LEYL SURESİ


Ayet Getir
92-LEYL 9. Ayet

وَكَذَّبَ بِالْحُسْنَى

Ve kezzebe bil husnâ.

Bayraktar Bayraklı

(8-11) Ama cimrilik edip kendini ihtiyaçsız, yeterli gören ve güzeli yalanlayana da, zorluklara uğramasını kolaylaştırırız. Cehenneme yuvarlandığı zaman malı ona hiçbir yarar sağlamaz.


Edip Yüksel

Ve iyiyi, güzeli yalanlarsa,


Erhan Aktaş

En iyiyi yalanlarsa,


Muhammed Esed

ve nihai güzelliği/iyiliği yalanlayana gelince,


Mustafa İslamoğlu

En Güzel'i (vahyini) yalanlarsa;


Süleyman Ateş

Ve en güzel (söz)ü de yalanlarsa,


Süleymaniye Vakfı

En güzel söz karşısında yalana sarılırsa,


Yaşar Nuri Öztürk

Ve güzelliği yalanlarsa,


Ayetin Tefsiri

 

MEAL

 

8.) Sözgelimi; kim de cimrilik yapar ve kendi kendine yettiğini zanneder,

9.) En Güzel'in vahyini] yalanlarsa;

10.) işte ona da, zorluk ve felaketin en dibine giden yolu kolaylaştırırız,-8

11.) öyle ki, o baş aşağı (cehenneme] yuvarlanıp helak olacağı zaman, (Allah için paylaşmadığı) malı kendisini asla kurtaramaz.9

(M.İ)

 

8- 11.) Ama kim cimrice davranır, Allah'a ihtiyacı bulunmadığını düşünür ve Allah'ın tek gerçek ilah/tanrı olduğu gerçeğini yalan sayarsa, biz de onun salah ve felaha ermesini zorlaştırıp cehenneme giden yolda yürümesini kolaylaştırırız. O kimse cehenneme düştüğünde malının-mülkünün kendisine hiçbir faydası olmaz.

(M.Ö)

 

8-10.) “Ama, cimrilik eden, kendini Allah’tan müstağnî sayan, hüsnâyı (O en güzel sözü) yalanlayan kimsenin de güçlüğe uğramasını kolaylaştırırız.”

11.) “O kimse ölüp ateşe yuvarlandığı zaman, malı ona fayda vermez.”

(A.K)

 

4-11.) Doğrusu Allah, aranızdan kimilerinin tevhide iman ettiğini, kimilerinin ise şirkte ısrarcı olduklarını elbette ki bilmektedir. Hepinizin davranışları faklı olduğu gibi, bu davranışların karşılıkları da farklı olacaktır. Nitekim biz tevhide iman eden, ilâhî emirlere uygun yaşayan, malını ve mülkünü bu uğurda fedakârca harcayan müminlere cennet yolunu açacak, onları en güzel şekilde ödüllendireceğiz. Tevhidi inkâr eden, servet sahibi olmasından dolayı kibirlenen ve yoksula yardım etmeyenleri ise cehennem ile cezalandıracağız. Sahip olduğu serveti, mâruz kaldığı bu cezadan kendisini kurtaramayacaktır.

(H,E;M,C)

 

TEFSİR

 

Cimrilik edip kendisiyle yetinen, yani kendi gücüne ve elindekilere güvenip Allah’ın yardımına muhtaç olmadığını zanneden kişi için Allah’ın kolaylaştıracağı bildirilen zahmet yolu en zor anlamına gelen usrâ kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu sebeple cümle genellikle “Biz onu en zora hazırlarız şeklinde anlaşılmıştır. Allah’ın kulunu zor olana hazırlamasından maksat da kulun, Allah ve resulünün gösterdiği yolu kabul etmeyerek yanlışlarda ısrar etmesi, bu sûre bağlamında ise cimriliğini sürdürmesi neticesinde Allah’ın ondan hidayet ve yardımını çekmesi, onu kendi haline bırakmasıdır. Bu ise insan için en büyük mahrumiyettir. Çünkü bu şekilde kendi başına kalan kul helâl haram demeden nefsânî arzularını tatmine çalışır; kötülük yapmak, günah işlemek ona kolay gelir, bunlardan zevk alır. Sonuçta cehennemi boylar; dünyada cimrilik edip biriktirmiş olduğu servetini orada fidye olarak verip cehennem azabından kurtulmak ister ama bu da mümkün olmaz.

(DİYANET TEF.)

