Düğümlere üfleyip tüküren büyücü kadınların şerrinden.
“Arabozucuların, sözleşmeleri bozanların şerrinden.”
Düğümlere üfleyenlerin şerrinden,
karanlık işlere düşkün tüm insanların şerrinden,
Ve düğümlere üfleyenin şerrinden!
Düğümlere üfleyip tüküren büyücü kadınların şerrinden,
ilişkilere[1*] fesat karıştıranların[2*] şerrinden, [1*] İlişkiler diye meal verdiğimiz kelime (ukad = الْعُقَدِ) dır, bağlar anlamına gelir. (Müfredat) [2*] النَّفَّاثَاتِ kelimesine النفوس النَّفَّاثَاتِ anlamı verilmiştir. نفث bir şeyin ağızdan çıkmasına denir (Mekâyîs s.1039). İlişkiler konusunda, bazı kimselerin ağzından çıkan şeylerin şerrinden Allah’a sığınılıyorsa bunlar ilişkilere fesat karıştırmaktan başkası olamaz.
Düğümlere üfleyip tüküren üfürükçülerin şerrinden!
Dolayısıyla yalanı söylerken önce kendini inandırır. Kendisi inanır buna. Başkalarını inandıramadığı zaman onlara kırılır, darılır, küser. Mitomani gerçekten çok derin bir kavram. İşte bugün bir tedavi sûresinden bahsedeceğiz. Felâk Sûresi. Bu burca bir tırmanalım mı? De ki diye başlıyor bir inşa cümlesi, Arap dilinde aslında tüm dillerde cümleler ikiye ayrılır. Ya inşadır ya haberdir. Haber cümleleri haber taşır yani, Ahmet geldi bir haberdir, Mehmet gitti bir haberdir. Bu bir hüküm içermez. İnşa cümleleri ise ya emirdir ya nehiydir. Ya uyarıdır, ünlemdir. Ya nidadır, çağırır yani senden bir şey yapmanı ister. Onun için bu da inşa cümlesine dönüşüyor. Bir haber cümlesiyken “Kul” De ki, kelimesi ile bambaşka bir yere taşınıyor; inşa yani emirle başlıyor. Kime? İlk muhatap olan Resule Sen De ki; Tabii ki hepimize, bunu okuyan herkese…
Yarattıklarının şerrinden… Allah'ın yarattıkları şerli değildir. Yanlış kullanımdan şerli olur. Yanlış konumlandırırsınız, o yanlıştan dolayı bir şer doğar. Deprem şer değildir ama siz deprem fay hattına getirir çürük binayı yaparsanız işte o zaman o şerre dönüşür. Yoksa deprem hayırdır. Dünyanın tüm kaplıcaları depremin ürünüdür. Dünyadaki tüm su deposu olan dağlar depremin ürünüdür. Şu sıradağlar depremin ürünüdür, dikiş noktalarıdır. Kara parçalarının dikiş noktaları. Dünyanın tüm sıradağları dikiş noktalarıdır. İki kara parçası birbirine vurur ve yavaş yavaş yükselir orada bir dikiş noktası olur. Sıradağlar. Bizim toroslar, toroslar'ın devamı tâ indus vadisine kadar yani Basra körfezi'ni aşar karşı kıyıya geçer İran kıyılarına ve oradan aşağı doğru Zagros Dağları. Ve hepsi bir dikiştir. Mesela pireneler, Fransız İspanya arasındaki o dağ silsilesi. Onlar da oranın dikişidir. Ondan sonra Alpler ondan sonra rodoplar ondan sonra vurallar ondan sonra altaylar ondan sonra karanlık dağlar ondan sonra Fujip dağları Japonya'daki ve bunların hepsi bir dikiş yeridir. İki kara parçası birleşir ve kalkar ayağa. Anadolu kırığı yukarı kalkıyor hâlâ. Mesela Van Gölü her sene 1 santim 1 santim 2 milim yükselir. Erciyes yüzyılda 1 metre yükselmiş. Himayalar da öyle yükselir. Dolayısıyla devam ediyor dipten. Onun için üstten gitmesi lazım değil mi? Rüzgarların eritmesi lazım, indirmesi lazım öyle değil mi?
