MÂÛN SURESİ


Ayet Getir
107-MÂÛN 5. Ayet

الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ

Ellezîne hum an salâtihim sâhûn(sâhûne).

Bayraktar Bayraklı

(4-5) Namazlarından gaflette olarak namaz kılanların vay haline!


Edip Yüksel

Onlar ki namazlarından tümüyle habersizdirler.


Erhan Aktaş

Onlar ki salatlarından1 gafletteler. 1- Yardım etme, destek olma bilincinden, erdeminden yoksundurlar.


Muhammed Esed

onlar ki kalpleri namazlarına yabancıdır,


Mustafa İslamoğlu

Bu gibiler, ibadetin hakiki amacından gafil görünmektedirler.


Süleyman Ateş

Ki, onlar namazlarından gaflet ederler (kıldıkları namazın değerini bilmez, ona önem vermezler).


Süleymaniye Vakfı

Bunlar namazlarını önemsemez,


Yaşar Nuri Öztürk

Namazlarından gaflet içindedir onlar!


Ayetin Tefsiri

 

MEAL

4.) İşbu yüzden, olmaz olsun (böyle) ibadet edenler!4

5.) Bu gibiler, ibadetin hakiki amacından5 gafil görünmektedirler.6

(M.İ)

4.) [Ama kendince ibadetten de geri kalmaz]. Yazıklar olsun böyle ibadet edenlere!1

5.) Onlar, gerçek ibadetten bihaberdir.

(M.Ö)

4-5.) “Vay o namaz kılanların haline ki: Onlar kıldıkları namazdan
gafildirler.

(A.K)

TEFSİR

8. "Fe veylün lil musallîn" ifadesi kullanılmıştır. Burada "fe"nin anlamı, ahireti açıkça inkar edenlerin, az önce zikredildiği üzere halini gördün demektir. Şimdi namaz kılan münafıkların hali açıklanacaktır. Yani müslümanların saflarına katılırlar. Zahiren Müslüman görünmelerine rağmen ahireti yalanlarlar. Onun halini görün ki, kendine ne gibi bir felaket hazırlamaktadır.

"Musallîn"in manası, "namaz kılanlar"dır. Siyak ve Sibaka göre "musallîn"in anlamı, ilerideözellikleri açıklandığında da görüleceği gibi, aslında "namaz kılan" değil, "ehl-i salat" yani müslümanların topluluğuna dahil olandır.

