De ki: “Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren Allah'tır. Ne az şükrediyorsunuz!”
De ki: “O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!”
De ki: 'Sizi yaratan sizin için kulaklar, gözler ve kalbler var eden O'dur. Ne az şükrediyorsunuz!'
(Resûlüm!) De ki: Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz!
De ki: “Sizi yaratan, size duyma, görme duyuları ve beyinler veren O’dur. Ne kadar seyrek şükredersiniz!“
De ki, odur ancak sizi inşa eyleyen ve size dinleyecek kulak, görecek gözler, duyacak gönüller veren, fakat sizler pek az şükr ediyorsunuz
De ki: "O, sizi hayata getiren, size kulaklar, gözler ve kalpler bağışlayandır; (yine de) ne kadar az şükrediyorsunuz!"
De ki: "O sizi inşa edendir; size işitme duyusu, gözler ve (akleden) kalpler bahşedendir: Ne kadar da azınız şükrediyor!"
De ki: «Sizi yaratan, size kulaklar, gözler ve kalpler veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz.»
De ki: "Sizi yaratan, size işitme (duyusu), gözler ve gönüller veren O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?
De ki “Sizi var eden; size dinleme, ileri görüşlü olma (basiret) özelliği veren ve gönüllerinizi[*] oluşturan O’dur. Görevlerinizi ne kadar az yapıyorsunuz!” [*] Günümüz ilminde İnsan, düşünen veya konuşan canlı diye tarif edilir. Hâlbuki Kur’ân’da kuşların ve karıncaların konuşmalarına ve akıllarını kullanarak yaptıkları işlere yer verilir. Bu ve benzeri âyetlere göre insanın temel farkı, kulaklarında, gözlerinde ve gönlünde olandır. Gönül, kalp diye de adlandırılır. Gözler ve kulaklar kalbin danışmanıdır. Göz doğruları görür, kulak doğruları dinler. Akıl ise ayrı bir organ değil, yanlışları ayıklama işlemidir. Kalp, menfaatlerin, beklentilerin veya özentilerin etkisiyle, akıl süzgecinden geçen bilgileri ya kabul veya reddeder. İnsanı diğer varlıklardan farklı yapan şey ruhudur. Ruhun insana kazandırdıkları ile ilgili olarak Bkz. Secde 32/9 ve dipnotu. İnsanın kişiliğini belirleyen bu ruhtur. İmanın, kalp ile tasdik şartına bağlanması da bundandır. Yoksa peygamberlerin söylediklerinin doğru olduğunu herkes bilir. Ama kendini bir düşünce ve anlayışa esir edenler, o doğruları görmek veya duymak istemezler. Asıl körlük ve sağırlık budur. Kâfir, örten demektir. Bunlar gerçekleri sürekli örtmeye çalışan kimselerdir. Örtecek bir şey yoksa örtme yani kâfirlik de olmaz.
De ki: «Sizi inşa edip yaratan, size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne kadar az şükrediyorsunuz?»
De ki: "Sizi oluşturan O'dur. O size, işitme gücü, gözler ve gönüller verdi. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!"
De ki: “Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O'dur, ancak O'nun huzuruna gelip toplanacaksınız.”
De ki: “O, sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Ancak O'nun huzurunda toplanacaksınız.”
Sizi yerde yaratıp yayan O'dur ve O'nun huzurunda toplanacaksınız.
De ki: Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O'dur; ancak O'nun huzuruna gelip toplanacaksınız.
De ki: “Sizi yeryüzünde üreten O’dur ve siz O’nun huzurunda toplanacaksınız.”
De ki, odur sizi Arzda zürriyyet halinde yaratıp yayan, nihayet de hep toplanıp ona haşrolunacaksınız.
De ki: "Sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltan O'dur; ve (yeniden dirildiğinizde) O'nun huzurunda toplanacaksınız".
De ki: "O sizi yeryüzünde yayıp çoğaltandır: en sonunda O'na döndürüleceksiniz."
De ki: Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O'dur, ancak O'nun huzuruna gelip toplanacaksınız.
De ki: "Sizi yerde üreten O'dur ve toplanıp O'na götürüleceksiniz."
De ki “Sizi tohum gibi toprağa atıp bitirecek olan[*] O'dur. O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [*] Mekayis, ذرأ md.