 

Bu bir gerçektir. Ama bir başka gerçek daha vardır. Bütün insan topluluklarını kuşatan, birbirinden farklı dünyalara sahip şu insanların tümünü kucaklayan, onları iki demette toplayan ve iki genel sancak altında, karşıt iki safta bir araya getiren kısa bir gerçek daha vardır. Bunlar, "Kim verir korunursa, ve en güzel sözü doğrularsa." ... "Kim cimrilik eder, kendini zengin görüp kendisini Allah'tan müstağni sayarsa ve en güzel sözü de yalanlarsa"dır. Kim de malını ve canını vermez cimrilik ederse, yüce Allah'tan ve O'nun getirmiş olduğu doğru yoldan yüz çevirir kabul etmezse ve bu "en güzel"i yalanlarsa...

 

İşte çeşit çeşit insanların, değişik değişik eğilimlerin, çeşit çeşit sistemlerin birbirine benzemeyen hedeflerin buluştuğu iki ayrı dizidir bunlar. Bu dizilerden her birinin bu dünya hayatında izlediği bir yol vardır. Herbirinin gittiği yolda kendine ait başarısı vardır. "Kim verir korunursa, ve en güzel sözü doğrularsa onu en kolay başarıya ulaştırırız."

 

Veren, korkup sakınan, en güzeli doğrulayan kimse ruhunu temizlemek ve onu doğru yola iletmek için  yapabileceğini sonuna kadar yapmış demektir. İşte bu kişi o zaman yüce Allah'ın yardımını kendi iradesi ve dilemesi ile üstüne almış olduğu ve nasib edeceği başarısını hak eder. Bu başarı olmazsa insan bir hiçtir ve hiçbir şeyi yapamaz.

 

Yüce Allah'ın en kolayı elde etmeye başarılı kıldığı kimse, hedefe ulaşmış demektir. Kolaylıkla, yumuşaklıkla ve sükunetle ulaşmış demektir... Henüz şu yeryüzünde iken ve kolaylık içinde yaşarken ulaşmış demektir. Kolaylık bu kişinin içinden kaynar çevresinde neler varsa, kimler varsa tümünün üzerine seller gibi boşalır. Adımlarını kolay atar, yolunda kolay yürür, tüm işleri ele almasında bir kolaylık vardır. Gerek toplu gerek parça parça tüm işlerin de sakin ve güvenli bir başarı vardır. Bu içinde herşeyi bulunduran bir derecedir. Çünkü bunu elde eden kişi, Rabbinin Resulüne verdiği söze onunla birlikte katılır. "Ve seni kolay olana başarılı kılarız." (A`la 8)

 

 

"Fakat kim cimrilik eder, kendini zengin görüp kendisini Allah'tan müstağni sayarsa ve en güzel sözü de yalanlarsa, biz de onu en zora yöneltiriz. Çukura düştüğü zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz."

 

Canını ve malını vermeyip cimrilik eden, Rabbinden ve onun doğru yolundan yüz çeviren, Rabbinin çağrısını ve öğretisini yalanlayan kimse kendini sapıklığa atma konusunda yapabileceğini en sonuna kadar yapmış demektir. Böyle birisi yüce Allah'ın her şeyi kendisine zorlaştırmasını hak etmiştir, dolayısı ile yüce Allah onu en zora yöneltir. Ona güçsüzlük ve eksiklik verir, her türlü kolaylıktan mahrum eder. Attığı her adımı zorluk ve sıkıntı kaynağı kılar. Bu yüzden her ne kadar kurtuluş yolunda yürüdüğünü zannetse de o doğru yoldan sapmış ve bedbahtlık yolunu tutmuş demektir. Ayağı sürçer, bu sürçmeden kendisini yüce Allah'ın yolundan ve O'nun hoşnutluğundan uzaklaştıran başka bir sürçme ile korunmaya çalışır. Sürçmelerin ve sapmaların sonunda ayağı kayıp düştüğü ve yere yıkıldığı zaman cimrilik edip vermediği, kendisini Allah'tan ve O'nun doğru yolundan uzaklaştırdığı malı ona bir yarar sağlamayacaktır. "Çukura düştüğü zaman malı ona hiçbir fayda sağlamaz." Kötülüğün ve günahın kolayca işleyebilmesi, bu kişinin dünyada kurtuluşa erse de başarı sağlasa da, ona zorluğun sağlanması anlamına gelir...

 

Cehennemden daha zor bir şey olur mu hiç? Cehennem, zorluğun ta kendisidir. 

