KALEM SURESİ


Ayet Getir
68-KALEM 44. Ayet

فَذَرْنِي وَمَن يُكَذِّبُ بِهَذَا الْحَدِيثِ سَنَسْتَدْرِجُهُم مِّنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ

Fe zernî ve men yukezzibu bi hâzel hadîs(hadîsi), se nestedricuhum min haysu lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Bayraktar Bayraklı

Sen, bu Kur'ân'ı yalan sayanı bana bırak! Biz onları, bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırıyoruz.


Edip Yüksel

Bu hadisi (sözü) yalanlayanla Beni başbaşa bırak. Onları, bilmedikleri yerden yavaş yavaş yaklaştıracağız.


Erhan Aktaş

O halde bu sözü1 yalanlayanları Bana bırak. Onları bilmedikleri bir yerden yavaş yavaş yaklaştıracağız. 1- İlahi mesajı, Kıyamet Günü’nü.


Muhammed Esed

O halde bu haberi yalanlayanları Bana bırak. Onları, ne olup bittiğini fark etmeyecekleri şekilde, yavaş yavaş alçaltacağız;


Mustafa İslamoğlu

Artık bana bırak bu sözü yalanlayanları; hiç bilmedikleri bir yerden azar azar bitireceğiz onları.


Süleyman Ateş

Bu sözü yalanlayanı bana bırak; onları bilmedikleri yerden derece derece (azâba) yaklaştıracağız.


Süleymaniye Vakfı

Bu söz (Kur’an) karşısında yalana sarılanı bana bırak! Onları beklemedikleri yerden adım adım kötü sona yaklaştırırız.


Yaşar Nuri Öztürk

Bu sözü yalanlayanla beni baş başa bırak. Onları, bilmedikleri yerden yakalayacağız.


Ayetin Tefsiri

MEAL

44.) Artık bana bırak bu sözü38 yalanlayanları; hiç bilmedikleri bir yerden azar azar bitireceğiz onları.
(M.İ)
44.) [Ey Peygamber!] Bu kelamı [Kur'an'ı) yalanlayanları sen bana bırak. Biz onları farkına varamayacakları şekilde, yavaş yavaş helake sürükleyeceğiz. [Biz nimet verdikçe onlar daha fazla şımarıp azacaklar; ama bu gidişatın korkunç bir azaba mahkum olmakla son bulacağını anlamayacaklar].
(M.Ö)
44.) “Ey Muhammed! Kur’an’ı yalanlayanları Bana bırak; Biz onları bilmedikleri yerden yavaş yavaş azaba yaklaştıracağız.”
(A.K)

TEFSİR

26. Yani, onlara kulak asmayın, onların işi bize aittir.
27. Bilmeden bir kimseyi helake sürüklemenin bir şekli de şudur: Zalim ve doğruluk düşmanı birine bu dünyada sıhhat, mal, evlat, başarı gibi bazı nimetler verilir. Böylece kendisinde hiç bir eksiklik ve yanılgı olmadığını zannederek hakka karşı düşmanlığa, zulüm ve isyana battıkça batar. Bu nimetlerin kendisi için bir bağış değil, bilakis felaketine vesile olduğunu farkedemez.
(MEVDUDİ)

“Evet ey peygamberim! Şu haberi, şu sözü, şu Kur’an’ı yalanlayanı, yalan sayanı sen bana bırak! Sen onları bana bırak peygamberim! Sen onları bana bırak! Hiç takma kafana! Hiç dert etme sen onları!” Meselâ ben birine: “Şu taşları al, sokakta önüne gelen herkesin alnının ortasına vur!” desem, adam bana diyecek ki: “İyi ama, ben böyle yaparsam beni öldürürler, asarlar, keserler.” Ben ona: “Sen o tarafına karışma! Sen o tarafını hiç düşünme, arkanda ben varım! Merak etme! Seni herkesten, her şeyin zararından ben koruyacağım” dediğimde, gerçekten bu dediğimi yapabilecek güçte biri isem o da gerçekten beni tanıyorsa, hiç sıkılmayacak bile değil mi? Hiç kimseden korkmayacak, hiç kimseyi takmayacak bile değil mi?
Bakın buna bir örnek verelim İslam tarihinden. Rasulullah Efendimiz Allah’tan hicret emrini almış ve Mekke’den hicret etmek üzere. Allah emrediyor, kâfirlerin planlarından haberdar ediyor ki o gün peygamberin evi sarılacak, içeri girilecek ve o gün peygamber öldürülecek. Kâfirler tarafından karar alınmıştı. Allah’ın Resûlü Hz. Ali’yi çağırıyor. “Gel” diyor “ey Ali, bu yatakta yatacaksın, benim evimde benim yatağımda yatacaksın, üzerine benim hırkamı örteceksin. Sakın korkma! Çünkü onlar sana hiçbir zarar veremezler, veremeyecekler!” Bu söz üzerine Hz. Ali onun yatağına giriyor ve hiç korkmuyor. Halbuki mızrakların hedefi olan noktada yatıyordu. Kılıçların döndüğü noktada. Öyle değil mi? Kafaları bozuluverdi mi adamların, çıldırıverdi mi belki de içeriye girip o yatağın içindekinin kim olduğuna bile bakmadan evi üzerine geçirecekler, yakıp yıkacaklar. Ama gelin görün ki Hz. Ali efendimizin hiç derdi yok, gayet rahat yatıyor, hatta horlaya horlaya uyuyor peygamberin yatağında. Çünkü peygamberinin yatağında yatıyor, onunla birlikte olmayı, onun yatağında olmayı içine sindire sindire yatıyor.
Bir de Hz. Ebu Bekir efendimizi Sevr’de görüyoruz, hemen hemen aynı iman, aynı teslimiyet, aynı fedâkârlık. Rabbimiz peygamberine diyor ki: “Sen onları takma kafana peygamberim!” Bu kalıpta Kur’an’da üç âyet var. Üçü de ilk gelen âyetler arasında. Biri Müddessir’de, diğeri Müzzemmil’de bir diğeri de Kalem sûresinde. Yani Allah diyor ki bu âyetleriyle, “ey peygamberim sen onları bana bırak! Endişe etme sen! Kafana takma! Sen yoluna devam et! Çünkü: Biz onları bilemeyecekleri yerden, anlayamayacakları biçimde, yavaş yavaş azaba, ikaba, cezaya yaklaştırırız, yaklaştırıyoruz.” Anlamıyorlar. Belâ gönderir Allah anlamıyorlar, azap gönderir anlamazlar, tehdit eder anlamazlar, yokluk gönderir, kıtlık gönderir anlamazlar. Yavaş yavaş, anlayamayacakları yönlerden helâke yaklaştırır Allah. Buradaki bu yavaşlık süratle bir yavaşlık değil, derece derece, aşama aşama, kademe kademe azaba doğru yaklaşmaktır. Çünkü bakın Rabbimiz diyor ki(Bir sonraki ayet)
(A.KÜÇÜK)

“Velev tekâvvele 'âleynê bâ'dê’l-êkâvîl” eğer peygamber kısmen dahi söylemediğimiz sözleri uydurup bize isnat etseydi,
38 Veya: "hadiseyi" yani, "Hesap Günü'nü"; ya da en büyük hadiseyi haber veren en büyük 'hadis'i, yani "vahyi, Kur'an'ı". Hadîs, "mecazen hadiseyi haber veren söz", hakikaten "sözün haber verdiği hadise"dir (Bkz: 113/Tahrîm: 3, not 5).
(M.İSLAMOĞLU)