Doğrusu sizin çalışmalarınız çeşitlidir.
İşleriniz çeşit çeşittir.
Çabalarınız çeşit çeşittir.
Gerçekte, (ey insanlar,) siz çok çeşitli hedefler peşindesiniz!
ki ey (insanlık); sizin çabanız, (nedenleri ve sonuçları açısından) elbet farklı farklıdır.
Sizin işiniz çeşit çeşittir:
Çalışmalarınız farklı farklıdır.
Ki sizin emek ve gayretiniz mutlaka dağınık ve parça parçadır.
MEAL
1.) KUŞATIP örten gece şahit olsun!1
2.) (Gecenin kuşatmasını] yarıp ortaya çıkan gündüz şahit olsun!
3.) Erkek ve dişinin yaratılışı şahit olsun2
4.) ki (ey insanlık]; sizin çabanız, (nedenleri ve sonuçları açısından] elbet farklı farklıdır.3
(M.İ)
1-4.) Her yeri karanlığa bürüyen geceye, ortalığı aydınlatan gündüze, erkeği ve dişiyi yaratan o sınırsız kudret sahibine andolsun ki sizler hep farklı amaçlar, farklı hedefler peşinde koşmaktasınız.
(M.Ö)
1.) “Kararıp ortalığı bürüdüğü zaman geceye andolsun.”
2.) “Açılıp aydınlattığı zaman gündüze andolsun,”
3.) “Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki,”
4.) “Doğrusu sizin sa’yiniz, çalışmalarınız çeşitlidir.”
(A.K)
1-3.) Ey müşrikler! Üzerinize karanlıkla birlikte sükûnetin çöktüğü gecenin ve etrafın ışıl ışıl aydınlandığı gündüzün nasıl da mükemmel ilâhî bir düzen içerisinde yaratıldıklarını görmez misiniz? Bütün canlıların dişi-erkek çiftler halinde yaratıldığını hiç düşünmez misiniz? Peki, böylesine yüce kudrete sahip olan ve sizlere sayısız nimetler bahşeden Allah’a niçin ortak koşuyorsunuz?
(H,E;M,C)
TEFSİR
Bu yeminler, üzerine yemin edilen varlıkların değerini, onları yaratan gücün büyüklüğünü göstermekte; ayrıca gelecek konunun önemine dikkat çekmektedir. Allah Teâlâ, 3. âyetteki yeminle ilim ve kudretinin sonsuzluğuna ve sanatının üstünlüğüne işaret etmiştir. Zira aynı maddeden yaratılmış olan erkek ve dişi arasındaki cinsiyet farkının şuursuz tabiat tarafından bir tesadüf eseri olarak meydana getirilmesi ihtimal dışıdır. 4. âyette, insanların çabalarının, yaptıkları işlerin türleri, nitelikleri ve amaçları bakımından başka başka olduğu belirtilerek sonucu etkileyecek asıl farklılığın cinsiyete değil davranışların mahiyetine bağlı olduğu ima edilmiş; sonraki âyetlerde ise bu çeşitli işlerin yararlı ve zararlı olanları tanıtılmıştır.
(DİYANET TEF.)
Yüce Allah, bu iki mucizenin, yani gece ve gündüz delilinin üstüne yemin etmektedir. Hem de bunların her ikisini tabloyu canlandıran niteliği ile anlatarak yemin etmekte ve and içmektedir. "Örttüğü zaman geceye andolsun." ... "Ortaya çıkıp göründüğü zaman gündüze andolsun." Yeryüzünü bürüyüp örttüğü ve görünmez hale getirdiği zaman geceye, aydınlanıp ortaya çıktığı zaman gündüze andolsun. Gündüzün aydınlanması ile herşey ortaya çıkar ve görülür. Gece ve gündüz yer yuvarlağının yörüngesinde dönmesi ile ortaya çıkan birbirine karşıt iki mucizedir. Hem biçim açısından, hem özellik bakımından ve hem de sonuçları açısından karşılıklı iki mucizedirler.
Yine yüce Allah, surenin atmosferindeki ve tümü ile içindeki gerçeklerdeki "birbirine karşılıklı olma" görüntüsünü tamamlamak için, canlı türleri karşılıklı iki cins olarak yaratmasına yemin ediyor.
"Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun."
Gece ile gündüz kapsamlı iki olaydır. Her ikisinin insan kalbine ilham ettiği özel anlamları vardır. Yine gece ile gündüzün, kendileri ve barındırdığı gizli gerçekler düşünüldüğünde ve detaylıca incelendiğinde özel etkileri vardır. insan ruhu gece ile gündüzün ard arda gelerek değişmesi ile doğrudan doğruya etkilenir. Herşeyi kaplayıp bürüdüğü zaman gece aydınlanıp açıldığı zaman gündüz. Bu değişimin hem açık bir sözü ve hem de dolaylı bir imajı vardır.