 

Böylece surenin birinci bölümü son buluyor. Bu bölümde her yerdeki ve her çağdaki insan topluluklarına iki yol ve iki sistem gösterilmiştir. insanların renkleri ve biçimleri ne kadar çeşitli ve ne kadar çok olursa olsun, aslında onların iki grup ve iki sancak oldukları belli olmuştur. Herkesin yapmak istediği şeye ulaştığını ve yüce Allah'ın da herkese ister kolaylık ister zorluk olsun seçtiği yolu kolaylaştırdığı anlaşılmıştır.

(S.KUTUB)

 

4. Bu insani çalışmanın ikinci kısmıdır. Her bakımdan birinci türden farklıdır. "Bahil"dan kasıt genellikle bir kimsenin para biriktirmesi, ne kendine ne de çoluk çocuğuna sarfetmemesi için kullandığımız cimrilik ile sınırlı değildir. Bu kelime aynı zamanda, iyilik ve hayır için Allah (c.c.) yolunda mal sarfetmemek anlamına da gelir. Bu bakımdan, kendi rahatı, eş ve çocuklarının eğlencesi için çok cömertçe mal sarfeden, ama hayırlı bir iş için cebinden beş kuruş bile çıkmayan kişi de "bahil"dir, cimridir. Bu kişi hayırlı bir iş için para verse bile, bunun karşılığında meşhur olacağını, menfaat sağlayacağını, bulunduğu yerdeki insanların gözüne gireceğini düşünür. Burada "istiğna"dan kasıt şudur: İnsan dünyadaki maddi menfaat için uğraşır durur. Bütün gayretini bu maksat için sarfeder. Allah'tan müstağni kalır. Allah'ın hoşnut olup olmayacağına aldırmaz.

 

Şimdi, iyiliği yalanlamak, iyiliğe bütün ayrıntısıyla inanmaya zıttır. Bunu açıklamaya ihtiyaç yoktur. Çünkü iyiliği tasdik etmenin anlamını açıkladık.

 

5. Bu yolun zor olmasının anlamı olarak şöyle denilmiştir: Bu yolda yürüyen, maddi menfaat, dünyevi lezzet ve bu dünyanın zahiri başarılarına tamah ederek bu yola girer. Yolun her adımında kendi fıtratı ve vicdanının tersine amel eder. Kainatın yaratıcısının kanunu ile de tersleşir ve çevresindeki her şey ile sürekli bir gerginlik içinde yaşar. Her yolla kendi menfaat ve isteklerini yerine getirmeye çalışırken, dindarlık, eminlik, şeref ve iffet sınırlarını çiğner.

 

O şahsın aracılığıyla başkalarına iyilik yerine kötülük dokunmaya başladığında, insanların haklarına, hukuklarına, namuslarına tecavüz ederken kendi gözünde değeri düşer. Yaşadığı cemiyet ile adım adım çatışır. Bu kişi eğer zayıfsa, bu tutumu dolayısıyla durmadan cezaya çarptırılır; eğer zengin, kuvvetli ve etkili bir kişi ise, etki ve kuvvetiyle bu dünyada başkalarını susturabilir ama onların kalbinde kendisi için, iyilik, izzet ve şeref için asla muhabbet bulamıyacaktır. Hatta onun bu işlerindeki ortakları bile onu habis olarak anacaklardır. Bu durum bir şahıs ile de kayıtlı değildir. Milletler, diğer milletlere karşı kötü ahlak izlediği zaman, dünyadaki öbür milletler onlara düşman olurken, aynı zamanda kendi ülkelerinde suçlar, intiharlar, uyuşturucu, cinsel hastalıklar, aile hayatının alt üst olması, gençlerde ahlaksızlık, sınıflar arası çatışma, zulüm, haksızlık vb. şeyler yayılır. Hatta düştüğü zaman onun ismi tarihte lanetli olarak anılır.

 

Şöyle buyurulmuştur: "Böyle bir kimseye biz zor yolu takip etmeyi kolaylaştırırız." Bunun anlamı şudur: Onun iyilik yapmasına engel olunurken kötülük yapmasının kapıları açılacaktır. Ona, kötülük yapmasının imkanları serilecektir, böylece o kişi için kötülük yapmak kolay olacak, iyilik yapmayı düşünmekse ona ölüm gibi gelecektir. Aynı keyfiyet Kur'an-ı Kerim'de başka bir yerde şöyle açıklanmıştır: "Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm'a açar, kimi de saptırmak isterse onun göğsünü göğe çıkıyormuş gibi dar ve tıkanık yapar. İnanmayanların üstüne işte böyle pislik çökertir" (En'am 125). Diğer bir yerde şöyle buyurulmuştur: "Sabırla, namazla yardım

dileyin. Şübhesiz bu, saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir" (Bakara 46). Münafıklar hakkında da şöyle buyurulmuştur: "Sadakalarının kabul edilmesine engel olan sadece şudur: Onlar Allah (c.c.) ve Rasulü'nü inkar ederler, namaza da üşene üşene gelirler ve istemeye istemeye sadaka verirler" (Tevbe 54), "... kimi de var ki (Allah yolunda) verdiğini on paraya sayar..." (Tevbe 98)