Amerika'da Sen Andreas fayı Rocky dağları bunlar da bir kırıktır, bir dikiştir. Yani aslında seller bir rahmettir, yağmur bir rahmettir Yağmur şer değildir yağmur ne zaman şer olur? Gelir sel hattına dere yatağına şehri yaparsınız Bozkurt diye bir ilçe'ye gelir oraya kondurursunuz. Ondan sonra gelir onlarca insanı alır götürür. Ondan sonra da Allah'ı suçlarsınız Allah'a iftira edersiniz. Takdiri ilâhi dersiniz. Hayır, sizin şerriniz…
“karanlığın şerrinden” kopkoyu belirsizlik… Kuran ne kitabı değildir, ne kitabıdır? Coğrafya kitabı değildir, fizik kitabı değildir, matematik, kimya, biyoloji, tıp kitabı değildir. Falan ayeti falan yere okursan iyi olmaz. Maksadı insana bilimsel bilgi vermek midir değil senedir Eğer bilimlerden biriyle bağ kuracak olursak Bu hangisi olurdu Kur'an'a en yakın psikoterapi ekolü hangisidir falan ayeti falan yere Okursan iyi olmaz falan ayeti suya okursan suya atarsan içersen iyi olmaz bunu yapan şarlatandır işte kısırlık tedavisinde şunu okursan veya şu ayetin suyunu içersen bunu yapan şarlatandır Dolayısıyla Kur'an bu değildir bir şeyi eğer var oluş sebebi dışında kullanıyorsanız var oluş sebebi için kullanmayacaksınız demektir. amacının dışında kullanıyorsanız amacı için kullanmayacaksınız demektir Kur'an Hidayet kitabıdır rehberlik kitabıdır insana yol gösterir anlam verir hayatınızda anlam verir acılarınızı anlam verir sevinçlerinizi anlam verir sizin iradenizi aklınızı bilincinizi vicdanınızı şuurunuzu Besler Evet bu manada bir besindir ama maneviyatınızın besinidir maddiyatınızın değil Dolayısıyla Kur'an'ı amacı uğruna kullandığınızda yararlanabilirsiniz yoksa yararlanamazsınız ona güvenenler ve Ona güven verenler için bir şey vardır helal et o zalimin ilham onu amacı dışında kullananlar Zalim dir Zalim kimdir bir şeyi amacı dışında kullananlar bir şey yerinde neden Kur'an'ı gönderiliş amacı dışında kullanan zalimlerin hüsranını arttırır hüsrandır onlar için Hayal kırıklığıdır sonra da Derler ki Kur'an'da yaramaza Derman olmadı Kuran'ı sen amacının dışında kullanıyorsun amacının dışında kullandığın zaman Kur'an'a zulüm ediyorsun
Kendine zulmediyorsun hakikate zulmediyorsun Kur'an Hidayet kitabıdır rehberlik eder anlam katar anlam boşluğunuzu doldurur Eğer bilimlerden biriyle bağ kuracak olsaydık hangisi olurdu bağ kurabiliriz Ama şu bilimin kitabı diyemeyiz bir bilim dalı ile bağ kuracaksak Eğer bu psikoloji olurdu çünkü her ayet Her sure her basar insan psikolojisine hitap ediyor insanın iç durumuna hitap ediyor önce bilinç dışını düzenliyor önce çevreyi düzenliyor bilincin çevresini bilincin çevresini düzenlemeden 1 düzenleyemiyorsunuz bilincin çevresini yerli yerine oturtmadan bilinci yerine koyamıyorsunuz Öncelikle bilinçaltı düzenliyor orkularınız kaygılarınız öfkeleriniz korkunuz mu sizi yönetiyor siz mi korkunuzu öfkeniz mi sizi yönetiyor siz mi öfkenizi şehvetiniz mi sizi yö… öfkeleriniz korkunuz mu sizi yönetiyor siz mi korkunuzu öfkeniz mi sizi yönetiyor siz mi öfkenizi şehvetiniz mi sizi yönetiyor siz mi şehvetinizi Buyurun alın korku yönetimi ile ilgili bir sure Evet Felak Suresi korku yönetimi ben hiçbir şeyden korkmam beni korkularım yönetemez diyen var mı İçinizde Hayır hepimizin korkuları var tabii hepimizin korkuları olmadı Çünkü korkmayan tedbir almaz hiç aklı olmayanlar Korkmaz bebekler dahi korkarlar Onun için insana verilmiş bir imkandır korku ama korkuyu yöneteceksin korku seni yönetmeyecek sevgiyi yöneteceksin Sevgi seni yönetmeyecek öfke seni yönetmeyecek Sen öfkeni yöneteceksin kaygı seni yönetmeyecek Sen kaygana yöneteceksin kaygı seni yönettiği zaman hasta olursun korku seni yönettiği zaman fobik olursun işte Yalnızlık Korkusu asansör korkusu açlık korkusu işsiz kalmak korkusu hastalanma korkusu ölüm korkusu korku korku korku İnsan bir adam atamaz ki hiçbir teşebbüste bulunamaz hiçbir girişimde bulunamaz hiçbir şey geliştiremez.
Ölecek diye çocuk doğurma Öleceğim diye düğününe gelme öyle değil mi bakınız öyle korkuları var ki insanın şaşırır kalırsınız Eskiden Büyücüler vardı şifacılar vardı ve kalemen rock şifacı nerede diye ayette geçer ya Büyücüler vardı şamanlar Vardı okuyup üfleyiciler vardı vesair 18 yüzyılın sonunda başladı bu iş ve Ondan sonra yavaş yavaş bir bilim alanına taşındı önce çekim ile başladı Hatta demir tozu içirmeler vücutta mıknatıs gezdirmeler 19 yüzyılın başında psikolojik tedaviler böyle başladı mesela su tedavisi
Şer Allah'a izafe edilmez ur'an'da şer 30 yerde Gelir Hiçbirinde Allah'a İsnat edilmez şerli Amentü uyduranlar Kur'an'a itibar etmediler onlar dinlerini Kur'an'dan almadılar onların dinlerinin Kur'an ile alakası yok mecusilerden amentülarını aldılar Peki tamam da Bari kendi dininizde samimi olun değil mi uydurulmuş dininizde samimi olun
Cehalet karanlığının rahminde ürer tüm hurafeler ve batıl inançlar asıl burada değineceğimiz karanlık Bu cehalet karanlığının rahminde ürer tüm hurafeler batıl inançlar Uğurlar ve uğursuzluklar cinler şeytanlar veliler gulyabaniler…