9. "Fî salâtihim sahun" denmemiştir. "An salâtihim sahun" buyurulmuştur. Eğer "fî salâtihim sahun" kullanılsaydı ayetin anlamı, "namazlarında gafildirler" olurdu. Oysa namaz kılarken bir şeyi unutmak şeriatte nifak değil, hatta günah bile değildir. Aslında bu tip gaflet, hakkında korkutma yapılacak bir eksiklik değildir. Rasulullah da namazda unutmuş ve telafi etmek için sehiv secdesi yapmıştır. "An salatihim sahun"un manası, "onlar namazlarından gafildirler" şeklindedir. Namaz kılıp kılmaması farketmez. Bazen kılar bazen kılmazlar. Kılarken de tam son vakitte kılarlar. Vakit bitmek üzereyken formalite gereği namazı çabucak yerine getirirler. Namaza isteksiz kalkarlar. Namazı kılmaları, bir musibeti başlarından atmak ister gibidir. Namazda elbiseleri ile oynar ve esnerler. Namazlarının Allah'ı anmakla en ufak ilgisi yoktur. Namaz boyunca ne okuduklarını hissetmezler. Okurken de kalpleri başka yerdedir. Namazı çabuk çabuk kılar, rüku ve sücudu doğru dürüst yapmazlar. Namazı sadece bir şekil olarak eda eder ve kurtulurlar. Pek çokları da, bir yerde namaz kılan varsa kılar, yoksa namaza aldırmazlar. Namaz vaktinin gelip geçtiğini bile hissetmezler. Ezan sesinin neye davet etmekte ve kimi davet etmekte olduğuna aldırmazlar. Bütün bunlar ahirete iman etmediklerine işarettir. Çünkü müslüman olduklarını söyleyenlerin bu amelleri, aslında namaz kılıp kılmamanın ceza ve mükafat ile karşılanacağına inanmadıklarını gösterir. Namaz kılmazlarsa onlara bir ceza verileceğine, kılarlarsa da mükafat verileceğine inanmazlar. Onun için Enes b. Malik ve Ata b. Dinar diyorlar ki, "Allah'a şükrederim ki O -fi salatihim sahun- değil de, -an salatihim sahun- buyurdu." Yani biz namazlarda unuturuz, ama namazlarımızdan gafil değiliz. Onun için münafıklardan sayılmayacağız.... Kur'an-ı Kerim'de münafıkların durumu başka yerlerde şu şekilde açıklanmıştır. "Namaza üşene üşene kalkarlar." (Tevbe 54) Rasulullah, bunun münafığın namazı olduğunu bildirmiştir. Rasulullah bu sözünü üç kere tekrarlamıştır. Sözüne devam eden Rasulullah şöyle demiştir: "Asr vaktinde oturarak güneşin batışını seyreder. Güneş şeytanın iki boynuzu arasına girene kadar seyretmeyi sürdürür. (Yani gurup vaktine yakın bir zamana kadar oturur.) Bu vakitten sonra kalkar, horozun yerden yem toplaması gibi dört defa eğilir kalkar. Allah'ı da çok az zikreder" (Buharî, Müslim ve Müsned-i Ahmed) Sa'd b. Ebi Vakkas'tan, oğlu Mus'ab şöyle rivayet etmiştir: "Ben Rasulullah'a namazdan gafil olanlar hakkında sordum. Rasulullah, onların namaz vaktini geciktirdiklerini söyledi" (İbn Cerir, Ebu Ya'la, İbn Münzir, İbn Ebi Hatim, Taberanî Evsat'ta, İbn Merduye, Beyhaki esSünen'de bu rivayet Sa'd'ın kendi sözü olarak da nakledilmiştir. Bu naklin senedi daha kuvvetlidir. Bu kavlin, Rasulullah'tan hadis olarak merfuen rivayet edilmesini Beyhakî ve Hakîm zayıf kabul etmiştir.) Mus'ab'ın diğer bir rivayeti de şöyledir: Babasına bu ayet üzerinde düşünüp düşünmediğini sormuş ve "Bunun anlamı namazı terketmek mi? Yoksa murad namaz kılan kişinin başka şeye dalması mı? Bundan murad namazı ziyan etmektir. Namazı gecikerek kılmaktır." (İbn Cerir, İbn Ebi Şeybe, Ebu Ya'la, İbn Münzir, İbn Merduye, Beyhakî Sünen'de.)

Burada şu iyice anlaşılmalıdır ki, namaz sırasında başka düşüncelere dalmak ayrı şeydir, namaza hiç dikkat etmemek ve namazda her zaman başka şeyler düşünmek ayrı şeydir. Birinci özellik insanın zaafındandır. İrade dışı olarak insanın aklına bazı düşünceler gelebilir. Bir mü'min dikkatinin namazdan kaydığını hissettiği anda yeniden dikkatini toplamaya çalışır. İkinci özellik ise, namazdan gafil olma tarifine girer. Çünkü onun namazı bir egzersiz gibidir. Kalbinde Allah'ı zikretme şeklinde bir niyet yoktur. Namazın başından sonuna kadar, kalbi hiçbir an Allah'a yönelmez. Hangi düşünceyle namaza başlamışsa o düşünceyle namazdan çıkar.

(MEVDUDİ)

Veyl o namaz kılanlara. Yazıklar olsun o namaz kılanlara. Cehennemin veyl deresine gitsin onlar. Cehenneme akasıcalar, cehenneme dolasıcalar. Yuh olsun onlara. “Veyl” kelimesi Kur’an ve sünnette hem kâfirler, hem de Müslümanlar hakkında kullanılmaktadır. Bu tabir Müslümanlar için kullanıldığı zaman, yazıklar olsun, yapmamalıydınız bunu gibi anlamlara gelirken, kâfirler hakkında kullanıldığı zaman da cehenneme gidesiceler, cehennemin veyl deresine yuvarlanasıcalar anlamlarına gelmektedir. Burada, Mutaffifin ve Hümeze sûrelerinin başında ve Mürselât sûresinin 10. âyetlerinde ve kitabımızın değişik yerlerinde kâfirler için kullanılmakta ve bu ifadenin geçtiği yerlerin hemen hemen pek çoğunda mala bakışın bozukluğu gündeme getirilmektedir.