 

6. Diğer bir ifadeyle her halükârda bir gün ölecektir. Rahatı için topladığı her şeyini dünyada bırakacaktır. Eğer ahiret için hiç bir şey yapmamışsa ona ne yarayacak ki? Ne bir villayı, ne arabayı, ne araziyi ve ne de topladığını kabre götüremez.

(MEVDUDİ)

 

Ama öncekinin tamamen tersine kim de tutar, cimrilik yapar, vermekten korkar, bahillik yaparsa. Bir de müstağnî davranır, kendi kendine yeteceğine inanır, müstağnî davranırsa. Yani ben bana yeterim, ben beni kurtarırım derse. Hüsnâyı, tevhidi, dini, kitabı, sünneti, cenneti ve verene yarın Allah’ın bolca vereceğini yalanlarsa. Kendi elindekilere güvenerek cennettekileri istemezse, cennete karşı isteksiz davranırsa, ona da zoru kolaylaştıracağız, diyor Allah. Allah onun için zoru kolaylaştıracak ve zor artık onun için kolay olacaktır.

 

Bir Müslüman için çok zor olan, bir Müslümanın asla yapmayacağı, yapamayacağı çok zor şeyler artık bu kimse için kolay hale gelecektir. Meselâ evine gideceksiniz bir adamın, evine gittiğiniz bu adam hanımını giydirip kuşatacak, süsleyecek, püsleyecek, en güzel elbiselerini giydirecek ve gelen misafirlerinin karşısına çıkarıp onlara ikram edecek. Onlara izzet ve ikram adına adam karısını önlerine sunacak. Ne kadar zor bir şey değil mi bu? Kadın için de onun kocası için de ne kadar zor değil mi? Ama yapıyorlar şimdi bunu! O kadar kolay yapıyor ki bunu adam, zerre kadar yüzü bile kızarmıyor. Yani zor ne kadar kolaylaşmış değil mi? Bir Müslüman için çok zor olan bir iş bu tür insanların hayatında ne kadar kolay hale gelmiş değil mi?

 

Veya meselâ bir kadının tüm vücudunu ortaya dökerek sokağa çıkması, vücudunu insanların nazarlarına arzetmesi çok zordur değil mi? Böyle bir talihsizlikle karşı karşıya kalmaktansa bin defa ölmeyi ister Müslüman bir kadın. Değil vücudunu böyle sere serpe insanlara arz etmek, saçının bir teli bile başkalarına görünmektense ölmeyi tercih eder Müslüman bir kadın. Ama bakın sokaklarınıza… O zor bildiğiniz, çok zor kabul ettiğiniz şeyin kimi kadınların hayatında nasıl

kolaylaştığını bir görün. Bu zor nasıl kolaylaşmış değil mi insanların hayatında?

 

Veya meselâ bir adamın içki içmesi, zina etmesi, fâiz yemesi, kumar oynaması, domuz eti yemesi, yalan söylemesi ve buna benzer günahları işlemesi çok zordur. Ama bakın hüsnâyı, İslâm’ı, Kur’an’ı, Sünneti ve tevhidi yalanlayanlar için çok kolaydır bunlar. İnsanların bu zorları ne kadar kolay yaptıklarını görüyoruz. Allah kolaylaştırıvermiş bu insanlara bunları. Meselâ bir adamın namazsız bir hayatı kabullenmesi çok zordur. Bir vakit namaz kılamamaktansa bin defa ölmeyi tercih eder bir Müslüman değil mi? Namazsız bir hayat çok zordur. Ama gelin görün ki namazsızlık çok kolaylaşmıştır pek çoğunun hayatında. Adam çok rahat terk edebilmektedir namazı ve hiç rahatsızlık duymamaktadır bundan. Neden? Çünkü hüsnâyı, Allah’ı, dini, Kur’an’ı, Sünneti, cenneti yalanlamıştır adam. İşte böyle kimseler için zoru kolaylaştıracaktır Rabbimiz. Bir de burada kolaylaştırılmasından söz edilen yüsra, İslâm yoludur, cennet yoludur. İslâm yolunda yürümeyi onlara zorlaştıracak, İslâm’dan ve Müslümanca bir hayattan nefret ettirecek ve küfür yolunu ona kolay getirecektir. Nitekim En’âm sûresinde de bu konu şöyle anlatılır: “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslâmiyet’e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır.” (En’âm 125)

