(1-5) De ki: Ey kâfirler! Sizin taptıklarınıza ben tapmam. Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz. Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.
“Ben asla sizin hizmet ettiğinize hizmet edecek değilim.”
Ben, sizin kulluk ettiğinize asla kulluk edecek değilim.
Ve ben tapmayacağım (asla) sizin tapıp durduğunuza,
Zaten ben asla kulluk etmedim sizin geçmişte kul olduklarınıza,
Ben asla sizin yapmakta olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim.
Ben kul olmam sizin kul olduğunuza!
Kul değilim sizin taptığınıza,
MEAL
4.) Zaten ben asla kulluk etmedim sizin geçmişte kul olduklarınıza,5
5.) siz de benim kul olduğuma kulluk etmezsiniz.6
(M.İ)
4.) Bakın, ben sizin ibadet ettiğiniz şeylere asla ibadet edecek değilim.
5.) Siz de benim ibadet ettiğime ibadet edecek değilsiniz.
(M.Ö)
4.) Ben sizin taptığınıza tapacak değilim.
5.) Benim taptığıma da sizler tapacak değilsiniz.
(A.K)
TEFSİR
4. Müfessirlerden bir gruba göre bu iki cümle, önceki iki cümlenin tekrarıdır. Bu tekrardan maksat, önceki söyleneni güçlendirmek ve teyid etmektir. Pek çok müfessir de bunu tekrar olarak kabul etmez ve iki cümlenin aynı anlamı taşımadığını söyler. Bize göre de bu cümleler önceki iki cümlenin tekrarı değildir. Burada yalnız "Benim ibadet ettiğime sizler ibadet edenlerden değilsiniz" cümlesi tekrardır. Bu tekrar, önceki cümle ile aynı anlamda tekrar değildir. Bu cümleleri tekrar kabul etmeyen müfessirler, bu iki cümlenin anlamlarında ihtilaf etmişlerdir. Onların görüşlerinin hepsini burada sıralamak mümkün değildir. Çünkü bu konudaki münakaşa çok uzundur. En doğru bulduğumuz görüşü aşağıya alıyoruz.
Bu cümlede "Sizin ibadet ettiklerinize ibadet edenlerden değilim." ifadesi, ikinci ayetin anlamından tamamen farklıdır. İkinci ayetteki, "Sizin ibadet ettiklerinize ben ibadet etmem" ifadesi ile önceki ifade arasında büyük fark vardır. Birincisi, "Ben falan işi yapmam veya yapmayacağım" şeklindedir. Yani burada şiddetli inkar vardır. Ama bundan daha şiddetli inkar, "Ben falan işi yapanlardan değilim." cümlesindedir. Çünkü bunun anlamı, o işin çok kötü olmasından dolayı onu işlemek bir yana, onu düşünmenin bile mümkün olamayacağıdır. İkincisi, "ibadet ediyorsunuz" ifadesinin kapsamı, kafirlerin ibadet etmekte oldukları mabudlaradır. Bunun tersine, "ibadet ettikleriniz" ifadesinin kapsamı, ataları da dahil olmak üzere kafirlerin mabudlarının zaman zaman eksildiği ve arttığı bir gerçektir. Kâfirler değişik zamanlarda çeşitli mabudlara tapmışlardır. Bütün kafirlerin mabudları her zaman ve her yerde aynı olmamıştır. Onun için ayetin anlamı, "Yalnız bugünkü mabudlarınızdan değil, atalarınızın mabudlarından da beriyim. Bu mabudlara ibadet etmek aklımdan bile geçmez" olur. İkinci cümle, beşinci ve üçüncü ayetlerdekilerle aynı kelimeleri taşımasına rağmen, suredeki yeri nedeniyle değişik anlam taşımaktadır. Üçüncü ayet, "Sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmiyorum." cümlesinden sonra gelmiştir. Onun için anlamı, "benim ibadet ettiğim vasıflardaki tek İlah'a sizler ibadet edenlerden değilsiniz." cümlesinden sonra gelmektedir. Onun için anlamı, "Ve siz de benim ibadet ettiğim tek İlah'a ibadet edenlere benzemiyorsunuz." olur. Diğer ifadeyle, "Benim için sizin ve atalarınızın taptığı tanrılara tapmak mümkün değildir. Sizin de pek çok tanrıya ibadeti terkederek bir tek İlah'a ibadet etmeye karşı inadınız vardır. Onun için, tek ilah'a ibadet etmeniz ümit edilmiyor."