Sırları bilinmez şu kainattan ve insanlığın, oluşumuna asla müdahale edemediği şu olaylardan söz eder. Bu değişim, Kainatta zamanı tıpkı basit bir çarkın döndürülmesi gibi, döndürülen bir gücün varlığını, ve kainatta sürekli bir değişim ve bir durumdan diğerine geçiş olduğunu, kainatın asla Aynı durumda değişmez olarak kalmadığı mesajını verir.
Üzerlerinde inceden inceye düşünüldüğünde ve araştırıldığında gece ile gündüz yeryuvarlağını döndüren ve gece ile gündüzü bu düzenlilikte, bu ahenkte ve bu hassasiyette peşi peşine getiren başka bir elin olduğunu kesin bir dil ile ifade ederler. Yeryuvarlağını bu biçimde idare eden gücün insanlığın hayatını idare ettiğini, onları boşuna yaratmadığı gibi başıboş da bırakmayacağını kuşkuya yer bırakmayan bir dil ile ifade ederler.
İnkarcılar ve saptırıcılar bu gerçeği ne kadar çürütmeye çalışırlarsa çalışsınlar, dikkatleri bundan çevirmek için ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, insan kalbi her zaman bu kainata bağlı kalacak ve onun mesajlarını almaya devam edecek, kainatta olan değişiklikleri görecek, düşünüp araştırdıktan ve iyice inceledikten sonra anlaşılacağı gibi doğrudan doğruya herşeyi idare eden çekip çeviren bir yaratıcının olduğunu kavrayacaktır. İnsanoğlunu bu yaratıcıyı hissetmekten ve bunca boş sözlere, yakışıksız varsayımlara, bunca inkar ve kabul etmemelere rağmen yaratıcının varlığını itiraf etmekten Alıkoyacak hiçbir güç yoktur.
Erkeğin ve dişinin yaratılışı da böyledir... Bu yaratılış insanlarda ve memeli hayvanlarda rahime yerleşen bir sperm aracılığı ile başlar. Spermdeki hücreler yumurtacıkla birleşir, ve canlı oluşur. Peki sonuç ta bu ayrılık nereden çıkmaktadır? Şu hücreye erkek ol, şuna da dişi ol diyen kimdir? Bu bir damla spermi erkek veya dişi kılan genetik faktörlerin bilimsel olarak açığa çıkarılması, bu konunun esrarından hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü o zaman da şu soru gündeme gelir. Neden şu genetik faktörler burada bulunup erkeği oluştururken, öbür faktörler de orada bir araya gelerek dişiyi oluşturmaktadır? Nasıl oluyor da şu dişinin rahmindeki hücre erkeğe, öteki dişinin rahmindeki hücre dişiye dönüşmektedir? Bütün hayatın akış çizgisi ile uyumlu olan ve yaşamın doğum olayı ile bir kez daha sürmesini sağlayan bu olay nasıl meydana gelmektedir?
Tesadüf ile mi? Ama rastlantının da bir kanunu vardır. Bu kanuna göre, o canlının oluşması için gerekli bunca elementlerin tesadüf kabilinden bir arada bulunması olanaksızdır. Bu durumda geriye sadece, erkeği ve dişiyi planlanmış bir hikmete ve belli bir hedefe göre yaratan bir idare edicinin (yaratıcının) varlığını kabul etmek kalır. Bu varlık aleminin sisteminde ve düzeninde kör tesadüfün ve kendi kendine oluşun asla yeri yoktur.
Bundan da öte erkeklik ve dişilik memelilerin dışındaki tüm canlı türler için de geçerlidir. Bu durum bitkiler dahil olmak üzere tüm canlılarda, yaratma konusunda değişmez, istisnası olmayan bir kuraldır. Bu kuraldan ancak ve ancak kendisine hiçbir şeyin benzemediği yüce Allah müstesnadır.
Bunlar, anlamlarındaki kuşatıcılık ve etkilerindeki derinlik yüzünden yüce Allah'ın üstüne yemin ettiği şu evren manzaralarının ve insan gerçeğinin vermiş olduğu ilhamlardır. Zaten Kur'an ifadeleri evren manzaralarını ve insan gerçeğini davranışlar ile bunun dünya ve ahiretteki karşılığını gözler önüne sermek için anlatmaktadır.
Yüce Allah kainattaki ve insanlardaki bu karşılıklı simetrik gerçeklerin ve durumun üstüne yemin ederek insanların çalışmasının ve gittikleri yolların çeşitli olduğunu belirtmektedir. Dolayısı ile alacakları karşılığın da çeşitli olacağını ifade etmektedir. Buna göre, iyilik ile kötülük, doğruluk ile sapıklık, dürüstlük ile kaypaklık bir olmayacaktır. Allah'tan korkup verenle şımarık cimri bir değildir. Tasdik edip iman edenle, yalanlayıp itaat. etmekten yüz çeviren Aynı değildir. Her birinin bir yolu, bir akıbeti ve kendine uygun bir cezası vardır.
