Dini yalanlayanı gördün mü?
Dini yalanlayanı gördün mü?
Dini1 yalanlayanı görüyorsun değil mi? 1- Ceza/karşılık. Hesap Günü’nü. Borcunu: Kendisine verilen nimetleri yok sananı gördün mü? Din, deyn/borç sözcüğünden türemiştir.
Hiç bütün bir ahlaki değerler sistemini yalanlayan (birini) tasavvur edebilir misin?
Allah'a karşı borçluluk sorumluluğunu tümden inkar eden birini tasavvur edebilir misin!
Din (âhiret cezâsın)ı yalanlayan(adam)ı gördün mü?
Bu dine karşı yalana sarılanı gördün mü?
Gördün mü o, dini yalan sayanı?
MEAL
1.) ALLAH'A karşı borçluluk sorumluluğunu tümden inkâr eden birini tasavvur edebilir misin!1
(M.İ)
1.) [Ey Peygamber] Görüyorsun değil mi, hesap gününü yalan sayan şu adamı?!
(M.Ö)
1.) “Ey Muhammed! Dini yalan sayanı gördün mü?”
(A.K)
TEFSİR
1. "Sen gördün mü?" Bu hitab görünüşte Rasulullah'adır. Ama Kur'an'ın üslubu gereği, böyle durumlarda hitab her akıl sahibi insanadır. "Gördün mü?"nün anlamı, gözle görmektir. Çünkü ileride beyan edilecek şeyler, gözü gören her insanın görebileceği unsurlardır. Bunun anlamı, anlamak, bilmek ve düşünmek de olabilir. Meselâ biz, "bakın"
diyoruz. Bunun anlamı, "biraz düşünün"dür. Ayetteki kelimeyi bu manada anlarsak, ayetin anlamı "biliyor musun ceza ve mükafatı yalanlayanlar ne gibi kişilerdir?" olur. Veya "düşün
o şahsın halini. Amellere ceza ve mükafat verileceğini inkâr etmektedir." olabilir.
2. Burada "yükezzibu biddin" buyurulmuştur. "Din" Kur'an ıstılahında, ahirette amellerin karşılığı olarak kullanılır. Bu kelime aynı zamanda İslam için de kullanılır. Ama ilerideki açıklamalara dikkat edilirse birinci anlam daha uygun düşer. İkinci anlam kabul edilse de söz dizimine aykırı düşmez. İbni Abbas ikinci manayı tercih etmiştir. Müfessirlerin çoğu birinci manayı tercih etmişlerdir. Birinci manayı alırsak surenin anlamı, ahireti inkâr eden insanda bu karakterin meydana geleceğine işaret olur. İkinci manaya göre ise, surenin
maksadı İslam dininin ahlâkî önemini açıklamaktır. Yani maksat, İslam dininin surede tanımlanan karakterinin tersine bir karakter meydana getireceğini açıklamaktır.
3. Ayetin üslubundan anlaşılıyor ki, bu soru ile başlanmasının nedeni, "bu adamı gördün mü, görmedin mi?" şeklinde soru sorulması için değildir. Muhatabı, ahireti inkar eden insanda ne gibi bir karakter meydana geleceğini düşünmeye davet etmek içindir. Aynı zamanda
ahirete inananların ahlâkî önemini anlamaya çalışmayan ve bu akideyi yalanlayanların ne biçim insanlar olduklarını öğrenmeye teşvik etmek içindir de.