Âyet-i kerîmede namazı sallayanlar anlatılır. Namazı Allah’ın istediği biçimde ikame edenler değil de salla yapanlar anlatılmaktadır. Namaz kılmaktan gafil adamlar da kıldık zannediyorlar veya namazı bir hareket zannediyorlar. Veya namazı kılınca tamam zannediyorlar. Namaz bitti, namazı kıldık Müslümanlık tamam zannediyorlar. Namazla din kurtarma çabasına giriyorlar. Halbuki Kur’an’da, dinde, İslâm’da böyle hiçbir şeye karışmayan, mücerret kendi başına bir namaz yoktur. Hiçbir şeye karışmayan, hayatta hiçbir fonksiyonu olmayan bir namazdan söz edilmez İslâm’da. Namaz Allah’tan mesaj alma ve alınan o mesajla hayatı düzenleme makamıdır. Namaz, hayatın mihveridir. Namaz, namaz öncesi hayatın Allah’a raporunu ve tekmilini vermektir. Binaenaleyh hayatı düzenlemek üzere Allah’tan mesaj alınmadan kılınan bir namaz, namaz değildir. Ne okuduğunu, ne söylediğini anlamadan kılınan bir namaz Allah’ın istediği bir namaz değildir. Namaz sonrası hayatta etkili olmayan bir namaz, namaz değildir. Onun içindir ki namazla hayat doğru orantılıdır. Namazı düzgün olan kişinin hayatı da düzgündür. Namazı bozuk olanın tüm hayatı bozuktur.

Demek ki Allah’ın istediği biçimde tüm hayatı düzenleyecek bir namaz kılanlar değil de, namaz gösterisinde bulunanlar, namaz kılmadıkları halde namaz kılıyormuş gibi davranan ve çevrelerini aldatan insanlar anlatılıyor burada. Rabbimiz veyl olsun bu şekilde namaz kılanlara buyurduğuna göre, öyleyse birinin namaz kıldığını görüvermemiz, onun gerçek Müslüman olduğuna ve kurtulduğu düşüncesine götürmemelidir bizleri. Eğer adam namazında sâhûn, lâhûn, sâhiv ise burada olduğu gibi, onun namazı da, kendisi de merduttur. Ancak dikkat ederseniz âyet-i kerîmede “Fi salâtihim” denmemiş de “An salâtihim” denmiştir. Aslında Rabbimizin böyle buyurması biz Müslümanlar için çok büyük bir müjde, çok büyük bir rahmet eseridir. Çünkü birisinde namazdan gaflet, ötekisinde namazda gaflet kast edilir. Namazdan gafletle, namazda gaflet birbirinden farklıdır. Namazda, namazın içinde gaflet affedilirken, namazdan gaflet nifak alâmetidir. Müslümanlar namazın içinde gaflet edebilirler, namazın içinde unutarak, yanılarak gaflet edebilirler. Bu nifak değildir. Hattâ namazın içinde bir şeyleri unutmak günah bile değildir. Nitekim Allah’ın Resûlü de namazda unutmuş ve bu unuttuğunu telafi etmek için sehiv secdesi yapmıştır. Tabii gözlerim uyur ama kalbim asla uyumaz diyen Allah’ın Resûlüne bu konuda bizim için hüküm konsun diye Rabbimiz unutturmuştur diyoruz. Kıyamete kadar bu konuda namazında unutanlar için teşrinin ortaya çıkması adına bu şarttı. Onun içindir ki burada Rabbimiz “Fi salâtihim sahun” Onlar namazlarında yanılırlar, namazlarında unuturlar ve gaflet ederler buyurmamış da, “An salâtihim sahun” Onlar namazlarından gafildirler buyurmuştur.