 

Evet kalpleri İslâm’a açılan, İslâm yolu kolaylaştırılan mü’minlere karşılık kimilerinin kalbi de İslâm’a kapatılmaktadır. Allah kimi de saptırmak, dalâlette bırakmak isterse, adam kendisi dalâleti tercih eder, Allah da onu dalâlette bırakmak isterse birinci insanın zıddına onu göğsünü o kadar daraltır ki, o kadar sıkıntılara sokar ki, kişi sanki gökyüzüne yükseliyormuş gibi içinde büyük darlık hisseder. Evet sapıtmak isteyen, saptırmak isteyen kimselerin kalplerinde de öyle bir darlık, öyle bir huzursuzluk yaratır ki Allah, sanki bir ağaca, dağa değil de, gökyüzüne tırmanıyormuşçasına sıkıntı ve isteksizlik hisseder. Gönlünü İslâm’dan ve kulluktan soğutuverir Allah onun. Hoşlanmaz Allah’tan, hoşlanmaz peygamberden, nefret eder kitaptan, namazı sevmez, tesettürü beğenmez, İslâm’dan rahat değildir, mescide gidişi idama gidiş bilir. Bunlar zorlaştırılırken tüm günahlar, tüm kötülükler de kolay hale getirilecektir onun için.

 

Demek ki yolun zorluğu o yolun fıtrata ters olmasındandır. Allah fıtratına uygun olmayan zor bir yola giren kimseye bu yolu kolaylaştırarak onun cehenneme yuvarlanmasına imkân sağlıyor. Yine burada zorlaştırılacak olan, önceki mü’minlerin zıddına hayatlarının, rızıklarının hayat programlarının zorlaştırılmasıdır. Tâ-hâ sûresinde bu husus şöyle anlatılır: “Benim Kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak haşr ederiz.” (Tâ-hâ 124) Bir de burada kolaylaştırılan üsradan kasıt cehennemdir. Allah hüsnâyı, tevhidi, cenneti, Kur’an’ı, Sünneti yalanlayanları cehenneme kolaylaştıracaktır. Onların yollarını cehenneme, ateşe kolaylaştıracak, cehennem yollarını kolaylaştıracaktır. Cehenneme götürücü, şerre götürücü yollarını kolaylaştıracaktır Rabbimiz onların. Hüsnâyı tasdik edeni kolaylıkla cennete götüreceğiz, cennet yolunu ona kolaylaştıracağız diyen Allah, aksini yapanları da cehenneme kolaylaştıracağını anlatıyor. Çünkü hüsnâyı tasdik edenin âkıbeti ona ulaşmaktır. Hüsnâyı reddeden kimsenin âkıbeti de ondan mahrumiyettir. Cenneti isteyen cennete, cehennemi isteyen de cehenneme ulaşacaktır. Hüsnâyı tasdik eden, elbette ona ulaşacaktır.

 

Zira iyilik yapanların, güzellik yapanların sonunun iyilik ve güzellik olacağına inanmıştır bu insan. Bu îman çok önemlidir. Çünkü buna inanmayan kişi, yani iyiliğin sonunun iyilik olacağına inanmayan kişi asla iyilik yapamaz. Âhirete îman etmeyen, yaptıklarının boşa gideceğini zanneden kişi için iyilik yapmak enayiliktir. Onun için iyilik yapmak boştur. Zira karşılığını göremeyeceği bir şeyi yapmak enayilikten başka bir şey değildir. Çünkü adam âhirete inanmamaktadır. Yaptıklarının karşılığını görmek ve hesabını ödemek

üzere bir daha dirilişe, ölüm ötesi hayata inanmamaktadır. Verene yarın Allah’ın bolca vereceğine inanmamaktadır, salih amellerin boşa gideceğini zannetmektedir. Hüsnâyı yalanlamakta ve cennete inanmamaktadır.