(MEVDUDİ)
Red, red, red… Bir daha, red üzere red. Çeşitli ifadelerle, değişik ifadelerle ama hep küfrü red. Sizin taptıklarınıza ben tapmam! Tüm mabutlarınıza, aya güneşe, yıldızlara, cinlere, nebilere, velîlere, ölmüş insanların ruhlarına, putlarınıza, tâğutlarınıza, hukuk, eğitim, kılık-kıyafet, siyaset, moda, âdet, yönetmelik, çevre, toplum tanrılarınıza, tüm tanrılarınıza, tanrıçalarınıza ben ibadet etmem. Siz de benim ibadet edip tapındığıma tapınmazsınız. Çünkü benim İlâhım sizin İlâhlarınızın içine katılacak bir İlâh değildir. İlâhlardan bir İlâh olarak, tanrılardan bir tanrı olarak kendisine de ibadet edilecek bir İlâh değildir benim Rabbim.
İçinde Allah’ın da bulunduğu çeşitli Mâbudlara, çeşitli İlâhlara ibadet şirktir. İşte bu âyetiyle bunu reddediyor Rabbimiz. Çünkü Allah Mâbudlardan bir Mâbud olmayıp tek Mabûd’dur. Kendisine kulluk yapılacak İlâhlardan bir İlâh olmayıp tek İlâhtır. Başkalarına da yapılarak Allah’a yapılacak bir ibadet, Allah’ın istediği ve razı olduğu bir ibadet değildir. Ben sizin taptıklarınıza tapmam, ben sizin tanrılarınıza asla kulluk etmem demesini emrederek, Rasûlullah efendimizin ve onun şahsında hepimizin kulluğu, ibadeti sadece ve sadece Allah’a ait kılmamız emredilmektedir.
Ayrıca ben sizin taptıklarınıza tapmadığım gibi siz de benim taptığıma tapmazsanız. Her ne kadar benim inandığım Allah’a inandığınızı, O’nu sevip saydığınızı iddia ediyorsanız da, aslında siz de benim taptığım Allah’a tapıyor değilsiniz. Yani ben sizin kulluğunuza benzer bir kulluk yapmadığım gibi, siz de benim kulluğuma benzer bir kulluk yapmıyorsunuz. Ben böyle bazen Allah’ı, bazen de başkalarını dinleyerek, bazen Allah’a, bazen de başkalarına kulluk yaparak böyle bir şirket içinde, bir ortaklık içinde sizin gibi bir kulluk yapmadığım gibi, siz de sadece Allah’ı dinleyerek benim gibi bir kulluk yapmıyorsunuz. Ben sizin kulluğunuza benzer bir kulluk yapmadığım gibi, sizler de benim kulluğuma benzer bir kulluk yapmazsınız, yapmıyorsunuz.
Ya da her ne kadar ben sizin hayatı parçalayıp onun bazı bölümlerinde Allah’ı, bazı bölümlerinde de başka tanrıları söz sahibi kabul ettiğiniz şirk dininizde değilsem de, siz de benim tüm hayatımda söz sahibi bildiğim ve sadece kendisine kulluk ettiğim tevhid dinimde değilsiniz. Ya Allah’ın dininde olunur ya da başkalarının dininde. İşte koalisyon olmazdan maksat ta budur zaten. Ya o, ya da o, başkası mümkün değildir. Çünkü bir birleştirme olsa o zaman İslâm bozuk çıkar karşımıza. Hayatın bazı bölümlerinde Allah’ı dinleyelim ama hayatın öteki bölümlerinde de başka efendileri, başka tanrıları dinleyelim dediniz mi, o zaman İslâm yok olur. Çünkü Allah’a kulluk başkalarına kulluğa izin vermez. İslâm dininin yaşanması başka bir şeyin yaşanmasına imkân bırakmaz. Allah’a inandınız ve O’na kulluğa karar verdiniz mi artık başkalarını dinlemenize, başkalarının hizmetine gitmenize asla zamanınız kalmaz.
Çünkü İslâm hayatta boşluk bırakmaz. Şirk mümkün değildir. Allah’a kulluk, yine Allah’a kulluk, yine Allah’a kulluk. Hayatınızın bazı bölümlerinde Allah’ın yasalarını, öteki bölümlerinde de başka tanrıların yasalarını uygulayarak hem Allah’a, hem de onlara kulluk yapmanıza imkân bırakmaz Allah. Allah şirke asla izin vermez. Allah’a, Allah’ın istediği biçimde inanmak ve kulluk yapmak zorundasınız. Allah’a, Allah’ın istediği biçimde inanmayan, O’nun razı olacağı biçimde kulluk yapmayan kişi diliyle ne söylerse söylesin, ne iddia ederse etsin o kişi aslında Allah’a inanıyor ve kulluk yapıyor değildir.
