KIYÂME SURESİ


Ayet Getir
75-KIYÂME 40. Ayet

أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَى

E leyse zâlike bi kâdirin alâ en yuhyiyel mevtâ.

Bayraktar Bayraklı

(37-40) O, akıtılan bir meni damlası değil miydi? Sonra döllenmiş hücre. Bu safhada Allah onu yaratıp ona şekil vermişti. Ondan iki cinsi, erkeği ve dişiyi var etmişti. Bunları yapan Allah'ın, ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?


Edip Yüksel

Bunları yapanın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?


Erhan Aktaş

İşte bütün bunları yapanın, ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi?


Muhammed Esed

Öyleyse, Allah, ölüyü hayata yeniden döndüremez mi?


Mustafa İslamoğlu

Şu halde aynı (Allah) ölüye hayat vermeye kadir değil midir?


Süleyman Ateş

Şimdi bun(ları yapan Allâh)ın ölüleri diriltmeğe gücü yetmez mi?


Süleymaniye Vakfı

Bunları yapan, ölüleri diriltmenin ölçüsünü koyamaz mı?


Yaşar Nuri Öztürk

Peki bunu yapan, ölüyü diriltmeye güç yetiremez mi?


Ayetin Tefsiri

MEAL

37.) O, bir zamanlar akıtılan bir damlacık sıvı değil miydi?

38.) Sonra bir parçacık pıhtı olmuş; bu safhada (Allah) onu yarattığı (gibi) şekil de vermişti;

39.) nihayet ondan erkek ve dişi cinsler var etmişti.

40.) Şu halde aynı (Allah) ölüye hayat vermeye kadir değil midir?18

(M.İ)

37.) O, vakti zamanında ana rahmine dökülmüş bir damlacık meniden ibaret değil miydi?!

38.) Sonra kan pıhtısı haline geldi; [ardından bir çiğnemlik ete dönüştü]; nihayet Allah onu tüm uzuvları yerli yerinde bir insan haline getirdi.

39.) Yine Allah ondan/meniden iki cinsi, erkek ve dişiyi meydana getirdi.

40.) Bütün bunlara gücü yeten Allah ölüleri diriltemeye kadir değil midir?!

(M.Ö)

36-39.) “İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O, akıtılan bir meni damlası değil miydi? Sonra kan pıhtısı olmuş, sonra Allah onu yaratıp şekil vermişti. Ondan, erkek-dişi iki cins yaratmıştı.”

40.) “Bunları yapan Allah’ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi? Elbette yeter.”

(A.K)

37-40.) Kadın-erkek hepinizi ana rahminde bir damlacık sudan yaratıp mükemmel bir şekilde uzuvlarınızı tamamlayıp yaratan yüce kudretin, âhirette sizleri diriltip hesaba çekemeyeceğini mi düşünüyorsunuz?

(H,E;M,C)

TEFSİR

Özellikle Allah’ın, kendi varlık ve birliği ile kıyamet ve âhiretin kesinliği hakkında bunca açıklamalar yapmasına, kanıtlar ortaya koymasına, ayrıca inkâr edenleri ne büyük azabın ve acıların beklediğini haber vermesine rağmen hâlâ gerçeği kabul etmemekte, Kur’an’ı ve peygamberi tasdik etmemekte direnen, Allah’a kulluğunu arzetmekten kaçınan inkârcı tutum eleştirilmekte, kurtarıcı ilâhî hakikatleri ısrarla reddeden bu nasipsizlerin daha da kabalaşan, küstahlaşan davranışlarından ibretlik örnekler verilmektedir. O inkârcı tip, vahyi onaylamaya, Allah’a kulluk etmeye yanaşmaz; hakkı, hak davetçisini inatla yalanlamaya kalkışır; ilgi gösterip kulağını ve zihnini söylenenlere açacağı, insafla değerlendireceği yerde, kör bir taassupla gerçeğe sırtını döner, kulağını tıkar, kalbini kilitler. Sûre bu inkârcılara, kendi türünün yaratılış sürecini ve bu muhteşem olayı gerçekleştiren yüce gücü hatırlattıktan sonra bir soru ifadesiyle, bu gücün ölüleri de dirilteceğini bildiren uyarı âyetiyle sona ermektedir.

(DİYANET TEF.)

