KIYÂME SURESİ


Ayet Getir
75-KIYÂME 29. Ayet

وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ

Velteffetis sâku bis sâk(sâkı).

Bayraktar Bayraklı

(26-30) Hayır! Can köprücük kemiğine dayandığında, “Kim tedavi edecektir?” dendiğinde, onun kesin ayrılış olduğunu anladığında, bacaklar birbirine dolaştığında, o gün sevk yeri yalnızca Rabbinin huzurudur.


Edip Yüksel

Bacakları birbirine dolaşmıştır.


Erhan Aktaş

Ve ayakları bir birine dolaşır.


Muhammed Esed

ve ölüm sancıları ile örülmektedir:


Mustafa İslamoğlu

ayaklar birbirine dolaşmıştır:


Süleyman Ateş

Ve bacak bacağa dolaşır.


Süleymaniye Vakfı

ve ayakları birbirine dolaşır[*]. [*] Kelime kelime anlamı şöyledir: “Bacağı bacağına dolaşmıştır.” Türkçe’de bacağın dolaşmasından değil ayakların dolaşmasından söz edilir.


Yaşar Nuri Öztürk

Dolaşmıştır el ayak/kol bacak.


Ayetin Tefsiri

MEAL

26.) EVET, can boğaza gelip dayandığı zaman

27.) bir çığlık koparılacak: "Kim... şifacı?"

28.) Artık ayrılık vaktinin gelip çattığına aklı iyice yatmıştır;

29.) ayaklar birbirine dolaşmıştır:

30.) o gün sürüklenip götürülüş Rabbine doğrudur.

(M.İ)

26.) [Ey Kâfirler!] Gafletten uyanın, aklınızı başınıza alın. Zira can boğaza gelip dayandığında,

27.) "Yok mu buna bir çare; yok mu bir okuyup üfleyen!" diye feryatlar başladığında,

28.) İşte o zaman insan hayata veda vaktinin geldiğini anlar.

29.) Son çırpınışla bacaklar birbirine dolaşır.

30.) İşte o zaman anlar ki rabbinin huzuruna yolculuk vakti gelip çatmıştır.

(M.Ö)

26-30.) “Dikkat edin; can boğaza gelip köprücük kemiklerine dayandığı zaman: “Çare bulan yok mudur?” denir. Artık ayrılık vaktinin geldiğini sanır. Bacaklar birbirine dolaşır. O gün sevk Rabbinin huzurunadır.”

(A.K)

26-30.) Ey müşrikler! Gelin bu uyarılardan ders alın ve şirkten vazgeçip elçimize iman edin! Aksi takdirde şunu bilin ki can boğaza gelip dayandığında dünyaya veda etme vakti geldiğini anlar ve “Yok mu beni kurtaracak kimse, yok mu buna çare bulacak kimse!’’ diye yalvarmaya başlarsınız. Ancak bu çırpınışlar fayda etmez ve dünyadan ayrılmanın, âhiret ahvalini düşünmenin dehşeti içerisinde canınızı teslim edersiniz; artık rabbinizin huzuruna çıkıp hesap vermek üzere yola koyulmuş olursunuz.

(H,E;M,C)

TEFSİR

Can boğaza gelip de hasta ölüme yüz tuttuğunda çevresindekiler, “Bunu ölümden kurtaracak bir şifacı yok mu?” diye sorarak son bir çarenin bulunup bulunmadığını araştırırlar. Bir yoruma göre de ölüm meleği, “Bunun ruhunu rahmet melekleri mi yoksa azap melekleri mi götürecektir?” diye sorarlar. Bu telâş arasında ölmek üzere olan kişi artık yakınlarından ve dünya hayatından ayrılma zamanının geldiğini anlar; ecel geldiğinde can çıkıp gider. “Bacaklar birbirine dolaşır” ifadesi, “Artık ölen kişinin dünyadan ilgisi kesilmiş, âhiret hayatına, ilâhî huzura yönelmiştir” şeklinde açıklanmıştır. Bundan sonra kendi iradesiyle hareket etme imkânı yoktur. Allah katında durumu dünyada yaptıklarına göre değerlendirilir; müminlerden ise cennete, inkârcılardan ise cehenneme gönderilir.

(DİYANET TEF.)