Ben sizin gibi ibadet etmem, sizler de benim gibi ibadet etmiyorsunuz. Ben sizin kulluk anlayışınıza benzer bir kulluk yapmıyorum, sizler de benim kulluk anlayışıma benzer bir kulluğa razı olmuyorsunuz. Birine diyorsunuz ki, “ben sizin yediğiniz gibi yemem, sizler de benim yediğim gibi yemezsiniz.” Yani yeme anlayışlarımız, yeme modellerimiz farklıdır. Ben sizin gibi sol elle, ayakta, masada, haramlı, domuzlu, içkili, müzikli yemem. Siz de benim yediğim gibi yemezsiniz.
Veya meselâ ben sizin yazdığınız gibi sol elle yazmam, siz de benim yazdığım gibi sağ elle yazmazsınız deriz ya, işte buradaki ifade de aynen böyledir. Ben sizin gibi ibadet etmem. Sizler gibi Allah’tan başka kendilerinden korktuklarınıza kulluk edip onların gaflet edip serbest bıraktıkları bölümde de Allah’a kulluk etmem. Veya benim hizmetçi asla size hizmet etmez. Ama sizinki de bana hizmet etmez demek gibidir bu. Bana hizmete karar vermiş birisi asla size hizmete gidemez. Çünkü ben öyle bir hizmet istiyorum ki, onun hayatının tümünü kapsar, boşluk bırakmaz. Sizin hizmetçiniz de eğer bana hizmete karar verirse, artık size zamanı kalmaz. Ya tamamen bana ait olur ya da hiç olmaz.
Öyle değil mi? Birisinin karısı sadece onun karısıdır. Başkalarına da kadınlık yapmaya giderse o zaman o onun karısı olmaz, fahişe olur. Benim hizmet anlayışım, kulluk anlayışım işte budur. Sizler farklı hizmet anlayışlarını, farklı kulluk anlayışlarını kabul edebilirsiniz. Sizler hizmetçilerinizi ortak kullanabilirsiniz, sizler karılarınızı kendi aranızda müşterek kullanabilirsiniz, bunu normal görebilirsiniz, ama o zaman o benim karım olmaz. Zira ben onun sadece benim olmasını isterim. Yani sizler Allah’a kulluğu da böyle anlayabilirsiniz. Bazen Allah’a, bazen başkalarına, bazen Allah’a bazen başkalarının yasalarına, bazen Allah’a bazen topluma, bazen Allah’a, bazen modaya, bazen Allah’a bazen çevreye, bazen Allah’a bazen modaya, yönetmeliklere, âdetlere, amire, müdüre kulluk yapabilirsiniz. Bazen Allah’ı bazen de başkalarını dinleyerek, bazen Allah’ı bazen de başkalarını razı etmeye çalışarak böyle ortaklaşa şirket içinde bir kulluk anlayışını normal görebilirsiniz. Ama ben böyle bir kulluğu asla benimsemem, çünkü benim Rabbim böyle kendisiyle birlikte başkalarının da dinlenmesine, başkalarına da itaate, başkalarına da kulluğa asla razı değildir.
Sizler de benim yaptığım kulluğu yapmazsınız. Sizler de benim kulluk anlayışıma yanaşmıyorsunuz. Dikkat ederseniz burada “Men” denmemiş de “Ma” denmiş. Burada kastedilen Allah’ın zatı değil de sıfatlarıdır. Çünkü sûrenin mukaddimesinde de ifade ettiğim gibi bu sûrenin muhatapları zaten Allah’ın zatını inkâr etmiyorlardı. Yani burada söz konusu edilen Allah’ın zatı değil sıfatlarıdır. Bunun anlamı, sizler de bizzat Allah’ın kendine tapmıyorsunuz demek değil, sıfatlarıyla ortaya konan Allah’a tapmıyorsunuz demektir. Zira bunlar aslında Allah’a inanıyorlardı. Biz göklerin ve yerlerin yaratıcısı olan, göklerde egemen olan O Allah’a inanıyor ve kulluk ediyoruz diyorlardı. Ama Kur’an’da sıfatlarıyla kendini ortaya koyan Allah değildi bunların inanıp kulluk yaptıkları Allah. Yani Rabb, Melik, İlâh olan ve kendisinden başka Rabb, Melik ve İlâh olmayan bir Allah değildi bunların inandıkları Allah. Rabbu’l âlemin olan bir Allah. Değilse şu anda İsrâil oğullarının inandıkları gibi Rabbi beni İsrâil değil. Ya da kimi demokratik kafalıların iddia ettiği gibi dünyayı yaratıp işi biten, dinlenmeye çekilen, dünya ile ilgilenmekte istinkaf edip dünya işlerini insanlara bırakan, hayata karışmayan, hukuku bilmeyen, eğitimden anlamayan, ekonomi konusunda cahil, giyim kuşama karışmayan, düğüne derneğe karışmayan bir Allah değil. Hakim olan, Kahhâr, Cebbar olan, cenneti, cehennemi olan ve de kendisinden başkalarının dinlenmesine, kendisinden başkalarına kulluk yapılmasına asla rızası olmayan, kullarını kendisinden başkalarını dinleme konusunda soğanın dişisinden bile kıskanan bir Allah. Öyle bir Allah’a inanacağız ki 99 âdet ismiyle, Razzak oluşuyla, Ehad, Samed, Vedûd, Cebbar, Kahhâr, Rabb oluşuyla, Mâlik, Melik oluşuyla bir Allah’a inanacağız. Öyle bir Allah’a inanacağız ki, O hamde lâyık olacak, yalnız kendinin övüleceği, övdüklerinin övüleceği bir Allah’tır. Yalnız kendisine itaat edilen bir Allah’tır O. Kendisinden başka İlâh olmayan, kendisinden başka Rabb, Mâbud olmayan bir Allah’tır. Öyle bir Allah’a inanacağız ki, O Rabdir.