Sonra embriyoya dönüştü, sonra Allah onu yaratıp biçimlendirdi. Sonra ondan erkek ve dişi çiftler türetti." Şu "insan" denen varlık nedir? Neden yaratıldı? Başta nasıl bir şeydi? Sonra nasıl oluştu? Dünyaya gözünü açıncaya kadar ki büyük yolculuğunu nasıl geçirdi? O ilk defa tamla su, fışkırtılan, ana rahmine atılan bir meni damlası değil miydi? Bu meni damlacığı, küçücük tek bir hücreden ana rahminde kendine özgü konumdaki bir embriyoya dönüşmedi mi? Rahmin çeperlerine asılarak yaşayan ve besinini sağlayan bir embriyo aşamasına geçmedi mi? Bu hareketi ona kim ilham etti? Ona bu gücü kim verdi? Onu bu yöne kim yöneltti? Daha sonra kim onu dengeli yapılı, uyumlu organlı, ilk başta yumurtalı bir tek hücreden ibaretken milyarlarca hücreden oluşmuş organizmalı aşamaya geçirdi? İnsan yavrusunun tek hücre aşamasından biçimlenmiş "cenin" aşamasına varıncaya kadar aldığı mesafe ve yolculuğunun cenin aşamasında geçirdiği değişmeler doğumundan ölümüne kadar yaşadığı olayların tümünden ve aştığı mesafelerin toplamından daha uzun ve daha geniş çaplıdır. Bu uzun yolculukta kim ona rehberlik etti? Çünkü o küçücük ve güçsüz bir yaratıktır. Ne aklı ne kavrama yeteneği ve ne de deneyimi vardı.

O tek hücreden son aşamada erkek ile dişiyi kim türetti? Hangi irade bu hücreye dişi olmasını empoze ederken, şu hücreye erkek olmasını empoze etti? Yoksa biri bu işe el attı da ana rahminin karanlıkları içinde bu hücreleri bu yolda tercih yapmaya mı iletti? Bunları düşünürken plânlayıcı, fakat fark edilmez bir elin varlığını kabul etmek kaçınılmaz olur. İşte bu farkedilmez el, ana rahmine atılmış meni damlacığına uzun yolculuğunda rehberlik etmiş ve sonunda onu belirttiğimiz aşamaya erdirmiştir; yani "Sonra ondan erkek ve dişi çiftler türetmiştir:” Kendini insana ister-istemez kabul ettiren bu gerçeği, surenin işlediği gerçeğin birçoğunu içeren şu geniş kapsamlı mesaj izliyor. Okuyoruz: "Bunları yapan Allah, ölüleri diriltemez mi?"

Hayır hayır! Her türlü noksanlıktan tenzih ederiz O'nu. O ölüleri diriltebilir. Hayır hayır! Her türlü noksanlıktan tenzih ederiz O'nu. O yeniden dirilişi gerçekleştirecek güce sahiptir. Hayır hayır! Her türlü noksanlıktan tenzih ederiz O'nu. Kendini ister-istemez kabul ettiren bu gerçek karşısında insanın yapabileceği tek şey titreyip aklını başına toplamaktır. İşte sure bu kesin, bu net, bu derin etkili, bu güçlü, bu insan kafaları insan varoluşu ve bu varoluşun gerisindeki ilahi plân ve tasarı bilinci ile doldurup taşıran mesajla noktalanıyor.

(S.KUTUB)

5. Bu ayet, ölümden sonra bir hayatın olduğunun delilidir. Başlangıçta insan hayatının bir nutfeden başladığını ve bunu yapmaya Allah'ın kadir olduğunu ve bu işin onun hikmetinin bir nişanesi olduğunu kabul eden insanlar bu hakikatlerin karşısına çıkmazlar. Ayrıca böyle kimseler, Allah'ın insanı bu dünyada bu şekilde yaratması gibi tekrar o insanı diriltmeye de kadir olduğunu aklen teslim ederler. Gelelim bunların hepsi bir hikmete dayanmamaktadır ve sadece bir tesadüf sonucudur diyen insanların sözüne. Eğer bunlar bu sözü inat için söylemiyorlarsa, o zaman şunu izah etsinler. Dünyanın başlangıcından bu güne kadar, dünyanın her bölgesinden ve her milletten aynı insan türünün yaratılması sonucu erkek ve dişi cinsler belirli bir orantıda doğmakta değil midir? Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman yalnız erkek çocuk ya da yalnız kız çocuğu dünyaya geldiği ve de bu şekilde daha sonraki insan neslinin devamına imkân kalmadığı görülmüş müdür? Bu sadece bir tesadüf müdür? Böyle büyük bir iddiayı ancak rahatça Londra, New York, Moskova ve Pekin'in tesadüfen meydana geldiğini söyleyebilen yüzsüz bir insan söyleyebilir. (İzah için Bkz. Rum an: 27-30; Şura an: 77)