Opskürantizm şeytanın dininin adı karartmacılık anti-şeffaflık. Bilgisi yok fikri çok yığınlar. Okumaz, öğrenmez, sorgulamaz, değişmez, gücün kulu, korkunun tutsağı, güçsüzün düşmanı, pusucu, fırsatçı, kurnaz… Biliyorsunuz değil mi lohusa kadınlara goncolos otururmuş. … Anadolu'da bir inanış. Rumlarımızdan geçmedir bu, Rumlara da Bizans'tan geçmedir. Dolayısıyla goncolos oturmuş, periler, cinler, gulyabaniler daha neler neler, gelsin cinler değil mi? Cinci de gelsin paralar diyordur. İşte böyle dönüyor tezgahlar. Onun için lütfen uğurlarınız uğursuzluklarınız çöpe atılacak hurafelerdir. Yani modern hurafelere de itibar etmeyin. Tanrıya inanmıyor ama elinde bir ikon var ikonik nesne bu nedir diyorsun uğurum o diyor. Tanrısı elinde. Dolayısıyla Tanrı'ya inanmıyorsun sen uğur'u nereden buldun ya, sen ki Tanrı'ya inanmayan adamsın şimdi sen Tanrı'ya inanmıyorsun, uğursuz diye 13 numaralı otel odasında yatamıyorsun nasıl bir şey bu nasıl bir hurafe, karartmacılık, bilmesinlercilik, bilmesinler şeytanın dininin adı karartmacılık anti-şeffaflık. Evet şeytanın dininin adı bu. Eğer orada şeffaflık yoksa bilmesinlercilik karartmacılık var, eğer orada şeffaflık yoksa her türlü şeytanlık var şeffaflığın olmadığı yerde şeytanlık vardır bunu bilin…
Bilgisi yok fikri çok insanlar… Bu tipler işte karanlıkta yetiştiler. Çünkü karanlıkta böyle tipler ürer. Hurafe olmazsa inanmam, mitoloji olmazsa inanmam, inanmazsın tabii…
“her cins üfürükçünün şerrinden” “Neffeset” Aslında kadınlar diye çevrilmiş ama yanlış, Arap dilinde bu çoğul hem dişili hem erili kapsar. Yani hem erkek hem dişi için kullanılır. Cehalet korku doğurur, bilgi korkuyu giderir. Aydınlatılmayan her karanlık batıl inanç bataklığıdır… Ayette neden karanlıktan Allah'a sığınıyoruz? Çünkü karanlık cehalettir, bilmeyiz içinden ne çıkacağını. Onun için karartılmış yerden korkarız karanlıktan. Allah'a sığınmamız nedir biliyor musunuz? Işık yakmamızdır, aydınlatmamızdır, aydınlanmamızdır, Kur'an bir aydınlanmadır, Nur suresinin amacı budur, Nur suresi 35, ayeti aydınlanmayı tarif eder, İç aydınlanmayı. İçinden aydınlanmayan dışını aydınlatamaz. Beynini aydınlatmayan dışını aydınlatamaz. Onun için bu, bilgi bilgiyle olur bilgi kandillerini yakacaksınız, lambalarını yakacaksınız ki, beyni aydınlatasınız…
Cehalet korku doğurur, bilgi korkuyu giderir. Bildiğiniz şeylerden korkmazsınız dostlar. Bilmediğiniz şeyden korkarsınız. Bildiğiniz şeye tedbir alırsınız. Aydınlatılmayan her karanlık batıl inanç bataklığıdır, üretir, ürer. Nedenlerin bilgisi azaldıkça karanlığın hayaletleri çoğalır. Nedenleri anlamayan hurafe üretir, sonunda batıl inançlar gerçeklik algılarını eğip büker.
“Kûl e'ûzû Bi-Rabbil felâk e'ûzû Bi-Rabbil felâk” ben felâkın Rabbine sığınırım. Cümle bu. Fakat başına bir ‘Kûl’ gelmiş, tıpkı “Kûl hûvallâhû Ehâd” da olduğu gibi. Kur’an’da 5 veya 6 sûrenin başında ‘Kûl’ gelir. Cin sûresinin başında gelir, Felâk’ın başında gelir. Nas’ın başında gelir, Kâfirun’un başında gelir, İhlas’ın başında gelir. Demek ki 5 sûre yanlış hatırlamıyorsam ve “Kûl” ihbarı inşaya dönüştürür, haberi inşaya dönüştürür. Ne demektir bu? Ey muhatap ben seni inşa edeceğim sıkı dur. Veyahut ta kendini bana teslim et, ben seni yoğuracağım. Kollarıma bırak ey kul kendini, vahyin kollarına bırak, vahiy seni yoğursun. Vahiy ustan olsun ki sen de hayatın ustası olasın. ‘Kûl’ün anlamı budur. De ki; Buyur Ya Rabbi. De ki dedin diyelim “e'ûzû Bi-Rabbil felâk felak’ın Rabbine sığınırım. Sığınmak İstiazedir ki euzû besmele çekerken Euzû Billêhi mine’ş şeytani’r-racim” derken de sığınırız. Allah’a sığınırız hiçbir şer güce sığınmayız.
Şer güce sığınmak ne demek? Düşmana sığınmak. Allah Allah, düşmana da sığınılır mıymış diyeceksiniz, akıllı adam düşmana sığınır mı? İnsanoğlu tarih boyunca ve bugün de o kadar çok görüyoruz ki. Tamam görünür düşmana sığınmaz ama görünmez düşmanına sığınan o kadar çok insan görüyoruz ki. Rabbimiz işte neden siz görünür düşmanlara sığınmamakta bu kadar akıllıyken görünmez düşmanlara neden bu kadar kolayca sığınıyorsunuz. Eğer görünmez düşmana sığınırsa onu tanrılaştırmış olur. İşte bu gizli veya açık şirke dönüşür. Bu ihlasa aykırıdır, imanda ihlasa. Tevhide aykırıdır, tevhidi parçalar bu. Zaten bu sûrelerin maksadı da bu.
“e'ûzû Bi-Rabbil felâk” e’ûzû; akla abdest aldırmaktır istiâze. Akla abdest aldırmaktır. Akıl abdest alır mı? Alır ya..! aklın abdest suyu, abdestin abdest suyundan farklıymış. Demek ki düşüncenin de kirlenmesi söz konusu değil mi? Duygunun da kirlenmesi söz konusu. Duygu ve düşünce kirlenirse korkunç bir iç kirlilik oluşturur. Artık o insandan sadır olan cümleler temiz olmaz. Akıl kirli ise o aklın ürettiği nasıl temiz olur ki. Akıl kirliliğinden bin beter olan duygu kirliliğidir. Hele duygu kirlenirse.
