Hayır! Kıyamet gününe yemin ederim.
Diriliş Gününe and içerim.
Hayır, Kıyamet Günü’ne yemin ederim.
Kıyamet Günü'nü tanıklığa çağırırım!
Ötesi yok, Kıyamet Günü'ne Ben yemin ediyorum!
Yoo, kıyâmet gününe and içerim,
Kıyamet (mezardan kalkış) gününe yemin etmem.
Hayır, öyle değil!
MEAL
1.) Ötesi yok, Kıyamet Günü’ne Ben yemin ediyorum!1
2.) Yine ötesi yok, kendini kınayan nefse Ben yemin ediyorum!2
(M.İ)
1-2.) Kıyamet gününe ve o gün pişmanlıkla dövünecek nefse andolsun ki öldükten sonra mutlaka diriltilip hesaba çekileceksiniz.
(M.Ö)
1.) “Kıyamet gününe yemin ederim ki”
2.) “Levvame nefse yemin olsun ki”
(A.K)
1-2.) Ey Muhammed’in peygamberliğini inkâr eden ve âhiret uyarılarını alaya alan müşrikler! Eğer bu inkârcı ve alaycı tavrınızdan vazgeçmezseniz kıyamet gününde yaptıklarınızdan bin pişman vaziyette dizlerinizi dövecek ve elçimize yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz!
(H,E;M,C)
TEFSİR
Yüce Allah’ın Kur’an’da herhangi bir konuyu yemin ederek zikretmesi o konunun ve kendisine yemin edilen şeyin önemine işaret eder. Burada da korkunç manzaralarla dolu kıyamet gününe ve kendini kınayan, sorgulayan nefse dikkat çekilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de kıyametin geleceğinden kuşku duyulmaması gerektiğini belirten ve kıyametle ilgili durumları açıklayan pek çok âyet vardır. Müslüman için önemli olan kıyametin ne zaman kopacağını, dolayısıyla âhiret hayatının ne zaman başlayacağını bilmek değil, onun kopmasıyla başlayacak olan ebedî hayata inanmak ve ona gerektiği şekilde hazırlanmaktır. İslâm inancına göre sûra ilk üflendiğinde bütün canlılar ölecek; kabir hayatı veya berzah denilen ve ölümle kıyametin kopması arasındaki dönemi kapsayan sürecin dolması ve kıyametin kopmasından bir süre sonra sûra ikinci defa üflenince, insanlar yeniden diriltilerek yattıkları yerlerden kalkıp mahşerde toplanacaklardır. Arkasından hesaba çekilip yargılanma, amel defterlerinin ortaya konması, mîzan yani iyilik ve kötülüklerin tartılması, değerlendirilmesi gibi âhiret halleri denilen aşamalar gerçekleştikten sonra cennetlikler ve cehennemlikler belli olacak, sırat köprüsünden geçebilenler cennete kavuşurken geçemeyenler cehennemi boylayacaklardır. Sözlükte nefs (nefis), “bir şeyin kendisi ve hakikati, benlik, can, ruh, kalp, insandaki mânevî güç, kan” gibi anlamlara gelmektedir, Kur’ân-ı Kerîm’de nefis, insanı, insanın ruhî-mânevî varlığını, kişiliğini ifade eder (meselâ bk. Bakara 2/233; Âl-i İmrân 3/25, 30; En‘âm 6/70, 151). İslâm kaynaklarında nefis iki değişik anlamda kullanılmıştır:
1. Nefis, insandaki istekler, arzular, güdüler, dürtüler ve duygular bütünüdür. Uygun eğitim almamış insanda ortaya çıkan kötü huy ve özellikler buradan kaynaklanır.
