LEYL SÛRESİ (SÛREYİ TAKDİM)
"Euzû Billêhi mine’ş-şeytani’r-racîm" “Bismillahir-Rahmanir-Rahîm”
"Gece" anlamındaki adını ilk âyetinden alır. Bazı tefsirlerde ve'l-leyl adıyla anılır. Buhârî ve Tirmizî, sûreyi ilk âyetinin tamamıyla anmışlardır.
Sûre peygamberliğin başlangıcında Mekke'de inmiştir. Konu, üslûp ve ses yapısı bunu teyit eder. Sûreyi Medenî sayanlar, Ensar'dan Sabit b. Dahdah el-Belevî'nin kahramanı olduğu göz yaşartıcı bir infak olayını 5-10. Âyetlerin nüzul sebebi olarak gösterirler (Bkz: Hadîd: 10, not 12). Bu isabetli değildir. Zira önce inmiş âyetler ile çok sonra gerçekleşmiş olaylar arasında bağ kurmak, Kur'an neslinin vahye canlı bir hitap olarak bakmalarının doğal bir sonucudur. Sûrenin bazı âyetlerinin Medenî olduğu görüşünü En'âm sûresinin girişinde uyguladığımız kriterler doğrulamaz. İlk tertipler sûreyi A'la-Fecr arasına yerleştirirler. Geceyi şahit tutarak başlaması ilk sûrelerden oluşunun delilidir. Tertibimizde 10. sıraya tekabül eder. 21 âyettir.
Sûre muhatabında özgün bir servet tasavvuru inşa eder. Servet bir emanettir ve emanete sadâkat gerektir. Şahitlik mü'minin sorumluluğudur. Onun için sûre iki çifti şahit tutarak başlar: Birincisi gizli-açık verilen sadakayı temsilen geceyi ve gündüzü, ikincisi fakirlik ve zenginliği hayatın çift kutupluluğu yasası dahilinde algılamamız için bu yasanın en belirgin tezahürü olan erkeklik ve dişiliği (1-3). Bunlarla uyumlu olarak insanoğlunun çalışma yeti, alan ve kapasitelerinin farklılığına dikkat çeker (4). Ve ardından insanı servetin kulu değil servetin efendisi olmaya çağırır (5-11). Bu âyetlerin özeti şudur: paylaşmak ya da paylaşmamak, Allah tasavvuru, âhirete iman ve sorumluluk ahlakıyla alâkalıdır. Verene cennete ulaşan yol kolaylaştırılır (7). Mü'mine düşen şunu bilmektir: Allah kulundan asla almak için istemez, ona daha fazlasını vermek için ister.
"Elbet Bize düşen doğru yolu göstermektir" (12) buyuran Allah, servet emanetine ihanet edenleri de uyarır: "İşte, sizi kışkırtılmış bir ateşe karşı uyarıyorum" (14). Fakat serveti paylaşma, bir karşılıklılık çerçevesinde olmamalıdır. Bu "hesabi ahlâka" girer, oysa vahiy muhatabında "hasbî ahlâk" inşa eder. O Allah için hasbîliktir,- yani sadece Allah rızası için vermek (18¬20). Sûre, hep hatırlanması gereken hakikati hatırlatarak biter:
Allah için vermek gerçekte vermek değil almaktır (21).
Değerli Kur’an dostları şimdi tefsirini yapacağım sure Leyl suresi. Leyl suresi elimizdeki mushafta 92. sırada yer alıyor. Sureye adını veren ayet, ilk ayet, gece manasına geliyor. “Velleyli izê yâğşê” gece, fakat demiştim ki Kur’an’ın hiçbir yerinde mücerret olarak, yalın kat geceye yemin edilmez. Çünkü gece tek başına var bir şey değil ki, gece ışığın yokluğu halidir. Karanlık ışığın yokluğu hali onun için geceden korkmamız istenmiyor.