De ki: «Sizi yeryüzünde üretip türeten O'dur. Siz O'na toplanıp götürüleceksiniz.»
De ki: "Sizi, yeryüzünde yaratıp yayan O'dur. O'nun huzurunda haşredileceksiniz."
“Eğer doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.
“Eğer doğru söyleyenler iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.
'Doğru sözlü iseniz bildirin bu azap sözü ne zamandır?' derler.
«Doğru sözlü iseniz (söyleyin), bu tehdit hani ne zaman (gerçekleşecek)?» derler.
“Doğru iseniz, bu söz ne zaman gerçekleşecek?“ derler.
Böyle iken diyorlar ki: Ne zaman bu va'd? Eğer sadıksanız?
Ama onlar (yalnızca şunu) soruyorlar: "Bu vaad ne zaman gerçekleşecek? (Buna cevap verin, ey inananlar,) eğer doğru sözlü insanlar iseniz!"
Ama onlar: "Bu vaad ne zaman gerçekleşecek, eğer sözünüze sadıksanız (haber verin de görelim)!" diye meydan okuyorlar.
«Doğru sözlü iseniz söyleyin, bu tehdit hani ne zaman gerçekleşecek?» derler.
"Doğru (söylüyor) iseniz bu tehdid (ettiğiniz azâb) ne zaman gelecek?" diyorlar.
“Dediğiniz doğruysa onun ne zaman olacağını da söyleyin.” derler.
Derler ki: «Eğer siz doğru sözlüler iseniz, şu tehdit (ettiğiniz azab) ne zamanmış?»
Derler ki: "Eğer doğru sözlülerseniz, bu vaat de zaman?"
De ki: “O bilgi yalnızca Allah'a mahsustur. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
De ki: “Onu bilmek ancak Allah'a mahsustur. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım!”
De ki: 'Onu bilmek ancak Allah'a mahsustur. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.'
De ki: O bilgi, ancak Allah'a mahsustur. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.
De ki: “Bu bilgi ALLAH’ın katındadır. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
De ki, o ılim ancak Allahın ındindedir, ben sade açık anlatan bir nezîr (kocundurucu bir Peygamber)im.
Onlara de ki (ey Peygamber): "Onun bilgisi yalnız Allah katındadır; ben ise sadece bir uyarıcıyım".
De ki: "Onun bilgisi sadece Allah katındadır! Ben ise, yalnızca onu olduğu gibi ileten bir uyarıcıyım."
De ki: «O bilgi ancak Allah'a mahsustur. Ben ise sadece açık sözlü bir uyarıcıyım.»
De ki: (Ona âit) Bilgi, Allâh'ın yanındadır. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım."
De ki “O bilgi, Allah katındadır. Ben, sadece doğruları açıklayan bir uyarıcıyım.”
De ki: «(Bununla ilgili) Bilgi ancak Allah'ın katındadır. Ben ancak apaçık olan bir uyarıcı-korkutucuyum.»
De ki: "Bilgi Allah'ın katındadır. Bana gelince, ben ancak açıkça uyaran biriyim."
Onu yakından gördüklerinde, inkâr edenlerin suratları asılır ve kendilerine, “İşte durmadan istediğiniz azap budur!” denilir.
Fakat azabı gördükleri zaman, inkârcıların yüzleri (kararır) kötüleşir ve (kendilerine): “İşte sizin arayıp durduğunuz (azap) budur” denir.
Azabı yaklaşırken gördükleri zaman, inkar edenlerin yüzleri çirkinleşip kararır; onlara: 'Sizin arayıp durduğunuz işte budur' denir.
Ama onu (azabı) yakından gördükleri zaman, inkâr edenlerin yüzleri kararacak ve (kendilerine): İşte sizin isteyip durduğunuz budur! denecektir.
Onu yaklaşırken gördükleri zaman inkârcıların suratı asılır ve onlara “İşte isteyip durduğunuz şey budur“ denir.
Derken vaktı gelip de onu yakından gördüklerinde o küfredenlerin yüzleri kötüleşiverdi. Ve denildi ki işte, o sizin kendilerine da'vet edip durduğunuz budur
Ama sonunda, bu (gerçekleşme)nin yakın olduğunu gördükleri zaman, hakikati inkar edenlerin yüzleri acı ile buruşacak ve onlara: "İşte (o kadar küçümseyerek) çağırıp durduğunuz şey budur!" denilecek.