2. İnsanın hakikati ve kendisi. Gazzâlî, bu anlamda nefsin kalp, ruh ve akılla eş anlamlı olduğunu belirtir (İhyâ, III, 3-5). İnsan nefsi iki temel özelliğe sahiptir: a) Nefis dinamiktir, kendi kendisini dengeleyici bir sistemdir ve onda zıt eğilimlerin meydana getirdiği psikolojik bir gerginlik ortamı vardır. Bu gerginlikler davranışlarda güdüleyici bir sistem olarak rol oynarlar. Kur’an’da muhtelif âyetlerde nefsin bu özelliğine işaret edilmektedir (meselâ bk. Şems 91/7-10; Tîn 95/4). b) Nefiste gelişme ve olgunlaşma gücü vardır. İlkel haliyle nefis, içgüdüsel isteklerin baskın olduğu, dolayısıyla ahlâkî ölçülere uyum sağlamakta zorlandığı için kötülüğe yatkındır. Bu özellikteki nefis derecesine nefs-i emmâre denilir (nefis hakkında bk. Nisâ 4/1; Hayati Hökelekli, “Nefis”, İFAV Ans., III, 464-466). Mutasavvıflar, nefsin mertebelerini ve nefsin hallerini şu şekilde açıklamışlardır: 1. Nefs-i emmâre: Şeytana uyarak şehevî isteklerin yerine getirilmesini emreden ve kalbi süflî yönlere çeken kuvvet demektir. 2. Nefs-i levvâme: Şehevî arzulara karşı mücadele eden ve işlediği günahlardan dolayı üzülüp kendini kınayan, yargılayan ve kendisini düzeltmeye çalışan nefis basamağıdır. 3. Nefs-i mülheme: İlham ve keşfe mazhar, hayır ve şerri idrak edebilme melekesine sahip olan ve şehevî isteklere karşı direnen nefistir. 4. Nefs-i mutmainne: İman nuruyla tam aydınlanmış, kötü sıfatlardan kurtulup yüce ahlâk ile bezenmiş olan nefistir. Bu dereceye ulaşan nefsin çatışmaları yatışmış, sıkıntı ve gerilimleri son bulmuştur. Bu nefis hem Allah ile hem kullarla hem de kendisiyle barışık olduğu için huzur ve tatmin içerisindedir. 5. Nefs-i zekiye: Nefsi kirletecek inkâr, cehalet, kötü hisler, yanlış inançlar ve kötü huylardan temizlenmiş; iman, ilim, irfan, iyi hisler, güzel huy ve ilâhî ahlâk gibi takva özellikleriyle terbiye edilip ilâhî tecellilere mazhar olan nefis demektir. 6. Nefs-i râziye: Kendisi ve başkaları hakkında –hayır veya şer olarak– tecelli eden ilâhî hükümlere tereddütsüz rıza gösterip teslim olan nefsin makamıdır. 7. Nefs-i marziyye: Allah ile kul arasında rızanın müşterek bir vasıf olduğu, kulun Allah’tan, Allah’ın da kuldan razı olduğu makamdır. 8. Nefs-i kâmile: Kişinin marifet sıfatlarını kazanarak irşad mevkiine yükseldiği makamdır.
(DİYANET TEF.)
Olumsuzluk edatının arkasından gelen bu pekiştirilmiş yeminler normal, dolaysız yeminlerden daha etkili, daha uyarıcıdırlar. Zaten bu ifadenin amacı da budur. Bu amaç Kur'an'ın başka bazı ayetlerinde de tekrarlanan bu kendine özgü üslup aracılığı ile en güzel biçimde gerçekleştiriliyor. Yeminlerin arkasından "kıyamet"in ve "özünü eleştiren nefs"in mahiyeti açıklanıyor. Surenin akışı içinde kıyamet konusu sık sık karşımıza çıkacaktır. Şimdi "özünü eleştiren nefis" kavramını ele alalım.