Gerçekten sizin uğraşılarınız değişik değişiktir. Gerçek yapısı açısından birbirinden ayrıdır. Nedenleri değişik, yönleri değişiktir. Ve sonuçları da değişiktir... Yeryüzünde insanların karakterleri ve huyları değişik değişiktir. Eğilim ve arzuları, düşünce yapıları, değer verdikleri şeyler hep ayrı ayrıdır. Hatta insanların herbiri özel bir gezegen de yaşayan apayrı bir alemdir sanki...
(S.KUTUB)
Gece ve gündüz, erkek ve dişinin yaratılışı üzerine yemin edilmiştir. Yani, gece ve gündüz, erkek ve dişi nasıl birbirinden farklı; her birisinin şekil ve neticeleri de nasıl diğerine zıt ise aynı şekilde, gayret sarfederek takip ettiğiniz yol ve amaçlar da mahiyet itibariyle farklıdır, netice itibariyle de birbirine zıttır. Bundan sonraki ayetlerde, çeşitli çalışma ve gayretlerin iki büyük kısma ayrıldığı açıklanmıştır.
(MEVDUDİ)
Kapladığı zaman geceye yemin olsun ki. Bürüyüp örttüğü zaman geceye yemin olsun ki. Demek ki gece bir şeyleri örtecek, bir şeyleri kapatacak. Eşyayı, varlıkları, düşünceyi, ışığı, zevki, eğlenceyi, her şeyi örttüğü zaman geceye yemin olsun ki.
2. “Açılıp aydınlattığı zaman gündüze andolsun,”
Açtığı zaman, açımlandığı, açılıp, aydınlattığı, açığa çıkardığı zaman da gündüze yemin olsun ki. Güneşi ortaya çıkarttığı zaman gündüze yemin olsun ki. Ya da gecenin örttüğü varlıkları, eşyayı cilâlayıp açığa çıkardığı zaman, her şeyi görünür hale getirdiği zaman da gündüze yemin olsun ki. Öyleyse gece ve gündüz Allah’ın iki ayrı âyetidir. Sadece Allah’ın egemen olduğu, sadece üzerlerinde Allah’ın sözünün geçtiği, başka hiç kimsenin sözünün geçmediği iki âyet. Egemenlik bizdedir, hâkimiyet bizdedir diyen yeryüzü tanrılarının, yeryüzünün yapay tanrı ve sahte tanrıçalarının zerre kadar söz geçiremeyecekleri iki âyet… Bu kelimelerle esrar dolu, bilinmez kâinâtı tanıtıyor Rabbimiz. “Ey kullarım, sizin hiç müdahale edip değiştiremediğiniz,
gece ve gündüz benim âyetlerimdir. Onlar sadece bana teslim olup, bana boyun bükmüşlerdir. Gece ve gündüzü peş peşe getiren Allah’tır. Geceye ve gündüze ferman eden, bu kâinât çarkını hiç durmadan çeviren, döndüren O’dur.” Gece ve gündüz… Bu ikisinin bizim hayatımızda fonksiyonu çok büyüktür. Birinde mesaj alınacak, diğerinde bu mesaj uygulanacak. Gece Allah’la istişare edilecek, gündüz de bunun kavgası verilecek. Gece Kur’an okunacak, Allah’tan mesaj alınacak, plan, program yapılacak, gündüz de bu program aynen icra edilecek. Bugün de öyledir. İnsanlar bugün de okuyorlar, bugün de mesaj alıyorlar, ama mesaj alınan Rabler farklıdır. Bugün de insanlar gece mesaj alıyorlar ama alınan mesaj kaynakları farklıdır. Allah’ın Kitabından değil de filan ya da falan kaynaktan, TV'den mesaj alıyorlar ve gündüz vakti bu kaynaklardan aldıkları mesaja uygun bir hayat yaşamaya, onların kavgasını vermeye çalışıyorlar.
Dikkat ederseniz önce geceden bahsetti Allah, sonra gündüzü hatırlattı. Önce geceye yemin etti, sonra da gündüze yemin etti. Yani geceden sonra gündüzün geldiğini, zulmetten sonra aydınlığın geldiğini anlattı. Zulmetten nûra, karanlıktan aydınlığa geçiş merhalesini anlattı. Bunun manası şudur: “Ey Müslümanlar! Küfrün, şirkin, inkârın ve ilhadın çevrenizi kaplayıp sizi boğacak hale gelişine sakın üzülmeyin, sakın ümitlerinizi yitirmeyin! Bilesiniz ki gündüzü getirerek geceyi yok eden Allah, gündüzle geceyi kovan Allah, İslâm’ın nûruyla elbette tüm âlemleri aydınlatacak, sizin çevrenizi de aydınlatacaktır. Gündüzle geceyi kovan Allah, buna güç yetiren Allah elbette sizi de çepeçevre kuşatan bu zulmetlerden, bu karanlıklardan, bu olumsuz şartlardan kurtaracak, sizin hayatınızda da zulmetleri kovup güneşler doğduracaktır. Bu konuda en ufak bir şüpheniz olmasın!”