Günlük hayat programımızı yapan O’dur. O’ndan başka hayata karışıcı, hayat programı konusunda söz sahibi yoktur. Öyle bir Allah’a inanacağız ki o bizim velîmizdir. Bizim adımıza tek taraflı karar alan, aldığı kararı aynen uygulayacağımız, bizim adımıza aldığı kararları hayatımızın her bir alanında bizim için bağlayıcı olan, her işimizi kendisine havale edeceğimiz, bütün problemlerimizi kendisinden soracağımız bir Allah’tır O. Melekleri, Peygamberleri, Kitapları olan bir Allah. Melekleri vasıtasıyla sürekli bizimle diyalog halinde olan, yaptığımız her şeyi gören, bilen, kontrol eden bir Allah. Peygamberleri vasıtasıyla bize bizden istediği kulluğu örnekleyen, kitapları vasıtasıyla bize hayat programı gönderen bir Allah. Bize gönderdiği kitaplarında kendisini bize nasıl tanıttıysa öyle bir Allah’a inanacağız. Yeryüzünde ortağı, benzeri olmayan, hayatın tümünde mutlak hâkimiyet ve otorite sahibi bir Allah’tır bu. İşte böylece inanacak ve böylece inandığımız Allah’ın bizden istediği kulluğu yapacağız. Rabbimiz sûrenin bu âyetlerinde bunu anlatıyor.
Bir de burada dikkat ederseniz fiiller arka arkaya gelmiştir. Önceki fiiller muzaridir. Hadisin ortaya koyduğu mânâ ile söylersek ben sizin taptıklarınıza tapmıyorum, siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz. Ya da az evvel ifade ettiğimiz gibi söylersek ben sizin kulluk anlayışınıza benzer bir kulluk yapmıyorum, sizler de benim kulluğuma benzer bir kulluk yapmıyorsunuz dendikten sonra, aynı fiiller bir daha kullanılıyor. Bu ikinciler ise haldir, yani bundan sonra da ben sizin taptıklarınıza tapmayacağım, sizler de benim taptığıma tapmayacaksınız. Ben şu anda sizin taptıklarınıza tapmadığım, sizin kulluğunuza benzer bir kulluk yapmadığım gibi bundan sonraki ömrümde de, hayatımın bundan sonraki bölümünde de asla sizin taptıklarınıza tapmayacak, sizin kulluk anlayışlarınızı benimsemeyeceğim anlamına gelmektedir. Böylece artık onların uzlaşma ümitlerinin tamamen bitirilmesini ve bir daha bu tekliflerle peygamberinin rahatsız edilmemesini istiyordu Rabbimiz.
Yani öyle bir iman, öyle bir tapınma ki, sadece Allah’ın istediği gibi. Bugüne kadar ki dinlerinizi din, yolunuzu yol kabul etmediğim gibi, bundan sonra da kabul etmeyeceğim. Ya da bugüne kadar ben sizin adınıza, sizin hatırınıza, sizin yolunuza bir müslüman değildim, bundan sonra da olmayacağım. Ben falanların filânların hatırına, birilerinin istemesi adına bir din üzere değil Rabbimin vahyi üzere bir din sahibiyim demektir bunun mânâsı. Falanlar böyle istedi, filânlar böyle dedi de onun için ben bunları yapıyorum değil, Allah Kitabında böyle dedi, Rasûlullah sünnetinde böyle istedi diyecek ve birilerinin müslümanı değil, vahiy müslümanı olacağız inşallah. Veya buradaki ikinci fiiller te’kid içindir, müşriklerin kulluk anlayışlarından teberriyi ve sadece Allah’a kulluğu pekiştirmek içindir. Yani ey müşrikler! Ey hem Allah’a hem de başkalarına kulluk yapmaya çalışan, hem Allah’ı hem de başkalarını razı etmeye çalışan ve böyle yaparken de kendilerinin müslüman olduklarını zanneden zavallılar! İyi bilin ki ne İlâhlarınız İlâhım, ne İlâhım İlâhınız, ne ibadetim ibadetiniz, ne de ibadetiniz ibadetimdir.