Namazla alâkalı bir gaflet içindeler onlar. Namazla ilgileri, irtibatları yoktur onların. Namazı kılmışlar kılmamışlar fark etmez onlar için. Namaza aldırış etmezler. Namaz için Rabbimizin belirlediği vakitte namazın kılınıp kılınmadığına aldırış etmezler. Namazı vaktin dışına çıkarırlar. Vaktin evvelinde kılmayıp sonuna taşırırlar. Veya namazlarını Allah’ın emrettiği biçimde tâdil-i erkanına riâyet ederek değil de, tavuğun yem devşirdiği gibi kılarlar. Namazda okuduklarının manasını düşünüp tedebbür etmezler, namazlarında Allah’tan hayatlarını düzenleyecek hiçbir mesaj almazlar. Hayatlarında hiçbir fonksiyonu olmayan, ruhsuz hareketler manzumesidir namazları. Namazın ehemmiyetinden habersizdirler. Namazın terkinden müteessir olmazlar, kılıp kılmadıklarına, vaktin geçip geçmediğine aldırış etmezler. Namazlarını Allah’ın rızası için değil de dünyevî maslahatlar için kılarlar. Onun içindir ki insanların arasındayken kılarlar ama kendi başlarına kaldıkları zaman terk ederler. Namazı kılarlarken hayrını ummazlar, terk ederken de Rablerinin ikabından korkmazlar. Namazla mağrur olup din sadece namazdan ibaretmiş zannederek onunla din kurtarma gayretine düşerler. Dini sadece namazdan ibaretmiş zannederek namazın istediği diğer kulluklardan gaflet ederler.

Namazın kıyamından, kıraatinden, rükusundan, sücudundan habersiz sanki bir teyp gibi veya bir robot gibi şuursuzca yatıp kalkarlar. Namaz boyunca Allah’ı hiç zikretmezler. Kalpleri kafaları başka yerde, iskeletleri namazda, böyle şekil olarak bir namaz kılarlar. İşte Allah diyor ki, veyl olsun bu şekilde namaz kılanlara. Bu namaz onları Allah’tan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bakın Allah’ın Resûlü bir hadislerinde namazın bizim hayatımızdaki önemini şöyle anlatır: “Güvenilirliliği olmayan kimsenin kâmil imanı yoktur, temizliği olmayanın da namazı yoktur, namazı olmayanın dine bağlılığı yoktur. Dinde namazın yeri, bedende başın yeri gibidir.” Anlamak için bir de tersinden okuyalım. Yâni bir insan eğer kâmil iman sahibi olmak isterse mutlaka güvenirliliği olmalı. Ona güvenilmeli. Yine bir adam namaz sahibi olmak istiyorsa, namazım var olsun istiyorsa, namazının olmasını istiyorsa o zaman onun temizliği olmalıdır. Kalp temizliği, beden temizliği. Hadesten taharet, necasetten taharet diye meşhurdu eskiden bu tabirler. Görünür pisliklerden temizlik, görünmez pisliklerden temizlik. Yine eğer bir insan dine bağlı olmak istiyorsa namazı olmalı onun. Eğer namazı yoksa dine bağlılığı da yoktur onun. Eğer dine bağlı olmak, dine bağlılığının olmasını istiyorsa mutlaka namazı olmalıdır. Eğer bir bedende başın yeri önemliyse, yâni baş bedende ne kadar önemli bir yer işgal ediyorsa, namaz da dinde işte öyle bir yer işgal eder.

Ne anladık? Bir insanın güvenirliliği olacakmış. Güvenilebilecekmiş. Yâni ashap dönemine bakın, peygamberimizi zaten “Muhammed’ül Emin” biliyoruz, güvenilir kişi olarak yalnız müslümanlar değil, düşmanlar, kâfirler de güveniyorlardı ona değil mi? Bizler de aynen öyle olmalıyız. Biz de öyle olsak. Bize de düşmanlar bile güvense. Çünkü müslümanız biz, mü’miniz. Biz Allah’a verdiğimiz sözü tutarız, Allah’tan dolayı müslümanız. Biz Allah’a iman ederiz, Allah’tan dolayı mü’miniz. Evet biz Allah’tan dolayı mü’min ve müslümanız, birilerine gösteriş derdimiz, merakımız yoktur. Kâmil iman sahibi olması gereken kişinin güvenilir kimse olması gerekir öyleyse. Güvenilen, dediyse tamam. İyi ama meselâ kâfir dünya ile iç içe yaşayan insanlar biliriz. Hani Avrupa’da yaşayan insanlar diyebilirsiniz, Avustralya dahil. Orada müslümanlarla beraber yaşayanlardan biri Türkiye’ye gelmiş, bir iş icabı bir yerlerde görevli. Onunla sözleşmiş buradakilerden biri. Söz arasında demiş ki “inşallah”, aman demiş olmaz, vazgeçtim ben. Niye? Çünkü ben memlekette çalıştığım yerde bir Müslüman vardı, “inşallah” dedi mi mutlaka dinlemezdi o sözü, yerine getirmezdi, sen de öyle dedin galiba, ben bunu yerine getirmeyeceğim dedin. Ben bunu yapmayacağım, sen boşuna bekleme dedin anlamına gelmez mi bu söz diye çok acı bir gerçeği haber vermiş. Yâni müslümanın “inşallah”ı yalanı anlamına mı geliyor Allah korusun.