Fakat onun çok yakın olduğunu gördükleri zaman, inkara şartlanmış olanların suratları asılacak; dahası kendilerine denilecek ki: "İşte (gelmeyeceğini) iddia edip durduğunuz (gün) budur!"
Fakat azabı gördükleri zaman, inkar edenlerin yüzleri kararır ve kendilerine «işte sizin arayıp durduğunuz budur» denir.
Onu yakın görünce inkâr edenlerin yüzleri kötüleşti. Ve: "İşte çağırıp durduğunuz şey budur!" dendi.
O tehdidi yakından görünce ayetleri görmezlikten gelenlerin (kafirlerin) yüzleri fenalaşır ve onlara “Öğrenmek istediğiniz şey budur” denir.
Nihayet onu pek yakında gördüklerinde, o küfretmekte olanların yüzleri kötüleşip karardı. Ve: «İşte bu, sizin (gerçekleşmeyecek diye) öne sürüp durduğunuz şeydir» denildi.
Onu yakından gördüklerinde, inkâr edenlerin yüzleri kötüleşti. Şöyle denildi: "O habire çağırıp durduğunuz şey budur."
De ki: “Hiç düşündünüz mü; Allah, beni ve benimle beraber olanları helâk ederse ya da bize merhamet ederse, inkâr edenleri acıklı bir azaptan kim kurtarabilir?”
De ki: “(Söyleyin bakalım:) Eğer Allah, beni ve benimle beraber bulunan (inanan)ları (siz istediniz diye) yıkıma uğratsa veya bize merhamet etse, bu durumda inkârcıları acı dolu azaptan kurtaracak kimdir?”
De ki: 'Allah, beni ve benimle beraber bulunanları isterse yok eder veya isterse merhamet eder; söyleyin, bu takdirde inkarcıları, can yakıcı azabdan kim alıkoyabilir?'
De ki: Allah beni ve beraberimdekileri (sizin istediğiniz üzere) yok etse veya (öyle olmayıp da) bizi esirgese, (söyleyin bakalım) inkârcıları yakıcı azaptan kurtaracak kimdir?
De ki: “Baksanıza, ALLAH yanımdakilerle birlikte beni helak etse de, yahut bize acısa da, inkârcıları acı azaptan kim kurtarabilir?“
De ki: Gördünüz mü? Allah beni ve beraberimdekileri helâk etse yâhud bize merhamet buyursa iki takdirde de kâfirleri elîm bir azâbdan kurtaracak kimdir?
De ki (ey Peygamber!): "Ne sanıyorsunuz? Allah isterse beni ve bana tabi olanları yok eder, isterse bize şefkatiyle rahmet eder. Peki, (siz) hakikat inkarcılarını (öteki dünyada) şiddetli azaptan koruyabilecek kimse var mı?"
De ki: "Hiç düşündünüz mü? Allah beni ve benimle beraber olanların ölümünü takdir etse, ya da bize rahmet edip (yaşatsa: ikisi de hayırdır). Fakat (söyler misiniz), inkar edenleri acıklı bir azabın pençesinden kim kurtaracak?
De ki: «Allah beni ve benimle beraber bulunanları isterse yok eder veya isterse merhamet eder; söyleyin bu taktirde kâfirleri can yakıcı azaptan kim kurtarabilir?»
De ki: "Baksanıza, eğer Allâh beni ve benimle beraber olanları öldürse de yahut bize acısa da (fark etmez,) kâfirleri acı azâbdan kim kurtarabilir?"
De ki “Düşünsenize, Allah beni ve benimle birlikte olanları yok etse veya iyilikte bulunsa, her iki durumda da siz kâfirleri acıklı azaptan kim kurtarabilir?”
De ki: «Haber verir misiniz; eğer Allah, beni ve benimle birlikte olanları yıkıma uğratır ya da bizi esirgerse, (peki) bu durumda kâfirleri acıklı bir azabtan kurtaracak olan kimdir?»
Söyle onlara: "Diyelim ki, Allah beni ve beraberindekileri öldürdü, yahut bize acıdı. Peki, kâfirleri korkunç bir azaptan kim kurtaracak?"
De ki: “Bizim Rabbimiz Rahmân'dır. O'na inandık ve yalnız O'na güvendik. Yakında, kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu bileceksiniz.”