Aslında geceye yemin edilmesinin bir başka nüktesi daha var. Vahyin ilk muhatabı olan cahiliye insanı geceyi şer ilahı gibi tasavvur ediyordu. Tüm kötülüklerin gece geldiğini düşünüyorlardı. Şeytanların, cinlerin, gulyabanilerin, düşmanın, şunun bunun hep gece musallat olduğunu düşünüyorlardı. Bu yüzden geceye bir tür şer ilahı rolü yüklemişti cahiliye insanı. Kur’an; gecenin de Allah’ın mahluku olduğunu ima ediyor. Yani geceyi ilahlaştırmayın, şeytanlaştırmayın, Allah’ın rakibi gibi görmeyin. Dolayısıyla geceye müstakil bir anlam yüklemeyin, Allah’tan bağımsızlaştırmayın geceyi. Gecenin de rabbi Allah, gündüzün de rabbi Allah. Zaten yemin edilen şey rabbi Allah olduğu için yemin edilir. Yani yemin eden rabdir, yemin edilen ise o rabbin kuludur, mahlukudur, yaratığıdır. Onun için Allah yarattı korkacaksanız Allah’tan korkun, çekinecekseniz Allah’tan çekinin, sakınacaksanız Allah’tan sakının. Niye kendi kendinize şer ilahları icat ediyorsunuz zımnen demeye gelir aslında geceye yeminler.
Bu sureyi Medeni sayanlar da olmuş, yani Medine de nazil olduğunu söyleyenler ki onlar 5–10 ayetleri arasındaki pasajın sebebi nüzül rivayetlerinden yola çıkarak Medine de nazil olduğunu söylemişler. Bu doğru değil, sebebi nüzül rivayetleri bize surenin zamanını göstermez. Çünkü sebebi nüzül rivayetlerinde “fe-enzelâllâhû fî kezê” Allah bunu şu olay üzerine indirdi diye gelen rivayetlerde aslında o sureyle anlatılan olay arasındaki zamansal sıralama ifade edilmiş olmaz. Sahabenin bir tavrıdır, tarzıdır bu, aslında muhteşem bir tarzdır.
Ne ifade eder peki? Kur’an’ın her an iniyormuş gibi inanılan bir metin olduğunu ifade eder. Yani Kur’an o ayet, o pasaj indikten 10 sene sonraki olayı bu ayet bunun üzerine nazil oldu diye nakledebilir sahabe. Burada zaman nakledilmemektedir bize. Ayet bu çerçeve de anlaşılmalıdır. Bu olay bu ayeti açıklayan bir olaydır şeklinde anlaşılmalıdır.
Biz de sahabenin bu tavrına ve tarzına bakarak şöyle diyebilir miyiz? Bazen Kur’an’ı açıyoruz, okuduğumuz ayet sanki bize sesleniyor, hayret ediyoruz. O andaki ruh halimizi tıpatıp tasvir ediyor. Veya o anda içinde bulunduğumuz problemin çözümü o ayette. Şaşırıyoruz birden bire. Aman ya rabbi diyoruz ve şöyle diyebiliyoruz; İşte bu ayetin veya bu pasajın veya bu surenin sebebi nüzulü benim. Sana nazil olduysa sebebi nüzulü sensin, hepimiziz. Kur’an’ın sebebi nüzulü insanlıktır, insanlığın farklı durumlarıdır. Biz üstümüze alınırsak, sebebi nüzulü biziz dersek Kur’an da kendisini bize mal eder. Bizi de Kur’an benimser ve bize yeniden nazil olur. Hani işi bilen tüm ulemanın dediği gibi; Kur’an’ı sana nazil oluyormuş gibi oku derler ya, işte öyle okumanın bir yolu da ben bu ayetin, ben bu surenin, ben bu Kur’an’ın sebebi nüzulüyüm diye bakmaktır. Dolayısıyla bu Leyl suresinin 5–10. ayetleri arasında anlatılan hadisenin sebebi nüzulünden yola çıkarak bu surenin Medine de indiğini söylemek hiçte isabetli olmaz.