Akıl kirliliğini onarmak daha kolaydır, duygu kirliliğini onarmak çok zordur. Onun için duygusu kirli insanlardan çok korkmak lazım. Nasıl emin olacaksınız ki duygusu kirli. Size bakarken iç dünyasında kirli bakar. Sizi süzerken kirli süzer. Akıl kirliliği sözde belli olur, anlarsınız oradan ve düzeltirsiniz. Bak senin aklın kirlenmiş o sözlerine yansıyor, bu kirlilik te şurada, şurada, şurada, şunu düzelt dersiniz. Ya duygu kirliliği onu saklayabilir insan. Onun için duygu kirliliği çok daha beter bir kirliliktir. İşte bu ayetler, bu sûreler felak ve Nas akıl ve duygu kirliliğini arıtmanın yöntemini bize öğretiyor.
Müşrikler bilinmeyene sığınırlardı, cinlere sığınırlardı. Aslında cinler bu manasıyla bilinmeyen manasına gelir. Bilinmeyen ve görülmeyen, çünkü insanoğlu cinlerle muaşeret kuramadığı, iletişime ve ilişkiye geçemediği için insanoğluna bilinmezliğini korurlar. Bu manada müşriklerin cinlere, yani bilinmeyene sığındığını Kur’an’dan öğreniyoruz. Cinn/6 ayetinden öğreniyoruz. Oysa insan bilinmeyenden Allah’a sığınmalı. İşte bu ayet bunu söylüyor. Bilinmeyenden Allah’a sığın ki şerrinden emin olasın. Yoksa bilinmeyenden bilinmeyene sığınırsan neye sığındığını ne bileceksin.
Bu bir totoloji, sığınıyorum. Neye? Bilinmeyene. Neden? Bilinmeyenden. İki bilinmeyenden bir bilinen çıkar mı? Dolayısıyla Allah’a sığın. Yani karanlıktan korkma Allah’a sığınırsan ne olur? Allah semavatın ve arzın nuru olduğu için, varlığın nuru olduğu için yüreğinde bir ateş yanar, bir ışık yanar, o ışıkla bakarsın artık baktığın yeri aydınlatırsın. İşte vahiy insanın karanlık aklına bir ışık yakıyor, karanlık yüreğine bir ışık yakıyor ve artık bilinmeyen onun için korkulur olmaktan çıkıyor, korkmuyor.
Felâk; yokluktan varlığın çıkışını temsil eder aslında. Bu manada tercüme edersem ayeti şöyle çevirebilirim. “Kul e'ûzû Bi-Rabbil felak” yokluktan varlığa çıkaran, yokluk çekirdeğinin ağzını yaran Allah’a sığınırım de. Evet, yokluk karanlığını yarıp varlık sabahını çıkaran Allah’a sığınırım. Bu daha da oturdu. Böyle meallendirebiliriz.
Tohumdan filizin çıkışı gibi, En’am sûresinde; İnnallâhe fêlikûl-hâbbi ven-nevê. (En’am/95) Allah tüm tohum ve çekirdekleri yarandır. Hiç şüphesiz o Allah’tır.
Diyeceksiniz ki tohum ve çekirdekler kendi kendine yarılıyorlar. Demezsiniz biliyorum, çünkü siz mü’minsiniz. Mü’min eşyaya kendiliğinden faillik vermez, öznelik vermez. Allah desteğini çekerse hiçbir tohumun ağzı açılmaz. Hiçbir çekirdeğin içinden ağaç çıkmaz. Hiçbir tohumdan başak çıkmaz diyor bu böyle diyor. Her açmış tomurcuk Allah’ı gösterir diyor aslında. Her açmış çekirdek, her ağaç, her başağa durmuş filiz Allah’a bir işarettir aslında bu ayet.
1 İbn Mes'ud'un rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Bana "de ki" denildi, ben de size "Deyiniz ki" diyorum". Bu, Kur'an kıraatına değil de Hz. Peygamber'in bu sûreyi dua ve istiaze niyetiyle okuma tavsiyesine hamledilmelidir. Kaldı ki, "de ki" emri, yalnızca ilk muhataba değil tüm muhataplaradır. Parantez içi açıklamamız da buna matuftur.
İbn Mes'ud'a nisbet edilen nüshalarda Felak ve Nâs'ın yer almadığı şayiası hakkında en doğru ve en güzel cevap İbn Hazm'ın verdiği, bunun İbn Mes'ud'a atılmış bir iftira olduğu ve rivayetin de uydurma olduğu yönündeki cevaptır. Anlaşılan o ki, muhtemelen rivayetin otoritesi sarsılır kaygısıyla rivayete kıyılamamış, bunun ibn Mes'ud gibi Kur'an'ın yetiştirdiği seçkin bir sahabiye kıymak mânasına geldiği de gözardı edilmiştir.
2 İstiaze'nin akla abdest aldırma işleviyle ilgili bkz. Besmele'nin notu (1/Fâtiha: 1, not 1) ve 74/Nahl: 98, not 108.
“Min şerri mê ğâlâk” neden sığınırım? Yarattıklarının şerrinden, yarattığı her şeyin şerrinden. “Mê ğâlâk”; O “mê” ye hepsi girer. Canlı cansız, şuurlu şuursuz. Mê üzerine bilginlerin getirdiği yorumlar, tüm mülahazalar bir tarafa. O “mê”nin içine hepsi girer. Fahvel hitap, sözün geliminden zaten bu da anlaşılıyor.
Peki şer yaratılan şeyin aslında mı var? Girişte de söylemiştim hayır. Şer yaratana ait değildir. Onun için yaratana isnat edilmemelidir. Zaten burada gördüğümüz gibi bakın “Min şerri mê ğâlâk” yarattıklarının şerrinden. O yaratmış, hayır olarak yaratmış. Çünkü Allah hayırdır. “Allâhû ğâyrûn ve ebkâ”. (Kasas/60) hatta hayrı Esmaü’l Hüsna’dan olarak niteleyen alimlerimiz vardır ki doğrudur. Çünkü bizzat Allah’a izafetle kullanılmıştır, Allah’a isnatla kullanılmıştır. Dolayısıyla O Hayırdır, hayırdan hayır sudur eder. Tüm varlıklar özünde cevherinde hayırdır aslında zaten cevherine irca ettiniz mi varlıklar arasındaki fark ta kalkıyor ki. Tüm görünen varlıkları ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm. Şu görünen varlıkları ta atomuna irca ettiğinizde hepsi vücutça aynı köke dönmüyor mu. Aslında mevcutta farklılaşıyor vücutta değil. Vücuda çevirdiniz mi aynı oluyor. Onun için hayırdır varlıklar.