Yukardaki ayetlerde çarpıcı kıyamet sahneleri ile yüzyüze geldik. Bu sahnelerde gözlerin yuvalarında fıldır fıldır döndüğünü, ayın karardığını, ay ile güneşin üstüste kapaklandıklarını, o gün insanoğlunun "nereye kaçmalı?" diye sormasına rağmen kaçacak bir delik bulamadığını, birbirinden alabildiğine farklı akıbetlerin ve çehrelerin ortaya çıktığını, Rabblerine bakarken ışıl ışıl parıldayan yüzler yanında, ağır ve bel kırıcı bir felaketle karşılaşmanın kaygılı beklentisi içinde asık ve donuk çehrelerin ortalıkta dolaştığını gördük. Bu sahnelerin duygulara yönelik etkileyici gücü içerdikleri gerçeğin gücünün yanısıra Kur'an'ın somut ve canlı üslubundan kaynaklanmıştı. Sure, bu sahnelerin ardından başka bir sahne sunuyor. Dinleyicilerin sanki elleri ile dokunabilecekleri biçimde somut olan bu sahne yeryüzünde her an tekrarlandığı için gücünü, ağırlığını ve belirginliğini herkese hissettiren bir olguyu gözler önüne seriyor. Sahne ölüm sahnesidir. Her canlının son durağı olan ölüm. Hiçbir canlının ne kendi başından ne de başkalarının başlarından savamayacağı ölüm. Sevgilileri birbirinden ayıran, duraklamadan, sağa-sola bakmadan yoluna devam eden; yaşlıların çığlıklarına, ayrı düşenlerin yakınmalarına, sevenlerin sevgilerine ve korkanların korkularına kulak vermeyen ölüm. Sıradan zavallıları yere serdiği kolaylıkla zorbaları da yere seren, ezilenlere pençe attığı şiddetle ezenlere de pençe atabilen ölüm. İnsanların karşısında hiçbir kurtuluş çaresi bulamadıkları, buna rağmen ezici gücüne karşı önlem almadıkları ölüm. Okuyoruz:

Bu sahne can çekişmesi sahnesidir. Ayet bu sahneyi somut biçimde okuyucuların gözleri önüne seriyor. Sanki olay şu anda oluyormuş, sanki ruh, sözcükler arasından fırlayarak hareket ediyormuş gibi bir izlenim bırakıyor. Tıpkı fırça darbeleri altında tablonun hatlarının belirmesi gibi. Evet; "Hayır hayır, can köprücük kemiğine dayandığı zaman: ' Can köprücük kemiğine dayanınca son nefes verilmek üzere demektir. Bu sahne, ölüm adayı için koma sahnesi, gözleri faltaşı gibi açtıran çırpınma sahnesidir. O sırada ölüm adayının çevresini saran yakınları çırpınan ruhun ızdırabını dindirmek için çare, son umutla bir çıkar yol aramaya koyulurlar. İşte; "Bu hastayı iyileştirecek var mı?' diye sorarlar." Ölüm adayı son nefes savaşının ve koma halinin çırpıntılarını yaşıyor. Öyle ki; "Çırpınırken ayakları birbirine dolaşır." Artık çare yok. Hiç bir kurtuluş ümidi kalmadı. Son aşamada her canlının çıkacağı yolculuğun son yolu belirmiştir artık. Okuyoruz:

"O gün Rabbine doğru yolculuk vardır." Sahne harekete geçecek ve konuşacak kadar canlıdır. Her ayet bir başka hareketi somutlaştırıyor. Her cümle, tabloya yeni bir çizgi katıyor. Böylece can çekişme anı donduruluyor; onunla birlikte yaş, şaşkınlık, çaresizlik, çığlıklar ve acı gerçekle yüzyüze gelmişlik de somutlaşıyor. Öyle bir acı ve buruk gerçek ki, baştan savılması, geriye çevrilmesi sözkonusu bile değil. Sonra kaçınılmaz son ile yüzyüze geliniyor. Evet;

"O gün Rabbine doğru yolculuk vardır." Bu buruk sahnenin perdesi ansızın iniveriyor. Ama gözlerde görüntüsü, duyu organlarında sarsıcı etkisi, çevredeki havada tüyler ürpertici suskunluğu vardır. Bu ciddi, gerçeği yansıtıcı, çırpıntılı ve acıklı sahneyi gerçeği yalanlayanların, umursamazların sahnesi izliyor. Bu adamlar ölüm ve sonrası için hiçbir hazırlık yapmazlar. Tersine günah ve yüz çevirme biriktirirler. Zamanlarını oyunla, eğlence ile öldürürler. Üstelik bu günahkâr ve gerçeğe yüz çevirici tutumları ile çalım satarlar.