Elimizde klasik tefsir bilginlerinin bu kavram hakkında yaptıkları çeşitli yorumlar ve açıklamalar vardır. Mesela Hasan-ı Basri bu konuda şu açıklamayı yapıyor: "Vallahi, müminin her zaman özünü eleştirdiğini, nefsini kınadığını görürsün. `Şu sözü ne amaçla söyledim? Şu lokmayı niçin yedim? içimden geçirdiğim şu düşüncenin amacı neydi?' der sürekli olarak. Günahkâr kimse ise tutturduğu yolda ilerler, özünü eleştirmek hiç aklına gelmez." Yine Hasan-ı Basri başka bir açıklamasında "Kıyamet günü göktekilerden (meleklerden) ve yeryüzündekilerden (insanlardan cinlerden) kendini kınamayan bir tek kişi bile bulamazsın" diyor. İkrime bu kavramı açıklarken "insan `keşke şöyle şöyle yapsaydım' diyerek kendini hem iyilikleri konusunda hem kötülükleri konusunda kınar" diyor Said b. Cübeyr de buna yakın bir açıklama yapıyor. Abdullah b. Abbas bu kavram hakkında "Burada kendini kıyasıya eleştiren nefis kastedilmiştir. `Kıyasıya eleştirmeyi `kötülemek, kınamak' anlamında algılamak gerekir" diyor. Mücahid bu kavramı "Kaçırılan fırsatlar konusunda pişmanlık duyarak özünü eleştiren nefis" biçiminde yorumluyor. Katade "Kendini eleştiren nefisten maksat, günahkâr nefis'tir" diyor. ibn-i Cerir ise aynı konuda şunları söylüyor: "Bütün bu görüşler anlamca birbirine yakındırlar. Ayetten ilk bakışta anladığımıza göre bu kavram `iyilikler konusunda da kötülükler konusunda da sahibini kınayan, kaçırılan fırsatlar için pişmanlık duyan nefis' demektir."
Bize göre bu açıklamaların en doyurucusu, en tutarlısı Hasan-ı Basri'nin açıklamasıdır. Bilindiği gibi o "sözünü kınayan nefis" kavramını şöyle yorumlamıştı; "Vallahi, müminin her zaman özünü eleştirdiğini, nefsini kınadığını görürsün. `Şu sözü ne amaçla söyledim?' `Şu lokmayı niçin yedim?', `içimden geçirdiğim şu düşüncenin amâcı nedir?' der sürekli olarak. Günahkâr kimse ise tutturduğu yolda ilerler, özünü eleştirmek hiç aklına gelmez." İşte Allah katında üstün ve değerli nefis bu özünü eleştiren, uyanık, çekingen, sıkılgan, iç konuşmalarla kendini denetleyen, hesaba çeken, çevresini gözetleyen, arzularının iç yüzünü belirlemeye özen gösteren, kendi kendini aldatmaktan kaçınan nefistir. Yüce Allah'ın kıyamet günü ile yanyana koyarak değer yüklediği nefis türü budur. Bunun karşı kutbunda günaha batmış nefis yer alır. Bu günah işlemekten kaçınmayan, tutturduğu günahkârlık yolunda ısrarla ilerleyen, Allah'ın mesajını yalanlayan, islam çağrısına sırt çeviren, çalım satarak yakınlarının arasına dönen, kendini hesaba çekmeyen, kınamayan, eleştirmeyen, umursamaz ve küstah nefistir.
Evet "Yoo, andolsun kıyamet gününe; yoo, andolsun özünü eleştiren, kendini kınayan nefse" ki kıyamet günü mutlaka gerçekleşecektir. Ayetlerin anlamı, aslında budur, ama nasıl yemin edilirken olumsuzluk edatı ile söze başlayan dolaylı ifade biçimi tercih edilmiş ise üzerine yemin edilen konu olan kıyamet gününün kesinliği de açık açık söylenmeyerek belirsiz bırakılmıştır. Fakat Kıyamet gününün geleceği gerçeği, bu uyarıcı girişin arkasından sanki yeni bir konuya giriliyormuş gibi bağımsız bir biçimde gündeme getirilmiştir.
