MUDDESSİR SURESİ


Ayet Getir
74-MUDDESSİR 49. Ayet

فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِضِينَ

Fe mâ lehum anit tezkirati mu’rıdîn(mu’rıdîne).

Bayraktar Bayraklı

(49-52) Öyleyken, onlara ne oluyor ki âdeta arslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi, öğütten yüz çeviriyorlar? Daha doğrusu onların her biri, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor.


Edip Yüksel

Öyleyse neden bu mesajdan yüz çeviriyorlar.


Erhan Aktaş

Onlara ne oluyor ki zikirden1 yüz çeviriyorlar. 1- Kur’an’ın öğütlerinden.


Muhammed Esed

O halde, onlara ne oluyor ki bütün öğütlerden yüz çeviriyorlar,


Mustafa İslamoğlu

Şu halde o öğüt ve uyarıdan yüz çevirmekle ellerine ne geçecek?


Süleyman Ateş

Böyle iken onlara ne oluyur ki öğütten yüz çeviriyorlar?


Süleymaniye Vakfı

Bunlar nelerine güveniyorlar da kendilerine okunan Kur’an’dan[*] yüz çeviriyorlar? [*] ...


Yaşar Nuri Öztürk

Ne oluyor onlara da öğüt verip düşündüren şeyden yüz çeviriyorlar?


Ayetin Tefsiri

MEAL

48.) İşte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermeyecek.39

49.) ŞU HALDE o öğüt ve uyarıdan yüz çevirmekle ellerine ne geçecek?

50.) Onlar ürkek yaban eşeklerine benziyorlar;

51.)   amansız avcıdan (kaçan eşeklere).40

52.) Evet, onların her biri kendilerine açık seçik sayfalar verilmesini ister.

(M.İSLAMOĞLU)

48.) İşte bu yüzden onlara hiç kimsenin şefaati fayda vermeyecek.

49.) Onlara ne oluyor ki bu öğütlerden yüz çeviriyorlar?!

50.) Ürkmüş yaban eşekleri gibi niye bu öğütlerden kaçıyorlar?!

51.) Hem de aslandan korkup kaçan yaban eşekleri gibi.

52.) Bir yandan kaçıyorlar, diğer yandan da, ["Alemlerin rabbi Allah'tan falan oğlu filana!" hitabıyla başlayan] kişiye özel vahiyler istiyorlar.

(M.ÖZTÜRK)

48-52.) “Artık onlara, şefaatçilerin şefaati fayda vermez. Öyleyken, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çeviriyorlar? Aslandan ürkerek kaçan yabanî merkeplere benzerler. Hayır; her biri önüne açılıvermiş sahifeler verilmesini isterler.”

(A.KÜÇÜK)

48.) Artık o gün onlara, şefaatlerini umdukları varlıkların da hiçbir faydası dokunmayacaktır.

49-51.) Nasıl olur da bütün bu âhiret uyarılarına kulak vermez, öğüt almaz, aslandan ürküp kaçan yabanî hayvanların kaçışı gibi bu öğütlerden uzak dururlar!

(H,ELİK;M,COŞKUN)

 

TEFSİR

 

Burada arslanın kükremesini işitince korku içinde her yana kaçan yaban eşeklerinin tablosu ile yüzyüze geliyoruz. Bu tabloyu araplar iyi tanır. Tablo sert hareketli bir görüntüyü canlandırıyor. Bunun yanısıra tablonun orijinalindeki yaban eşekleri yerine korkudan paniğe kapılıp kaçan insanlar konduğunda komiklik oranı daha da yükselir. Bir de düşünelim ki, bu adamlar korkuya kapıldıkları için, tehdit altında oldukları için kaçmıyorlar. Kendilerini insan olmaktan çıkararak yaban eşeklerine dönüştüren bu kaçışlarının sebebi bir uyarıcının kendilerine Rabblerini ve geleceklerini hatırlatmasıdır, böylece o onur kırıcı ve komik durumdan uzak kalmalarına, o zorlu ve acıklı akıbetten paçayı kurtarmalarına fırsat hazırlanmasıdır. İşte adamlar bu kurtuluş fırsatının önünden bucak bucak kaçıyorlar. Ne kadar tuhaf değil mi?