De ki: “O (Allah), Rahmandır (varlık âleminde bulunan bütün yarattıklarına merhamet edip nimet verendir). Biz O'na inanmış ve O'na güvenmişiz. Siz kimin apaçık sapıklıkta olduğunu yakında öğreneceksiniz!”
De ki: 'Bizim inandığımız ve kendisine güvendiğimiz, Rahman olan Allah'tır. Kimin apaçık bir sapıklıkta olduğunu yakında bileceksiniz.'
De ki: (Sizi imana davet ettiğimiz) O (Allah) çok esirgeyicidir; biz O'na iman etmiş ve sırf O'na güvenip dayanmışızdır. Siz kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında öğreneceksiniz!
De ki: “O Rahman’dır; biz O’nu onayladık ve O’na güvendik. Kimin gerçekten tam bir sapıklık içinde olduğunu ileride öğreneceksiniz.”
De ki: O öyle Rahman, işte biz ona iyman ettik ve ona dayanmaktayız, ileride sizler de bileceksiniz ki o açık bir dalâl içinde bulunan kim?
De ki: "O, Rahman'dır; biz O'na iman ettik ve O'na güvendik; kimin açık bir sapıklıkta olduğunu zamanı geldiğinde anlayacaksınız."
De ki: "(İşte kurtaracak olan) O Rahman'dır! Biz O'na iman ettik ve O'na güvendik. (Size gelince): kimin apaçık bir sapıklıkta olduğunu günü gelince öğreneceksiniz.
De ki: «O Allah, Rahmandır; biz O'na iman etmiş ve sırf O'na güvenip dayanmışızdır. Siz kimin apaçık sapıklıkta olduğunu yakında öğreneceksiniz.»
De ki: "O, çok merhametlidir. O'na inanmış, O'na dayanmışızdır. Yakında kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu bileceksiniz."
De ki “İyiliği sonsuz olan O'dur; biz O'na inanıp güvendik ve O'nu kendimize vekil ettik. Açık bir sapıklık içinde olanın kim olduğunu yakında öğrenirsiniz.”
De ki: «O (Allah) Rahman olan (bizi esirgeyip koruyan)dır; biz O'na iman ettik ve O'na tevekkül ettik. Artık siz kimin açıkça bir şaşkınlık (ve sapıklık) içinde olduğunu pek yakında bilip öğreneceksiniz.»
De ki: "Rahman'dır O, O'na inandık biz ve yalnız O'na güvendik. Yakında bileceksiniz kimmiş apaçık sapıklığın içinde."
De ki: “Suyunuz çekilirse, söyleyin bakalım! Size kim bir akarsu getirebilir?”
De ki: “(Söyleyin bakalım): Suyunuz çekiliverse, size kim akar su kaynağı getirebilir?”
De ki: 'Suyunuz yere batarsa, söyleyin, size kim temiz bir su kaynağı getirebilir?'
De ki: Suyunuz çekiliverse, söyleyin bakalım, size kim bir akar su getirebilir?
De ki: “Hiç düşündünüz mü ki: suyunuz çekilse, size kim temiz bir su getirebilir?“
De ki: Gördünüz mü? Sabaha kadar suyunuz bata kalırsa size bir âb-i revân getirecek kim?
(Hakikati inkar edenlere) de ki: "Ne sanıyorsunuz? Aniden bütün suyunuz toprağın altında yok olup gitseydi (Allah'tan başka) kim size temiz kaynaklardan (yeni) su verebilirdi?"
De ki: "Hiç düşündünüz mü? Eğer suyunuz (yeryüzünden) tamamen çekiliverse, size tertemiz kaynak sularını kim getirecek?"
De ki: «Suyunuz yere batarsa söyleyin, size kim temiz bir su kaynağı getirebilir?»
De ki: "Baksanıza, eğer suyunuz çekilse, size kim bir akar su getirebilir?"
De ki “Düşünsenize, bir sabah sularınız yerin dibine batsa, kim size bir akarsu getirebilir?”
De ki: «Haber verin; eğer suyunuz yerin dibine göçüverecek olursa, bu durumda kim size bir akar su kaynağı getirebilir?»
Şunu da söyle: "Bir sabah suyunuz çekiliverse, kim getirecek fışkırıp akan bir su size?"