(S.KUTUB)

18. Buradaki "kesinlikle değil" ibaresi bir önceki konuya atıftır. Yani, senin ölümden sonra yok olacağına ve Rabbinin huzurunda hazır bulunmayacağına dair zannın yanlıştır.

19. Metinde "Râkin" kelimesi geçmektedir. Bu, Rukye kelimesinden türemedir. Üfürükçülük ve muskacılık anlamına gelir. "Râki" demek ise, yukarıya doğru tırmanmaktır. Şimdi eğer biz bunu ilk manada alırsak o zaman anlamı, deva bulamayan hastayı hemen acele okuyacak birisini aramak olur. Eğer ikinci manada alırsak, bu sefer anlamı meleklere; bu ruhu kim alacak, azab melekleri mi yoksa rahmet melekleri mi? diye sormalarıdır. Diğer bir ifade ile, bir kimse öldüğü zaman ahirette nereye gireceğinin kararı alınmaktadır. Yani eğer salih bir insan ise onu rahmet melekleri götürecek ve eğer kötü bir insan ise o zaman onun yanına kimse yaklaşmayacak ve azab melekleri onun ruhunu alacaktır.

20. Müfessirlerden bazıları "Sâk" kelimesini lügat manasında almışlardır. Onlara göre bundan kastolunan "ölüm zamanı bacakların kuruyarak birbirine yapışmasıdır." Bazıları da bunu bir deyim olarak anlamışlardır. O zaman manası çok zorluk şiddet ve musibet anlamlarına gelir. Yani, birincisi bu dünyadaki her şeyden ayrılma musibeti, ikincisi öte dünyada bir suçlu olarak yakalanma musibetidir. Her kafir fasık, facir ve münafık bununla karşı karşıya kalacaktır.

(MEVDUDİ)

Hayır hayır! Yok yok! ³ŸÒ«6 İş öyle değil! Burada ölmek üzere olan bir adamdan söz ediliyor. Rivâyete göre, can çekilmeye ayaktan başlıyormuş. Yani önce ayaklar ölüyor, sonra diz kapakları, sonra bel, göğüs, kafa. İşte can çıkmaya az kala, beş kala deniliyormuş ki:

¯’!«* ²w«8 «u[¬5«: Kim okuyup üfleyip te beni kurtaracak?! Yok mu beni okuyacak bir Raak? Yok mu bana yardım edecek ve beni eski hâlime iade edecek birisi? Yok mu böyle biri? Bana eski sıhhatimi, sağlığımı iade edecek birilerini bulun gelin! Bir okuyucu çağırın bana! Veya ¯’!«* ²w«8 Bunun böyle gerçek olmadığını anlatacak biri yok mu? Yani bu büyüyü bozacak, yok edecek, bir büyücü yok mu? Çünkü ona göre aslı yoktu bu işin. Gerçek değildi bu iş. Ölüme ve hayatın biteceğine inanmıyordu. Ölüm ötesi hayata ve o hayatın hesabına, kitabına inanmıyordu. Dirilme yok diyordu. İşte inkâr ettiği, reddettiği bir gerçekle burun buruna gelince bunun gerçek olmadığını bana anlatacak bir Raak yok mu? Bulun gelin de bu büyüyü bozsun, diyor. Bir de bu ¯ alıp götürmek, yükseltmek demektir. Öyleyse ¯ deniliyor. Yani bu ruhu, ölen kişinin bu ruhunu kim götürecek? Kim alıp yükseltecek? anlamına gelmektedir bu ifade. Kim götürecek bunu? Azap melekleri mi götürecek, yoksa rahmet melekleri mi?

