mesabesindedir. Eğer daha sonra nazil olmadıysa 'Alak 9-10, Hz. Peygamberin bu sırada gündüz vakti de namaz kıldığına delâlet eder. Rivayetlerde Ukaz tarafında bir hurmalıkta namaz kıldığı nakledilir. Kıyamu'l-leyl, Hz. Peygamber içinbir emirdir. Fakat bu emrin tüm mü'minleri kapsamadığı 20. âyetteki "mü'minlerden bir kısmı" ibaresinden açıkça anlaşılmaktadır.
3 Muhtemelen vahyin iniş sürecinde el- Kur'arı kavramının ilk kullanıldığı yer. Genellikle mü'minlere hitaben kullanılır. Kâfirlerin muhatap alındığı yerlerde tezkire, zikr, zikrâ gibi sıfatlarla gelir. Kur'an, belirlilik takısıyla geldiği yerlerde özel isim olarak son vayhe delâlet eder. Belirsiz geldiği yerlerde bazen mastar mânası taşır ve ""hitab" mânasına gelir (Bkz: 69/Yûnus: 15, not 26).
4 Tertîl: Kur'an'da sadece iki yerde kullanılır (diğeri 40/Furkan: 32). İkisi de vahyi anlama ve hayata aktarma bağlamında gelir. Tertîl, tebyîn ve tefrik ile açıklanır. Bir şeyin "intizam" ve "istikametine" delalet eder. Hz. Aişe'nin tarifine göre tertîl, eğer biri harfleri saymak istese, sayabileceği kadar ağır okumaktır. Mufassal sûreleri (Kâf-Nâs arası) bir gecede okuduğunu söyleyen birine İbn Mes'ud "Desene şiir döktürür gibi döktürmüşün" diye cevap verir (İbn Aşur). Kur'an'ın Mushaf'a indirgenmesi gibi, tertil tecvide, tecvid telaffuza, kıraat ses sanatına indirgenmiştir. Tertil emrinin amacı, vahyin mânalarının akleden kalbe iyice hakkedilmesidir (40/Furkan: 32). İsrâ 106, başkasına aktarırken de ağır ağır okumayı emreder. Bundan 7 yy. önce yaşamış büyük müfessir Kurtubî (ö. 1273) dâhi tertilin yerini sadece güzel sesle okumanın almasından şikayet eder.
“Kûmilleyle illê kâlîlê” gecenin bir kısmı hariç kalk. “Kîyêmûlleyl” Burada emredilen “kîyêmûlleyl” Neden vahiy yükü ile yüklenen, dağlardan ağır bir yük taşıyan nebî ye gece kalk deniyor? Ne olacak? Takviye lazım. Yükü ağır olanın dizinde dermen çok olmalı. Yükü ağır olanın yüreği kavi olmalı. Yükü ağır olanın yüreği sağlam olmalı. Yükü ağır olanın bilinci, imanı, bakışı sağlam ve takviyeli olmalı. Onun içinde takviyeyi nereden alalım? Takviyeyi yine yüreğimizden alalım. Takviye için gerekli olan teşebbüste bulunalım, o da gece kıyamıdır. İşte burada onu görüyoruz.
Neden sevgili nebî’sini rabbimiz gecenin bir yarısında kaldırır ki. Neden mi? cevabı belli gecenin efendisi olmayan gündüzün efendisi olamaz. Gecenin ağabeysi olmadan gündüzün mücahidi olunmaz. Uykuna emrini geçir ki yeryüzü emrini dinlesin. Uykuna efendi olamazsan nasıl doğulara ve batılara efendi olacaksın. Henüz uykusuna dahi söz geçiremeyenin sözü kime geçer ki. İşte biz bunu anlıyoruz buradan.
Namaz yok dikkat ederseniz, sadece “kîyêmûlleyl” var. Emir efendimiz tarafından namaz içinde uygulanmış. Buradaki emir aslında Kur’an okuma emri. Çünkü “râttili’l-Kûr'êne tertîlê” (4) hemen gelecek. Kur’an’ı dura dura, düşüne düşüne, yedire yedire, sindire sindire oku. Hz. Aişe diyor ki bu dura dura okumanın tarifini yaparken, biri harfleri sayacak olsa rahatlıkla sayabileceği şekilde okumak. Ama maksat harflerinizi bir başkasının sayması değil tabii ki. Burada maksat anlaşılıyor. Anlayarak, sindirerek, hücrelerinize yedirerek. Dolayısıyla namaz yok. Ama efendimiz ve bu emre katılan sahabeleri namaz içinde bu emri uygulamışlar.
