Onlar, “Ondan yiyelim, kalplerimiz doyuma ulaşsın; bize doğru söylediğini bilelim ve ona gözleriyle görmüş şâhitler olalım istiyoruz” demişlerdi.
“İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalbimiz yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve ona tanık olalım.”
“Ondan yemeyi ve kalplerimizin iyice yatışmasını; senin bize doğru söylediğini bilmeyi ve buna doğrudan tanık olmayı istiyoruz.” dediler.
Onlar, "Biz ondan nasiplenmek isteriz, ki kalplerimiz sükunete ulaşsın, bize hakikati söylediğini bilelim ve biz ona şahitlik yapanlardan olalım!" dediler.
Onlar, "Biz ondan yemek, kalplerimizi tatmin etmek, bize hakikati söylediğini bilmek ve o hakikete biz de şahitlik yapmak isteriz" dediler.
"İstiyoruz ki, ondan yiyelim, kalblerimiz iyice yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve buna bizzat tanık olalım." dediler.
Dediler ki “Biz istiyoruz ki o sofradan yiyelim, içimiz rahatlasın, hem de senin doğru söylediğini bilelim ve ona şahitler olalım.”
Dediler: "İstiyoruz ki ondan yiyelim, gönüllerimiz tatmin bulsun, senin bize doğruyu söylediğini bilelim ve buna tanıklık edenlerden olalım!"
MEAL
113.) Onlar, "Biz ondan yemek, kalplerimizi tatmin etmek, bize hakikati söylediğini bilmek ve o hakikate biz de şahitlik yapmak isteriz" dediler.
(M.İ)
113.) “Ondan yemeyi, kalplerinizin kanmasını ve senin bize doğru söylediğini bilmeyi, ona şahit olmayı istiyoruz dediler.”
(A.K)
TEFSİR
Havariler bu isteklerinde gerekçe olarak dediler ki, biz böyle bir sofra
istemekle ondan yemeyi ve kalplerimizin tatmin olmasını, yakîn bir îmanla doyuma ulaşmasını, sükûnete ermesini istedik. Zerre kadar bir şüphe duymadan senin bize söylediklerinin mutlak doğruluğunu bilmek için bunu istedik ey Îsâ dediler. Bir de bu olaya şahit olmayanlara onun hakkında kesin bir bilgiyle şehâdette bulunalım
diye istedik bunu. Bizim böyle bir sofra istememizin sebebi işte budur. Değilse ne Rabbimizden, ne O’nun gücünden, ne de peygamber olarak senden bir şüphemiz oluşundan değil.
Arkadaşlar bu tıpkı İbrahim (a.s)’ın şu ifadesi gibidir. Hani İbrahim (a.s); “Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilttiğini görmek istiyorum.” demişti de Rabbimiz şöyle buyurmuştu: “İnanmıyor musun?” “Evet inanıyorum, ama kalbim tatmin olsun için istiyorum.” (Bakara 260)
Evet bakın bu soruyu soran bir Allah elçisiydi. İnanmayan birisi değildi. Ve diyor ki bakın, inanıyorum ya Rabbi ama istiyorum ki kalbim itminana kavuşsun. Yâni İbrahim (a.s) Rabbimizin bir görsel âyetiyle kalbinin doyuma ulaşmasını istiyordu. Çünkü o insanları O Allah’a îmana çağıracaktı. Konumu gereği, üslendiği görev gereği istiyordu bunu Rabbinden. Önce bizi Allah’a kulluğa çağıran Allah elçisinin kalbi mutmain olacaktı, tabii atamızın kalbi mutmain olunca
da bizim kalbimiz mutmain olacaktı. İşte burada da anlıyoruz ki Îsâ (a.s)’ın yanında onun misyonuna yardım edeceklerine dair söz verip bu büyük görevi üslenen Havari dâvetçiler de böyle bir görsel âyetle itminan istiyorlar.
(A.Küçük)
Onların da gerekçeleri bu. Yani onlara Allah'a karşı saygıda kusur etmeyin denilince onlar biz ondan yemek kalplerimizi tatmin etmek, bize hakikati söylediğini bilmek ve o hakikate biz de şahitlik yapmak isteriz dediler. Yani yemek istemeden gayeleri bu idi, gibi bir açıklamaya yer veriyor Kur’an burada. Ki onların istediği bu yemeğin aslında gündelik öğün olduğuna ilişkin bir takım yorumlar da var böyle olağanüstü bir mucize değil de, gündelik öğünümüzü ver. Ki zaten bir mümin günlük yediği ekmeğin dahi Allah tarafından verildiğine inanır, inanması gerekir. Onun için yani burada gelen, burada istenilen şeyin olağan dışı, olağanüstü bir şey değil de, olağan içi gündelik tayın, öğün ve yemek isteği olduğu yaklaşımı bana pek makul gözükmüyor. Çünkü ayet zaten, ne diyor ; Hakikati söylediğini
bilmek. Bize hakikati söylediğini bilmek için istiyoruz diyor. Demek ki olağandışı bir şey bu istenen.
(M.İ)
Ne olursa olsun, Hz. İsa, böyle bir mucizeyi istemeleri dolayısıyla havarileri kınamıştır. Çünkü inananlar, harikalar istemez ve bunu Allah'a önermeye kalkışmazlar. Kur'an'ın ifadesiyle İsa'nın yaptığı bu dua, seçkin bir kulun Rabbine karşı davranışlarındaki saygıyı göstermektedir. Hz. İsa, kendisinin kul, Allah'ın da Rab olduğunu gayet iyi biliyordu. Kur'an sofranın (maide) gönderilip, gönderilmediği konusunda susar ve bu noktada hiçbir sıhhatli bilgi kaynağı da yoktur.