(S.KUTUB)
1. Bu şekilde sureye başlamakla anlaşılıyor ki, daha önce bir konu vardır ve bu sure, işte o konuya bir reddiye mahiyetinde nazil olmaktadır. Biraz ileride, adı geçen konunun, kıyamet, ahiret ve ahiretteki hayat ile Mekke'lilerin onu inkâr etmeleri ve hatta alaya almaları olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. Bu uslûb şu örnekle anlaşılabilir: Eğer maksad Allah Rasulü'nün sadakatini vurgulamak olsaydı, o zaman "Allah'a yemin ederim ki Rasul hak üzeredir" veya onlar, eğer Rasul'ün sadakatini inkâr etmekte olsalardı, o zaman: "Hayır, Allah'a yemin ederim ki Rasul hak üzeredir" şeklinde bir başlangıçla bunlara cevap verilirdi. Yani "Sizin dediğinizin doğru olmadığını ve hakikatin böyle olduğunu ben yemin ederek beyan ediyorum" denirdi.
2. Kur'an'da insan nefsi, üç tip olarak sınıflandırılmaktadır. Birincisi, insanı kötülük yapmaya teşvik eder, bunun ismi nefsi emmare'dir. İkincisi yanlış bir iş ve düşünceye niyet ettiği zaman o kişiyi bu yüzden kınar ve azarlar, buna nefsi levvame denir. Bugün buna biz vicdan adını vermekteyiz. Üçüncüsü de, doğru yol üzerinde sebat ederek sapık yollardan sakınmak suretiyle tatmin olan nefistir, buna da nefsi mutmainne denir.
Allah Teâlâ burada, kıyamet günü ve nefsi levvame üzerine yemin etmektedir. Çükü bir sonraki ayetten de anlaşıldığı gibi, Allah (c.c), insanı ölümden sonra tekrar diriltecektir ve buna muktedirdir. Bu ikisi arasında ne münasebet var, diye sorulabilir. Kıyamet günü üzerine yemin edilmiş olması, bu olayın muhakkak gerçekleşmesiyle ilgilidir. Bütün bir kainat sistemi, bu nizamın ezelî ve ebedî olmadığına, ilelebed devam etmeyeceğine şahittir. Yapısı, onun ezelî olmadığını ve ebede kadar devam etmeyeceğini ortaya koymaktadır. İnsanın aklı bunun aksine bir delil getiremez. Çünkü bu alem her saniye değişime uğramaktadır ve böyle bir şeyin bir sonunun olmayacağı söylenemez. İnsanın bu dünya hakkındaki bilgisi arttıkça, kendisi de bu hayatın bir başlangıcı olduğunu, ondan önce birşey olmadığını, bundan sonra imtihan olacağını ve o zaman hiçbir şeyin ortada kalmayacağını yakın olarak hisseder ve öğrenir. Bu yüzden Allah (c.c) kıyametin vuku bulacağını vurgulamak için, bizzat kıyamet üzerine yemin etmiştir. Bu, tıpkı, kendi varlığı var mı yok mu olduğu konusunda birşey söyleyemeyen, şüpheli davranan bir kimseye; "canın üzerine yemin ederim ki sen varsın" denilmesine benziyor. Onun vücudu, onun var olduğuna şehadet etmektedir.