Yaratıcı sanatkârın fırçası bu tabloyu çiziyor, onu varlığın göğsüne işliyor. Vicdanlar bu tabloyu seyredince onun içinde olmak istemiyorlar, böyle bir duruma düşmekten utanıyorlar. Buna karşılık o Allah'ın uyarılarına sırt çeviren kaçaklar utançlarından saklanacak delik ararlar, bu canlı ve sert tasvirin dehşeti karşısında yüz çevirmiş olmanın ve korkup kaçmanın zilleti altında ezilirler.

Onların dış görünüşleri "Arslandan korkup kaçan yaban eşekleri" görüntüsüdür. Fakat Kur'an onların yakasını bırakmayarak iç yapılarının ana çizgilerini de çiziyor, gönüllerinde kaynaşan kötü duygularını da gün yüzüne çıkarmayı ihmal etmiyor.

Bu adamlar Peygamberimizi kıskanıyorlar. Yüce Allah'ın O'nu seçmiş olmasını, kendisine vahiy indirmiş olmasını hazmedemiyorlar. Hepsi bu mertebeye erenin kendisi olmasını, kendisine insanlara sunulmaya ve okunmaya hazır bir kitap indirilmiş olmasını karşı konulmaz bir arzu ile istiyor. Bilindiği gibi ileri gelen Kureyşliler, vahyin kendilerini atlayarak Peygamberimize inmiş olmasını yadırgamışlar ve bu duygularını "Şu Kur'an, iki şehir halkından olan büyük bir adama inseydi ya" diyerek açığa vurmaktan çekinmemişlerdi. Okuduğumuz ayet, bu kıskançlığa, bu hazımsızlığa parmak basıyor olmalıdır.

Oysa yüce Allah peygamberliğe kimi uygun gördüğünü sınırsız bilgisi ile belirlemiş ve bu göreve o yüce, onurlu ve saygın insanı seçmiştir. İşte müşriklerin içlerini yakan ve bu ayetin açığa vurduğu kin ateşinin sebebi budur. O düşmanlığın ve gerçeğin sesinden bucak bucak kaçışın bahanesi budur.

Bir sonraki ayette müşriklerin iç dünyalarının tanıtımına devam ediliyor, yüz çevirmelerinin ve inkarcılıklarının bu kıskançlık ve çekememezlik dışındaki bir başka sebebine değiniliyor. Bu sebep içlerindeki ihtiras ateşini anlamsız yere körüklüyor. Çünkü onlar yüce Allah'ın vahyine ve ayrıcalığına muhatap olmak için en ufak bir yeterliğe, en ufak bir yeteneğe sahip değildirler. Onları dayanaksız bir ihtirasın pençesine düşüren sebep şudur:(Bir sonraki ayet)

(S.KUTUB)

36. Yani bunlar, son nefeslerine kadar kendi sapık yollarını takip edip durdular. Onlar hakkında birisi şefaatte bulunacak olsa da af edilmeyeceklerdir. Kur'an-ı Kerim'de birçok yerde şefaatin zikri geçmiş ve buralarda hiçbir şüpheye yer bırakmayacak biçimde, kimin şefaatçi olabileceği ve kimin olamayacağı, hangi şartlarda şefaatte bulunacağı ve hangi şartlarda bulunamayacağı, kim için şefaatin dileneceği ve kimin için dilenemeyeceği, kimin hakkında bunun faydalı olacağı ve kimin hakkında da hiçbir fayda vermeyeceği izah edilmiştir. Dünyada yoldan çıkmanın bir ana sebebi de yanlış anlayış ve yanlış inançtır. Bu yüzden Kur'an, bu meseleyi hiçbir yanlış anlamaya mahal vermeyecek şekilde çok açık olarak beyan etmiştir. Örneğin Bkz. Bakara 255; Enam 94; Araf 53; Yunus 3, 18; Meryem 87; Taha 109; Enbiya 28; Sebe 23; Zümer 43-44; Mümin 18; Duhan 86; Necm 26; Nebe 37-38; ve bu Tefsir'de nerede yeri gelmişse biz bu hususu izah ettik.