Sûre, o günün bunalmış Müslümanlarına, zulmetler içinde kıvranan, işkence ve sıkıntılar altında inleyen mustaz’af’larına bu müjdeyi getiriyordu. İşte sûreyle gelen bu müjde, kâfirlerin ağır zulüm ve işkenceleri altında bunalmış mü’minleri harekete geçiriyordu. Onlar bu müjdelerle İslâm’a daha bir ciddi sarıldılar. İnşallah bugün bu âyetlerle tanışan, bu âyetlerin mesajını kavrayan Müslümanlarda da aynı durum gerçekleşecektir. Günümüz Müslümanları da içinde bulunduğu durum ne olursa olsun, şartlar ne kadar kötü olursa olsun, karanlıklar ne kadar yoğun olursa olsun, çevrelerinde ne kadar zâlim ve despot bulunursa bulunsun, inkâr ve ilhad ne kadar yükselirse yükselsin Allah’ın izniyle bir gün bu gecenin kovulup gündüzün geleceğini, Allah’ın nurunun tamamlanacağını göreceklerdir. Bir gün mutlaka hak güneşi doğacak, hak tecelli edecek, hakkın hâkimiyeti gerçekleşecek ve karanlıklar yok olup gidecektir. Ama unutmayalım ki karanlığın kaybolması yavaş yavaş olur. Resulullah’ın hayatında da aynen böyle olmuştu. Önce Hatice’de, sonra Ebu Bekir’de, sonra Ali’de, sonra Bilal’da, sonra Zeyd’de, sonra Habbab’da karanlıklar kaybolup aydınlıklar belirdi. Önce birer birer oldu. Bir mahalle, bir mahalle daha derken, sonra öyle bir zaman geldi ki tüm şehrin duvarları yıkılıverdi de herkes aydınlanıverdi.
Aydınlığın gelmesine engel olan tüm duvarlar, tüm engeller, tüm tâğutlar, tüm putlar yıkılıverdi. Sonra tüm Bizans, tüm İran, tüm Roma yıkılıverdi. İşte Rabbimiz buna yemin ediyor. “Yemin olsun ki gecenizin zifiri karanlığını gündüzle yok edeceğim,” diyor Rabbimiz.
Sonra: 3. “Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki,”
Bir de erkeği ve kadını yaratana yemin olsun ki. Erkeği ve kadını yaratana ya da yaratışına yemin olsun ki. Erkeğin ve kadının yaratılışına yemin olsun ki. Kendine has özellikleriyle, vücut hatları ve ayrı karakterleriyle erkeği ve kadını yaratışına yemin olsun ki. Rabbimiz burada kendi yaratıcılığına, kendi hikmet ve kudretine yemin ediyor. O insanı hiçbir örneği olmadan yaratmış ve terkibini tamamlamıştır. Düşünün, akıldan, fikirden, iradeden, bilgiden mahrum iki damla suyun erkek ve kadın olması gerçekten akıllara durgunluk veren bir şey. Kimse inanmaz buna. Ana rahme atılan bir damla sudan erkek ya da dişi olarak bir insan meydana geliyor. Ana maddeleri olan nutfe aynı olduğu halde bu bir damla sudan erkek ve dişi yaratılıyor. Şuraya bir damla su koysalar ve deseler ki işte bunun içinden eli ayağı, gözü kulağı, eti derisi, kemiği olan, konuşan, gülen, ağlayan, hisseden, îman eden, küfreden, erkek olan, kadın olan bir insan çıkacak. Hiç kimse buna inanamaz. Yahu iyi de bunun eti nerede? Kemiği nerede? Kasları nerede? Gözü, kulağı nerede? Aklı, şuuru nerede? Erkekliği, kadınlığı nerede? diyerek şaşkınlığını ortaya koymaktan kendini alamaz.
Ama dost da düşman da, mü’min de kâfir de biliyor ki Allah bu insanı işte bu bir damla sudan meydana getiriyor. Bu bir damla suya erkek ol! Ya da kadın ol! diyor ve sonunda Rabbimizin fermanıyla birisi erkek, diğeri de kadın oluyor. Bunu Allah’tan başka kimse yapamaz. Erkek nasıl erkek oluyor? Kadın nasıl kadın oluyor? Bu dengeyi kim ayarlıyor? Bize kalsaydı bu dengeyi çoktan bozardık biz. İstatistik yapılmış, savaşsız toplumlarda daha çok kadın doğuyormuş, savaş yıllarında da ziyadesiyle erkek doğuyormuş. Elbette ayarlayan ayarlıyor bunu, kimsenin müdahale imkânı olmayan bir konu. Tüm doğumların yüzde kırkı erkek olsun, yüzde kırkı kadın olsun, yüzde yirmisi de karışık olsun demeye kimsenin hakkı yoktur. Allah hikmeti gereği dilediği gibi ayarlıyor bunu. Meninin içine bu sistemi koyan Allah, dilediğini erkek, dilediğini de kadın yapıyor. Ne yaptığını, ne yapacağını bilen Rabbimiz bu dengeyi çok güzel kuruyor. Öyle değil mi? Eğer yeryüzünde sadece erkek veya sadece kadın olsaydı o zaman insan türünün kökü kesilirdi. Bu yeminlerden sonra bakınız Rabbimiz çok önemli bir konuyu anlatacak. Yani bu yeminlerin cevabı gelecek. Neymiş mesele? Neden yemin etti Rabbimiz? Konu ne?