(MEVDUDİ)
“Eraeyte” ifadesi “Elem tera” ifadesinden farklıdır. “Eraeyte” gözle görmek anlamına geldiği gibi aynı zamanda düşünmek, anlamak anlamlarına da gelmektedir. Fil sûresinde olduğu gibi Rasulullah Efendimizin fil olayını bizzat gözle görmesi mümkün değildir. Çünkü bu Rasulullah efendimizin daha dünyaya gelmesinden önce gerçekleşmiş bir hadise olarak bilinir. Halbuki bu sûrede anlatılan dini yalanlayanları ve öteki özellik sahiplerini Allah’ın Resûlü bizzat gözleriyle görüyordu. Onun içindir ki önce Rasulullah efendimize, sonra da onun şahsında hepimize, tüm akıl sahiplerine gördün mü? Bildin mi? Anladın mı? diyor Rabbimiz. Şöyle bir bakın etrafınıza çok rahat göreceksiniz. Kimi? Dini yalanlayanı, dini yalan sayanı gördün mü? Tanıyıp anladın mı? Tabii bu cevap bekleyen bir soru değildir. Dinle, onu sana ben anlatayım demektir bunun manası. Ya da muhatabı dini yalan sayan kimseleri tanımaya dâvet veya dini yalan sayan kimselerin karakteristik özellikleri üzerinde düşünmeye dâvettir.
Burada yalanlanan dinden kasıt, ya İslâm, Allah’ın yeryüzüne gönderdiği hayat tarzı, Allah’ın belirlediği yaşam biçimidir. Ya da âhiret günü, âhiret günü gerçekleşecek hesap ve kitaptır. Zaten Kitap ve sünnetin ortaya koyduğu hayat programını, yani dini yalan sayan bir kimsenin âhireti de âhiretteki hesap kitabı da yalanlaması kaçınılmazdır. Dini reddeden bir kimsenin âhirete îman etmesi mümkün değildir. Şu anda da çevremizde âhiretteki hesap kitabı yalan sayan yığınlarla insan görüyoruz. Dikkat ederseniz âyet-i kerîmede dini inkâr edenler denmiyor, dini yalan sayanlar, dini yalanlayanlar deniyor.
“Kezzebe” inkâr etmek değildir aslında. “Kezzebe” bir şeyi kabul etmekle birlikte gereğini yerine getirmemek demektir. Adam anlıyor, kabullendiğini söylüyor ama bu kabulün gereğini yerine getirmiyor. İşte yalan saymak budur. Meselâ diyorsunuz adama: Arkadaş dışarı mı çıkıyorsun? Aman dikkat et! Dışarıda çok şiddetli soğuk var, kar yağıyor! Aman pardösünü giymeden çıkma! diyorsunuz. Adam denileni anlıyor, kabulleniyor, kar nedir? Soğuk nedir? Bunu
biliyor, pardösüsünü giymesi gerektiğini biliyor, anlıyor ama yine de giymeden çıkmaya kalkışıyorsa işte bu yalan saymaktır. Adam âhirete inandığını iddia ediyor, ölümden sonra diriliş, hesap kitap vardır diyor ama öyle bir hayat yaşıyor ki bu inancın kokusuna bile rastlamak mümkün değildir. Veya meselâ namazın farz olduğunu, kılınması gerektiğini biliyor, ama yine de kılmıyor. Müddessir sûresinin son bölümünde de bu anlatılıyordu: “Bizler din gününü yalan sayanlardandık.” (Müddessir: 46) Deniyordu. Dünyada mü'min görünen suçlular anlatılıyordu. Yani dünyada mü'min zannedilen ama soluğu cehennemin kapısında alan bu insanlara Müslümanlar, cennete girenler şaşkınlık içinde şöyle soruyorlardı: “Hayrola! Niye geldiniz buraya? Bir yanlışlık filan mı oldu?” Siz mü'min değil miydiniz? Ne işiniz var sizin burada? Bir yanlışlık mı oldu ki cennete gitmeniz gerekirken buraya geldiniz? Buyurulunca bunlar dört suç sayıyorlar: Bu suçlardan birisi de: “Biz din gününü yalan sayardık.” Bakın din gününü inkâr ederdik değil yalan sayardık.