Bu aslında şu manaya gelmiyor mu? Asıl emir gece kalktan, emir Kur’an okumak, Kur’an okumaktan emir Kur’an’ı anlamak, Kur’an’ı anlamaktan maksat Kur’an’ı hayata geçirmek Kur’an da burada namaz kabının içine konulan bir ruh. Bu ruhun cesedi namaz, namazın ruhu Kur’an. Onun için Kur’an namazın kıyamında okunur. Kum; orada aslında kıyamı ifade ediyor.
Namazın kıyamında Kur’an okumak, Allah’ın huzurunda Kur’an okumaktır. Yani Kur’an’ı Allah’a okumaktır önce. Ben böyle anlıyorum. Kur’an’ı Allah’a okumak. Resulden adeta Allah’tan aldığı Kur’an’ı Allah’a okuması, önce Rabbine okuması. Bir talebenin hocasının önünde okur gibi, Allah’a Kur’an okuması, kendini yetiştirmesi, üzerinde durması. İşte bu, bunu anlıyor bu fakir bu mübarek ayetlerden. İnsanın tüylerini diken diken eden bu ayetlerden.
‘Alak/9-10 ayetlerinde zaten namazın kılındığı delili var. Namazsız mü’minlerin bir günü yok desem yeridir. 23 yıllık nübüvvet döneminde oruçsuz mü’minlerin tabir caizse 15 yılı var hesaplamalarım doğruysa. Zekatsız 15–16 yılları var. Hacsız 19 yılları var. Tesettürsüz 14–15 yılları var. Ama namazsız değil 10, değil 1 yıl, değil 1 ay, namazsız 1 günleri yok bile diyebilirim. Demek ki namazsız olmaz.
Namaz kulun Allah karşısında ki esas duruşudur, klas duruşudur. İman ettiği andan itibaren Allah karşısında esas duruşa geçmek zorundadır. Bu bir sözleşme gereğidir. Buradan onu da anlıyoruz. ‘Alak/9–10. ayetlerinde zaten namaz talimatı var. Hoş o ayetleri ne kadar sonra indiğini bilmiyoruz ‘Alak suresinin ilk 5 ayeti ilk inen vahiy. Müteakip ayetlerin ne zaman indiğini bilmiyoruz. Desek ki 15–20 gün sonra inmiş veya bu ayetlerden sonra inmiş olduğunu söylesek bile, bu ayetler bile yeterlidir.
“Nîsfehû” gecenin birazı hariç kalk. “Nîsfehû” ya da yarısında kalk “evinkûs” ondan biraz azalt “minhû kâliylê” ondan biraz daha azalt yani 3 tane vakit veriliyor. Bir gecede yarısı, ondan azı, ondan fazlası. İslam zaman anlayışında gece ve gündüzün eşit olduğu bir zaman diliminde gece 12 saattir. 12 saatin yarısı 6 saat, 2/3 8 saat 1/3 ü 4 saat kadar ve bize düşen soru şudur; Henüz daha Kur’an 5 ayet artı 2. ‘Alak suresinin tamamının indiğini düşünelim hepsi hepsi sayfa çapıyla 1 sayfa. Artı 2 ayet. Resulallah 4 saat ayakta, en azı 4 saat. 4 saat ayakta sayfalarca Kur’an yok ki onu okusun. Henüz Bakara Suresi inmedi ki, Nisa, Al-i İmran Suresi. Kur’an henüz yeni başlamış inmeye. Yani saatlerce okuyacak ortada bir Kur’an yok ki. Okuyacağınız Kur’an topu topu 1 dakika sürer. Peki 4 saat Allah Resulü neyi okuyor. Bizim bir dakikada okuduğumuzu Allah Resulü 4 saatte, 6 saatte, 8 saatte okuyor. Ona katılan sahabe de böyle okuyor. Bu nasıl bir şey..!
İşte bu tertil emrinin ne olduğunu anlatan bir uygulamadır. Yani Kur’an nasıl okunur, biz Kur’an’ı nasıl okumakla memuruz. İşte bu bunu anlatıyor başka bir şey değil. Ya biz Kur’an’ı nasıl okuyoruz? Ya işte şu kadar günde hatmetti, şu kadar gece de hatmettiler ne oluyor? Buna nas