Öyle değil. Müslüman dedi mi can pahasına yerine getirecektir. Çünkü müslümanın peygamberi Rasûlullah söz vermiş de hattâ peygamberliğinden önce, üç gün bekleyivermiş birisini orada. Bekleyeyim demiş çünkü. Vereceğine söz verdi mi verir. Alacağına söz verdi mi alır. Yapacağına söz verdi mi yapar. Geleceğine söz verdi mi gelir. Ama Allah’ın kabul edeceği bir mazereti varsa insanlar kabul etsin ya da kabul etmesinler ne fark eder. Çünkü o Müslüman Allah’a verdiği sözü tutar. Peygambere verdiği sözü tutar. Ama bakın verdiği sözü tutmayan, güvenirliliği olmayan insanlar Allah ve peygambere karşı da aynen güvensiz davranıyorlar da ondan. Sanki işin aslı öyledir. Yâni Allah; şöyle yaparsan sana cennetim var, böyle yaparsan bak azabım var, cehennemim var dediğine de güvenmiyorlar galiba da kendileri de güvensiz davranıyorlar, güvensizlik aşılıyorlar. Böyle olunca da kâmil iman da kayboluveriyor.

Abdesti olmayanın, yâni hadesten taharet dediğimiz, necasetten taharet dediğimiz madde planında tüm pisliklerden arınmayan kişinin namazı yoktur. Yâni bir insanın kalbi temiz değilse, kalbini her gün yıkamıyorsa değil, niyetlerini tertemiz Allah’a ait kılmıyorsa, işte o insanın namazı yoktur. Yâni hayatı düzenleyen bir namaz olacaktı ya namaz, tertemiz bir kalp ile, tertemiz bir bedenle, tertemiz bir evle, tertemiz bir toplumla namaz bütünleşince namaz olacaktır. Değilse namaz tertemiz olacak, ama hayat pis, pisliğin içinde bir namaz, ya da pisliği temizlemeyen bir namaz, o namazın yokluğuna hükmedeceğiz. Namazı olmayanın dine bağlılığı yoktur. Yâni bir adam hem dindar olduğunu söyleyecek, hem dindar olduğunu iddia edecek, hem de namazı olmayacak, bu ne mantık bunu siz düşünün. Dilim varmadı söylemeye. Yâni bir adamın namazı olmayacak ve dine bağlı olacak. Dine bir adamın bağlanacağı ilk yer, asıl yer namazken, o yoksa ve o adam dine bağlılığını iddia ediyorsa bilmiyorum nasıl bir bağlılıktır bu? Nasıl bağlanmaktır bu? Hangi din ve nasıl bağlanmak? Çünkü dinde namazın yeri, bedende başın yeri gibidir. Yâni düşünün bir adamın başı olmayacak ve adam olacak. Mümkün mü bu? Peki yani baş olmayınca zaten ölü diyorsunuz, hattâ o tür cenazeyi yıkamak bile zoruna gider değil mi müslümanların? O hale gelmişse, Allah kimsenin başına vermesin.