4. “Doğrusu sizin sa’yiniz, çalışmalarınız çeşitlidir.”
İşte yeminlerin cevabı budur. İşte bunu söylemek için, insanların dikkatlerini bu konuya çekmek için yeminler etti Rabbimiz. Geceye, gündüze, erkeğin ve dişinin yaratılışına yemin ettikten sonra buyurdu ki: “Ey insanlar doğrusu sizin sa’ylerinizde çeşitlilik vardır. Şüphesiz ki sizin sa’yiniz, sizin çalışmalarınız, sizin mesaileriniz, sizin niyetleriniz, hedefleriniz, uğraşlarınız, işiniz, aşınız, amelleriniz, gidişiniz, gelişiniz, hayat anlayışınız, planınız, programınız çeşit çeşittir, farklı farklıdır.” Sizin çalışmalarınızda farklılık var, çeşitlilik var. Zira insanda irade vardır. Allah insanı diğer varlıklardan farklı olarak doğuştan iradesi altında yaratmıştır. Melekler, ay, güneş, yıldızlar, hayvanlar, bitkiler, dağlar, taşlar hep düzenlidir. Bunların hayatlarında biteviyelik vardır, yeknesaklık vardır. Çünkü bunlarda irade yoktur. Bu varlıkların boyunlarındaki kulluk iplerinin ucu doğuştan Allah’ın elindedir. Bütün bu varlıklar insandan çok daha güçlü, çok daha büyüktürler ama iradeleri olmadığı için Rablerine itiraz edemezler, yaratıcılarına yan çizemezler, yaratılış gâyelerinin dışına çıkamazlar. Zoraki Allah’a kulluk yapmaktadırlar. Ama insan öyle değildir. İradesi gereği onda yeknesaklık değil çeşitlilik vardır. Çeşit çeşittir insanlar. Kimisi iyidir, kimisi kötüdür. Kimisi mü’mindir, kimisi kâfirdir. Kimisi uyur, kimisi savaşır. Kimisi tesettürlüdür, kimisi açıktır. Kimisi zulmeder, kimisi zulmü yok etmek için çırpınır. Kimisi âlimdir, kimisi ilme düşmandır. Kimisi mü'mindir, kimisi kâfirdir. Kimisi müşriktir, kimisi münâfıktır, kimisi müraidir. Kimisi cesurdur, kimisi korkaktır. İşleriniz, amelleriniz, durumlarınız, say’leriniz çeşit çeşittir sizin. Kiminiz şaraptan hoşlanır, kiminiz kadından. Kiminiz mevkiden hoşlanır, kiminiz makamdan. Kiminiz futbol maçından, basından, yayından, televizyondan hoşlanır. Kiminiz elbiseden, giyimden, kuşamdan, gezmeden, tozmadan, yeme-içmeden hoşlanır. Kiminiz protokolden, protokolle düşüp kalkmaktan zevk alır. Kiminiz görülmekten, gösterilmekten, haberdar olmaktan, haberdar edilmekten zevk alır. Kiminiz meyhaneden, kumarhaneden, fâiz haneden hoşlanır. Kiminiz mescitlerden, âyetten, hadisten hoşlanır. Kiminiz sarıktan, cübbeden hoşlanır, kiminiz hüküm verdiğinde âdil davranmaktan, çoluk-çocuğunu cennete hazırlamaktan, Allah adına birileriyle beraber olmaktan, Allah adına birilerine din ulaştırmaktan hoşlanır.
Hâsılı sa’yiniz farklıdır sizin. Sa’y deyince elbette Hacer annemizi ve onun sa’yini hatırlamak zorundayız. Safa’yı, Merve’yi, Zemzem’i hatırlamak zorundayız. Öyleyse sizin sa’yleriniz farklıdır. Yani sizlerin Safa ve Merve’leriniz farklıdır. Sa’y farklı olunca elbette Safa ve Merve’ler de farklı olacaktır. Safa ve Merve’ler farklı olunca da bu say’lerin sonunda elde edilecek Zemzemler farklı olacaktır. Kim nerede sa’y ediyorsa, ne adına sa’y ediyorsa sonunda bulacağı zemzemi de o olur. Meselâ iki banka arasında sa’y eden kişinin veya eviyle banka arasında sa’y eden, yani evi Safa, bankayı da Merve bilen kişinin sonunda bulacağı Zemzem fâizdir, bellidir. Veya meselâ tekele sa’y eden kişinin sonunda bulacağı zemzem de bellidir, içkidir, şaraptır. Paris’ten Safa ve Merve edinen, oraya sa’y eden, gidip gelen kişinin sonunda bulacağı zemzemi de parfümdür, modadır, Maradona’dır. Veya carkını curkunu kurmuş, sadece eviyle dükkanı arasında sa’y eden ve bunun dışında hiçbir derdi, hiçbir hedefi olmayan bir kişinin de sonunda bulacağı zemzem paradır, puldur, Marktır, Dolardır, attır, arabadır, fiyattır.