Peki şer nedir? Özünden kaynaklanmaz cevherinden, arazından kaynaklanır. Ona arız olur şer. Şer onun için görecedir, nisbidir, röletivdir. “Mê ğûlikâ leh’ine “uygun kullanılmayan bir şeyden zuhur eder mesela. Yaratılış amacına uygun kullanılmayan. Yaratılış amacına uygun kullanmadığınızda ondan şer zuhur edebilir. Bir şey niçin yaratılmıştır? İşte şunun için şurda dursun diye, siz bunu buradan alır şuraya koyarsanız zulüm olur. Zulüm eşyayı yerinden etmektir. Hikmet eşyayı yerine koymaktır. Zulmederseniz o orada şer üretmeye başlar. Aslında şer onun kendisinden üremez, sizin onun yerini değiştirmenizden dolayı ürer.
İnsan da öyle değil mi. İnsanı Allah şer olsun diye değil hayır olsun, hatta en hayırlı olsun diye yarattı. Öyle değil mi ahseni Takvîm üzre “Ve-lekâd kerrâmnê benî Adem”. (İsra/70) ademoğluna kat kat ikram ettik.
Peki ne yaptı? İnsan yaratılış amacına aykırı davrandığında başlıyor şer kaynağı olmaya, şer üretmeye. Peki insan şer üretmek için mi yaratıldı? Değil. Şer üretiyorsa insan şerdir diyebilir miyiz. İşte bunu diyemeyiz. Pavlus’yen Hıristiyanlığı bunu dediği için insanlığın başına bela oldu. İslam; İnsan aslen iyidir der, tab’an iyidir der, fıtraten iyidir der. Çünkü Allah’ın üzerinde yarattığı fıtrat iyilik üzeredir, iyi fıtrattır. O sonradan kötüleşir. Terbiye edilmez kötüleşir, yanlış çevre kötüleştirir, yanlış yere konur kötüleşir vs. En iyi bozulunca en kötü olur. Ama Bozulunca. İşte bu manada eşyanın cevherinde yoktur kötülük, ona arız olmuş bir şeydir ve rabbimiz de zaten eşyadan kötülük zuhur etmesin diye bize eşyayı yerli yerine koymamızı ister. Hikmetli davranmamızı ister.
Gece örneğini vermiştim, gece korkutur demiştim. Fakat gecenin içinde korkacak bir şey olup olmadığını bilmiyoruz, zaten korkmamızın sebebi de bilmememiz. Peki burada söylenen “Kul e'ûzû Bi-Râbbil felâk” yani ‘felâk’ aslında gecenin en zifiri vakti, en zifiri gece. Fakat zaten hemen devamında “Ve min şerri ğâsikîn izê vekâb” geliyor, orada işleyeceğiz bu zifiri karanlığı. Fakat biz “Kul e'ûzû Bi-Râbbil felâk” gecenin artık şafağa döndüğü o zifiri vaktinde neden Allah’a sığındığımız üzerinde durursak bilinmeyen tanrılaşmasın diye. Bilinmeyen karşısında insanoğlu acizleşmesin diye. Bilinmeyeni evhama dönüştürmesin diye. Yani o da Allah’ın yaratığı, o da Allah’ın mahluku. Niye hemen çözüldün ey insan, bilmeyince niye hemen böyle kendine karanlığı tanrı ettin, bilinmeyeni tanrı ettin. Hele bir dur, Allah yokmuş gibi bakma, Allah yokmuş gibi konuşma, Allah yokmuş gibi davranma. Eğer varlığın sahibinin Allah olduğuna iman edersen geceden korkmazsın. Çünkü O’nun için gece yok ki, senin için gece var. O’nun için bilinmeyen yok ki, senin için bilinmeyen var. O’nun için görünmeyen yok ki senin için görünmeyen var. Sen görmüyorsun diye O da mı görmüyor. Sen bilmiyorsun diye oda mı bilmiyor.
Peki niye yarattı, o zaman beni korkutma ya Rabbi, ben korkarım, korkar olduğumu sen de biliyorsun dersen, acziyetini anla öğren de haddini bil diye geceyi, bilinmezliği yarattım. Yani havalanma bak gözün sınırlı, kulağın sınırlı, bakışın sınırlı, sen sınırlısın, aciz bir varlıksın, bilmiyorum diye geceden bile korkuyorsun. O zaman niye hava atıyorsun, niye Allah’a baş kaldırıyorsun. Geceden korkanın haline bir bak bir taraftan Allah’a karşı diklenirken öbür taraftan geceden korkuyor. Garipsin ey insan, çok garip. İşte aslında bize söylediği çok şey var sûrede. “Min şerri mê ğâlâk” şerden mahlûka değil Halıka sığın, zımnen bu.
3 Allah'ın fiilleri özünde hayırdır. Bu yüzden şer, Yaratan'a değil yaratılana isnat edilmiştir. Buna rağmen şer yaratılanın cevherinde olan bir şey değildir, ona arız olan bir şeydir. Zira şer esasen görecedir. Yaratılanı mâ hulika leh''ine (yaratılış amacına) uygun kullanmada şer yoktur, onu yanlış kullanmak şerre yol açar. Parçada şer görünen, bütünde hayır görünür. Kulun baktığı yerden şer görünen, Allah'ın bak dediği yerden hayır görünebilir. Yaratılanın şerri, kişinin zifiri bir gecede duyduğu korkuya benzer; aslında bu korkunun gerçek gerekçesi gece değil, bilinmezlik, yani cehalettir. Bir sonraki âyet de zaten bu örneği verir.