Allah dayanamayacağımız şeyle imtihan etmesin, baştan dua edelim. Peki bir de şöyle söyleyelim: Baş var da fonksiyonlarını yitirmiş. Görmeyen gözleri olan bir baş, işitmeyen kulakları olan bir baş, konuşmayan dili olan bir baş, ya da dönmeyen, sağa sola dönemeyen, fark etmeyen, fark edemeyen, koku olmayan, hissetmeyen bir baş. Ya da aklı olmayan bir baş düşünün. Ne dersiniz? Böyle bir vücudu siz de sevmediniz değil mi? İşte namazı olmayan bir din de böyleymiş. Mücahit kıraatinde de bu “Sahun” ifadesi “Lahun” olarak geçmektedir. Yani onlar namazlarını oyun ve eğlence yerine korlar. İşte böyle evdi, arabaydı, kooperatifti, dükkandı, müşteriydi, fabrikaydı, parktı, plajdı, piyasaydı, kazançtı, paraydı, puldu, teypti, televizyondu bunlarla uğraşırken namaz kılacak zamanları kalmamıştır onların. Tevbe sûresinde anlatıldığı gibi öteki işlerinden namaza zaman bulamadıkları için namaza tembel tembel, üşene üşene kalkarlar: “Namaza tembel, tembel gelirler.” (Tevbe 54) Allah’ın Resûlü Buhârî ve Müslim’in birlikte rivâyet ettikleri bir hadislerinde bu hususu anlatırken şöyle buyurur: “İşte bu münafığın namazıdır! diye üç defa tekrar eder ve sonra buyurur ki: İkindi vaktinde oturarak güneşin batışını seyreder. Güneş şeytanın iki boynuzu arasına girene kadar durup seyretmeyi sürdürür. Bu vakitten sonra kalkıp horozun yerden yem devşirdiği gibi dört defa eğilip kalkar. Allah’ı da çok az zikreder.” Yine bakın Nisâ sûresinde Rabbimiz münâfıkların namazlarını anlatırken şöyle buyurur: “Doğrusu münâfıklar Allah’ı aldatmaya çalışır, oysa O, onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir. Onlar namaza tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı pek az anarlar.” (Nisâ 142)

Şimdi bize dönüyorum. Şu kıldığımız namazların görünüşte hiçbir fonksiyonu yok gibi değil mi? Yani bu kıldığımız namazların hayatımıza hiç etkisi yok gibi değil mi? Sanki biz de namazlarımızda Allah’ı çok az zikrediyoruz değil mi? Bizler de namazlarımızda ne okuduğumuzun, Allah’a hangi taahhütte bulunduğumuzun farkında değiliz, değil mi? Namazda aldığımız mesajı namaz sonrası hayatımıza taşımamız ve namaz sonrası hayatımızı onunla düzenleme kavgamız hiç yok gibi değil mi? Hayattan kopuk bir namaz kılmadan yanayız değil mi? Yani bizim hayatımızda da namaz öncemizle namaz sonramız hiç değişmiyor gibi değil mi? Sanki mektubu atıp o dertten kurtulma işi gibi namaz kılmadan yanayız değil mi? Bu durum gerçekten çok kötü bir durumdur. Öyleyse Allah için bunu bir daha düşünelim. Düşünelim de kendi namazlarımızda kendi kendimize beddua etmekten kurtulalım inşallah. Allah’ın istediği, Rasulullah efendimizin tarif ettiği gibi bir namaz kılmanın yollarını arayalım.

Çünkü Bakara’nın anlattığına göre ibadetlerin dış formlarına önem vermenizin fazla bir değeri yoktur. Namazda yüzünüzü şekil olarak doğuya ya da batıya döndürmeniz gerçek îman, gerçek birr ve iyilik değildir. Yani ruhsuz bir biçimde, sadece şekil olarak bazı dinî formalite ve törenleri icra ederek dindarlık gösterisinde bulunmanız gerçek îman ve gerçek takva değildir. Gerçek îman, bir takım hareketleri yapmak, şuraya, ya da buraya dönmek, Kâbe’ye ya da Mescid-i Aksa’ya yönelmek, yatıp kalkmak değildir, diyor Rabbimiz.

(A.KÜÇÜK)

“Feveylûn li’l-mûsallîn” eğer bütün bunları yapmıyorsa, yetimi itip kakıyorsa, yoksulu doyurmuyor, doyurmaya gayret etmiyor, teşvik etmiyorsa “Feveylûn li’l mûsallîn” yazıklar olsun böyle ibadet edenlere. Yani toplumsal sorumluluklarını yapmayan insan eğer ibadetini yaptığı ile övünüyorsa yazıklar olsun bu tipe diyor. “Feveylûn li’l-mûsallîn” eğer “Mûsallîn”deki salâtı şer’i namaz olarak -ki böyle çevrilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum- alacak olursak o öyle düşünenlerin çevirdiği gibi çevirecek olursak yazıklar olsun namaz kılanlara.