 

Faziletin önü zor ve acı olsa da sonu saadettir. Rezaletin önü rahat ve tatlı olsa da, sonu perişanlık ve bedbahtlıktır. İşte buna inanan kişi Hüsnâya koşar, iyilik yapmaya gayret eder, Allah ta bu konuda ona yardım eder, kolaylık verir. Hüsnâyı gerçekleştirme yolunda ayak bağı olabilecek kadın, para, toplum, aile, nefis, mal, mülk gibi engellere karşı Allah ona güç, kuvvet verir. Ama cimrilik yapan, Hüsnâyı reddeden, müstağnî davranan, kendi kendine yetebileceğini zanneden bugünün zengin tipleri, akıllıdırlar, ferasetlidirler. Güya iş bilirler, kafaları çalışır, fakülte bitirmişler. “Kazanırım!” diyor adam. “Kafamı çalıştırır kazanırım!” diyor. “Bu serveti aklımı kullandım, kafamı çalıştırdım da öyle elde ettim” diyor. Halbuki bu malı, bu serveti veren Allah’tır. Eğer onu kendi kazansaydı hiç ayrılmazdı ondan değil mi? Halbuki bakıyoruz, ya kendisi o malı terk edip gitmekte, ya da mal onu terk etmektedir. Böyle ikili bir oyun içindedir insan. Halbuki o malı da, onu elde etme gücünü de, zekâsını da veren Allah’tır. Yazmak lâzım tüm amirlerin koltuğuna: “Senden önce burada bir başkası oturuyordu.” Yazmak lâzım insanların gözlerinin önüne: “Senden önce senin şu anda tohum attığın tarlaya dün bir başkası tohum atıyordu.” “Bindiğin arabaya dün başkaları biniyordu.” “Oturduğun evde dün bir başkası oturuyordu.” “O cebindeki dün bir başkasının cebindeydi.” Birinin mezar taşına yazmışlar: “Zavallı, hayatı boyunca hep toplar ve çarpardı. Bölmeyi ve çıkarmayı hiç bilmezdi. Ölünce varisleri onu da tamamlayıverdiler.” İşte bu tipler Hüsnâyı yalanlarlar da onun için cimrilik yaparlar. Allah da onlara üsrayı kolaylaştırıverir. İsyanı kolaylaştırır, itaati zorlaştırıverir. İbadet

edemezler, namaz kılamazlar, zekât veremezler, İslâm’ı yaşayamazlar, âhireti hesap edemezler. “Hele bir gelsin bakalım, o zaman düşünürüz” derler. Ama o gün geldi mi de, “Ne olur bizi geri çevir Allah’ım” derler. Tıpkı Ümeyye bin Halef gibi: “Gün günden beter, Müslüman olmanın zamanı değil, İslâm’a girmenin faydası yoktur” derler. “Bu devirde paranın açmayacağı kapı yoktur, devir para devridir, İslâm karın doyurmuyor” derler.

 

İşte bunlar zorluğu yenemeyecektir. Zorluk, üsra bunların sürekli tepelerine binecek, sürekli dünyada mutsuz olacaklar, hep korku içinde olacaklar. Ya şu mallarını zorla, zulümle ellerinden aldığımız mazlumlar bir gün uyanırsa! diye uykuları kaçar. Kaçıyor da nitekim. Takkeli bir çocuk, sakallı bir genç, tesettürlü bir kızcağız görüverseler, bir tekbir sesi duyuverseler, acaba uyanıyorlar mı? diye akılları gidiyor. Hüsnâyı tasdik eden ve Hüsnâyı reddeden kişi anlatılıyor burada. Cimrilik edenle, infak eden anlatılıyor. Allah diyor ki, “Verin artırayım! Verin vereyim! Verin şimdi, yarın ona muhtaç olduğunuz bir günde benden fazlasıyla alırsınız.” İşte Hüsnâ budur. Allah için bir lira vereceksiniz, size karşılığında yedi yüz verecek Mevlâ. Bir de bu kadarla da kalmayacak dilediğine kat kat artıracaktır Allah.

 

11. “O kimse ölüp ateşe yuvarlandığı zaman, malı ona fayda vermez.”

 

Bu cimriler, bu kendi kendilerine yeteceğini, kendi kendilerini kurtarabileceklerine inanan bu müstağnîler bir kere düştüler mi, bir kere düşmeye başladılar mı, bir kere şarampole yuvarlanmaya, kabre doğru sendelemeye başladılar mı, ne malları, ne tedbirleri, ne rütbeleri, ne diplomaları, ne de güçleri onları kurtaramayacak, bir fayda sağlamayacaktır onlara. Tereddileri, inhitatları, düşüşleri başladığı anda ne biriktirdikleri, ne öpüp bağırlarına basıp vermedikleri, ne tedbirleri, ne saltanatları, ne iktidarları, ne rütbeleri, ne diplomaları, ne çevreleri, yardakçıları hiçbir şeyleri onları kurtaramayacaktır. Halbuki o mallarına, o servetlerine, o makamlarına ve saltanatlarına güvendikleri için sapmışlardı. Malları, mülkleriyle ebedîleşme sevdasına, ölümsüzleşme sevdasına kapılmışlar ve kendilerini Allah’tan ve Allah’ın hayat programından müstağnî görmüşlerdi. Şimdi o malları ve saltanatları onlara hiçbir fayda sağlayamamakta, düşüşlerine engel olamamaktadır.