‘Alâ ile Fecr sureleri arasında inmiştir, Leyl suresi 21 ayettir ve surede anlatılan özellikle insanın malla, insanın servetle sınanmasıdır. Yani servet tasavvurumuzu inşa eder bu sure. İnsan servetin kulu değil efendisi olmaya çağırılır. Servetinize nasıl baktığınız size öğütlenir. Aslında malım dediğiniz şeyin sizin malınız mı, yoksa siz onun malı mı olduğunuz sorulmaktadır. Malınızın süvarisi misiniz yoksa malınız sizin sırtınıza binen süvariniz mi? Mal insan ilişkisinin, Allah–insan ilişkisini belirlediği vurgulanır bu surede. Yani servete bakış açımızın Allah’a bakış açımızdan bağımsız olmadığı vurgulanır. Eğer serveti bir emanet değil de bir mülkiyet, Allah’tan bağımsız bir şeymiş gibi algılarsak, Allah ile ilişkimizi kötü yönde etkileyeceğini söyler bu sure ve bu sure daha çok şey söyler. Bakalım surenin mübarek dudaklarına kulaklarımızı dayayalım ne diyor, neler söylüyor.
(M.İSLAMOĞLU)
Leyl sûresi Mekke’de nâzil olmuş bir sûredir. Sûre muhteva olarak geçen hafta tanımaya çalıştığımız Şems sûresine o kadar benziyor ki sanki bu iki sûre birbirinin tefsiri mahiyetindedir. Bu durum her ikisinin de Mekke’de aynı dönemde nâzil olduklarını göstermektedir. Birinde anlatılanlar diğerinin tefsiri mahiyetindedir.
Rivâyete göre bu sûre Hz. Ebu Bekir hakkında nâzil olmuştur. Gerçi Ensâr’dan Ebu Dahdah hakkında nâzil olduğu da söylenir. Ebu Bekir efendimiz malını Allah yolunda harcayarak, kâfirlerin eline köle olarak düşmüş mü’minleri kurtarma yolunda harcayarak büyük bir fedakârlık örneği sergilemiş ve işte bu sûre de onun sadâkatini tebrik etmek üzere inmiştir deniyor. Bir başka rivâyete göre sûre Ebu Dahdah hakkında inmiştir. Bu zatın Medine’de bir bahçesi varmış. Hurmalar bahçe duvarından dışarı sarkar ve bu zât yoldan geçen insanların, çocukların bu hurmalardan yemesini engellermiş. Çocukların eline aldıkları hurmaları zorla ellerinden alır, hattâ ağızlarındakini bile zorla çıkarırmış. Bu kadar cimri bir adammış. Allah’ın Resûlü onu yanına çağırarak birkaç kez ikaz etmiş. Böyle yapmasan iyi olur demiş. Bu bahçenin de, senin de sahibin Allah’tır. Allah onu sana kendine, ehline ve çevrendeki Allah kullarına harcayasın, yediresin diye verdi. Onu Allah kullarından esirgeme ki mülkün sahibinin Allah olduğu inancın açığa çıksın buyurmuş. Ama yine de adam: “Ben bu bahçeyi çok seviyorum ve ondan birilerinin yemesini istemiyorum” diyerek aynı şeyi yapmaya devam etmiş.
Yine bir defasında Allah’ın Resûlü adamı huzuruna çağırır ve ona yine nasihat eder ve der ki: Eğer bundan, bu cimrilikten vazgeçer ve onu insanlara, çocuklara ikram edersen karşılığında cennet var der. Yapacağı infakın ve ikramın karşılığında ona cennet vaadeder. Ama adam yine anlamaz. Yine kıskanır bahçeyi Allah kullarından. Aynı mecliste Rasulullah efendimizin ona verdiği bu müjdeyi işiten bir sahâbe arkasından ona yetişir ve şöyle der: Yahu duymadın mı? Allah’ın Resûlü böyle yaparsan sana cennet var dedi? diye ikaz eder. Adam der ki, yahu iyi anladık ama ben bu bahçeyi çok seviyorum. Ona olan sevgim onu başkalarından kıskanmama sebep oluyor deyince, adamın bu işten vazgeçmediğini gören o sahâbe Rasulullah’a gelir ve şöyle der: Ey Allah’ın Resûlü demin Ebu Dahdaha o bahçenin karşılığında cennet var dedin değil mi? Evet der Rasulullah. Peki ey Allah’ın Resûlü aynı şeyi ben yapsam, yâni o bahçeyi ben satın alıp ona tavsiye ettiğin şeyi ben yapsam bana da cennet var mı? Allah’ın Resûlü: Evet sana da var deyince hemen Sahâbe gitti onu satın aldı ve meyvesini Müslümanlara vakfediverdi. İşte sûre bunun üzerine geldi deniyor.