Ama kıyamet günü üzerine yemin etmek, birgün bu kainat nizamının alt üst olacağını, sonra her insanın tekrar diriltileceğini, yaptıklarının hesabının sorulacağını ve yaptığı iyilik ya da kötülüğün karşılığını bulacağını göstermektedir. Bu nedenden ötürü, üzerine yemin edilen ikinci şey, nefsi levvame'dir. Dünyada tamamen bir sağduyuya, vicdana sahip olmayan kimse yoktur. Her insanın içinde iyiliğin ve kötülüğün de hissi vardır. Bir kişi ne kadar bozulmuş, dejenere olmuş olursa olsun, vicdanında muhakkak kötülük yapmamasını ve iyilikte bulunmasını isteyen bir dürtü vardır. Böyle birisinin iyilik ve kötülük kriteri yanlış olabilir. Ama yine sağduyusu ona yaptıkları hususunda itiraz eder. Bu, insanın salt bir hayvan olmadığını göstermektedir. Onun içinde ahlâki bir duygu vardır. İyilik ve kötülük arasında tefrik yapabilme hissi vardır. Kendini yapmış olduğu iyiliklerden ve kötülüklerden sorumlu sayar. Eğer başkasına bir kötülük yapsa, ancak vicdanını susturarak tatmin olur ve eğer başkası ona bir kötülük yapsa, o zaman kalbinde bunun cezalandırılması gerektiğine dair bir istek oluşur. Şimdi eğer bir insanın yapısında böyle bir nefsi levvame varsa ve varlığı inkar götürmüyorsa, o zaman bu aynı nefsi levvamenin kıyamet günü insanın karşısına bir şahit olarak getirileceği de inkâr edilemez. Çünkü işlemiş olduğu iyi ya da kötü fiiller için muhakkak insanın bir ceza ya da bir mükafat görmesi fıtrat gereğidir. Bu da ölümden sonra bir hayat olmadan mümkün olamaz. Hiçbir akıl sahibi ölümden sonra yok olacağını iddia edemez. Çünkü eğer böyle olsaydı yaptığı iyiliklerin karşılığını göremeyecek ve yaptığı kötülüklerin cezasını da bulamayacaktır. Bu ise büyük bir haksızlıktır.
Bu sebepten ötürü, akıl sahibi bir insanın, akıl dışı bir kâinat sistemi içerisinde yaratılmış olduğunu ya da bazı ahlâki duygulara sahip bir insanın, ahlâksız bir nizam içerisinde doğmuş olduğunu ileri sürmek abestir. Ancak böyle düşünmeyen biri, ölümden sonraki hayatı inkâr edemez. Tenasüh felsefesi de (Ruhun bir cisimden diğerine veya insandan hayvana geçmesi felsefesi, transmigration çev.) fıtratın bu talebine bir cevap vermekten uzaktır. Çünkü buna göre insan ahlâki amellerinin cezalandırılması ya da mükafatlandırılması için aynı dünyaya yeniden gelecek ve yeniden bir ceza ve mükafat olayı söz konusu olacak. Ve bu böyle kapalı bir devr-i daim şeklinde sonsuza kadar sürüp gidecektir. Halbuki fıtrata göre insan bu dünyaya bir defa gelir, yaşar ve sonra da bütün hayat son bulur. Daha sonra orada insanın bu dünyada yaptıklarının tam karşılığı olarak ceza veya mükafatın verileceği başka bir hayat başlar. (Bkz. Araf an: 30)
(MEVDUDİ)
Sûre başlangıcına göre Kur’an-ı Kerîm’de böyle başlayan iki sûre var; birisi Beled sûresi, ötekisi de tanımaya çalıştığımız Kıyâmet sûresidir. Tabii sûre başına, sûre başlangıcına göre bu tasnifi yaptık. Değilse sûre ortasında da bu tür yeminlere rastlarız:
Gibi sûre aralarında bu tür yeminleri görmekteyiz. Bu konuda şunları söyleyelim: Eğer bu yeminler sûrenin başında değil de böyle sûre ortasındaysa, bu kesin yemindir diyenler var. Ama burada olduğu gibi eğer sûre başındaysa, kimilerine göre bu yemindir, kimilerine göre bu ³ ya zâidedir, ya da te’kit için gelmiştir veya tezyîn-i kelâm için gelmiştir. O zaman şöyle diyeceğiz: “Yemin etmiyorum ki! Ne gerek var yemine? Yemine ne hacet? Başka söze ne hacet? Şimdi beni dinle!” anlamına gelmektedir bu ifade. Veya, “Yoo! Hayır hayır! Yemin olsun ki!” anlamına bir ifadedir. Yani önceden bir konu tartışılıyordu da tartışmayı keserek Rabbimiz: “Hayır hayır! İş sizin bildiğiniz gibi değil! Siz yanlış düşünüyorsunuz! Yanlış şeyler konuşuyorsunuz! Yemin olsun ki!” diye söze başlıyor. Çünkü müşrikler kıyamet konusunu tartışıyorlardı. “Olmaz! Gelmez!” diyerek Rasulullah Efendimizi sıkıştırmaya çalışıyorlardı da, Rabbimiz: “Hayır hayır! Vazgeçin bu tartışmalardan! Vazgeçin bu anlayışlarınızdan! Yemin olsun ki!” buyurarak söze başlıyor.