Safa’nız ve Merve’niz neresiyse, sa’yiniz neye ise elbette onun karşılığını göreceksiniz. Onun içindir ki sizin sa’yiniz çeşit çeşittir. Kim nereyi sevmişse, kim nerede sa’y ediyorsa, ne adına koşturuyorsa, kafasındaki hedefi neyse zemzemi oradan içecektir. Hani bir adamın oğlu babasını kandırıp camiye kadar götürmüş de, tam caminin kapısına geldiklerinde işin farkına varan adam oğluna öyle diyormuş: “Evlât ne olursun bu yaştan sonra bana bu işi yaptırma! Bu yaştan sonra beni camiye sokma!” Demek ki cami, adamın sa’yinin bittiği yermiş. Peki acaba bizim sa’yimiz neresi? Sizin sa’yiniz neresi? Ya da bu sa’ylerinizin Safa’sını Merve’sini kim belirliyor? Safa’nızı Merve’nizi kim belirliyor? Safa’larınızı Merve’lerinizi din mi belirliyor? Allah ve Resûlü mü belirliyor? Yoksa kendiniz mi belirliyorsunuz? Yani ne yapacağınızı, re alacağınızı, ne satacağınızı, hangi mesleği seçeceğinizi, nerelere gideceğinizi, nerelere geleceğinizi, nerelerde duracağınızı, nerelerde yürüyeceğinizi kim belirliyor? Yaptıklarınızın ve yapmadıklarınızın yaptırıcısı ve yaptırmayıcısı kim? Hayatınızı, niyetlerinizi, hedeflerinizi, programlarınızı belirleyen kim?
Çünkü işte Allah buyuruyor ki, pek çok sa’y çeşidi vardır. Buna göre sizin sa’yleriniz, sizin gidip gelmeleriniz, koşturmalarınız hangisinden? Unutmayın ki yarın insanlar bu sa’ylerine göre değerlendirilmeye tabi tutulacaklardır. Bakın Tâ-Hâ sûresinde Rabbimiz o hususu şöyle anlatır: “Rablerine suçlu olarak gelen bilsin ki, cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne yaşar. Rablerine inanmış ve yararlı iş yaparak gelenlere, işte onlara, en üstün dereceler, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları Adn cennetleri vardır. Bu, arınanların mükâfatıdır.” (Tâ-Hâ, 74,76)
Yine bakın Câsiye sûresinde de şöyle buyurulur: “Yoksa, kötülük işleyen kimseler, ölümlerinde ve diriliklerinde kendilerini, inanıp yararlı iş işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Câsiye 21) Seyyiate bulaşan, kötü yolda sa’y eden, durmadan kötülük işleyen kimseleri Allah’ın istediği biçimde îman eden ve bu îmanlarını yaşamanın kavgasını veren, Allah’ın istediği biçimde sa’y eden, Safasını Merve’sini Kitapla belirleyen, yani îmanlarını hayata aktarabilme adına salih ameller işleyen kimselerle bir mi tutacağız? Bunların hem hayatları, hem de ölümleri müsavi olacak öyle mi? Öyle mi hesap ediyorlar? Öyle mi zannediyor bu insanlar? Ne kadar da kötü hükmediyor bu insanlar? Yani şimdi biz Allah adına ve Allah’ın belirlediği yasalar istikametinde sa’y eden Müslümanları, sa’ylerini, hayat programlarını kendileri belirlemeye kalkışan kâfirlerle denk mi tutacağız? Müslümanları mücrimler gibi mi kabul edeceğiz? Mümkün mü bu? Deli misiniz siz? Aklınız ermez mi sizin? Allah’a, Allah’ın kitabına, Allah’ın peygamberine îman eden, Kitap ve Peygamberle birlikte olan, hayatını Kitap ve Peygamberle düzenleyen kimseyle Kitaba ve Peygambere sihir diyen, sihirbaz diyen birini denk tutacağız ha? Allah’ın kitabıyla yol bulan kimseyle kitabı reddedip kendi kendine yol bulmaya çalışan kimseyi bir tutacağız ha? Allah’a müracaat ederek yaşayan kimseyle Allah’ı reddedip nefsine, şeytanlara, hevâsına, toplumuna, tâğutlara, modaya, âdetlere ve tüm yeryüzü tanrılarına uymaya çalışan kişiyi bir kabul edeceğiz ha? Olacak şey mi bu? Ne kötü hükmediyor bu insanlar? Hayır hayır! Biz Müslüman’la kâfiri asla denk tutmayacağız. Müslümanın sa’yi ile kâfirin sa’yini asla bir kabul etmeyeceğiz. İkisinin sa’yinin neticelerini asla bir yapmayacağız. Ne hayatında, ne de ölümünde bu ikisi birbirine denk tutulmayacaktır.
