KÂFİRÛN SURESİ


Ayet Getir
109-KÂFİRÛN 3. Ayet

وَلَا أَنتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ

Ve lâ entum âbidûne mâ a’bud(a’budu).

Bayraktar Bayraklı

(1-5) De ki: Ey kâfirler! Sizin taptıklarınıza ben tapmam. Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz. Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.


Edip Yüksel

“Siz de benim hizmet ettiğime hizmet etmezsiniz.“


Erhan Aktaş

Siz de benim kulluk ettiğime kulluk etmezsiniz.


Muhammed Esed

siz de tapmazsınız benim taptığıma.


Mustafa İslamoğlu

siz de benim kul olduğuma kulluk edecek değilsiniz!


Süleyman Ateş

Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.


Süleymaniye Vakfı

Siz de kulluk etmezsiniz benim kul olduğuma!


Yaşar Nuri Öztürk

Siz de ibadet etmezsiniz benim ibadet ettiğime.


Ayetin Tefsiri

 

MEAL

2.) Asla kul olacak değilim sizin kul olduğunuz şeylere,3

3.) siz de benim kul olduğuma kulluk edecek değilsiniz!4

(M.İ)

2.) Ben sizin ibadet ettiğiniz şeylere asla ibadet etmem.

3.) Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz.

(M.Ö)

2.) Ben sizin taptıklarınıza tapmam.

3.) Benim taptığıma da sizler tapmazsınız.

(A.K)

TEFSİR

2. Bu ifade, kafirlerin ibadet ettiği ve halen de ibadet etmekte oldukları bütün mabudları şamildir. Onlar; melekler, cinler, nebîler, veliler, ölmüş insanların ruhları, güneş, ay, yıldız, hayvanlar, ağaçlar, nehirler, hayalî tanrılar ve tanrıçalar da olabilir. Burada, Arap müşriklerin Allah'ı da mabud olarak tanıdıkları itirazı ileri sürülebilir. Ayrıca dünyadaki diğer müşriklerin de en eski dönemlerden bugüne kadar Allah'ın mabud olduğunu inkar etmedikleri de söylenebilir. Bunun yanısıra Ehl-i Kitab'ın da mabudluğu eklenebilir. Bu durumda, hiç istisna yapmadan bütün ilahlara ibadetten beraat etmek nasıl doğru olabilir? Bu ilahlar içinde Allah (c.c.) da yok mudur? Bunun cevabı şudur: İçinde Allah (c.c.) da bulunsa, pek çok tanrıya topluca ibadet etmek, Tevhid'e inanan kişinin beraat etmesi gereken ibadet şeklidir. Çünkü Tevhid'e inanan bir kişi için Allah, mabudlardan bir mabud değil, ancak ve ancak tek mabuddur. İlahlara topluca ibadet etmenin içine Allah'a ibadet de girse bile, bu aslında Allah'a ibadet değildir. Kur'an-ı Kerim'de açıkça Allah'a ibadetin O'nunla birlikte bir başka şeye ibadet etmemek olduğu bildirilmiş ve sadece Allah'a ihlasla yönelmek emredilmiştir: "Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak, Allah'ı birleyenler olarak O'na kulluk etmeleri (...) emredilmişti." (Beyyine, 5) Bu konuya Kur'an-ı Kerim'de pek çok yerde değinilerek açıklık getirilmiş ve üzerinde şiddetle durulmuştur. Mesela bkz. Nisa 145, 146, A'raf 29, Zümer 2-3-11-14, Mü'min 14-64-65-66. Aynı konuya Hadis-i Kudsî'de de değinilmiştir. Rasulullah buyurmuştur ki, Allah (c.c.) (c.c) şöyle diyor: "Ben bütün ortakların şirkinden münezzehim. Eğer birisinin amelinde benden başkasına da niyet varsa, ben ondan beriyim. O amel, bana ortak koştuğu şey içindir." (Müsned-i Ahmed, İbni Mace) Aslında Allah'ı iki veya üç ya da pek çok tanrıdan birisi kabul etmek, ibadette O'na başkalarını ortak koşmak küfürdür. Bu şirkten beraat etmek ise, Kafirun suresinin nüzul maksadıdır.