Birçok rivayetlerden, bu ayet okunduğu zaman Allah Rasulü'nün bu soru ifadesine bazen "bela" (evet), bazen "Allah'ım seni tenzih ederim ki yine evet" diyerek karşılık verdiği anlaşılır. (İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, Ebu Davud) Ebu Davud'da Ebu Hureyre'den naklonunan bir rivayette Allah Rasulü şöyle söylemiştir: "Tin Suresi'nin" Allah en iyi hükmeden değil midir?" ayetini okuduğunuzda "evet, ve ben buna şahidim" deyin; Kıyamet Suresi'nin bu ayetini okuduğunuz zaman "evet" deyin ve Murselat Suresi'nin son ayetini de "Kur'an'dan başka hangi söze inanacaklar?" okuduğunuz zaman "Alah'a iman ettik" deyin buyurmuştur." Aynı konuda bir başka rivayet de Ahmed, Tirmizi, İbn Münzir, İbn Merduye, Hâkim ve Beyhaki'den nakledilmiştir.

(MEVDUDİ)

Yani bu insan başıboş, mühmel bırakıldığını mı zannediyor. İhmal edilecek, unutulacak mı zannediyor kendini? Sümenaltı edilecek, hesap dışı bırakılacak, unutulacak mı zannediyor kendini? Öyle mi hesap ediyor? Hesabını, kitabını, hayatını bu anlayışın üzerine mi bina ediyor? Davranışlarını buna göre mi ayarlıyor? Hayat programını, yaptıklarının hesabının sorulmayacağı anlayışına mı bina ediyor? Ankebût sûresinde de aynı soru soruluyordu. Süda, başı boş, ipsiz, yularsız, salık demektir. İbilu’s süda, Arapça’da önüne ne gelirse yiyen yularsız deve için kullanılır. Yularını koparmış, ipini koparmış ipsiz deve. Hiçbir kayıt altına girmeyen, hiçbir sorumluluk taşımayan develer gibi mi zannediyor insan kendini? Yani o insan kendini hayvan mı sanıyor? Hayvanla kendisi arasında hiçbir fark göremiyor mu? Bir insan düşünün ki dünyadayken îman etmemiş, üstelik îman edenlere de engel olmuş, fesat tohumları ekmiş ve bu fesat asırlarca gelecek nesillerin binlercesinin hayatını mahvetmiş. Şimdi böyle bir insan sıradan bir böcek gibi ölsün, yok olsun, bir daha dirilmesin, hesap sorulmasın, öyle mi? Adâlet mi bu? Olacak şey midir bu? Veya Allah’a inanmış, Allah’a Allah’ın istediği kulluğu icra etmek için bir ömür boyu çırpınmış, insanların saadet ve kurtuluşu için eziyetler çekmiş, kendi canını ortaya koymuş bir insan da, bir karınca gibi ölüp gitsin, bu yaptıklarının karşılığını görmeden yok olup gitsin öyle mi? Adâlet mi bu? Zâlimin, kan içenin zulmü yanına kâr kalsın, mazlumun âhı yerde kalsın öyle mi? Böyle bir durumda zâlimin önüne neyle geçilecek? Yaptıklarının yanına kâr kalacağına inanan, dirilip hesap sorulmayacağını düşünen bir zâlimin zulmüne neyle engel olacaksınız? Bununla beraber insanları iyiliğe, hayır işlemeye, ıslahtan yana olmaya nasıl teşvik edeceksiniz? İyilik yapanlar enayi olmayacak mı o zaman? Kimi ikna edebilirsiniz iyilik yapmaya?

Karşılığını göremeyeceği iyilikler yapmanın enayilik sayıldığı bir ortamda kim iyiliğe yönelebilecek? Nasıl da unutuyor bu nankör insan atılmış bir damla sudan, bir nutfeden, meniden yaratıldığını? Ne çabuk unutuyor insan? Aklı başında değilken, bebekken, acizken, güçsüzken, bilgiden, kendini bile korumaktan acizken şimdi biz ona gücünü, bilgisini verirken bize karşı gelsin diye mi veriyoruz ona bunu? Bütün bunları bize kafa tutup isyan etsin diye mi veriyoruz? Bizim kendisine verdiklerimizi nankörce bize düşmanlıkta mı kullanıyor bu nankör insan? Sonra da onu alâka yapmışız ve insan haline çevirmişiz. Üstelik tesviye de etmişiz onu. Gözünü, kulağını, elini, ayağını, aklını, fikrini, ferasetini de vermişiz ona. Sonra da onu erkek ve dişi yapmışız. Tabi burada “Elem ne-kü” diye anlatılan insan Hz. Adem değil, Ademoğludur, insan cinsidir. Ve bu cinse soruluyor şimdi:

40. “Bunları yapan Allah’ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi? Elbette yeter.”