Meselâ adama soruyorsunuz: Arkadaş ölecek misin? Tamam. Dirilecek misin? Tamam. Hesap kitap var mı? Tamam. Peki Allah Kâdir mi? Yapar mı bunu? Tamam hepsine inanıyor adam. Ama bakıyoruz bu tamam saydığı, bu inandığı konulara aldırış etmeden yaşıyor adam. Yaşadığı hayatta bu inandığı şeylerin kokusunu bile görmek mümkün değil. Öyle bir hayat programı var ki adamın, bu inancının hiç mi hiç etkisi yok. Yani îmanının, inandım dediği şeyin gereğini yapmıyor. Veya îmanını amele dönüştürmüyor. Çok korkunç bir suç değil mi bu? Namaz kılması gerektiğine inanıyor ama kılmıyor. Örtünmesi gerektiğine inanıyor ama örtünmüyor. Kur’an’ı, sünneti tanımadan Müslümanlık olmayacağına inanıyor ama farklı yaşıyor. Çoluk çocuğunu eğitmesi gerektiğine inanıyor ama yaklaşmıyor. İşte yalan saymak budur ve çok büyük bir suçtur. Öyleyse inandık
dediğimiz şeyleri amele dönüştürmeye çalışalım inşallah.
Âyet-i kerîmede dini, din gününü inkâr edenler denmiyor, yalanlayanlar
yalan sayanlar deniliyor. Öyleyse Allah için burada çok ciddi düşünmek ve kendimizi yargılamak zorundayız. Acaba dilimizle kabul ettiğimiz âhireti hayatımızla, hayat programımızla yalan sayanlardan mıyız, değil miyiz? Bunu çok ciddi düşünmek zorundayız. Çünkü unutmayalım ki yalan saymak küfürden farklıdır. İnkâr etmek, âyetleri ve âyetlerin ortaya koyduğu ölüm ötesi hayatı tümüyle reddetmek ve inanmamak demektir. Ama yalan saymak âyetlere inanmakla beraber gereğini yerine getirmemek demektir. En’âm’da bu yalan sayanların şöyle dedikleri anlatılır: “Hayat ancak bu dünyadakinden ibarettir, biz dirilecek de değiliz” dediler.” (En’âm 29)
Hayat, bu hayattan ibarettir. Hayat ancak bu dünya hayatıdır. Varsa da
yoksa da işte yaşadığımız bu hayat vardır. Bunun ötesinde başka bir hayat yoktur dediler. Bizler bir daha diriltilecek değiliz, diyerek âhiret hayatını inkâr ettiler. Bazıları hem dilleriyle inkâr ettiler, hem de hayatlarıyla inkâr ettiler. Hem sözle, hem de hayat programlarıyla inkâr ettiler. Aslında ister dilleriyle inkâr eden kâfirler olsun, isterse dilleriyle âhirete inandıklarını iddia ettikleri halde hayatlarıyla onu yalanlayanlar olsun, bunların hepsi âhiretin varlığının farkında ve bilincindedirler.
Hainler biliyorlar aslında Allah’ı. Biliyorlar Allah’ın âyetlerini. Biliyorlar âhireti ama bile bile, peşin peşin reddediyorlardı. Çünkü bu adamların hayatları, yaşantıları, beklentileri, âhiretteki hesabı, kitabı reddetmelerini gerektiriyordu. Çünkü âhirete inandıkları zaman kesinlikle biliyorlardı ki hayatları değişecekti. Allah’a, Allah’ın âyetlerine, Allah’ın hayat programına yöneldikleri zaman huzurları kaçacaktı. Ölüm ötesi hayatın hesabı, kitabı gündeme geldiği zaman
iştahları gırtlaklarında düğümlenecekti. O zaman insanlara zulüm edemeyecekler, kan içemeyecekler, tanrılıkları bitecek ve sömürü düzenleri sona erecekti. O zaman zulümleri bitecekti. Saltanatları, çıkarları sona erecekti. Onun için biliyorlar ama bile bile inkâr ediyorlardı.