Veya buradaki: Fiillerden birincisi fiil olarak kulluğu, ikinciler de durum olarak kulluğu anlatır. Yani fiil olarak ta, durum olarak ta ben sizin gibi kulluk yapmam. Fiil olarak da, durum olarak da sizin kulluğunuz da benimkine benzemez demektir. Bir şey yaparken de, dururken de sizinkilere kul değilim veya kulluğum sizinkinden farklıdır. Biz iki tür kulluk yaparız. Birincisi fiil halinde, eylem halinde icra ettiğimiz kulluklar, bir de durum halinde icra ettiğimiz kulluklar. Öyle değil mi? Kulluk adına bazen amel yapıyoruz, o anda fiil halindeyiz, ama bazen de dinleniyoruz, oturuyoruz, bir iş yapmıyoruz. Bazen namaz kılıyoruz, bazen dinleniyoruz, oturuyoruz, yatıyoruz. İşte bunun ikisi de kulluktur. Namaz kılmamız da kulluktur, oturmamız da kulluktur. Meselâ içki içmemek, kumar oynamamak, zina etmemek, gıybet etmemek bir fiil değil, bir durumdur.
İşte otururken de bir müslüman Allah’ın haram kıldığı şeylerden uzaklaşmışsa onun bu durumu da kulluktur. Rabbimiz bunu da kulluk kabul ediyor. İşte âyet-i kerîmedeki birinci ifadeyi fiil halindeki kulluklar, ikinci ifadeyi de durum halindeki kulluklar olarak anlıyoruz. Öyleyse bu ifadelerle Rabbimiz peygamberinin ve onun yolunun yolcusu olan bizlerin kâfirlere karşı, müşriklere karşı şöyle dememizi istiyor: Ey kâfirler ne fiil halinde, ne de durum halinde biz sizin gibi kulluk yapmayız, siz de bizim gibi kulluk yapmazsınız. Ya da fiil halinde de, durum halinde de sizin haliniz bizim halimize benzemez. Çünkü bizim duruşumuz bile kulluktur. Lâkin görüyoruz ki onlar da hep içmiyorlar. Yani otururlarken bazen onlar da içmiyorlar. Ama onların bu içki içmeden duruşları benim Rabbime kulluk adına duruşum gibi değildir. Çünkü ben içmezken, içmeden dururken Rabbim adına içmeden duruyorum. Ama onlar içmeden dururlarken Allah adına, Allah yasak kıldığı için değil, meselâ zararından dolayı içmezler, keyifleri olmadığı için içmezler. Zamanları yoktur, paraları yoktur da onun için içmezler. Yani bu içmeyişleri bizimki gibi Allah’a kulluk adına değildir.
Öyleyse gerek fiil halinde, gerekse durum halinde bizim kulluğumuz onlarınkinden farklıdır. Haramlar konusunda bu böyle olduğu gibi, emirler konusunda da böyledir. Allah adına değil de, Allah emretti diye değil de sağlayacağı menfaatleri adına veya doğuracağı zararları adına domuzu yememek, içkiyi içmemek, zina etmemek, namaz kılmak, oruç tutmak da böyledir. Ben sizin kulluğunuz gibi kulluk etmiyorum sizler de benim gibi kulluk yapmıyorsunuz. Onlar neye tapıyorlardı? Putlara. Peki ne mânâda, ne adına tapınıyorlardı putlara? Allah’a kulluk adına değil de mahza kulluğu öyle anladıkları için Allah’a kulluk adına bir kulluk yapıyorlardı. Kulluğu böyle anladıkları için yapıyorlardı. Ya da kendi kafalarından bir kulluk belirliyorlar ve Allah’ı şartlandırmaya çalışıyorlardı.