Hadise doğrudur, bu zatın o bahçeyi satın alıp Müslümanların hizmetine sunduğu doğrudur, ama sûre bunun üzerine gelmemiştir. Zira bu hadise Medine’de olmuştur. Halbuki bu sûre Mekke’de nâzil olmuştur. Hz. Ebu Bekir efendimiz Mekke’de köle azadı yarışına başlamış, elinde avucunda ne varsa bu kârlı işe yatırmıştı. Hani Allah’ın Resûlü: ”Kim bir köleyi azat ederse Allah da onu cehennemden azat eder” buyuruyordu ya. Ya da: ”Kim bir köleyi hürriyetine kavuşturursa Allah da o kölenin her bir azasına karşılık onun azalarını da ateşten âzat eder” Buyuruyordu ya, işte bu yatırımı çok kârlı gören Ebu Bekir efendimiz parasını bu işe yatırıyordu. Efendimizin bu müjdelerine uyarak Ebu Bekir efendimiz pek çok köleyi azat etmiştir. Kâfirlerin zulmü altında, çok kötü durumda olan pek çok Müslüman kardeşini özgürlüğüne kavuşturmuştur. Hz. Bilal efendimiz de bunlardan birisiydi. Hattâ bu yüzden onun hakkında: “Ebu Bekir seyyidüna ve a’take seyyidena” der sahâbe. Yâni; “Ebu Bekir bizim efendimizdir ve bir efendimizi de hürriyetine kavuşturmuştur” der. Onun hürriyetine kavuşturduğu bu efendi de Hz. Bilal efendimizdir. Şu İslâm’ın güzelliğine bakın. Daha düne kadar hiçbir değeri olmayan, bir eşya kadar değeri olmayan, insanların tükürüklerini bile lâyık görmedikleri bir Bilal da efendi oluyor, onu hürriyetine kavuşturan Ebu Bekir de aynı safta efendi oluyor.
Dünyada bunun bir benzerini daha göstermek mümkün değildir. Köleleri efendi yapıyordu Allah’ın dini. Evet Ebu Bekir efendimiz malını bu kârlı sahaya yatırım yapınca babası Ebu Kuafe der ki: Oğlum, madem ki bunları satın alıyorsun, madem ki para vererek bu insanları hürriyetlerine kavuşturuyorsun. Hiç olmazsa bari bunları kullansan, işini gördürsen. Veya en azından güçlü köleleri satın alsan da onlardan kendine koruyucu bir muhafız grubu yapsan. Bir çete hazırlasan filan deyince Ebu Bekir efendimiz der ki: Baba, vallahi ben öyle bir işimi gördürüyorum ki sen bunu anlayamazsın. Öyle bir işe yatırım yapıyorum ki yeryüzünde bundan kârlı bir iş düşünmek mümkün değildir diyordu. İşte sûrede bu anlatılıyor, sûre bunu anlatıyor denmiş.
Rabbimiz öteki Mekkî sûrelerin pek çoğunda olduğu gibi sûrede yine yeminle söze başlıyor. Yeminler burada da söz konusu ama bir önceki sûredeki yeminlerin tam tersi söz konusu burada. Bir önceki sûrede önce güneşe ve onu duhâ’sına yâni aydınlığına sonra da örttüğü zaman geceye yemin edilirken burada bunun tam tersine yâni önce geceye sonra da gündüze yemin ediliyor. Evet sûre iki yeminle başlıyor. Leyl ve nehar’a, gece ve gündüze, erkek ve dişiye yemin ediliyor. İlk önce karanlığın her yeri kaplayıp bürümesine ve gündüzün gelip ortalığı aydınlatmasına yemin ediliyor, sonra da erkek ve dişinin yaratılışına yemin ediliyor.
Sûrenin başındaki bu yeminlerle anlayabildiğimiz kadarıyla kâinattaki varlıkların birbirlerinin zıddı, birbirlerinin mukabili olduğu anlatılır. Sema, mukabili arz. Gündüz, mukabili gece. Karanlık, mukabili aydınlık. Kadın, mukabili erkek. İyi, mukabili kötü. Hayır şer, hak bâtıl, mü’min kâfir, güçlü zayıf, beyaz siyah gibi her şey mukabiliyle yaratılmıştır. İnsan da böyledir. İnsanda da mü'min ve kâfir olarak, iyi kötü olarak mukabil görüyoruz. Nasıl ki gece varken onun mukabili yoksa, yâni gece varken onun mukabili olan gündüz yoksa, birinin varlığı diğerine izin vermiyor, diğerinin yokluğunu intaç ediyorsa o zaman insan da ya küfürde, ya da îmanda olacaktır. Çünkü îman ya da küfürden birinin varlığı diğerinin yokluğunu intaç edecektir. Kişide îman varsa küfür olmayacak, küfür varsa da îman olmayacaktır.