Cenâb-ı Hak böylece yemin ediyor. “Yemin etmiyorum ki! Yemine bile gerek duymuyorum ki!” diyerek yemin ediyor. Ya da, “yemin ederim ki!” diye yemin ediyor. Çünkü bu bir yemin modelidir. Allah böyle bir yemini tercih etmiştir diyor ve öylece îman ediyoruz. Kıyamet gününe, kıyam gününe, kalkım gününe yemin olsun ki! Acaba herkesin ölümüne, ölüm gününe mi kıyamet denir, yoksa dirimine, kalkımına, kalkışına mı kıyamet denir? Burada kalkış günü, yani ikincisine yemin ediliyor diyeceğiz. İnsanların ölüm gününe değil, kabirlerinden kalkış gününe yemin ediliyor. Allah o güne yemin ettiğine göre, bugünün bizim hayatımızda önemi çok büyüktür. O gün mutlaka hatırda tutulması, hayatımızda sürekli iki kaşımızın arasında bulundurmamız gereken, bir an bile hatırımızdan çıkarmamamız gereken bir gündür. İşte Allah o güne yemin ediyor. Sonra:
2. “Levvame nefse yemin olsun ki”
“Nefs-i Levvame’ye de yemin olsun ki! Kasem ederim o nefs-i levvame’ye.” Kimileri, “Efendim insanda bir can var, bir beden var, bir nefis var, bir istek var, bir arzu var. Nefsi öldürmek lâzım” filan diyorlar. Halbuki nefis, insanın bizzat kendisidir. Yani şu ruh ile beden denilen iki varlığın bileşkesi olan insana, insanın bizzat kendisine aynı zamanda nefis denir. Öyleyse Rabbimiz beden ve ruhtan meydana gelen insana yemin ediyor. Ama Levvame olan insana, levvame özelliğine sahip olan insana yemin ediyor. Ya da insanın levvame özelliğine dikkat çekiyor. Peki nedir levvame? Onu bir tanıyalım: Levvame: Kendi kendisini kınayan, kendi kendini kötüleyen demektir. Demek ki insanın böyle bir özelliği vardır. Kimilerine göre bu mü’min kişi demektir. Çünkü mü’min, her halükârda kendi yaptığına razı olmaz, kendini yeterli bulmaz. Bir hayır işlemişse: “Keşke daha çok yapsaydım! Keşke daha çok işleseydim!” derken, eğer bir şer işlemişse: “Keşke yapmasaydım! Keşke bunu işlemeseydim!” talebinde bulunur. Yaptığı kötülüklerden pişmanlık duyar, kendi kendini kötüler. Ya da bütün insanlar anlamına gelir bu nefs-i levvame. Her insanda vardır bu levvame özelliği. Herkes, her insan yaptığını az bulur. İnsanın fıtrî bir özelliğidir bu. Herkes yaptığından razı olmaz, kendisini yeterli bulmaz. İşte keşke! Keşke! deme özelliğini taşıyan, kendisini yeterli bulmayan, yaptıklarından pişmanlık duyan insana, ya da insanın bu özelliğine Allah yemin ediyor. Yani potansiyel bir güç olarak pişman olma özelliğiyle yaratılan nefse, insana Allah yemin ediyor.