Peki o insanoğlu yeniden diriltileceği konusunda neden hiç düşünmüyor? Onu dirilten öldürmeye, öldüren diriltmeye kâdir değil mi? Yaratırken bir damla sudan yaratmaya kâdir de, öldükten sonra onu yeniden yaratmaya kâdir değil mi? Onu beceren bunu beceremez mi? Hiç düşünmüyor musunuz? Hiç aklınız yok mu sizin? Rabbimizin bu sorusuna karşılık: “Allahümme Fe belâ” denilir, böyle denmiş. Belâ Allah’ım! Evet Allah’ım! Doğru söylüyorsun ya Rabbi! Sen buna kâdirsin ya Rabbi! Bizi yoktan var eden Sen, bizi bir damla sudan yaratan Sen, bize şu anda sahip olduklarımızın tümünü veren Sen elbette ölümümüzden sonra bizi tekrar yaratabilirsin! Buna Senin gücün yeter Allah’ım! Bu konuda en küçük bir şüphemiz yoktur ya Rabbi! diyoruz. Bu sûre ile alâkalı da bu kadar söz yeter. Rabbim gereğiyle amel etmeyi hepimize nasip etsin, kolay getirsin inşallah. Vel hamdü lillahi Rabbi’l âlemîn.

(A.KÜÇÜK)

“Elem yekû nûtfeten min meniy-yin yûmnê” o insan bir zamanlar akıtılan bir damlacık sıvı değil miydi?

“Sûmme kêne 'âlekâten feğâlekâ fesevvê” sonra bir parçacık pıhtı olmuş ve Allah şekil vermişti.

“Fece'âle minhûz-zevceyniz-zekerâ vel'ûnsê” nihayet ondan erkek ve dişi eşler var etmiştir Allah. Yani basit bir sıvıdan başlayan süreç, öyle bir noktaya geldi ki, önce her canlı sudan yaratıldı “ve ce'âlnê mine’l-mêi kûlle şey'in hâyy”. (Enbiya/30) sudan yaratılan canlılar içerisinde Kur’an’ın başka bir ayetinde ifade buyrulduğu gibi 4 ayaklısı var, iki ayaklısı var, karnı üzerinde sürüneni var. Yani beşer de bunlar içinden biriydi. Bu canlı kategorilerinden birinin de adı beşerdi. Henüz ruh üflenmemiş ama can verilmişti. Can verilmeden önce beşerdi. Fakat can verilince melekler emrine amade oldu. İşte o can sayesinde öğrendi yani ruh üflenince öğrenme kabiliyeti kazandı. İrade kabiliyeti kazandı. Seçme kabiliyeti kazandı. Artık Allah’ın muhatabıydı. Artık vahyin muhatabıydı. Çünkü artık düşünebilen bir varlık oldu, işte o sayede beşer insan oldu. Onun için insan beşer doğar fakat insan olur. Olursa tabii. Olmazsa olmaz. Olmazsa insanlığı niye zayi ettin diye insanlığın hesabı sorulur ondan. Seni Allah insan görmek istedi, ama sen kendin beşer olmakta direndin. Neden? Denilir.

“Eleyse zêlike bi-kâdirin 'âlê en yûhyiye’l-mevtê”  şu halde aynı Allah bir önceki ayetle beraber çevireyim. Ölüye hayat vermeye kadir değil midir? Ölüye de hayat vermeye de kadirdir. Dolayısıyla böyle bir Allah’ınız var, böyle bir Allah size vahiyle hayat veriyor, ölü canlara vahiyle hayat veriyor, ölü kalbi, ölü aklı vahiyle diriltiyor, diriltmek istiyor. Neden O’na teslim olmuyorsunuz. Rabbim vahiy ile dirilenlerden kılsın.

18 Efendimizin bu âyeti okuyanlara yaptığı tavsiyeye uyarak biz de diyoruz ki: Ta yürekten iman ve tasdik ettik ya Rab: elbette kadirsin!

“Ve êğîrû dâ’vêhûm eni’l hamdû lillêhi Rabbil âlemîn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

(M.İSLAMOĞLU)