Şimdi buna göre, bu âyetin ortaya koyduğuna göre Allah için bizler
kendimizi, çevremizi, en yakın akrabalarımızı bir değerlendirelim. Yirmi dört saatin kaçta kaçını âhiret hesabına harcıyoruz? Bir günümüzün kaçta kaçını Kur’an’ın tâlimine, dinin tedrisine harcıyoruz? Kaçta kaçını dinin tebliğine, emr-i bi’l-marufa harcıyoruz? Kaçta kaçını işimize, aşımıza, dükkanımıza, tezgahımıza, ticaretimize, maişet teminine harcıyoruz? Öyleyse bizler Allah korusun da bugün dilimizle âhirete inandığımızı söylüyoruz ama hayatımızla, hayat programımızla âhireti inkâr ediyoruz. Geleceğe ait planlarımızla, kazanma ve yığma hırsımızla, evlerimizin yapısıyla, hayat programımızla sanki hiç
ölmeyecekmiş gibi bir program yapıyor ve âhireti yalanlıyoruz, dilimizle kabullendiğimizin gereğini yerine getirmiyoruz Allah korusun.
Bakın bu âhiretteki hesabı kitabı yalanlamanın neticeleri nasıl tezahür
ediyormuş? Bu yalanmanın neticelerini şöylece sıralıyor Rabbimiz:(Bir sonraki ayet)
(A.KÜÇÜK)
“Erâ-eytellezî yûkezzibû bi’d-dîn” dini yalanlayan kimseye baksana bir, görmez misin dini yalanlayan şu adamı. Gördün mü o adam dini yalanlıyor. Farklı farklı formlarla çevirebiliriz hepsi aynı kapıya çıkar. Elimizdeki metin bunların hepsine müsait.
“Ed-dîn”; Burada anahtar kavram, merkezi kavram. Zaten ‘dîn’ ile ‘ed-dîn’ farklı. “Dîn” yani belirsiz geldiğinde her tür hayat tarzı, inanç sistemi anlamına gelir. Ama “ed-dîn” olarak geldiğinde Allah katında bir tane inanç sistemi vardır. Bu inanç sistemi tüm peygamberlerin, tüm vahiylerin inanç sistemidir. Bu inanç sisteminin kurucusu Hz. Muhammed değildir birçoklarının yanlış zannettiği gibi. Bu inanç sisteminin müntesiplerinden biridir Hz. Muhammed (s.a.v) Onun için İslam’ın kurucusu değildir Hz. Muhammed, İslam’ın peygamberidir, son peygamberidir ilk te değildir ve İslam’ın birçok peygamberi vardır.
İslam; ‘Ed-dîn”dir “İnne’d-Dîne 'îndAllâhi’l-İslêm”.. (A.İmran/19) Allah katında makbul din İslam’dır derken işte ed diyn bu dindir, yani Allah’ın razı olduğu din. Kim İslam’dan başka bir din getirirse “felen yûkbele minh” A.İmran/85) ondan o kabul olunmayacaktır diyor Rabbimiz. Onun için sizden din olarak İslam’dan razı oldum diyor. “ve râdîtû lekûmû’l-İslême dînê”. (Maide/3) din olarak sizin getirdiğiniz hayat tarzları içinde sadece İslam’dan, yani Allah’a tam teslimiyet dininden razı oldum buyuruyor. Bütün bu ayetler ışığında “ed-dîn”; aslında İslam’ın ta kendisidir.
Kelimenin kökü alacak verecekle ilgilidir. Boyun eğme, eğdirme kelimenin semantik dönüşümleri sırasında yolda kazandığı anlamlardır. Aslında taat, ınkıyad, zûl ve adâd manalarına da gelir. Adâd alışkanlığa boyun eğdiği için adâd dindir aslında, adetler gelenekler insan alışkanlığa boyun eğdiği için gelenekler din olarak, din gelenek manasına gelir.
Yine din Inkıyad manasına gelir itaat yani. Neden? Çünkü boyun eğmektir. Yine din akide manasına gelir, inançla yargılanmaktan, çünkü akide kişiyi inançla yargılar, inandığı şeyle yargılar. İnandığı değerlerin bütününe akide denir. Onun için borç alacak verecek ilişkisi. Çünkü din kelimesinin türetildiği kök deyn dir borç manasına gelir.
Din günü diyoruz ahirete. Neden? Borç ve alacak hesabı çıkarıldığı gündür. Yani Allah’ın kulun borcunu çıkardığı gündür. Kulun hesabını önüne döktüğü gündür. Hesap defterini açtığı gündür onun için din günü, deyn günü diyoruz.