Öyleyse bugün biz de Allah’a kulluğumuzu ancak Allah’ın belirlediği tarzda icra ve ifa etmeliyiz. Kendiliğimizden buna ilaveler ya da azaltmalar izafesi bâtıldır, şirktir, küfürdür, bidattir. Allah kitabında kendisine nasıl inanmamızı istemişse, nasıl bir kulluk yapmamızı istemişse aynen öylece inanmak ve kulluk yapmak zorundayız. Allah bizden hangi lafızlarla, hangi stilde, hangi usulde bir kulluk istemişse aynen o şekilde uygulamak zorundayız. Bunu asla değiştirme hakkına sahip değiliz. Diyelim ki Allah bizden iki rekat sabah namazı istiyor. Yahu iki rekat ne olur ki kılmışken dört kılalım, beş kılalım diyerek bunu fazlalaştırmaya kimsenin hakkı yoktur. Allah bizden Ramazan ayında oruç istemiş. Bunu sayısal olarak değiştirmeye veya fazlalaştırıp azaltmaya kimsenin hakkı yoktur. İbadetlerdeki, namazlardaki lafızları bir başka şekilde değiştirmeye de hiç kimsenin hakkı yoktur. Tesettür öyle, miras öyle, hukuk, kılık-kıyafet zekât, kadın-erkek ilişkileri öyledir. Yani Allah bizden ne tür bir kulluk istemiş ve onu ne tür uygulamamızı istemişse onu aynen Allah’ın istediği biçimde uygulamak zorundayız. Bunları değiştirmeye, ya da yeni yeni tapınma biçimleri ihdas etmeye hakkımız yoktur.
Ehl-i Kitap ve müşrikler bunu değiştirdiler. Bakara’da anlatılır "Hıttah” yerine "Hıntah” demek gibi, ya da secde yerine arka, arka kapıdan girmek gibi, sadece Allah’a kulluk yerine O’na yaklaşma maksadıyla bir kısım aracılara da kulluk yapmak, Allah’ı hayata karıştırmamak, Allah’ın dediklerini demedi, demediklerini de dedi demek gibi Allah’ın emirlerini değiştirdiler. Allah’ın istemediği bir eylemi gerçekleştirdiler. Öyleyse şunu unutmayalım ki insanlar ne yaparlarsa yapsınlar, isterlerse gökte uçup denizde yürüsünler, Allah’ın kendilerinden istemediği bir kulluk türüyse bu yaptıkları, boştur. Rasûlullah efendimizin böyle demesini emrediyordu Rabbimiz. Öyleyse onun yolunun yolcusu olarak bizler de insanlara eğer şirkin, küfrün içindelerse, eğer Allah’a Allah’ın istediği şekilde inanmıyorlar ve kulluğa yanaşmıyorlarsa aynen böyle diyeceğiz. “Biz sizinkilere tapmayız, siz de bizim Allah’ımıza ibadet etmiyorsunuz. Zaten şimdiye kadar biz sizinkilere tapmıyorduk, siz de bizimkine tapmıyordunuz. Bundan sonra da geri kalan ömrümüzde sizin kulluğunuza benzer bir kulluk yapmayacağız. Asla bazen Allah’ı, bazen de başkalarını dinleyerek şirke düşmeyeceğiz, bunu bilmiş olun” diyeceğiz. Zaten Zümer sûresinin 14. âyetinde Rabbimiz onlara şöyle dememizi emrediyordu:
“De ki: “Ben, dinimi Allah’a ihlâs kılarak O’na kulluk ederim.” (Zümer 14)
Bizler dinde muhlisler olarak kulluğumuzu, duamızı, dâvetiyemizi, sadece Allah’a yapacağız. Halis bir din sahibi, katışıksız bir din sahibi olacağız. Din, kişinin hayat programıdır. Din, kişinin yaşam biçimidir. Bizler öyle bir din, öyle bir hayat programı uygularız ki, hayatımızın tümünde sadece Allah’ı dinler, sadece Allah’ı hesap eder ve ona başka şeyleri katıp karıştırmayız. Yani hayatımızın bazı bölümlerinde Allah’ı, bazı bölümlerinde de başkalarını dinleyerek, hayatımızın bazı bölümlerinde Allah’ın yasalarını, bazı bölümlerinde de başkalarının yasalarını uygulayarak katışıklı bir din, şirket içinde bir hayat yaşamayız. Şirke düşmeyiz. Yirmi dört saatimizin tümünü Allah’a ait kılarak, sadece O’nu dinler ve sadece O’na kulluk yaparız. Bundan sonra da her yerde her konumda sadece Allah’ı dinleyeceğiz. Hayatımızın her bir birimini Allah’ın istediği şekilde düzenleyeceğiz. Hayatımızın her anında yüzümüzü, aklımızı, fikrimizi, düşüncemizi, benliğimizi Allah’a döndüreceğiz. Giyinirken Allah’ın emirlerini uygulayarak secdemizi sadece Allah’a yapacağız, kazanırken, harcarken Allah’ın istediklerine riâyet ederek secdemizi, kulluğumuzu Allah’a yapacak, severken, küserken onu dinleyecek ve secdemizi Allah’a yapacağız. Tüm hayatımızda yönümüzü, yüzümüzü Allah’a doğru çevirecek, O’nun istediklerini ön plana alacak, O’nun rızasını tercih edecek, O’nu hesaba katacak ve O’nun istediği gibi inanıp O’nun istediği gibi hareket edeceğiz. Her an O’nun huzurunda olduğumuzu ve her an O’na hesap vermek durumunda olduğumuzu unutmayacağız. Eğer kâfirler ve müşrikler bizim bu imanımızı, bizim bu dinimizi ve hayat programımızı kabullenmeyecek olurlarsa da onlara şöyle diyeceğiz:(Bir sonraki ayet)
(A.KÜÇÜK)
“Ve-lê ene 'âbidûn mê 'âbedtûm” zaten ben asla kul olmadım sizin geçmişte kul olduklarınıza, asla kul olmadım. Hz. Peygamberin geçmişinde şirke bulaşmadığının da en güzel delili, belgesidir bu.