3. Buradaki kelime "ma a'budu"dur. Arapça'da "ma" kelimesi genellikle cansız ve akılsız eşya için kullanılır. Canlı ve akıllılar için "men" kullanılır. Onun için burada niçin "men a'budu" değil de "ma a'budu" denildiği sorulabilir. Müfessirler bu soruya dört cevap vermişlerdir. Birincisi, buradaki "ma"nın, "men" manasına olduğudur. İkincisi, "ma"nın "elleri" manasında kullanıldığıdır. Üçüncüsü, iki cümlede de "ma"nın mastar olarak kullanılmış olduğudur. Yani "sizin ibadet ettiğinize ibadet etmem" manasında kullanılmıştır. Bu, müşriklerinki gibi ibadet etmemeyi ifade eder. "Siz de benim ibadet ettiğime ibadet etmezsiniz" ise, müşriklerin Tevhidî şekilde ibadet yapmadıklarını ifade eder. Dördüncüsü, birinci cümlede "ma ta'budu" buyurulduğudur. Ama "ma'nın kullanılışı iki yerde de aynı değildir. Bunun örnekleri Kur'an-ı Kerim'in değişik yerlerinde bulunmaktadır. Mesela Bakara 194'te şöyle buyurulmuştur: "... Size tecavüz edenlere, size tecavüz ettikleri kadar karşılık verin, aşırı gitmeyin." Yani size yapılan kadarıyla tecavüz, karşılık verin anlamındadır. Burada 'î'teda' (tecavüz) kelimesi, birincide "tecavüz" anlamında, ikincide "karşılık" anlamında kullanılmıştır. Tevbe suresi 67'de şöyle buyurulmuştur: "Onlar Allah'ı unuttular, Allah (c.c.) da onları unuttu." Oysa Allah (c.c.) unutmaz. Öyleyse buradaki maksat, Allah'ın onlara iltifat etmemesidir. Onların unutmasına karşılık olarak Allah (c.c.) için "nisyan" (unutmak) kullanılması, sadece lafzî bir benzerlik olup, anlam tamamen farklıdır.

Bu dört te'vil bir bakımdan doğrudur. O da, Arapça'da bu manaların hepsinin ihtimal dahilinde olmasıdır. Ama, "men a'budu" yerine "ma a'budu" kullanılmasının nedenini bu teviller açıklayamamaktadırlar. Arapça'da bir şahıs için "men" kullanıldığında o kişiye bir şey sorulduğu akla gelir; "ma" kullanıldığı zaman ise o şahsın zâtı değil, sıfatı hakkında soru sorulduğu veya açıklamada bulunulduğu anlaşılır. Bizim bir kişi için "kimdir" diye sorduğumuzda, o şahıs hakkında bilgi almak isteyişimiz gibi. Bir kişi hakkında "nedir?" diye sorulduğunda maksat, o kişinin sıfatını öğrenmektir. Mesela askerse rütbesi nedir, üniversitede ise makamı nedir, asistan mı, doçent mi, profesör mü veya hangi dalda görevlidir, ne gibi bir diploması vardır vs. gibi. Eğer ayette, "la entum âbidûne men a'bud" denseydi o zaman anlamı, "Benim ibadet ettiğim zâta sizler ibadet etmezsiniz" olurdu. Bu durumda müşrikler, "Biz de Allah'a inanıyor ve Ona ibadet ediyoruz" diyebilirlerdi. Ama "la entum âbidûne ma a'bud", yani, "Benim ibadet ettiğim, belli özellik ve sıfatlara sahip olana sizler ibadet etmezsiniz" dendiği için böyle söyleyemediler. Rasulullah'ın dini, müşriklerin dininden bundan dolayı ayrı bir dindi. Çünkü Rasulullah'ın getirdiği dinin İlah'ı diğer dinlerin inandığı ilahlardan farklı sıfatlara sahipti. Bazılarının dinine göre ilah altı günde dünyayı yarattıktan sonra yedinci gün dinlenmeye ihtiyaç duymuştur. Bu ilah, Rabbu'l Alemin değil, Rabbu'l İsrail'dir. Bu ilahın bir tek ırkla, diğer ırklarla olmayan ilişkisi vardır. O ilah Yakub ile güreşmiş ama yenememiştir. O ilahın Üzeyr isminde bir de oğlu vardır. Bazılarına göre İsa Mesih adında bir tek erkek çocuğun babasıdır. Başkalarının günahına karşılık olarak oğlunu çarmıha göndermiştir. Bazılarının ilahı da aile ve çoluk çocuk sahibidir. Ama oğlu yoktur, o zavallı ilahının bütün çocukları kızdır. Bazılarının ilahı ise insan şeklinde dünyaya gelir ve insan cismi ile bu insanlar arasında yaşar. Bazılarının ilahı da sadece vacibu'l vücudtur. Veya illet-i ûlâdır (first cause). Kainatın düzenine bir kere hareket vermiş ve kenara çekilmiştir ve bu kainat nizamı, belli kanunlara göre kendi kendine yürümektedir. Şimdi ise insanların o ilahla, o ilahın da insanlarla bir ilgisi yoktur. Hasılı, Allah'a inanan kafirler aslında bütün kainatın yaratıcısı, sahibi, idare edeni ve hakimi olan Allah'a inanmamaktadırlar. O Allah (c.c.) ki, bu nizamı sadece yaratmakla kalmamıştır, her an idare etmektedir. Emirleri her an uygulanmaktadır. Her tür noksanlık, zaaf ve yenilgiden münezzehtir. O, her tür benzerlik ve tecsimden beridir. Her tür eş ve emsalden münezzehtir. Ortakdan beridir. O'nun zatında, sıfatlarında, kudretinde ve mabud olmasında ortağı yoktur. O'nun üstünde kimse yoktur. Çocuk edinmekten münezzehtir.