 

İşte Bedir, işte Firavunlar, işte Nemrutlar, işte Ebu Cehiller, işte Roma, işte Bizans ve işte ibretlerle dolu tarih. Kendilerini müstağnî görenler, “Bizim Allah’a da, Allah’ın kitabına da, Allah’ın dinine de, O’nun hayat programına da ihtiyacımız yoktur. Bizim tevhide de, cennete de, oradaki nîmetlere de ihtiyacımız yoktur” diyerek müstağnî, eyvallahsız davranan bu kâfirler düşmeye başladıklarında, ayakları kaydığında, şarampole, kabre devrildikleri zaman malları, mülkleri onları kurtaramayacaktır. Öyleyse gözünüzü açıp dinleyin:

(A.KÜÇÜK)

 

“Ve-emmê men bâğîle vestâğnê” kimde cimrilik yapar ve Allah’a muhtaç değilim havalarına girerse, Allah’a ihtiyacı yokmuş gibi davranırsa;

“Ve kez-zebe bi’l-hûsnê” ve en güzeli yalanlarsa. Evet, en güzeli yalanlamak, yani yine “El esma-ûl-Hûsna”yı, Allah’ın tüm mükemmelliklerin sahibi olduğunu, Allah’ın en cömert en zengin, Allah’ın veren, Allah’ın kimseyi aç açık bırakmayan olduğunu yalanlarsa. En güzeli yalanlamak bu. Allah’ın mükemmel sıfatlarından birini sanki inanmazmış gibi yaparsa;

“Fesenûyessirûhû li’l’ûsrâ” o zaman da ne yaparız biz; Felâketin dibini boylayan yolu ona kolaylaştırırız.

Hani yüsra en güzeldi değil mi, aslında cennetin zirvesi. Bu da cehennemin dibi, felâketin dibine giden yol. Çünkü en anlamını verir, en. Usra ve yüsra kalıp olarak, ismi tafdil kalıplarıdır. Dolayısıyla en dibini boylayan yolu ona kolaylaştırırız. Yani günahı o kadar kolay işler ki, kendisini cehenneme götürecek şeyleri yap deyince o kadar kolay gelir ki. Bir sevap söylesen asla yanaşmaz da bir günahı yapalım diye teklif etsen koşar gelir. Çünkü cehennemi kolaylaştırılmıştır, cehennemi kolay kılınmıştır, en kötüye giden yol açılmıştır.

 

8 Kötüye cehennemin kolaylaştırılması, tercihinin onda artık yerleşik bir meleke haline gelmesiyle açıklanabilir. Çünkü onun iç dünyası tercihine alışmış, hatta tercihinin tiryakisi olmuştur. Bu da ona cehennemin kolaylaştırılmasıdır. Bir mastar formu olarak yusrâ kolaylığın zirvesini, 'usrâ ise zorluğun dibini ifade eder.

“Ve-mê yûğnî 'ânhû mêlûhû izê terâddê” Evet, aslında bu ayetlerin, yani 5 ile 10. ayetlerin, bu pasajın sebebi nüzûlü olarak gösterilen sahabenin işte bu ayetlerin açıkladığı en güzel olaylardan biri şudur dedikleri bir olay yaşanmıştır Medine de. Bu ayetler Mekke de inmiştir ama, sahabeden bazıları Medine de yaşanan bu olaya bu ayetleri çok güzel yakıştırmıştır.

O olay şu; O olayın kahramanı Sabit bin Dahdah El Belevi isimli bir şahıs. Olayın çıktığı nokta şöyle; Medineli, varlıklı bir kişinin duvarının hemen kenarında bahçesinin ucunda olan çok verimli ve bitek bir hurma ağacı vardır. Hurma ağacının dalları yola ve komşunun bahçesine ağmaktadır. Yola ve bahçeye ağan dallardan yere düşenleri de yoldan geçenler ve komşunun yetimleri toplamaktadır. Bu adam da çok pintidir, cimridir. Her seferinde onları kimse almasın diye kendince tedbirler almaktadır.