[Ek bilgi; “Tercümelerde genellikle gözden kaçırılan bir detay var. Ama çok önemli bir soruyu cevaplayan bir detaydır bu ve ne olursa olsun gözden kaçırılmamalıdır. “Ve-lê ene 'âbidûn mê 'âbedtûm” ben TAPINMIYORDUM sizin tapındığınız şeylere. Bu Hz. Peygamberin peygamber olmadan önceki hayatıyla alakalı duruşunu ortaya koyuyor. Hani deniyor ki Hz. Peygamber, peygamber olmadan önce kavminin dini üzere idi diyorlar. Bunu şiddetle reddediyorum. Öyleyse ona neden hanif deniyor? Hz. Muhammed kavminin dini üzere falan değil. Onun delillerinden biri budur. İkinci gelen Ve lâ entüm 'âbidûne mâ a'bud siz de benim kulluk yaptığım varlığa kulluk YAPMIYORDUNUZ. Öyle ise şimdi; “Leküm diynüküm ve liye diyn” sizin dininiz size, benim yolum bana. Benim değerlerim bana, sizin değerleriniz size.
5 Bu âyet, aynı zamanda Allah Rasulü'nün geçmişinde şirkin yer almadığına delalet eder.
Bu bir anlamda din özgürlüğü deklarasyonudur da aynı zamanda. Yani yeryüzünde herkesi iman ettirmek zorunda değildir mü’minler. Çünkü Kur’an’ı kerimde mesela Yusuf/103 ayetinde Ve ma ekserun-Nasi velev haraste Bi mu'miniyn. Yusuf/103) insanların çoğunluğu sen ne kadar üzerine düşsen de iman edecek değildir diyor.
Yasin sûresinde bunun harikulade bir örneği var: Derken şehrin en uzağından bir adam koşarak gelip "Ey kavmim" dedi, "Elçilere uyun! (20)
Uyun sizden hiçbir karşılık beklemeyen bu kimselere; zira bunlar doğru yoldadırlar! (21)
Hem ben, beni yaratana, dahası hepinizin huzuruna varacağı O Zata neden kullak etmeyecek mişim? (22)
Onu bırakıp da başka ilahlar edineyim, öyle mi? Eğer rahman bir zarar vermeyi dileyecek olsa (-ki dilemediği açık-), ne onlar bana zerre kadar şefaat edebilir, ne de beni kurtarabilirler. (23)
Elbet o zaman ben, apaçık bir sapıklığa düşmüş olurum. (24)
İşte artık ben sizin de Rabbiniz olana iman etmiş bulunuyorum: artık beni dinleyin!" (25)
Kendi üzerinden tebliğ yapıyor. Bazen karşı tarafın durumu siz ona onun üzerinden durumunu/pozisyonunu söylediğiniz zaman düşmanlığının artmasına neden olabilirsiniz. Öyleyse bazen kendi üzerinizden konuşarak anlatırsınız, bazen böyledir. Hz. İbrahim örneğinde de vardır bu. Kâfirun suresini her okuduğumda Hz. İbrahim'in bir Tevhid deklarasyonu var Şuara Suresi'nde o aklıma gelir.
İşte bazen kendi üzerinizden tebliğ yaparsınız bazen de karşı taraftakinin durumunu ona söylemeniz gerekiyor çünkü adam ne durumda olduğunu bilmiyordur sizin ondan ne istediğinizi anlamıyor olabilir bazen ayrıştırmak gerekiyor, bazen de ayrıştırmadan kendini de onların içine katarak konuşmak gerekiyor. Kendini ötekileştirmeden konuşmak gerekiyor, aidiyet duygusunu koparmadan, incitmeden…
Bir tebliğ yöntemi konuşmak! Konuşacaksınız adamla. Yani konuşmadan nasıl tebliğ yapacaksınız, iletişim kuracaksınız? Din bir iletişim kurumudur. Allah'ın insanlarla iletişim kurduğu bu sistemin bir anlamda ada dindir. Allah'ın bizimle iletişimi vahiy aracılığı ile oluyor o zaman biz de bunu insanlarla bir iletişim halinde sürdürmek durumundayız. Öyleyse adam inançsızdır diye onu silip atmayacaksınız. Onunla diyaloğunuzu devam ettireceksiniz. Ama diyaloğunuz monoloğa dönüşmeyecek. Sadece siz konuşup o dinlemeyecek ya da o konuşacak siz dinlemeyeceksiniz. Hakikatiniz, iddianız neyse ortaya koyacaksınız. Diyalog eşitler arasında olur. Bir tarafın galip öbür tarafın mağlup olduğu durumda diyalog olmaz. Tek taraflı aktarım olur.