Yani kıyamet gününe yemin ediyor ve sonra deniyor ki: “Ey insan! Gözünü aç ve dikkat et! Bak, önceki bilgilerini at bir kenara! Kafandakileri at bir kenara da dinle Beni! Kıyamet mutlaka gelecektir! Kıyamet mutlaka kopacaktır! Bugün, bu güneş, bu zaman, bu mekân, bu hayat bir gün bitecek ve yeniden dirilecek ve hesaba çekileceksin! Yaşadığın hayatın hesabını vermek üzere Rabbinin huzuruna geleceksin! O gün pişman olacaksın! O gün eyvah diyeceksin! Ama bilesin ki o gün iş işten geçmiş olacak! Bilesin ki o gün eyvah demenin hiçbir manası kalmayacak! Öyleyse gel inat etme! Gel bugünden pişman ol! Bugün aklını başına al!” “Eh ben olamam ki! Ben pişmanlık nedir bilmem ki! Geriye dönüş nasıl olur? Ben bunu beceremem ki! Nasıl pişman olunur? Nasıl dönüş yapılır? Nasıl tevbe edilir? Ben bunları bilmem ki! Ben bunu beceremem ki deme! Bak, Ben seni pişman olmaya hazır yarattım! Dönebilmeye, vazgeçebilmeye, tevbe edebilmeye, pişmanlık duymaya, kendi kendini yargılayıp sorgulayabilmeye hazır yarattım! Seni bu kapasitede yarattım! Gel sen bu yaratılış özelliğini göz ardı etme de, bugünden pişman olmayı anla! Bak, Ben sana kıyamet sahneleri sunacağım! Yarın mutlak olacakları, mutlak başına gelecekleri bugünden anlatacağım! Gel sen bunları anla ve pişman olmayı becer! Geriye dönmeyi, tevbe etmeyi becer!” diyor Rabbimiz.
Yaratılış, fıtrat gereği, bu nefs-i levvameye vicdan da diyebiliriz. Yani her insanın içinde, vicdanında iyiliğin de, kötülüğün de hissi vardır. Bu kişi ne kadar da vicdanen bozulmuş, tefessüh etmiş olursa olsun, onun vicdanında mutlaka iyiliğin de, kötülüğün de hissi vardır. Onun vicdanında kötülük yapmamasını ve iyilik yapmasını isteyen bir dürtü vardır. Böyle birisinin belki iyilik ve kötülük ölçüsü, iyilik ve kötülük kriteri yanlış olabilir. Ama yine de ona vicdanı yaptıkları konusunda itiraz eder. İşte bu insanın salt bir hayvan olmadığını gösterir, iyilik ve kötülüğü tefrik edebilme özelliğini gösterir. İnsanın kendisine bir başkası tarafından bir kötülük yapılsa vicdanında onun cezalandırılması gerektiğine dair bir duygu belirir. Kesinlikle onun cezalandırılması gerektiğine inanır. Aynen bunun gibi kendisi başkasına kötülük ettiği zaman da vicdanı onu rahatsız eder. Bunu yapmaması gerektiğini bilir ve pişmanlık duyar. Çünkü kendisine yapılmasını istemediği, kendisine yapılmasına asla razı olmadığı bir davranışın bir başkasına yapılmasına da razı olmayacaktır. İşte insanda böyle bir nefs-i levvame vardır ve bu nefs-i levvame de yarın kıyamet gününde insanın karşısına bir şahit olarak getirilip dikilecektir. İşte kıyamete yeminden sonra, nefs-i levvameye yeminin manasını böyle anlıyoruz. Bundan sonra, bu iki yeminden sonra Cenâb-ı Hakk bakın şöyle buyuruyor:(Bir sonraki ayet)
(A.KÜÇÜK)
“Lê ûksimû bi-yevmi’l kîyêmeh” “Lê” aslında olumsuzluk edatı. Yok, hayır, değildi. Fakat burada neye gelmiş; “ûksimû”; ben yemin ederim ibaresinin başında lê gelmişse bu ikisini bir biçimde te’lif etmek lazım. Bunu kadîm müfessirlerimizin kahir ekseriyatı te’kit olarak görürler. Bizce bu görüşe katılmamız mümkün değil. Çünkü te’kit edatları Arap dilinde çok: İnne, enne gibi birçok te’kit edatı var. Yine fiillerin başında kad, lekad, vegat, birçok te’kit edatı var. İsimlerin başında da, fiillerin başında da gelen birçok te’kit edatı var. “lêm” Tekit olarak kullanılabilir. İnne te’kit olarak kullanılabilir, “vav te’kit olarak kullanılabilir. “fe” Tekit olarak kullanılabilir ve daha birçok edat var. Neden lê gelsin, hem de zahiri manasının aksine.