Belli bir kavimle özel ilişkisi de yoktur. O, mahlûkunun her biriyle, rızıklandırma, rahmet etme, terbiye etme ve koruma nedeniyle yakın ilişkidedir. O, duaları duyar ve dualara cevap verir. Ölüm ve hayat, fayda ve zarar, kısmeti düzenleme ve bozma yalnız ve yalnız O'nun elindedir. O, yarattıklarını sadece rızıklandırmaz, seviyelerine ve ihtiyaçlarına göre yol gösterir. O'nun bizimle ilişkisi sadece, O mabud ve biz de ibadet eden, şeklinde değildir. Aynı zamanda, peygamberler aracılığıyla kitap göndererek emir ve nehiy bildirmesi, bizim de o emir ve nehyin erkânına uymamız şeklindedir. Buna karşılık O da yaptıklarımızın karşılığını verecektir. Yaptıklarımızdan sorumlu tutacaktır. Ölümden sonra bizi dirilterek yaptıklarımızın muhasebesini yapacak, ceza ve mükafat verecektir. Bu sıfatları taşıyan Mabud'a, Rasulullah ve O'nu takip edenlerden başkası ibadet etmez. Kafirler bir ilaha ibadet etmekte iseler de, aslında gerçek İlah'a, Allah'a ibadet etmemektedirler. İbadet ettikleri ilahlar, kendi icat ettikleri hayal ürünü ilahlardır.

(MEVDUDİ)

Dikkat buyurun iki şeyi birbirinden ayırmaya çalışıyorum tam tercümeye yansıtmak için metni. Bu gerçekten zor bir şey. “Tâ’bûdû” ve ‘âbûdû’ fiiller, bunlar fiil. ‘âbîdûn’ ise fail, isim yani. Bu ikisini birbirinden ayırmak lazım tercüme yaparken. Dolayısıyla kul olmak ve kulluk etmek ayırımını işte bunun için dikkate değer buluyorum, bunun için önemli buluyorum.

Yine 2 ve 3. ayetler ile 4 ve 5. ayetler aynı gibi dursa da tekrar değil. Aynı da değil zaten. Yani bu sûrede tekrar yok, tekrar savunucularını destekleyen bir şey yok sûrede farklı. 2. ve 3.  ayetlerle 4 ve 5. ayetler farklı. 2 ve 3. ayetlerde lâ ile gelecek zaman fiksleniyor. Yani ben kulluk etmem derken etmeyeceğim, gelecek zaman 2 ve 3 te. Fakat 4. ayette ise ‘âbedtûm’; mazi geçmiş zaman. O zaman 2 çiftin de 2-3 ile 4-5. ayetlerin zamanı farklı ilkinde gelecek zamanda kulluk etmeyeceğini, yani şirke asla bulaşmayacağını ilan ediyor. 3 ve 4 le de geçmişte de hiç bulaşmamış olduğunu ilan ediyor. İki zamanı birden kapsıyor. Biri gelecek, öbürü geçmiş zamanı.