Medine diyoruz, yine aynı kökten. Neden Medine diyoruz? İçinde borçlu ve alacaklının haklarını birbirlerinden talep eden ve veren adil bir biçimde mahkemenin bulunduğu yere Medine diyoruz. Bu mahkemenin hakimine deyyan diyoruz. Ve Hukukun üstün olduğu siteye medeniyet diyoruz. Onun için hukuktan bahsedilen yerdir alacaktan verecekten bahsedilen yer. Özü itibarıyla deyn den yola çıkarsak eğer ve toparlarsak sözün özü şudur; Din; deyndir borç, Allah’a karşı borçluluk bilincidir dindarlık. Dindarlık kulun Allah’a karşı borçluluk bilincidir, yani Allah’ın hakkını teslim etmektir. Allah’ın hakkını teslim etmek için Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmaya İslam, teslim olan İnsana da Müslüman diyoruz.
“Erâ-eytellezî yûkezzibû bi’d-dîn” bütün bu tarifler ışığında Allah’a borçlu olduğunu yalanlayan kimseye bakmaz mısın, gördün mü böyle birini, baksana şu Allah’a borçlu olduğu gerçeğini yalanlayan kimseye. Ne yapıyormuş o?
1. Kur'an'ın hiç bir yerinde çoğul gelmeyen dîn "borç" anlamındaki deyn'den türetilmiştir (Aynı kök anlama atıfla kullanılan medînûn için bkz. 66/Sâffât: 53). Hem alacak-verecek, hem de boyun eğme-eğdirme anlamına gelir [Mekâyîs). Kişi borçlu olduğuna boyun eğip teslim olduğu için taat (itaat), inkıyâd (bağlılık) ve zull (boyun eğme), kişi alıştığı tarza boyun eğip onu "hayat tarzı" edindiği için 'âdet, inancıyla yargılandığı için akide, birbirine hukuki bağlarla bağlı oldukları için millet anlamları kazanmıştır. Borç ve alacakların hesabı görülüp karşılığı (ceza) verildiği için "hesap günü"ne yevmu'ddîn, efendisine borçlu olduğu için "köle"ye medîn denilmiştir. Borçlunun hakkını arayacağı mahkemenin bulunduğu mekâna Medine, kişinin borcunu alacaklısından tahsil eden yönetici/hakime deyyân denilmiştir. Yerdekileri borçlu çıkardığı veya kendisine boyun eğdirdiği için sağanak yağmura da dîn denilmiştir. ed-Dîn Allah-insan-servet ilişkisinin ele alındığı bu bağlamda "insanın Allah'a karşı fıtrî borçluluğu" anlamına gelir. Ayrıca "ikrar edilmesi gerekeni
inkâr" anlamına gelen yukezzibu bi.. ibaresi, tercihimizi teyit eder. Zira islâm, Allah'ın hakkını teslim etmek için O'na kayıtsız şartsız teslim olmaktır. Yani iman kişinin Allah'a olan borcunu ikrar, küfürse borcunu inkâr halidir.
(M.İSLAMOĞLU)
[Ek bilgi; Kur’an’ın çok anlamlı kavramlarından biri dindir. Birkaç tanesini söyleyeyim. Din kelimesi;
1 – Din kelimesi deyn kelimesiyle aynı kökten geliyor. Deyn; borç demektir. Din de borç anlamına gelir bir anlamı budur. Deyn ayeti var Bakara/282. ayet; Müdayene ayeti diye bilinir karşılıklı borçlanma ya da, borçlanmanın kayıt altına alınması gibi.
2 - ikinci anlamı Din kelimesi din anlamına kullanılır Kur’an’ı kerimde bunun oldukça fazla örnek ayeti vardır. Mesela Maide/3 gibi. Orada iki tane din kelimesi geçiyor ikisi de kurulu sistem anlamında ilâhi bir ilkeler bütünü anlamında din demektir.
