MUDDESSİR SURESİ


Ayet Getir
74-MUDDESSİR 17. Ayet

سَأُرْهِقُهُ صَعُودًا

Se urhikuhu saûdâ(saûden).

Bayraktar Bayraklı

Ben onu dik bir yokuşa süreceğim.


Edip Yüksel

Onu sarp bir yokuşa sardıracağım.


Erhan Aktaş

Onu sarp bir yokuşa sardıracağım.


Muhammed Esed

(bu nedenle) onu acı veren çetin bir yokuşa süreceğim!


Mustafa İslamoğlu

Ben de onu sarp yokuşa süreceğim.


Süleyman Ateş

Onu dimdik bir yokuşa sardıracağım.


Süleymaniye Vakfı

Onu dik yokuşa süreceğim.


Yaşar Nuri Öztürk

Ben onu dik bir yola süreceğim.


Ayetin Tefsiri

MEAL

16.) Öyle yağma yok!12 Madem ki o âyetlerimizi inatla (inkâra) saplanmıştır;

17.) Ben de onu sarp yokuşa süreceğim.

(M.İ)

16.) Ama öyle yağma yok! Mademki o ayetlerimizi inkârda diretmektedir.

17.) Ben de onu dayanılmaz acılara, katlanılmaz azaplara çarptıracağım.

(M.Ö)

16.) “Hayır; hayır; çünkü o, Bizim âyetlerimize karşı son derece inatçıdır.

17.) Onu sarp bir yokuşa sardıracağım.”

(A.K)

 

TEFSİR

Müfessirler bu âyetlerin Mekkeli müşrik Velîd b. Mug^re hakkında indiğini rivayet etmişlerdir (Taberî, XXIX, 96; Şevkânî, V, 376). Velîd, Kureyş’in ileri gelenlerinden olup çok sayıda oğulları vardı ve oldukça zengindi; buna rağmen Allah’ın kendisine lûtfettiği nimetlere şükredecek yerde hem Allah’a hem de peygambere karşı nankörlük etmiş, İslâm’ı boğmak isteyenlere öncülük edenlerden olmuştu. Allah Teâlâ’nın Yarattığım şahsı tek başına bana bırak meâlindeki buyruğu iki türlü yorumlanmıştır: a) Anasının karnında âciz ve tek başına bir durumda yarattığım o şahsı bana bırak, senin onunla uğraşmana gerek yok, ben onun cezasını veririm. b) Onu tek başına benimle baş başa bırak; ben onun hakkından gelir ve gereken cezayı veririm (bk. Şevkânî, V, 376). Âyet, Velîd b. Muğîre hakkında inmiş olsa da amacı genel olup şu mesajı vermektedir: Nimete karşı şükretmek, nimet sahibine minnettar olmak en yalın ahlâkî ödevlerden biri, akıl ve adalet gereğidir. Sıradan birinin alelâde yardım ve iyiliğine bile minnettar olup teşekkür ederken varlığımızı, hayatımızı, sahip olduğumuz, yararlandığımız her türlü maddî ve mânevî nimet ve imkânları lutfeden Allah’a minnettar olmamak, şükretmemek, ibadet ve itaat etmemek büyük bir nankörlüktür; özellikle Allah’ın varlığını ve birliğini tanımamaktan da öte giderek inkâr, şirk ve zulüm hareketlerine öncülük etmek bütün nankörlüklerin ve haksızlıkların en ağırı, en vahimidir. (11-17)

(DİYANET TEF.)

 

"Hayır, hayır! O ayetlerimize inatla karşı çıkıyor."

Ayetin orjinalinde geçen "kellâ" sözcüğü bir paylama, azarlama edatıdır. O gerçeği gösteren kanıtlara ve imana erdiren gerçeklere inatla karşı çıkmış, islam çağrısının önüne dikilmiş, Peygamber'e savaş açmış, kendini ve başkalarını hak yoldan alıkoymuş, Kur'an ve islam hakkında asılsız iddialar ortaya atmıştır. Bu paylamayı kolaylığı zorluğa, rahatı sıkıntıya dönüştüren bir tehdit izliyor. Okuyoruz: "Onu sarp bir yokuşa saracağım."

Burada hareket hâlinde sıkıntıyı donduran, somutlaştıran bir ifade ile karşı karşıyayız. Sebebine gelince yokuş çıkmak en sıkıntılı, en yorucu yolculuk türüdür. Bir de yokuş çıkmanın irade dışı bir itme ile yapıldığını düşünürsek çekilen sıkıntının ve duyulan yorgunluğun ne kadar artacağını kolayca kestirebiliriz. Bu ifade aynı zamanda somut bir gerçeği dile getirir. Çünkü düz, kolay ve iç açıcı iman yolundan ayrılan kimse sarp, sıkıntılı ve nefes kesici bir patikaya düşmüş olur; sürekli endişe, bunalım, gerilim ve baskı altında yaşar, sanki göğe tırmanıyor gibi nefesi tıkanır; susuz ve azıksız çıkılan bir yolculukta ıssız ve tehlikeli izlerde taban teper, üstelik yolunun sonunda varacağı bir amaç, kazanacağı bir huzur da göremez.  Sonra şu gülünçlük örneği eşsiz tablo canlandırılıyor. Bir de bakıyoruz ki, bu zavallı yaratık zihnini yoruyor, sinirlerini geriyor, alnını kırıştırıyor, yüz hatlarım ve mimiklerini oynatıyor. Bütün bunları Kur'an'da bir kusur bulmak, onu karalayacak bir söz hazırlamak için yapıyor.