Ama şurasını da biliyoruz ki aslında gündüz asıl gece de ârızîdir. Çünkü geceleyin de her şey yerinde durmaktadır. Ama eşya gece tarafından örtüldüğü için olan şeyler görülememektedir. İşte küfür de, şirk de aynen böyledir. Küfür ve şirk îmanın üstünü örten gece gibidir. Fıtrat gereği îman üzerine yaratılan insanda asıl olan îman kabuk mahiyetindeki ârızî olan küfür ve şirkle örtülmektedir. İşte sûre de bu husus anlatılır. İşte bu sûrede diğer varlıklar gibi insanların da çeşit çeşit olduğu, buna bağlı olarakta insanların amellerinin çeşit çeşit olduğu anlatılır. Yâni gecenin gündüzün, aydınlığın karanlığın, kadının erkeğin birbirlerinden farklı oluşları gibi insanların niyetlerinin, say’lerinin, amellerinin, hayatlarının da farklı olduğu ve bu farlılık gereği hayatlarının neticesinin de farklı olacağı anlatılır.
Bu yeminlerin akabinde yeminlerin cevabı olarak üç vasıf, üç sıfat, üç özellik sayılır. Ve bu üç vasfın sahiplerinin kolaya kolaylanacağı, kolaya erdirileceği yâni cennete kolaylanacağı anlatılır. Sonra üç vasıf daha anlatılır. Bu vasıfların sahiplerinin de zora kolaylanacağı yâni cehenneme kolaylanacağı anlatılır. Sonra da hayat programlarını Allah’ın istediği biçimde, Allah’ın istediğine göre ayarlayanların Allah’ın rıza ve rıdvanına ererek cennete gideceği, aksini yapanların da cehenneme yuvarlanacakları anlatılır. Şimdi hızlıca sûre üzerinde bir gezinti yapıp tek tek âyetleri tanımaya geçebiliriz inşallah.
İnsanın yapacağı ameller ve buna mukabil göreceği karşılıklar konusu, birbirinden kesin çizgilerle ayrılan zıtlıklar halinde vurgulanarak, insanoğlu uyarılmak isteniyor. Allah Teâlâ, gece ve gündüz ile erkek ve dişinin yaratılması üzerine yemin ediyor. Gece gündüze; erkek dişiye nasıl zıtsa, insanın yaptığı ameller ve göreceği karşılıklar da öylece birbirine zıttır. Sûre insanın, yaradılış mucizesi ile yüz yüze getirilmesiyle başlıyor. Gece ve gündüz birbirine karşı iki mucizedir. Ve insanın ruhunu farklı şekillerde etkilerler. Türlerin karşılıklı iki cins olarak yaratılması da başka bir mucizedir. İnsan aklının kavramakta çaresiz kaldığı ilâhî hikmet ve inceliklerle dolu, üzerlerine yemin edilen iki farklı yaratılış: Karanlığı ile ortalığı bürüdüğü zaman geceye, aydınlandığı zaman gündüze. Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun" (1,2,3).