Müşriklerin teklifi çift zamanlıydı redde çift zamanlı geliyor aslında. Hatta Ebu Müslüm Isfahani’nin harika bir tahlili var. ayetlerdeki “mâ”larla ilgili. Buradaki; “Lê ‘âbûdû mê tâ’bûdûn. Yine “mê ‘âbûdû” yine “mê ‘âbettûm”, yine “mê ‘âbûdû”. 4 tane ‘mê’ var ve bunları ikiye ayırıyor Ebu Müslim Isfahani, o cins kafa müfessirimiz. Ve ilk ikisiyle son ikisine farklı mana veriyor. Gerçekten çok dikkat çekici. 2 ve 3 te ki “mê”lar “ellezî”ne hükmünde, yani ismi mevsul, ilgi zamiri yeni dil bilgisi kurallarıyla. Mutlak varlık manasına geliyor. Yani Allah. Fakat 4 ve 5 tekiller mastar. Bilinçsiz ve körü körüne bir kulluğa delalet ediyor. Mastar, fiilin kendisine delalet ediyor bilinçsiz ve körü körüne kulluk. Yani ben öyle bir şeye kulluk ediyorum ki, öyle bir varlığa, Mutlak varlık. 2. ve 3. ayetlerde ki “mê”lar. Benim kulluk ettiğim mutlak varlık. Fakat sizin kulluk ettikleriniz ise körü körüne bir kulluk, gözü kapalı bir kulluk. İşte buna delalet ediyor.

 

 

Ve bu ayette gaybi bir ihbar da görüyoruz. Nedir bu? Bu pazarlığı yapmak için gelen ekipten hiç biri ömürlerinin sonuna kadar iman etmiyorlar ve hepsi de müşrik olarak ölüyorlar. Bu çok ilginç. Demin saydığım isimlerin hepsi de müşrik olarak ölüyorlar.

3 Benzeri bir meydan okuma için bkz. 69/Yûnus: 104.

4 Fiilleri [ta'budûn, a'budu) ism-i faillerden ['âbidun) ayırmak için birincileri "kul olmak" ikincileri "kulluk etmek" ile karşıladık (Gerekçesi için bu notun sonundaki Ebu Müslim'in görüşüne bkz). Sanıldığı gibi 2-3. Âyetlerle 4-5. âyetler bir tekrar değildir. Âyet 2-3'te la ile gelecek zamana kilitlenen muzari kipi, 4'te ise mazi kipi {'abedtu) kullanılmıştır. Müşriklerin yaptığı ahlâksız teklif çift zamanlı olunca red de çift zamanlı gelmiştir. Bu fark çeviriye yansıtılmıştır. Âyet 3'teki ellezi yerine geçen mâ' "mutlak varlık" anlamına, âyet 4-5'teki mastar-ı müevvel hükmünde olan mâ'lar "bilinçsiz ve körü körüne bir kulluğa" delalet eder. Bu âyetler aynı zamanda gaybi bir ihbar olmuş, nüzul sebebi rivayetin de adı geçenlerin tümü de kâfir olarak ölüp gitmişlerdir. Yâsîn sûresinin 7. âyeti ve Bakara sûresinin 6. âyeti, bu âyet ışığında okunmalıdır. 2-4. âyetler arasındaki dört adet mâ müphem ismi için şöyle bir değerlendirme de yapılabilir: Muhataplara, kendi tanrı tasavvurları düzeyinde hitap edilmiştir. Zira onlar dünyevileşmiş bir zihin ve maddeci bir yaklaşımla algılıyor ve tanrıyı "şey"leştiriyorlardı.

Mâ, hem bizim onların tanrılarına ve tanrı algılarına bakışımızın doğruluğunu, hem de onların bizim inandığımız Allah'a ve tanrı anlayışımıza bakışlarının yamukluğunu tam ve mükemmel ifade etmektedir.

(M.İSLAMOĞLU)