37. Bu bir Arapça deyimdir. Yabani eşeklerin özelliklerinden biri de, bir tehlike hissettikleri zaman korkup, öyle kaçarlar ki başka bir hayvan böyle kaçamaz. Bu yüzden Araplar çok korkarak aklı başından gitmişcesine kaçan bir kimseyi aslan ya da avcı görmüş yaban eşeğinin kaçışına benzetmektedirler.

38. Yani, bunlar, eğer Hz. Muhammed (s.a) gerçekten Allah'ın gönderdiği birisiyse o zaman Allah'tan, Mekke'nin ileri gelenlerinin herbirinin adına "Muhammed benim peygamberimdir, onun için ona itaat edin" şeklinde yazılmış birer mektup getirmelidir. Üstelik bu mektubun Allah'tan geldiğini görerek inanmak istiyorlar. Kur'an'da başka bir yerde yine bunlar "Allah, Rasullerine verdiği şeyi bize de vermezse inanmayız" (Enam: 124) demişlerdi. Diğer bir yerde de "Sen göğe git ve oradan bizim okuyacağımız bir kitap getir" (İsra 93) isteğinde bulunmuşlardı.

(MEVDUDİ)

Onlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermez. Hal böyleyken bu adamlara ne oluyor da tezkiradan, haritadan, mihmandardan, pusuladan, yol bilenden yüz çeviriyorlar? Ne oluyor bunlara ki Allah’ın rahmeti gereği kendilerine açtığı rahmet kapılarından istifadeye yanaşmıyorlar? Nasıl oluyor? Neye güveniyorlar da kendilerine açılan şefkat kucağından, aslandan ürken yaban merkepleri gibi ürküp kaçıyorlar? Kimden kime kaçıyor bunlar?

Hayır hayır, bunların derdi her birinin önüne açılmış sahifeleri, kitapları olsun isteğidir. Hepsi, kendilerine mahsus kitapları olsun isterler. Yani bunların hepsi peygamber olmayı ister. Hepsine ayrı ayrı birer kitap verilsin, hepsinin kendilerine mahsus kitapları olsun isterler. Hepsi kendilerinin özel kitapları olsun ve hepsi de kendi kitaplarına bakarak “Allah’ın istediği budur! Allah’ın muradı budur! Benim kitapta böyle deniyor! Ben bunu kitabımdan böyle anladım!” demek ister. Dolayısıyla benim anlayışım doğrudur! Benim düşüncem, benim metodum, benim dinim, benim yaşadığım hayat doğrudur!

Kesin doğrudur! diyecekler, hiç kimseye bağımlı olmayacaklar, Allah’ın istediklerini istedikleri gibi yorumlayacaklar. Galiba Peygamberi ve onun sünnetini diskalifiye etmeye çalışanların çabası da bu gibi görünüyor değil mi? Yani Kur’an’ı peygamberin kitabı, peygambere gelen kitap, peygamberin anlayıp yaşadığı, peygamberin anlayıp uyguladığı, örneklediği bir kitap olmaktan çıkarıp kendilerince anlamak istiyorlar. Çünkü Kur’an’ı peygamberin kitabı, peygamberin anlayıp yorumladığı kitap olarak kabul edip peygambere bağımlı anlamaya çalıştıkları zaman, düşüncelerine, anlayışlarına peygamberî bir sınır gelecektir. O zaman hayatlarına yasaklar gelecek, onun anlayışının dışına çıkamayacak ve daha bir Müslümanca yaşamak zorunda kalacaklar. Ama peygamberi ve peygamberin sünnetini, peygamberin anlayışını, peygamberin uygulamalarını diskalifiye ederek Kur’an’ı peygambere bağımlı olmadan anlamaya çalıştılar mı, kendi istedikleri gibi âyetleri yorumlama imkânları olacak, kendi arzularına göre onu yorumlama imkânı bulmuş olacaklar. İşte peygamberi ve onun sünnetini silmek isteyenlerin tek derdi budur. “Ben kitabımdan bunu anladım. Benim kitapta bunlar var. Ben böyle anladım, beni başkası bağlamaz” diyecekler ve keyiflerine uygun bir hayat yaşama imkânı bulabilecekler.