“Ve-min şerri ğâsikîn izê vekâb” ve aklı, iradeyi bastırdığı zaman, “izê vekâb” bastırdığı zaman zehirli, zifiri bir karanlığın, cehalet karanlığının şerrinden Allah’a sığınırım de. Tabii o cehalet açılım. Çünkü burada ğâsık; aslında zifiri karanlık manası verilmiş ama içinde zehirlilik var, içinde soğukluk var, korkunçluk var, buz gibi bir karanlık diye çevirebilirim, zehirli bir karanlık diye çevirebilirim, korkunç bir karanlık diye çevirebilirim. İbn-ül Enbari, el Ezdât isimli kitabında bu kelimenin kökünün Türkçe olduğunu söylüyor. Yani Türkçeden Arap diline geçmiş, oradan da Kur’an’a vahyin dilinde kullanılmış bir kelime olarak söylüyor ilginçtir.
Burada kokuşmuşluk ta var bunun anlam alanında. Kokuşmuşluk, zehirlilik, buz gibilik, korkunçluk öyle bir karanlık. Neden bu? Çünkü bilinmiyor. Aslında bilinmezin içinde ne varsa bu karanlığın içinde de o var. Onun için; “Ve-min şerri ğâsikîn izê vekâb buz gibi zehirli bir karanlığın, çöken iyice bastıran karanlığın şerrinden Allah’a sığınırım de.
Burada iradeyi bastıran diye anlıyorum ben. İnsanın içindeki karanlıktan bahsettiğini düşünmek çok daha doğrudur. Çünkü Rabbimizin vahyi, bizim ölümlü tarafımızı değil, ölümsüz tarafımızı dile getirir. Onun eczanesi bizim ölümlü tarafımız için değil, ölümsüz tarafımız içindir. Dolayısıyla iradenin karanlığı, cehalet karanlığı. Cahiliyede onun için cahiliye değil miydi. İçine vahyin doğmadığı bir insan karanlık bir insandır. İçine vahyin doğmadığı bir akıl karanlık bir akıldır. İçine vahiy güneşinin doğmadığı bir kalp karanlık bir kalptir. Dolayısıyla aslında ışığın kaynağı Allah’tır. “Allâh’û Nûrus Semâvâti vel-Ard”. (Nûr/35) Allah semavat ve arzın nûrudur. Onun için Allah’a sırtını dönen karanlıkta kalır. Allah’a yüzünü dönen aydınlanmış olur ve içinden aydınlanmayan da dışını aydınlatamaz. İçinden aydınlanan dışını aydınlatır.
Burada ki ”vav” mesela anlamına alınabilir mi yani bir örnek vereyim; mesela neden Allah’a sığınmak lazım. İşte birincisi bu. Yani zifiri, insanın iradesinin üstüne çöken zifiri cehalet karanlığını içlerinden Allah’a sığınmak lazım diye anlaşılabilir.
4 Buradaki vav, tefsiriyye vurgusuyla "mesela" şeklinde de anlaşılabilir. Bu durumda bu ve devamındaki âyetler, ikinci âyette şerrinden sığınılan varlıklar içinden verilen örnekler olmuş olur.
5 Ğask, "karanlıkla dolup taşmak" kökünden. Gariptir ki Ibnu'l-Enbarî, Türk lisanından geçtiğini rivayet eder [el-Ezdâd). "Kokuşmuşluk, zehirlilik, buz gibi olmak, şiddet" kelimenin anlam alanına dahildir (Zeccâc ve İbn Fâris). Gece, bilinmeyen ve görünmeyenden duyulan korku ve endişeyi artıran unsurdur (Kurtubî). İlk muhataplar geceyi öylesine öcüleştirdiler ki, onu bir tür "şer ilâhı" gibi görmeye başladılar. Dinlenme vakti olarak insana Allah'ın ikram ettiği geceye şer ilâhı rolü yüklemek, hiç şüphesiz akıl ve iradeyi bastıran cehalet karanlığının şerrine maruz kalmaktır.
“Ve-min şerrin neffêsêti fî’l-ûkâd” ve yine düğümlere üfleyenlerin şerrinden Allah’a sığınırım de. Yani Rabbe sığınırım. “Kûl e'ûzû Bi-Rabbil-felak”tan başladı, onun için hep oraya atıf yapacağız. “Ve-min şerrin neffêsêt en neffêsêt” iki manaya da gelebilir. Bunu kelime müennes diye, dişil diye düğümlere üfleyen kadınların şerrinden şeklinde hep anlaşılıyor, Yok. Arap dilinde bu kalıp erkek veya kadını ifade etmeksizin mücerret olarak ta kullanılır. Allame, çünkü “neffêsê”; çoğulun tekili “neffêse”dir. Allame gibidir. Allame kadın için söylenmez, erkek içinde Allame denir. Bugün de kullanılıyor. Bakınız Allame falan, Allame Razi, Allame Şatıbi. Onun için Allame mutlaka kadın olmaz, kadın da olabilir erkekte olabilir fark etmez. Eğer bunun tekili Neffêse ise, Neffêsêt onun çoğulu. Ama kadın için de kullanılabilir erkek içinde kullanılabilir.
Bu nedir aslında; düğümlere üfleyen. Aklın kör düğümleri olmasın bu. Bir üstteki ayeti tefsir ederken andığımız o karanlıktaki aklın kör düğümleri. Eğer bu Neffêsêt’î ille de dişil olarak alırsak karşıt cinsin içindeki kör düğümleri, karanlıkta ki kör düğümleri, karanlık içinde ki, yüreğindeki kör düğümleri üfleyerek onu saptıran, cinsellikle onu yolundan çıkaran kadınların şerrinden veya erkeklerin şerrinden. Çünkü insanların içindeki karanlıkta kör düğümler atmak daha kolay olur. Kadın ve erkek eğer birbirlerine şeytan gibi yaklaşırlarsa, birbirlerinin duygularını karıştırırlar, bulandırırlar. Bu duygu bulandırmaya bir kinaye olmasın? Neden olmasın. En’am/112. ayeti ışığında anlarsak eğer bu ayeti birbirlerine vahyeden insan ve cin şeytanlarından bahseder En’am/112. ayeti.