Kâfirun Sûresi mert ve net olmayı öğretir
Bu ayetlerin Hz. İbrahim'in diliyle Şuara Sûresi'nde nefis bir açılımı vardır. Bu vesileyle mutlaka hatırlanması gereken ayetlerdir: 69 90 hatta 104. ayete kadar.
……
Kâfirun sûresinde Allah’u Teâlâ Resulullah’tan bir kulluk tanımı yapmasını istiyor. Benim durumum Sizin durumunuz nedir böylece bir Tevhid öğret bu surenin Merkez konusu oluyor
sizin yolunuz size Benim yolum bana Bu bir anlamda din özgürlüğüdür Müslümanlar yeryüzünde herkesi iman ettirmek zorunda değildir Çünkü Yusuf Suresi 103 ayetinde ve ve nsanların çoğunluğu Sen ne kadar üzerine düşsende iman edecek değillerdir diyor Öyleyse bizim görevimiz duruşumuzu ortaya koymaktır adam neticelerine katlanmak şartıyla İnanmıyorsan bu onun bileceği bir iştir
Yunus suresinde de benzer bir ifade var aynen bu surenin mantarı ortaya koyuyor ve ilk kez de bukeyr bu adamlar seni yalanlıyor sa 40 ayetten başlıyor aslında Onlara de ki böyle kılame döküm benim davranışın bana Sizinkisi de siz benim yaptığımdan uzaksınız Ben de sizin yaptığınız da uzağım 40 41 dileyen iman etsin dileyen inkar etsin
Cevabın suresinde de izi yaratan Allah'tır İçinizde Mümin olan vardır kafir olan vardır Kimse kimseyi zorla Emanet giremeyeceği Gibi Kimse kimseyi de inkar ettiremez Dolayısıyla Bu tercih meselesidir sonucuna katlanmak kaydıyla Kim neyi tercih ediyorsa serbesttir takibu tercihinde bir başkasına inanç dayatmaya dönüşmediği sürece zulme baskıya dönüşürse bunun ortadan kaldırılması için bütün müslümanlara göre verildiğini bir Kur'an öğretisi olarak biliyoruz
“Ve-lê entûm 'âbidûne mê â'bûd” ve zaten siz de benim kulluk etmiş olduğuma kul olacak değilsiniz. Dolayısıyla bu ne geçmişte böyle oldu, ne gelecekte de böyle olacak.
Aslında burada harika bir nükte var biliyor musunuz; Şirk neydi? Hak batıl şirketi. Müşrikler kimdi? Allah’a iman eden Allah dışındakilere de tanrılık yakıştıran. Yani Allah’ı inkar etmiyorlar, iman ediyorlar. Bu ayetlerden yola çıkarak ne diyebiliriz? Hiçbir şirkte Allah’a iman kabul edilmez. Yani şirk varsa onun içinde %90’nında Allah’a iman olsa %10’da da Allah’tan rol çalıp bir başkasına tanrılık yakıştırılsa o %90 da iman etmemiş sayılıyor. Buradan bu çıkıyor. Yani siz aslında Allah’tan başkalarını Allah’a şirk koştuğunuz gün Allah’a iman etmeyi bıraktınız. Çünkü imanda pazarlık olmaz. İmanda %de olmaz. İmanda yüzdelikli iman yok ki, iman saf bir şey, som bir şey. Siz imanda yüzdelikli bir pazarlığa tabi tuttuğunuz günden itibaren Allah’ı inkar etmiş sayılıyorsunuz. Biz bunu anlıyoruz buradan.
6 Allah ile birlikte başkalarına ilâhlık yakıştıran birinin, gerçekte Allah'a hiç kulluk etmemiş sayıldığının açık beyanıdır. 3-5. Âyetlerdeki üç ism-i fail kipi, mânayı teyit içindir. Bir eylemi fiille reddetmek onu öznenin zatından değil sıfatından nefyetmektir. Fakat ism-i faille nefyetmek onu öznenin zatından nefyederek imkan ve ihtimali dışlamaktır. Kalbin mühürlenmesi bu olsa gerektir. “Ve-lê tâ'budûn” yerine “ve-lê entûm 'âbidûn” gelmesinin mânaya katkısı budur.
(M.İSLAMOĞLU)