(A.KÜÇÜK)

“Femê tenfe'ûhûm şefê'âtûş-şêfi'în” işte böylelerine hiçbir şefaatçinin şefaati fayda veremez, vermez.

Bu ayetin bir özelliği var. Kur’an’ın nüzul sürecinde şefaat kelimesinin ilk geçtiği ayettir. Kur’an’da 25 ayet vardır şefaatle ilgili, 25 ayetten biri de bu. Bu 25 ayetin 23’ü olumsuz cümle yapısıyla gelir, menfi cümle yapısı. Onun için Ayet el-Kürsî’de olduğu gibi “men-zellezî yeşfe'û 'îndehû illê bi-iznih” (Bakara/255) Kimmiş bakayım O’nun katında kayıracak olan, O’nun izni olmadan, O izin vermeden.

Buradaki “illê bi-iznih” iki şekilde anlaşılabilir istisna. O’nun kayırmadığı birini kimmiş kayıracak olan. Bakınız bu çok önemli, O’nun kayırmadığı birini. Yani O şefaat etmeden şefaat edecek olan kimmiş bakayım. İkincisi de O’nun şefaat etmediğine şefaat edecek olan kimmiş bakayım. Kayırmadığını kayıracak olan kimmiş bakayım.

Niçin suali cevap için 38. ayet yeter. Bakınız, lütfen bakınız. Niçin sualine cevap, surenin içinde 38. ayette. Neden kayıramaz o gün Allah’tan başka hiç kimse? 38. ayeti okuyoruz;

“Kûllû nefsin bimê kesebet rehîneh” (38) çünkü herkes kendi yaptıklarının rehinidir de onun için. Yaptıkların şefaat etmeyecekse kimseden bekleme diyor. “Kûllû nefsin bimê kesebet rehine” ayeti, bu ayetin beraberinde ışığında okunmalı. Onun için işte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermez. Neden? Çünkü insan yaptıklarının rehinesidir diyor, rehinidir diyor. Her can kendi yaptıkları tarafından rehin alınmıştır.

Yine 37. ayet de böyle, onu da okuyalım; “Limen şê’e minkûm en yetekâddeme ev yeteâğğâr” (37) içinizden öne geçmeyi veya arkada kalmayı isteyen herkes için. Demek ki isteğimize bağlı. Öne geçmek mi istiyoruz, arkada kalmak mı istiyoruz. Bu mesele.

Dahası 43–47. ayetlerde orayı da okuduk, orayı da gördük. Ne diyor; Biz şunlardan değildik. Bizim yüzümüz Allah’a dönük değildi, biz yoksulu doyurmuyorduk. Biz dalanlarla birlikte günaha dalıyorduk. Demek ki bizim ellerimizle yaptıklarımız yüzünden biz böyle olduk. Onun içinde işte bunlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermeyecek. Çünkü müşrikler putlarının şefaat edeceğine inanırlardı. Onun için 25 ayetten 23.ü olumsuzlayarak geliyor. Yani müşriklerin şefaat anlayışını, kayırma anlayışını. Ahiret varsa bile bizi birileri kayırır, bizi bu taptıklarımız kayırır yaklaşımını sıfırlamak ve reddetmek için. Bu manada şefaat meselesinde tüm anlayışımızın mihenk taşı Sebe’/23. ayeti ve Zümer/44. ayeti olmalıdır.