Ama sonunda bunun bir firak olduğunu anlayacak. Anlayacak ki bu firak zamanı, ayrılık zamanıdır. Bunun bir ayrılık zamanı olduğunun farkına varacaktır. Artık karısından, çocuklarından, arkadaşlarından, eşinden, dostundan, dünyasından sökülüp koparılma, hayata veda etme zamanı gelmiştir artık. Ve o zaman sak, sak’a karışacaktır. Yani eli ayağı birbirine dolaşacaktır. Hani ölüm esnasında ayaklar şöyle bükülüverir ya, işte o anlatılıyor. Allah o demde ölüm azabından, şeytanın afetinden cümlemizi korusun inşallah. Ayaklar birbirine dolaşacak. Veya el ve ayaklar olmaması gereken yerde olacaklar. Eller ayaklar birbirine dolaşacak. Bir de “sak” sevkedici demektir, şoföre de Araplar, sürücü, sevk edici anlamına “saik” derler. Bir sonraki âyet de bu manayı telmih ediyor zaten. “Sâk”, sevk edici demektir. Öyleyse anlıyoruz ki saikler, sevk ediciler, şoförler birbirlerine karışacaklar. Yâni saikler, cennete götürücü, cehenneme götürücü melekler birbirlerine karışacaklar, kavuşacaklar. Yani o gün trafik karışacak. Trafik birbirine girecek. Kimi melekler mü’minlerin ruhlarını cennete yükseltir, kimileri de kâfirlerin ruhlarını cehenneme taşırken böyle gelenler gidenler birbirlerine girecek, trafik karışacak. O gün sevk yalnızca Allah’adır. Herkes Allah’a sevk olunmaktadır.

Herkesin sevkiyatı Allah’adır. Herkes Allah huzurunda toplanacaktır. Bir de bu karışmadan ve sevkiyattan şunu anlıyoruz ki, adam dünyada kendine bir değer veriyordu. “Ben şu çapta, şu ağırlıkta bir kimseyim! Ben kesin cennetliğim! Allah beni koymayacak ta cennetine sığırları mı koyacak?” diye kendi kendine bir kıymet biçiyordu. Kendini cennetlik zannediyordu, ama bakacak ki cehenneme sevk olunuyor. Cennet hayalleri içindeyken bir de bakmış ki azap melekleri kendisini cehenneme doğru sürüklüyorlar Allah korusun. Veya tamamen zıddı gerçekleşiyor. Yani sevk yolları, sevkiyat yolları karışacak.

(A.KÜÇÜK)

“Kellê izê beleğâtit-terakî” evet..! “Kellê’nin burada manası evet. Yani Ferra’nın dediği gibi. Evet, kesinlikle evet. Can boğaza gelip dayandığı zaman.

Kişinin ölümü kendi kıyametidir, can boğaza gelmesi kıyamet isimli surenin ayetlerinin arasında ne geziyor derseniz; Küçük kıyamettir insanın ölümü de ondandır. Derim Efendimizden gelen böyle bir de rivayet var.

“Ve kîle men râk”  orada sekte var okunuşta. Küçük bir durulur. Denilecek ki şifacı nerede, kim şifacı. Rak; Aslında rukye oradan gelir, şifa duası talebidir rukye aslında, doğru rükye, şifa duası talebi, hastayım dua eder misin. Bu dua talebine rukye denir. Yoksa garip garip şekillerde, İslam’ın izin vermediği bir biçimde Allah dışında, Allah’ı yok sayarak bir takım nesneler üzerinden şifa istismarı yapmak değil tabii ki. Tedavi olmak.

Ne diyordu? Ya Resulallah tedavi oluyoruz, ilaç kullanıyoruz, otları kullanıyoruz. Peki Allah’ın kaderine karşı mı geliyoruz.? Efendimiz de;

Tedavi olmakta Allah’ın kaderidir buyurmuştu. Hz. Ömer de öyle demiyor muydu. Ordugâhı ziyaret etmişti Kûfe de, veba salgını vardı, bileğinden aşağı inmedi; Ordu komutanı; Ne o? Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun deyince; Evet dedi. Allah’ın kaderinden, Allah’ın kaderine kaçıyorum.

“Ve zânne ennehû’l-firâk” ayrılık vaktinin gelip çattığına aklı iyice kesmiştir. Yukarıda ki zânne yine geldi. Aklı yatmıştır.

“Veltef-fe-tis-sêkû bis-sêk” ayaklar birbirine karışmıştır. Dizinde derman kalmamış artık bitmiştir bitmiş. Yürüyecek dermanı kalmamış, ayakları birbirine dolaşmıştır.

“İlê Râbbike yevme-izini’l-mesâk” sürüklenip Rabbine doğru o gün insan götürülecektir. Ayağında derman kalmasa da onu sürükleyip götürecek birileri mutlaka olacaktır.

Evet, Buhari de nakledilen efendimizin bir hadisi var. Kim Allah’a kavuşmayı severse, Allah’ta ona kavuşmayı sever. Kim Allah’a kavuşmayı sevmezse, Allah’ta onunla buluşmayı sevmez. Gerçekten müthiş.

(M.İSLAMOĞLU)