(S.KUTUB)

Onu sarp bir yokuşa sardıracağım, çünkü o bizim âyetlerimize karşı pek inatkâr davranıyor. Arkadaşlar, buradaki “Âyâtinâ” dan maksat:

a. Kur’an-ı Kerîm’idir. Yâni bizim kendisine hayat programı olarak gönderdiğimiz kitabımızın âyetlerine karşı pek inatçı davranıyor. Kitaba karşı eyvallahsız davranıyor, müstekbir davranıyor.

b. Bir hak olan hakikat olan her şeydir. Bizden gelen her hakka karşı vurdumduymaz davranıyor.

c. Ya da burada anlatılan kulluk örneği Rasulullah efendimizdir. Ona karşı da inatçı davranıyor. Peygamberin örnekliğini reddediyor. Kullukta peygamber modeline yanaşmıyor. Peygamberi tanıma ve peygamber gibi olma, peygamber gibi yaşama konusunda pek inatçı davranıyor. Hakka istinat etmeyen imanın devamcısı anlamına inatçı davranıyor bu adam... Yâni öyle bir tavır içinde ki adam, âyet ne derse desin, Kur’an ne derse desin, o bildiğini okuyor. Kur’an ne derse desin, Rasulullah ne derse desin o bildiğini yapmaya devam ediyor. Kitaba rağmen, Peygambere rağmen o kendi kendine yol bulmaya çalışıyor. Kitabı ve peygamberi yok farz ediyor, gelmemiş sayıyor. Kitaba ve peygambere müracaat etmeden de bir hayat yaşayabileceğine inanıyor. Kitapsız ve peygambersiz hayatını düzenlemeden yana bir tavır sergiliyor. Kitabı ve peygamberi tanımadan hayatını sürdürme konusunda inatkâr davranıyor. Ama böyle kitabı ve peygamberi tanımadan da hayatını sürdürebileceğini zanneden kişiye Allah diyor ki bakın:

Ama biz onu sarp bir yokuşa, dimdik bir yokuşa sardıracağız! “Saûd”, zor bir yokuş, çetin bir geçit demektir veya cehennemde bir dağ demektir. Rabbimiz diyor ki onları zor bir yokuşa süreceğim, yollarını zorlaştıracağım onların. Cennet yolunda yürümeyi, İslâm yolunda yürümeyi, kulluk yolunda yürümeyi onlara zorlaştıracak, İslâm’dan ve Müslümanca bir hayattan nefret ettirecek ve küfür yolunu ona kolay getirecektir. Nitekim En’âm sûresinde de bu konu şöyle anlatılıyordu: “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslâmiyet’e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır.” (En’âm 125)

Kalpleri İslâm’a açılan, İslâm yolu kolaylaştırılan müminlere karşılık kimilerinin kalbi de İslâm’a kapatılmaktadır. Allah kimi de saptırmak, dalâlette bırakmak isterse, adam kendisi dalâleti tercih eder Allah da onu dalâlette bırakmak isterse birinci insanın zıddına onu göğsünü o kadar daraltır ki, o kadar sıkıntılara sokar ki sanki gökyüzüne yükseliyormuş gibi içinde büyük darlık hisseder. Sapıtmak isteyen, saptırmak isteyen kimselerin kalplerinde de öyle bir darlık, öyle bir huzursuzluk yaratır ki Allah, sanki bir ağaca değil dağa değil de gökyüzüne tırmanıyormuşçasına sıkıntı ve isteksizlik hisseder. Gönlünü İslâm’dan ve kulluktan soğutuverir Allah onun. Hoşlanmaz Allah’tan, hoşlanmaz peygamberden, nefret eder kitaptan, sevmez namazı, beğenmez tesettürü, rahat değildir İslâm’dan, idama gidiş bilir mescide gidişi. Ve bunlar zorlaştırılırken tüm günâhlar, tüm kötülükler de kolay hale getirilecektir onun için.

Demek ki yolun zorluğu o yolun fıtrata ters olmasındandır. Allah fıtratına uygun olmayan zor bir yola giren kimseye bu yolu kolaylaştırarak onun cehenneme yuvarlanmasına imkân sağlıyor. Yine burada zorlaştırılacak olan önceki müminlerin zıddına hayatlarının, rızıklarının hayat programlarının zorlaştırılmasıdır. Tâhâ sûresinde bu husus şöyle anlatılır: “Benim Kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak haşr ederiz.” (Tâ-hâ 124)

(A.KÜÇÜK)

12 Kellâ'nın bu bağlama en uygun vurgusu bizce budur (Bkz: 2/'Alak: 6, ilk not.)

(M.İSLAMOĞLU)