Ne diyor sebe’/23. ayeti “Ve-lê tenfê'ûş-şefê'âtû 'îndehû illê limen ezine leh” (Sebe’/23) hiç kimsenin şefaati fayda vermez, ancak onun izin verdiği, yani onun lehine izin verdiği kimse dışında. Allah Allah..! Bu; sen kayır denilen kimseye de delalet eder, ben onu kayırıyorum. Yani ben ona şefaat ettim, sen şefaatimi bildir manasına gelir aslen.

Peki Zümer/44. ayeti ne diyor? “Kûl lillêhi’ş-şefê'âtû cemî'ân” (Zümer/44) şefaatin tamamı, “cemî’ân” gelmeseydi istisna var derdik. Allah’a aittir. Peki çelişki mi var? “..illê limeni’r-tedâ (Enbiya/28)”illê bi-iznillêh” gibi istisna cümlelerine ne yapmalı; Allah’ın izin verdikleri hariç istisna cümleleri? Hayır, asla çelişki yok, ama doğru anlarsak.

Şefaat şudur dostlar: Allah af etmiştir, Allah bağışlamıştır kulunu ve af ödülünü takdir etmiştir. Ahirette Kulunu affettiğine dair ödülü; Ey kulum sen ver diyor. Ödül tevdiidir şefaat. Yani benim şu kulumu affettiğime dair ödülü, onu bağışlamam ve ona cennetimi verdiğime dair haberi sen ver. Bu haberi vermekle seni görevlendiriyorum. Bu.

Siz sahnede size ödülünüzü takdim etmek için çağırılan insana şöyle ödülün sahibi, ödülü veren kişi olarak bakarsanız haksızlık olmaz mı? Aslında o da onurlandırılmıştır, ona da bir ödüldür. Ödülü ver demek ona ödüldür. İşte şefaati böyle anlayacağız. Allah’ın verdiği ödülü tevdi etmek. Böyle anlarsak doğru anlamış oluruz.

39 Şefaat'in ilk kullanıldığı yer. Kur'an'daki şefaatle ilgili 25 âyetin tümü olumsuz formda gelir (Ayrıntı için bkz. 77/Zümer: 44, not 47). Bu konudaki âyetlerin bütününden çıkarılan sonuç şudur: Mutlak anlamda şefaat yalnızca Allah'a aittir (77/Zümer: 44). Allah, zatına ait olan bu yetkiyi, razı olduğu kimseler aracılığıyla, affetmeyi istediği kimseler için kullanır. Bu tıpkı şuna benzer: Bir ödülü takdir ettiği birine veren yüce makamın sahibi, ödülü hak edene takdim etme işini dilediği birine verebilir. Ödülü hak eden kimsenin ödülünü aracı bir kimseden alması ödülün sahibinin o olduğu anlamına gelmez. Ödülü takdim eden kişi, sadece bir aracıdır. Şefaat "çifte" [şef'] katlanmış bir ödül tevdiidir. Ödülün sahibi Allah'tır, ödülü vermesi istenen kişi de ödül verilen kimse gibi Allah tarafından onurlandı almıştır. İnsan tercihine açık atıf yapan 37-38 ve 43-47. âyetler ışığında anlaşılmalıdır.

“Femê lehûm 'âni’t-tezkirâti mû'rîdîn” yeni bir pasaja girdik, son pasaj. Şu halde o uyarıdan yüz çevirmekle ellerine ne geçecek? Yani bu tipler, birilerinin kendisine şefaat edeceğini söyleyen bu tiplere kimsenin şefaati fayda vermez. Peki uyarıdan yüz çevirmekle, vahiyden yüz çevirmekle, Allah’a sırt dönmekle ellerine ne geçecek?