3 – Din kelimesi Hesap anlamına geliyor, tam karşılığı aslıda. Mâliki Yevmid-Diyn. (Fatiha/4) Allah din gününün sahibidir. Demek ki hesap günü diye bir gün var, o da mahşerde yaşanacak olan gün bunun başka ayet örnekleri de var.
4 – Din kelimesinin başka bir anlamı karşılıktır. Tam birebir bununla ilgili ayet; Nur/25. ayeti; Yevmeizin yüveffiyhimullâhu o gün yani mahşer günü Allah onlara verecek, vefa gösterecek. Neyi? Dinehûm. Onların karşılığını, yaptıklarının karşılığını tastamam karşılığını verecek. Bu ayetteki din karşılık demektir. Bu hem iyilik anlamında ödül, hem kötülük anlamında ceza anlamında azap gibi algılanabilir.
5 – Deyyan; Kelime olarak deyyan hakim demektir. Yani, borçluları, yani kimin kime borcu var, alacağı var ortaya koyan adam demektir.
6 - Mesela Mediyn köle demektir. Köle borçlu adam demektir, sahibine borçlu olduğu için ona mediyn denir. mesela Saffat/55; Eizâ mitna ve künna türaben ve 'ızamen einna le mediynun. Mediynun kelimesi geçer orada, o da; hani biz ölüp toprak olduktan sonra bizim mi borçluluğumuz gündeme gelecek yani, biz hesaba mı çekileceğiz diye inkarcıların ifadesi olarak geçer.
7 – Mesela Medine kelimesi de din kelimesi ile aynı kökten geliyor. Medine;
a) Dinin uygulandığı yer,
b) Medeniyetin üretildiği yer.
c) Hukukun yaşandığı yer. yani deyyanı olan yer, dini olan yer. Din Yesrib’i Medine yapan değerler topluluğudur. Yesrip Medine olduysa bunu din yani vahiy inşa etmiştir. Vahyin inşa ettiği yerdir Medine.
Dini yalanlayanı gördün mü derken bütün bu anlayışlarıyla beraber, yorumlarıyla beraber düşünmek lazım.
8 – Dinin kelime anlamlarından biri de aslında özgür irade ortaya koymaktır. Yani birine borçluysa borçluluğunu ve ben şuna borçluyum diyebilme hürriyetinin ortaya konulmasıdır. Kur’an da; Ve katilûhüm hattâ lâ tekûne fitnetün.. (Bakara/193) onlarla mukatele edin ta ki baskı ortadan kalkıncaya ve yekûned diynu Lillâh din Allah için oluncaya kadar. Oradaki din Allah için oluncaya kadar önüne geleni Müslüman yapana kadar herkesi öldür demek değil. Yani Allah’a borçluluğunu itiraf edip ben Allah’a karşı yükümlüyüm, Allah’a kulluk yapmak istiyorum, benim borcum O’nadır denebilir bir hürriyet ortamı ortaya koymaktır, borçlunun kime karşı borçlu olduğunu rahatlıkla ortaya koyabileceği bir imkanın sunulması anlamına gelir hem Bakara, hem Enfal ayetlerindeki din kelimesi.
9 – Din kelimesi kanun, yasa, hukuk anlamına da gelir. Çok ilginçtir din kelimesi Yusuf/79 suresinde geçiyor orada Hz. Yusuf’un kardeşi Bünyamin’i geri bıraktırmak için ortaya koyduğu meselesinde Allah’u teâlâ buyuruyor ki; ma kâne liye'huze ehahu fiy diynilmeliki. (Yusuf/79) kardeşini geri tutması anlamında o günkü melikin, kralın dininde onu geri bırakamazdı. Kralın dini demek kralın kanunu demektir. Yani din kanun, yasa, hukuk anlamına da geliyor.
10 – Din değerler sistemi anlamına da gelir Din-i kayyim diyor Kur’an’ı kerim çeşitli ayetlerinde kullanıyor örneğin Beyyine suresinde olduğu gibi.
Şimdi öyle ise bu açıklamalar açısından Maun suresindeki din nedir. O ayetteki din işte bunların hepsidir. (Mehmet Okuyan- Okudun mu programı)]