Müslüman olan, teslim olan, iradesini Allah’a teslim eden, oylamasını
Allah’tan yana kullanan, Allah’ın seçimini kendisi için seçim kabul eden, Allah’ın kendisi adına yeryüzünde aldığı kulluk maddelerini uygulamaya çalışan kimse, sa’yini, hayat programını, Safa’sını Merve’sini Allah’ın belirlediği kişidir. Kâfir de sa’yini, hayat programını, Safa’sını, Merve’sini kendisi belirleyen ve Allah’ın hayat programını reddeden kimsedir. Şimdi böyle bir Müslüman’la suçlu olan, kötülük işleyen, kötülük peşinde koşan, reddeden, baş kaldıran, isyan eden, itiraz eden, kabule yanaşmayan birini kesinlikle bir tutmayacağız, diyor Rabbimiz. Bundan sonra Rabbimiz işte bu çeşitlilik arzeden, farklılık arz eden insanları ikiye ayıracak. İki insan tipi anlatacak. Üç sıfat, üç özellik sayacak ve bu üç özellik sahiplerinin kolaya kolaylanacağını, cennete kolaylanacağını anlatacak. Sonra bir üç özellik daha sayacak ve bu özellik sahiplerinin de zora kolaylanacağını, yani cehenneme kolaylanacağını anlatacak. Bakın şöyle buyuruyor(Bir sonraki ayet)
(A.KÜÇÜK)
“Velleyli izê yâğşê” çepeçevre kuşatıp, tamamıyla bürüyüp örten gece şahit olsun. Bu sure de kasem “vav”ıyla başladı 16 sure gibi kendi benzeri. Kasem “vav”ıyla başlayan 16 surede de şöyle bir üslup görüyoruz. Yemin “vav”ıyla başlayan surelerde kendisiyle yemin edilenler somut, müşahhas, fiziki şeyler. Kendisine yemin edilen, yani yeminin cevabı olan ‘ve-muksemun aleyh’ olan unsurlar ise soyup metafizik manevi değerler. Dolayısıyla bunu hiç aklımızdan uzak tutmuyoruz. Zaten yeminler başlı başına bir uyarı.
Allah şahit oluyor, Allah’a şahit oluyor. Gece Allah’a şahittir, geceye de biz şahidiz, gece de bize şahittir. Paralel ve çapraz şahadetler. Şahitlik Kur’an vahyinin en temel kavramlarından biridir. Tüm yeminlerin temelinde şahitlik vardır. Çünkü insan bu aleme sahip olmak için değil şahit olmak için gelmiştir. Bu sure de zaten ey insan sen bu cihana sahip olmak için gelmedin, dikkat et sahip olmak için değil şahit olmak için geldin. O zaman şahit misin, sana şahit olanlar var sen kendine şahit misin bak bakalım dercesine bize şahadeti öğretmektedir. “Velleyli izê yâğşê” de, Leyl suresinin ilk ayeti de bunu öğretir aslında. Bürüyüp, kuşatıp örten gece şahit olsun.
Günahı işlemeyi geceye bırakanlar gece de şahittir unutmayın. Allah’tan kaçıracağınızı sanıyorsanız kaçıramazsınız, gece şahittir ve bir gün de gelecek kendisinde olan biteni bir bir aktaracaktır.
1 Gece zaten karanlıktır. İnsanlığın ufkunu gittikçe karartan cahiliyye gecesine bir imâdır. Yemin vav’ı ile ilgili bkz. 5/Duhâ: 1, not 1.
“Vennehêri izê tecellê” ve gecenin kuşatmasını yarıp ortaya çıkan gündüz şahit olsun. “İzê tecellê”; Tecelli eden gündüz şahit olsun. Demek ki gündüzün geceyi yarıp çıkması, aslında her gece iki gündüz arasındadır sözünü tasdik eden bir ifade. Çünkü gündüz doğuma benzer doğum vakti geldiğinde doğacak çocuğu kimse durduramaz. Onun için gündüzler esastır, geceler ferdir. Geceyi asıl sanmayın ey mü’minler, gece gibi olan küfrün, nifakın, şirkin, cehaletin karanlığını sizi yıldıran bir şey olarak görmeyin. Yani sizi korkutmasın, siz bir ışık olun. İmanla, irfanla, hikmetle, vahiyle, gayretle, himmetle, hizmetle o geceyi aydınlatın. Siz gecenin ayı olun. Tutun ki gece, gecedir ama siz eğer vahiy güneşine dönük olarak yaşarsanız, vahiy güneşinden aldığınız ışıkla geceyi aydınlatır yolunuzu seçersiniz, yolunuzu kaybetmezsiniz. Çünkü ay gecenin rehberidir. Şu dünya hayatının gecesinde size Allah rehber olarak vahyi göndermiştir. O zaman vahyin ışığını, Allah’a ulaşan yolu kaybetmemek için bir rehber olarak kullanın.