Düşünebiliyor musunuz falan beni kayıracak diye Allah’a sırt, hatta falan beni kayıracak demesi, Allah’a sırt dönmesi olarak görülüyor, öyle algılanıyor. Bu çok önemli. Rabbim hepimizi her türlü sapmadan muhafaza buyursun. Rabbimizin şefaatine nail etsin inşallah.

“Ke-ennehûm hûmûrûn mûstenfirâh” onlar ürkek yaban eşeklerine benziyorlar. Benzetmeye bakın, benzetmede ki edebi ihtişama bakın lütfen; Yaban eşeklerine benziyorlar.

“Ferrât min kâsverâ’h” amansız avcıdan kaçan eşeklere. Yaban eşeği; Bir dostu düşmandan ayıramaz. Onun için kendisine ot vermek için yaklaşandan da kaçar, kendisini yemek için yaklaşandan da kaçar. Bu yaban eşeği bir tür Zebra, zebra da yaban eşeğidir. “yâhsêbûne kûlle sâyhâtin 'âleyhim” Münafıkun/4)  onlar her çığlığı kendi aleyhlerine zannediyorlar diyordu ya ayeti kerime. İşte tıpkı öyle, yaban eşeği gibi. Her çığlığa kulak kabartır, her çığlığı aleyhine zanneder.

Burada aslında medeniyet düşmanlığı yaban eşeği üzerinden veriliyor, yabanilik. Kur’an adamı medenileştirir zımni cümlesi var burada. Bedevi bir toplumun içine indi, eşkıyadan evliya çıkardı. Yesrib’in acı meyveli, acı yemişli mekânı üzerine indi, ne yaptı Medine yaptı, medeniyetin beşiği yaptı. Kararmış bir coğrafyaya indi, orayı aydınlık yaptı. O coğrafyanın içinde dün deve çobanı olan insanların arasından öyle bir nesil çıkardı ki, bu insanlar gittiler, yeryüzünün iki imparatorluğundan biri olan kisranın huzurunda biz işgale gelmedik, seni ve etrafındakileri kula kulluktan Allah’a kulluğa çağırmaya geldik diyebildiler. Bu kadar muhteşem bir akıl kazandırdı olnlara, şuur kazandırdı.

40 Hakikatten ve kendinden kaçma, dahası Allah'tan kaçma çabasının sembolik anlatımı. Zımnen: Dostla düşmanı ayırt edemiyorlar.

“Be’l yûrîdû kûllûmri-in minhûm en yû'tê sûhûfen mûneşşerâh” Evet, onların her biri kendilerine açık seçik, yani önlerine açılmış, konmuş sayfalar isterler.

Talebe bakın, şu saçmalığa bakın, hatta azgınlığın verdiği saçmalık. Yani sana geldiyse bize de gelsin de inanalım. Vahiy bize de gelsin.

Vahiy aslında size geldi. Başınıza taş değil de vahiy düşseydi gene inanmazdınız. Bu sefer ona da bir bahane bulurdunuz. Mesele bu değil ki, sizin sorununuz farklı. Siz tefekkür etmiyorsunuz, sığ düşünüyorsunuz. Fikr ediyorsunuz. Ama tefekkür etmiyorsunuz. Onun için de algılayamıyorsunuz. Siz iman ön bilgisiyle bakmıyorsunuz, küfür ön yargısıyla bakıyorsunuz. Onun için algılayamıyorsunuz. Yaban eşekleri gibi vahyin sizi ateşten korumak için çığlığını siz kendi aleyhinize çığlık gibi algılıyor ve kaçıyorsunuz. Saadetinizden kaçtığınızı bilmeden, cennetinizden kaçtığınızı bilmeden, Allah’tan kaçılmayacağını bilmeden kaçmaya kalkıyorsunuz.

(M.İSLAMOĞLU)