4. Salât için bkz. 9/A'lâ: 15, not 15. Bu salat, mü'minlere ikame etmeleri emredilen namazla bir tutulamaz. Olsa olsa "ikame edilmemiş bir salâttı. Hz. Peygamberin tasvirinden yardım alacak olursak, dini desteklemeyen ve dince desteklenmeyen salât’tı. Bunun en tipik özelliği Yaradana kulluğu, yaratılana şefkatten kesip ayırmaktır. Böylesi bir ibadet, ibadet olma özelliğini de yitirir. Kur'an "Gerçek erdem ve iyilik, yüzlerinizi doğuya ya da batıya döndürmeniz değildir" (94/Bakara: 177) derken de, kesilen kurbanlar için: "Onların ne etleri ne kanları Allah'a ulaşır" (91/Hac: 37) derken de bunu kasteder. İbadet'i adaletten ayırmak, ed-Din'i yalanlamakla eş tutulmuştur. Elbet, "onların namazı ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibarettir" (95/Enfal: 35) âyeti, amacından kopartılarak içi boşaltılan ibadetlerin nasıl oyun ve eğlence halini aldığını; veya oyun ve eğlencenin, amacından koparılmış ibadetlerin yerine nasıl ikame edildiğini gösterir.

“Ellezîne hûm 'ân Sâlêtihim sêhûn” onlar, “el-mûsallîn” aslında müşriklerin salâtı burda. İkame edilmemiş ibadetin amacı ekîmû’s-salâh neden ekâme fiiliyle gelir? Çünkü amacı gerçekleşmemiş salâtın amacı, işte ikamesi budur. Yani sosyal yükümlülüklerini yerine getirmeyen insan, rabbinin hakkını yerine getiriyorsa onu da yapmamış demektir. Tek kanatla kuş uçmaz demiştik ya. İşte burada o, ibadetin amacı söyleniyor. Ki Kur’an ibadetlerin amacı üzerinde çok durur.

 

Mesela der ki; sadece dindarlık gösterisini reddeder. “Leysel-birrâ en tûvellû vûcûhekûm kîbele’l-meşrîkî ve’l-mâğrîb”. Bakara/177) yüzlerinizi doğuya ya da batıya dönmeniz Birr değildir, iyilik değildir. Yani dindarlık gösterisi değildir Allah’ın sizden istediği.

 

Yine bir başka ayeti kerime de; “Len yenêlâllâhe lûhûmûhê ve-lê dimê’ûhê ve-lêkin yenêlûhû’t-tâkvê minkûm”. (Hac/37) Hac suresinin 37. ayeti yanlış hatırlamıyorsam kurban hakkında. Allah’a kestiğiniz kurbanların ne etleri ne kanları yükselir, sizin takvanızdır yükselen. Yani maksada gelin maksada. İbadetlerin amacını iyi gözetin, ibadetlerin içini boşaltmayın. İbadetin ruhunu öldürüp de cesedine yatırım yapmayın, burada bu söyleniyor. Onun için şimdi tam zamanı işte namaz hakkındaki o meşhur gerekçeli ayeti hatırlamanın.

 

Namaz insanı tüm kötülüklerden ve günahlardan alıkoyar. “inne’s Sâlête tenhê âni’l-fâhşê’i ve’l-mûnker ve-lezikrûllâhi ekber” (Ankebut/45) hele bir de namazın Allah kaygısı veren boyutu var ki o en büyüğüdür. İnsanı kötülüklerden ve fuhşiyattan, aşırılıklardan, kendini bilmezlikten, kendini kaybetmekten alıkoymuyorsa o nasıl namaz kılmak diyor. Bunu birleştirebiliriz, beraber düşünebiliriz.

 

“Ellezîne hûm 'ân sâlêtihim sêhûn” o kimseler ki kıldıkları namazdan gafildirler. Çok ince bir ayrıntı var burada ‘ân’ edatı kullanılmış ‘fî’ değil. “Hûm fîhi sâlêtihim sêhûn” deseydi eğer namazlarında yanılırlar ve unuturlar manası vermemiz lazımdı. Namazın içindeki unutma ve yanılmaya delalet ederdi. Ama ‘an sâlêtihim’ diyor. Dolayısıyla bu namazın içindeki bir unutmaya, yanılmaya veya ibadetin içindeki bir unutma ve yanılma değil. Ya ne? Bu aslında ibadetin maksadından koparılmasıdır. İbadetin amacından uzaklaştırılmasıdır. Yani ibadetin amacını unuturlar, ibadetin gayesini unuturlar. İbadet artık sadece ve sadece bir ritüel haline gelir.