“Ve-mê ğâlêkâzzekere vel'ûnsê” 3. unsur, evet “Ve-mê ğâlêkâzzekere vel'ûnsê” erkek ve dişinin yaratılışı şahit olsun. “mê”ye yine “ellezî” manası da verebiliriz; erkek ve dişiyi yaratan şahit olsun da diyebiliriz. Ama burada bağlama en uygun olan mevsule manasıdır erkek ve dişinin yaratılışı şahit olsun.
2 Veya mâ'nın ilgi zamiri vurgusuyla: "Erkek ve dişiyi yaratan şahit olsun". Tercihimizin gerekçesi için bkz. 28/Şems: 7, not 7.
“İnne sâ'yekûm leşettê” işte cevabı geldi “mûksemûn âleyh” geldi. Peki bütün bu yeminlerden maksat ne ya Rabbi? Bize neyi söyleyeceksin. Bu kadar yemin ettin, dikkatimizi çektin, dikkatimizi topladın, bizi hazır hale getirdin, zihnimiz kıyama kalktı, lebbeyk ya Rabbi dedi, kalbimiz açıldı ve buyur ya Rabbi dedi, ne buyuracaksın ya Rabbi? İşte şunu “İnne sâ'yekûm leşettê” ey insanlık (zımnen tabi ki Ey insanlık) sizin çabanız nedenleri ve sonuçları açısından farklı farklıdır. O nedenlerin ve sonuçlarının da parantez içi açılım olduğunu söyleyeyim. Aslında “İnne sâ'yekûm leşettê” sizin çabanız farklı farklıdır. Fakat fahvel hitab, sözün geliminden biz bunu anlıyoruz. Sizin çabanızın gayretinizin ortaya koyduğunuz her şeyin nedenleri ve sonuçları ayrıdır. Nedenlerine bağımlı olarak sonuçları da farklıdır aslında. Nedenlerine, niyetlerine bağlı olarak sonuçları da farklıdır. “İnneme’l-â'mêlû bin-niyyêt” adeta tefsir eden veya tefsiri olduğu bir ayet bu.
Peki bunu nasıl anlayacağız? Farklılık Allah’ın yasasıdır diye anlayabiliriz. Evet, farklılık Allah’ın yasasıdır. Tıpkı bu ayetten önceki ayetler gibi, erkeklik ve dişilik bir farklılıktır, yasadır. Biri olmadan diğeri olmaz. Yine gece ve gündüz “velleyl-vennêhâr” işte farklılıktır, Allah’ın yasasıdır. Adeta vahyin ilk muhatabı olan Allah resulünün veya vahyin tüm muhataplarının, bizlerin içinden bazılarının aklına gelen; Ya Rabbi insanlığı sen yarattın. Niye insanın kötülük işlemesine izin verdin demiş gibi, ona cevap gibi duruyor.
Farklılık insanlığın yasasıdır. Veya ya Rabbi tamam, imanı var ettin de küfrü niye var ettin. Sevabı var ettin de günahı niye var ettin, günaha niye izin verdin. Tamam ya Rabbi, hak ortada fakat batıla niye izin verdin. İşte bütün bu suallerin ve buna benzer suallerin cevabı bu. Çünkü bu yasadır. Batıl olmadan hakkın, karanlık olmadan aydınlığın, gece olmadan gündüzün, kötü olmadan iyinin, günah olmadan sevabın, cehennem olmadan cennetin değerini bilemezdiniz, takdir edemezdiniz. Kaldı ki insan iradeli bir varlık. İradesiyle eğer kazanacaksa mutlaka alternatif gerekiyor. Çünkü irade alternatiflerle kullanılan bir şeydir. Alternatifin olmadığı yerde iradeden söz edilemez. Allah yarattığı iradeye saygı duymasında kim duysun.
İşte burada “İnne sâ'yekûm leşet-tê” bunu veriyor. Yani yaptığınız şeylerin, gayretlerinizin sebepleri ve sonuçları farklı farklıdır. Farklı sebeplerine farklı sonuçlar elde eder manası ki, zaten kendisinden sonraki ayetler de bunu te’yid ediyor.
3 İlk üç âyette yemin edilen gece-gündüz ve erkek-dişi, farklılığın ve çift kutupluluğun Allah'ın yasası olduğuna delalet eder. İyi-kötü,
ödül-ceza, cennet-cehennem de varlığın tabi olduğu bu yasanın iradeli eylemler alanındaki bir uzantısından başka bir şey değildir. Zaten devamındaki âyetler de bu gerçeği dile getirir.