Allah Teâlâ; "sizin işleriniz çeşit çeşittir" (4) ayetiyle, insanların yaptıkları şeylerin sebepleri, hedefleri, sonuçları ve hakikatlerinin değişik olduğu gerçeğini bildirdikten sonra, surenin eksenini oluşturan ana meseleye geçiyor. İki farklı insan tipini ve bunların dünya ve ahiret hayatında yüz yüze gelecekleri durumları önümüze seriyor. Bu surenin Hz. Ebu Bekir hakkında nazil olduğu söylendiği gibi, aşırı cimriliği ile tanınan Ümeyye İbn Halef hakkında nazil olduğu da rivayet edilmektedir. Rivayetler ne olursa olsun burada dikkat çekilmek istenen, iki farklı tip insandır: Sıdkı ve cömertliği ile övülmüş olan Hz. Ebu Bekir (r.a), nifak ve cimriliği ile lânetlenmiş Ümeyye İbn Halef ve onun gibileri. Surede, insanın çeşit çeşit çalışmaları iki kısımda gösteriliyor. Her iki kısımda verilen bilgiler, iki insan tipinin davranışlarının temelini oluşturan ve bütününü ihtiva eden bir üslûp ve mahiyette verilmiştir. İnsanın çalışmasından üç şeye yer verilir: a) Onun kendisine ihsan edilen rızıktan cömertçe sarf etmesi ve servetinde cimrilikten kaçınması: "kim Allah yolunda harcar... " (5).
b) Kalbindeki Allah korkusunun onu yaşamında Allah'ın hoşnut olmadığı her tür davranıştan sakındırması: "... ve ondan korkar" (5). c) İyiliği tasdik etmesi: "İyiliği tasdik ederse" (6). Burada iyiliğin manası geniştir. İslâm akidesini kabul etmenin yanında Allah'ın doğru olarak göstermiş olduğu bütün iyiliklere uymayı da ihtiva eder. Böyle yapmakla ona, dünyada ve ahirette her şeyin kolay kılınacağı müjdelenir. Önündeki bütün zorluklar onun için kolaylaştırılır, her şey için de ona tam bir muvaffakiyet verilir: "Biz onu en kolay olana muvaffak kılacağız" (7).
Aynı sıralama ile birinci kısımdaki insan tipinin tam karşıtı olan açıklanır: O cimrilik eder, kendisine ihsan edilen servetlerden infak etmeyi gereksiz görür ve elindekinin mevcudiyetini Allah Teâlâ'ya değil de kendisine bağlar. Allah Teâlâ'nın indirdiğine değil de kulların koyduğu nizamlara uyup İslâm'ı inkâr ederse, Allah onu dünya ve ahirette zorluklardan zorluklara sürükleyecektir: "Fakat kim de cimrilik eder ve Allah'a ihtiyacı olmadığını iddia eder ve en güzel olan "İslâm" akidesini yalanlarsa. Biz, onu zor olana sürükleriz" (8,9,10).
Surenin son bölümünde, bu ayrı yollardan giden insanların akıbetlerinin ne olacağı açıklanır. Kötüler vakitlerini doldurup hesaba çekildikleri zaman, cimrilik edip infak etmekten sakındıkları servetleri onlara hiç bir fayda vermeyecektir: "Helâk olduğu zaman, malı ona asla fayda vermez" (11). Ayrıca hiç bir mazeret de ileri süremeyeceklerdir. Çünkü Allah Teâlâ her kavme onları kendi dinine çağıran ve azabını gerektirecek yollara sapmaktan sakındıran uyarıcılar göndermiş onları uyarmıştır: "Sizi, alev alev yanan ateşe karşı uyardım" (14). Müminin mükâfatı ise memnun kalacağı ve hoşnut olacağı şeylerdir: "Elbette kendisi de hoşnut olacaktır" (21). Çünkü o Allah'a karşı gelmekten şiddetle sakınmış, infak ederken, gösterişten uzak kalarak, bunu yalnız O'nun rızasını kazanmak için yapmıştır: "Ki o malını temizlemek için verir. Ancak o çok yüce Rabbinin rızasını kazanmak içindir" (18-20).
Allah Teâlâ, insanların görecekleri mükâfatların ve cezaların müsebbibinin yine insanların kendileri olduğunu bildirir. Çünkü Allah Teâlâ, insanlara doğru yolu göstermiştir: "Doğru yolu göstermek Bize aittir" (12). İşte bu minval üzere devam eden sûrenin âyetlerini inşallah tek tek tanımaya çalışalım. Tanıdıkça doğrudur diye îman edelim ve bu îmanlarımızla hayatımızı düzenleme kavgası içine girelim inşallah.
(A.KÜÇÜK)
Adı: Birinci ayetteki "leyl" kelimesi sureye isim olmuştur.