Tamam cinleri geçtik insan şeytanları birbirlerine nasıl vahy ederler, neyi vahy ederler, yüreklerine neyi fısıldarlar, duygularını karıştırmak için. Niçin yaparlar bunu? İnsanın içindeki duyguları karıştırmak için, insanın duygularını kirletmek için yaparlar. Kadın ve erkek birbirlerinin cinsiyetlerini kullanarak, birbirlerinin duygularını karıştırıyorlarsa tam da felak sûresinin işte bu ayeti o durum içindir. Birbirinin duygusunu karıştırmak.
Göğüslere vesvese verenler bir sonraki Nas sûresindeki 5. ayeti hatırlayalım; “yûvesvisû fî sûdûrin-nês”, (Nas/5) göğüslere vesvese verenler. Nedir bu işte? En’am/112. ayette söylenen şeydir. Yani birbirlerinin duygusunu kirletenler. Aslında içine kör düğüm atıyorlar. Allah düğümleri çözüyor, şeytan düğüm atmaya çalışıyor. Vahiy düğüm çözüyor şeytan düğüm atıyor. Akıl ve kalp, duygu ve düşünce fark etmez.
Buna umut tacirleri de girer, duygu kirletenler de girer. Mesela İnsanların umutlarından yola çıkarak, umut tacirliği yaparak fal bakıyor. Ne de masum duruyor değil mi veya sihir yapıyor, umut tacirliği. Muhabbet muskası yazacakmış, umut tacirliği. Bakın kendince bir düğüm atıyor. Nedir? “Mûkâllibû’l-Kulûb” olanın Allah olduğunu unutmaya ve unutturmaya çalışıyor. Kalpleri evirip çeviren Allah’tır. Kalbi Allah’tan bağımsızlaştırmaya çalışıyor. Kalbin üzerinde Allah’ın otoritesini yok etmeye çalışıyor. Görüyorsunuz değil mi, ne kadar derinlere gidiyor olayın ucu.
Yine kadın ve erkeğin masum cinselliğini kirleten her türlü karşıt cinsin bulandırması ve duygu kirliliği bu çerçeve de anlaşılmalıdır.
6 Veya neffâsâttaki dişilliği cinsiyet mânasında alarak: "Düğümlere üfleyen (kalbin akılla olan düğümünü çözerek erkeği baştan çıkaran) kadınların şerrinden". Ebu Müslim bunu tercih etmiştir (nkl. Râzî). Belirlilik takısıyla gelen en-Neffasât (t. neffase) o gün tüm muhatapların bildiği bir işleme tekabül eder ki, bu da kehanet ve sihirbazlıkla uğraşan kişilerdir. Neffase tıpkı allame gibi her iki cins için de kullanılan bir mübalağa kalıbıdır [Tefsiru Cüz'i-'Amme).
Düğümlere üfleyenler, insanlar arasındaki akrabalık ve muhabbet bağlarını koparmak için karanlık yöntemler kullanırlar. Ne/s, "dili oynatarak tükürür gibi yapıp tükürmeden üflemek" anlamına gelir. Son âyette hasidin iza hased denilerek şerrin isnad edildiği fiil zikredildiği halde, bu âyette neffasati iza nefesne denilmeyerek şer doğrudan faile isnat edilmiştir. Düğümlere üfleyenlerle görünmeyen varlıklar arasındaki ilişkiyi şu âyet bağlamında anlamak gerekir: "birbirlerine vahyeden insan ve cin şeytanları" (73/En'âm: 112). Bu âyet Nâs süresindeki "insanların göğüslerine vesvese verenler" (5) âyeti ışığında anlaşılmalıdır. Bu "düğümler" iç-benin (nefsin) kördüğümleridir ve onlara üfleyenler de duygu ve düşünce dünyasındaki düğümleri ve sorunları çözme iddiasıyla insanları aldatan umut tacirleri ve sahtekarlardır. Ya da insanın şahsiyet ve onurunu, söz ve sebatını dağıtma çabasıdır. Buna, karşıt cinslerin birbirlerinin duygularını, cinselliği kullanarak kirletmeleri de dahildir. Sözün özü: bu, insanın duygularını karıştırma girişiminin her türünü kapsar. Duygu kirlenmesi bunun sonucudur. (Duygu ve düşünce kirliliğinden kurtulmada isti'âze'nin rolü için bkz. Besmele'nin notu, s. 2.)
Evet, “Kûl e'ûzû Bi-Râbbil felâk (1) dedi ya, ben de “e'ûzû Bi-Rabbi” diye devam ederim. Neden? “min şerri hâsidin izê hâsed” haset ettiği zaman. Demek ki haset etmediği zaman hasetçi şerli olmuyor.
İzê hased” Hasedi yönetmek… Ayet hasedin varlığını kınamıyor. Hased herkeste olabilir diyor ama hasedinizi yönetebilirsiniz diyor. “ve min şerri hasidin” ne zaman hasedinden Rabbe sığınalım? Hased ettiğinde… Bu duygu insanın içinde bulunan bir duygu ama insan bunu yönetebilirmiş… Hased Allah'tan razı olmamaktır, itiraz etmektir. Ya Rabbi sen kime neyi vereceğini bilmiyorsun demektir, hased etmek… Evet Sen kime neyi vereceğini bilmiyorsun! Bana sormalıydı. (Haşa) Ona vermemeliydi… Kime vereyim? Bana ver tabi… Hased; Hased ettiğine dua kendine bedduadır. Bir daha söylüyorum. Hased etmek, Hased ettiği kimseye dua anlamına gelir kendine beddua anlamına gelir… Bu böyledir.