Yine bir gün yere düşen meyveleri komşunun yetimleri toplayıp yerken bahçe duvarından atlayıp komşunun yetimlerini tokatlamaya başlar, ellerindeki hurmaları alır, hatta yetimin birinin ağzına parmağını sokar ağzına aldığı hurmayı da alır.

Yetimlerin velisi çok üzülür çok incinir ve durumu Allah resulüne şikayet etmek için gelir.; Ya ResulAllah böyle, böyle böyle oldu. Komşumuzun bir hurma ağacı var bizim yok. Dalları dışarı sarkıyor, sarkan dallardan dökülüyor dökülenleri de benim yetimlerim yemiş, o da böyle böyle yapmış. Allah Resulüne de dokunur bu hadise, çünkü yetimin velisi Allah’tır, tabii ki ResulAllah’tır.

Çağırır bahçe sahibini derki ey falan böyle böyle böyle olmuş. Evet ya ResulAllah. Peki sana bir teklifim var der. O ağacı vakfetsen ben de Allah’tan sana cennette bir bahçe vermesi için dua etsem ne dersin?

Devlet kuşu insanın başına her zaman konmaz. Alemlere rahmet olan, ben de Rabbime senin için bir cennet bahçesi vermesi için dua etsem diyor bir ağaca karşılık. Fırsat binde bir düşer insanın önüne. Tıpkı Taif’in kaçırdığı  Medine fırsatı gibi. Adam maldır, mal sahibi değildir maalesef. Malının süvarisi olamamıştır, malının atı olmuştur, veremez. Ama der, ya ResulAllah ben onu çok seviyorum. Resulallah ısrar etmez fakat incindiği bellidir.

Bu haber Medine de dalga dalga yayılır. Evden eve, sokaktan sokağa ve haberin ulaştığı kimselerden biri de Sabit Bin Dahdah El Belevi isimli ensardan bir zattır. Haberi alır almaz yemez içmez o ResulAllah’ın vakfet çağrısını reddeden adama gider ve der ki bana o hurmanı sat, o ağacını sat. Bir ağaç vereyim sana bahçemden istediğin ağacı. Bak onun iki katı meyve veren, benim Medine’nin en iyi hurmalıklarından birinde ki şu ağacımı sana vereyim.

 

Adam olmaz der. Zorlu pazarlık öyle bir noktaya gelir ki adam bir ağaca karşılık Sabit Bin Dahdah El Belevinin 40 ağaçlık, Medine’nin en güzel bahçelerinden biri olan bahçesini alır. Sabit gözünü kırpmadan pazarlık sonunda bahçesini bir ağaca karşılık satın alır, satar verir yani. Bir ağaç alır koca bir bahçeyi verir. Rasyonel mantık bu satışta Sabit Bin Dahdah El Belevi’nin zarar ettiğini, ötekinin de kâr ettiğini söylüyor değil mi. İman mantığı ne diyor bir bakalım;

Sabit gözyaşları içerisinde alışverişi tamamladıktan sonra Allah Resulüne kavuşur. Mescitte onu yakalar ve der ki; Ya ResulAllah duydum ki falana böyle böyle böyle demişsin. Bir rivayette ben sana o ağacı satmaya geldim ya ResulAllah satmaya geldim alır mısın. Buyur der Allah Resulü. Ya ResulAllah eğer aynı duayı benim içinde yaparsan, bir başka rivayette Ya ResulAllah ben bir bahçeme karşılık cennetten bahçe duası etmeni istemiyorum, bir ağaç gölgesi için dua et yeter. Bu dua karşılığında o ağacı alır mısın ya ResulAllah. Bir bahçe karşılığında aldığım ağacı.

ResulAllah’ın alnından güneş doğmuştur. Orada ki hazirun gözlerinde sevinç yaşlarıyla Sabit Bin Dahdah El Belevi’yi tebrik ederler. Ama asıl tebriği sanırım melekler eder, Allah eder ve işte bu ayetler bu zat için yorumlanır. Dolayısıyla mal sahibi olmak nedir, malın sahibi olmak nedir, veya malın insanın sahibi olması nedir biz bu örnekten bunu anlıyoruz.

“Ve-mê yûğnî 'ânhû mêlûhû izê tereddâ” cehenneme yuvarlanacağı zaman o adam, malı onu kurtarmaz ki, malı onu nasıl kurtaracak. Cehenneme baş aşağı gümbür gümbür yuvarlanacağı zaman malı ona ne fayda verecek ki.

9 Veya mâ'ya soru mânası vererek: "malı kendisini kurtarır mı?"

(M.İSLAMOĞLU)