Nüzul zamanı: Bu sure, Şems suresine o kadar benzemektedir ki, sanki bu iki süre birbirlerini tefsir etmektedirler. Şems suresinde bir yönden ele alınan şey, bu surede diğer yönden ele alınmıştır. Her iki surenin hemen hemen aynı dönemde nazil olduğu anlaşılmaktadır.
Konu: Hayatta iki yolun arasındaki var olan fark ve bu iki yolun sonucu açıklanmıştır. Sure iki kısımdır: Birincisi 11. ayete kadardır, ikincisi ise 12. ayetten surenin sonuna kadardır. Birinci kısımda ilk olarak, insanların, kavimlerin veya grupların amel ve çalışmalarının, ahlakî açıdan iki çeşit olduğu açıklanmıştır. Gece ve gündüz, erkek ve dişi nasıl iki türlü ise, bu da öyledir. Bundan sonra Kur'an-ı Kerim'in kısa surelerinin uslübu ile, üç adet bir çeşit ahlakî özellikler, üç adet de diğer çeşit ahlaki ameller ortaya konmuştur. Kulağı ile duyan bir şahıs, bir çeşit özelliğin hangi hayat şeklini temsil ettiğini ve diğer çeşit özelliğin hangi hayatın alameti olduğunu anlayabilir. Bu iki örnek kısa kısa cümlelerle, duyunca insanın kalbine tesir edecek ve lisanı da kolayca anlaşılacak şekilde güzel bir üslupla açıklanmıştır. Birinci çeşit özellikler, insanın mal sarfetmesi, Allah'tan korkması, takvaya ve iyiliğe iyilik olarak inanmasıdır. İkinci çeşit özellikler, insanın cimri olması Allah'ın rıza ve hoşnutluğuna kayıtsız kalması ve iyi ve doğru sözü yalanlamasıdır. Bu çeşit insan, iyi ve doğru sözü yalanlar, reddeder. Daha sonra, bu iki tip amelin birbirinden açıkça farklı olduğu, netice itibariyle de kesinlikle aynı olmadığı açıklanmıştır.
Bu iki amel, şekil itibariyle birbirine ne kadar zıt ise, netice itibariyle de o kadar zıttır. Bir şahıs veya bir topluluk birinci tip ameli işlerse Allah (c.c.) ona, hayattaki temiz ve doğru yolu kolaylaştırır; böylece onun iyilik yapması kolaylaşırken, kötülük yapması da zorlaşacaktır. Ya da bir kimse öteki tip amelleri takip ederse Allah (c.c.) ona, hayatındaki zor ve kötü yolu izlemesini kolaylaştırır; ve böylece onun kötü ameller yapması kolay hale gelir. Bu açıklama çok etkili ve kalbe ok gibi saplanan bir cümle ile son bulmuştur: Dünyada, uğruna her şeyi kurban ettiğiniz bu mal sizinle birlikte kabire gitmeyecek ve ölümden sonra da hiç bir şeye yaramıyacaktır.
İkinci kısımda kısaca şu üç gerçek açıklanmıştır: Birincisi, Allah'ın bu dünyayı insan için imtihan yeri yapmasıdır. Allah (c.c.) insanı bu konuda habersiz bırakmamıştır. Çeşitli yollardan hangisinin doğru olduğunu insana bildirmeyi Allah (c.c.) üzerine almıştır. Bunun yanısıra, bu işin yerine getirilmesi için peygamberler ve kitaplar gönderildiğinin burada ayrıca belirtilmesine ihtiyaç duyulmamıştır. Çünkü bu iki hidayet aracı önlerinde mevcuttu. İkinci gerçek şöyle açıklanmıştır: Dünya ve ahiretin sahibi Allah'tır. Eğer dünyayı istersen onu alırsın, eğer ahireti istersen onu da alırsın. Bu ikisinden hangisini isteyeceğine karar vermek senin elindedir. Üçüncü gerçek şöyle açıklanmıştır: Rasül ve kitabın tebliğ ettiği iyilikten yüz çevirerek onu yalanlıyanları körüklenmiş bir ateş beklemektedir. Bir kimse Allah (c.c.) korkusuyla, onun rızası için ve karşılık beklemeden bu dünyada iyilik yolunda mal sarfederse Allah (c.c.) ondan razı olur ve bu amelin karşılığını öyle verir ki, kul ondan memnun kalır.
(MEVDUDİ)