Aslında burada hased’in her insanın içinde potansiyel olarak uyuyan bir yılan olduğunu da söylemiş oluyor. Ama bu yılanı uyandırmadığımız sürece sorun yok. Fakat haset yılanı uyanırsa ne oluyor? Sokuyor. Kimi sokuyor? Aslında sırf haset ettiğini değil kendini sokuyor. Onun için haset aslında haset eden için bedduadır, haset edilen için duadır haset. Ve hasedin özünde ne vardır biliyor musunuz, Allah’a; Sen işi bilmiyorsun demek. (Haşa) kime neyi nasıl vereceğini bilmiyorsun demek vardır. Yani ya rabbi sen kime neyi vereceğini bilmemişsin, ben söylüyorum, falana vermemeliydin. Evet, haset budur işte. Haset Allah’ın işine burun sokmaktır, haddini bilmemektir ve özünde Allah’a itirazdır. Çünkü itiraz etmiş oluyor. Hasedin ilacı nedir? Duadır. Hased eden haset ettiğine dua ederse hasedin ilacı bu olur, kurtulmuş olur.
Kıskançlık değildir haset, kıskançlık gayrettir. Gayret ise elindeki değerin kıymetini bilip onun üzerinde titizlenmek ve aşırı titremektir. Tabii aşırı olduğu zaman hastalık derecesine dönüşür. Haset bende yok, onda da olmasın demektir. Bende var, onda olmasın demeye Kur’an lisanında buhul denir, bahıyl. Onun ki benim olsun demeye şuhh diyor Kur’an. Onun ki benim olsun. Bu iki derece daha üstü, daha ötesi, daha alçağı mı demeliydim?
Evet, Dahası gıpta onda var bende de olsun buna gıpta diyoruz. Ben de var onda da olsun, buna sehavet diyoruz, cömertlik. Kur’an lisanında ne neye tekabül eder onu söylüyorum. İsar; benimki onun olsun. Bu da varmış buna isar diyor Kur’an. Dahası da var cuud bende yok ama onda olsun. buna da cuud diyor. Bir dahası var. fakr; Onda yok madem bende de olmasın, benim elimdeki de yok olsun. Buna da fakr diyor.
Aman Allah’ım hepsinin ayrı bir ismi var Rabbimiz bizlere ahlakı hamide versin. Rabbimiz hasedin ve hasetçilerin şerrinden emin etsin. Tüm hasetçilerin şerrinden Alemlerin Rabbi olan Allah’a sığınırız. Gerçekten de haset insanı içerden ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi bitiren en ağır hastalıklardan biridir. Rabbim bizleri muhafaza etsin.
7 Bu ibare "hasedini dışa vurduğunda" veya "hasedine yenildiğinde" şeklinde anlaşılabilir. Bu durumda şerli olan, insanın içinde bir zaaf olarak uyuyan haset duygusu değildir; asıl şerli olan, o duygunun faal hale gelerek sahibinin vicdan ve aklını esir almasıdır.
8 Haset, hasetçinin haset ettiğine dua, kendisine bedduadır. Haset, özü itibarıyla Allah'a itirazdır; kime, neyi, ne kadar vereceğine itiraz. Haset hastalığının ilacı, hasetçinin haset ettiğine dua etmesidir. Haset "kıskanmak" değildir. Kıskanmak, gayrettir. Gayret, elindekini sakınmak, üzerine titremektir. Bu bağlamda yakın kavramların karşılıklarını vermek isabetli olacaktır: Hased: bende yok onda da olmasın. Buhl: Bende var onda olmasın.
Şuhh: Onunki benim olsun. Ğıbta: Onda var bende de olsun. Sehavet. Bende var onda da olsun, îsâr. Benim değil onun olsun. Cûd: bende yok ama onda olsun. Fakr. Onda yok bende de olmasın.
(M.İSLAMOĞLU)
[Ek bilgi; Haset, bir kimsenin hayırlı bir işi veya evi, malı, mülkü, ilmi olsa, o kimseden bunların gitmesini, onda olmayıp, kendinde olmasını istemektir. Onda olduğu gibi kendisinde de olmasını istemek haset olmaz. Buna gıpta etmek, imrenmek denir. Günah değildir.
Haset etmek, Allahü teâlânın takdirini değiştirmez. Haset, bir kalb hastalığıdır. Kalb hastalıkları, ancak ilim ve amel ile tedavi edilir.
Hazret-i Zekeriyya da Allahü teâlâ’nın şöyle buyurduğunu haber veriyor:
(Haset eden kimse, nimetime düşman olan, kazâma kızan, kullarım arasındaki taksimatıma razı olmayan biridir.)
Hasede sebep olan şeyler
1- Düşmanlık.
2- Çekememek.
3- Kibir:
4- Şaşkınlık.
5- Gayesine ulaşamama korkusu.
6- Lider olma sevdası.
7- Kötü huy.
Hasedin amel ile tedavisi şöyledir:
Haset arzularının aksini yapmakla hasedini tahakküm altına alırsın. Mesela, hasmını kötülemek istersen, hemen onu öv, kibretmek istersen tevazu göster, ondan özür dile, şayet vermemeyi teklif ederse, vermeye gayret et! Yapmacık da olsa tatlılık, kini ortadan kaldırır ve gönülleri birbirine bağlar. Bu sayede kalb, haset hastalığından kurtulur. Haset edilen kimse, senin böyle zoraki yaptığını bilse de, yine memnun kalır ve seni sevmeye başlar, bu sûretle karşılıklı sevgi başlar ve haset hastalığı da kaybolur. Çünkü tevazu, övmek ve sevgisini bildirmek, karşısındakine etki ederek onu sever. Zoraki yaptığı iyilikler, zamanla huy haline gelir. Böylece hasetten kurtulmuş olursun. (Mehmet Ali Demirbaş)]
{ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn. (Yunus/10)}