Şöyle de anlayanlar olmuş; Yemin etmem, yemine gerek yok. Biz bu manayı da tercih etmiyoruz ve fakirin tercih ettiği mana; bundan ötesi yok, işte ben yemin ediyorum, Allah olarak ben yemin ediyorum. Allah yemin ediyorsa dahası var mı? Bundan öte söz olur mu? İşte ben yemin ediyorum, ötesi yok. İşte ben yemin ediyorum “Bi yevmi’l kıyêmeh” kıyamet gününe ben yemin ediyorum.
İşte bu. Rabbimiz yemin ediyorsa orada insanın tüyleri diken diken olmaz mı? Rabbim sen mi yemin ediyorsun. Ben kim oluyorum ki Rabbim sana inanmayayım. Bunu istiyor bizden, bunu dememizi istiyor, niye bunu deyince Rabbimizin nesi artacak? Hiçbir şeyi. Peki bizim neyimiz artacak? Her şeyimiz, bizim varlığımız artacak, bizim ruhumuz artacak, bizim cennetimiz var olacak bunu dememizle. Çünkü biz o zaman şah damarımızdan uzaklaşmayacağız. Kendimizi kaybetmeyeceğiz, Rabbimizi kaybetmeyeceğiz.
Geldiği 8 yerin hepsinde de Allah’a isnat edilir. “Lê ûksimû” yemini. Yeminle başlayan ilk sûrede budur. Hu yeminle başlayan ûksimû yeminiyle başlayan nüzul sürecindeki ilk sûre de budur.
1 Lâ-uksimu ile ilgili bir not ve çevirimizin gerekçesi için bkz. Beled:1
“Ve-lê ûksimû bin-nefsi’l-levvêmeh” kendini kınayan can, kendini kınayan insan şahit olsun, veya insana yemin ediyorum, ötesi yok. Söz bitti. Yine ben yemin ediyorum ki kendini kınayan insana. Veya ben insanın kendini kınayacağına yemin ediyorum. Eğer kıyamet gününe inanmazsa, kıyamet gününü hesaba katmazsa, hesap gününü hesaba katmazsa, hesap gününe göre yaşamazsa insanın kendini kınayacağına işte ben yemin ediyorum, ötesi yok.
Buradaki en-nefsi’l levvêmeh” irfan ekolü tarafından sanki müspet bir kullanım gibi ele alınıyor. Doğru değil. Aşağıda da geleceği gibi, bu aşağıda açılacak; Kıyamette artık kaybetmiş olan, kaybettiği içinde kendini kınayan ve mazeret arayan insan tipine tekabül ediyor. Yoksa dünyada kınayan değil. Ahirette kınayan insan. Onun için “nefsi levvême”, iyi bir nefis değil, olumlu değil, müspet değil. Ahirette iş işten geçtikten sonra kendini kınayan insan tipidir bu. Ayetleri okuduğumuzda onu görüyoruz zaten.
2 "Kendini kınayan nefis", birinci âyetin açık delaletiyle kıyamette kaybeden insandır. 10¬19. âyetler kınayan nefsin kimliğinin açılımıdır. Bu nefsi "henüz yaşayan birine hamletmek ve hele de "iyi" olarak niteleyip olumlu olduğunu söylemek bağlama tamamen aykırıdır.
(M.İSLAMOĞLU)