 

Mesela bu ibadetin namaz olduğunu düşünelim; Robotları kursanız içine bir yazılım koysanız nasıl tadili erkân üzere namaz kılarsa, bizimki de öyle kılar. Fakat işte o kadar, içi boştur, ruhu ölmüştür namazın. Yani ibadetler Allah’a gönderilmiş birer mektuba benzerdi ya, bu mektubun içi boş. Zarf var ama mektup yok. Yarın büyük günde ibadetlerin zarfları açıldığında zarf var fakat içi yok.

 

Nerede kulum bunun içi? Bu namazın içi nerde? Namazın zarfı gelmiş fakat namaz yok, ruhu ölmüş. Evet, efendimizin ifadesiyle yanlarına yoruldukları kalır buyuruyor. Kur’an’ın ifadesiyle namazı zayi edecekler, yitirecekler diyor. Evet zayi etmektir bu Kur’an’ın ifadesiyle zayi etmek. “Edê’ûs sâlâh”; zayi etmek.

 

5 İbarede fî yerine 'an kullanılmıştır. Yani, salât"ın içinde unutanlar değil, salât'tan ve onun amacından gafil olanlar kastedilmektedir. Yani alkış ve ıslık eşliğinde yaptıkları tavafı ibadet (salât) zanneden müşrikler gibi, ibadetin hikmet, illet ve gayesini unutup kendi kafası­na göre yaptıklarının adını "ibadet" koyanlar.

6 Veya İbn Mes'ud kıraatiyle "ibadeti oyun oyuncak ederler" (Krş: 95/Enfal: 35). Namazın kendisi hasenata giriyorsa da amacı sâlihâttır
"ve namazı hakkını vererek kıl: çünkü (hakkı verilerek kılınmış) namaz, (insanı) belli başlı her tür çirkinlik ve kötülükten engeller" (89/Ankebût: 45). Amacı gerçekleşmemiş bir namaz hasenat'a dahil olur ve bire on ecir alır (73/En'âm: 160), amacını gerçekleştirmiş bir namaz ise sâlihât’tandır ve karşılığı cennettir (30/Tîn: 6). Konuyla ilgili bir not için bkz. 13/'Asr: 3, not 5.

(M.İSLAMOĞLU)

 

 

[Ek bilgi; İşte o namaz kılanların vay haline ki onlar namazlarından gafildirler"

Bu ayetlerin, kendinden öncekilerle münasebeti hususunda şu izahlar yapılabilir:

1) Yetimlere  eziyet  edip,  yedirip-içirmemek,  kişinin münafıklığına delalet edince, hususuz ve huzursuz kılınan namaz,  bu  münafıklığa haydi  haydi  delalet eder.  Çünkü  eziyette bulunup, yedirmemek, insanlara karşı yapılan bir muameledir. Namaz ise, Allah'a karşı yapılan bir hizmettir.

 

2) Hak Teâlâ yetime eziyetten ve insanın yedirip-içirmeye teşvik etmemesinden bahsedince, sanki birisi, "Namaz, insanı fuhşiyyattan ve kötü şeylerden alıkoymaz" (Ankebût, 45) demiş de, Cenâb-ı Hak ona, "Riya ve gafletten kurtulamayan bir namaz, insanı nasıl kötü işlerden alıkoyabilir" diye cevap vermiş.

 

c) Hak Teâlâ sanki, "Kişinin yetime eziyete yönelmesi ve yetimi doyurmaya teşvik etmemesi, Allah'ın mahlukatına karşı şefkatli olma konusunda bir kusur; namazında gaflet etmesi ise, Allah'ın emrine saygı konusunda bir kusurdur. Binâenaleyh kişiden, bu iki konuda böyle kusurlar meydana gelince, bu kişinin şakiliği doruk noktaya varmış olur. İşte bu yüzden Hak Teâlâ, "Vay haline" buyurmuştur. (F. Razi-Tefsiri Kebir)]