FELAK SURESİ


Ayet Getir
113-FELAK 3. Ayet

وَمِن شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ

Ve min şerri gâsikın izâ vekab(vekabe).

Bayraktar Bayraklı

(2-5) Yarattığı her şeyin şerrinden, kapladığında karanlığın şerrinden, düğümlere üfürenlerin şerrinden, haset edenin haset ettiği zamanki şerrinden.


Edip Yüksel

“Çöktüğü zaman karanlığın şerrinden.”


Erhan Aktaş

Ve çöktüğü zaman karanlığın1 şerrinden, 1- Ayette gece sözcüğü yer almamaktadır. Bu karanlık gecenin karanlığı olabileceği gibi mecazen cehaletin karanlığı anlamına da gelmektedir. Ve korkulması gereken en koyu karanlık da cehalet karanlığıdır. Cehalet, yalnızca bilgisizlik demek değildir; aynı zamanda gerçeğin dışında bir şeye inanmak ve doğru olanın, hakkın tersini yapmaktır.


Muhammed Esed

ve bastıran kapkara karanlığın şerrinden,


Mustafa İslamoğlu

Ve (aklı-iradeyi) bastırdığı zaman zehirli-zifiri bir (cehalet) karanlığının şerrinden!


Süleyman Ateş

Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,


Süleymaniye Vakfı

bastırdığı zaman gecenin[*] şerrinden,


Yaşar Nuri Öztürk

Çöktüğü zaman karanlığın/gelip çattığı zaman göz perdelenmesinin/tutulduğu zaman Ay'ın/battığı zaman Güneş'in/taştığı zaman şehvetin/soktuğu zaman yılanın/ümit kırdığı zaman musibetin şerrinden!


Ayetin Tefsiri

İstiaze hadisesinde üç unsur vardır:

1. Sığınan,

2. Kendisine sığınılan,

3. Kendisinden sığınılan.

Korunan, koruyan ve kendisinden korunulan. Korunan güçsüzdür, korunmaya muhtaçtır, sığınmaya muhtaç olandır. Koruyan, yani kendisine sığınılan, kendisinden korunma talep edilen varlık da güçlüdür. Kendisinden korunulan, sığınılan varlık da şerrinden, zararından korkulandır. Korktuğu şeyden bir varlığa sığınan, o varlıktan kendisini korumasını isteyen kişi, sığındığı varlığın korunmak istediği varlığa karşı güç yetirebileceğine ve kendisini onun şerrinden koruyabileceğine inanmıştır. İslâm’da, İslâm inancında kendisine sığınılan varlık, sığınan varlıktan güçlüdür. İslâm’da sığınan mü’mindir, korunan mü’mindir, kuldur; kendisine sığınılan, koruyan da Allah’tır. Çünkü Allah herkesten ve her şeyden güçlüdür. Allah mutlak güç ve kudret sahibidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin boyunlarındaki kulluk ipinin ucu elinde olandır Allah. Onun içindir ki mü’min ancak tüm varlıkların sahibi olan Allah’a sığınır, O’na güvenip dayanır.

Şirk inancında ve küfür mantığında ise korunan puttur, koruyan ise o puta tapan insanlardır. Yani sığınan tanrıdır, tanrılardır, sığınılan da kullardır. Put aslında kendisini koruyamayacak kadar güçsüzdür, onu kulları korumaktadır. İşte görüyoruz put yapıyorlar ve onu koruma kanunları çıkarıyorlar. Veya bir düzen koyuyorlar, tapınıyorlar ona, ama bu düzeni kendi kendisini koruyamayacak kadar güçsüz gördükleri için de onu koruma kanunları çıkarıyorlar. Onu korumayı kendi üzerlerine alıyorlar. Şirk mantığını, küfür mantığını gerçekten anlamak mümkün değildir. Eğer bu put kendi kendini korumaktan acizse niye ona tapınıyorsunuz? Niye onu tapınmaya lâyık görüyorsunuz? Yok eğer gerçekten güçlü birisiyse neden onu korumaya çalışıyorsunuz? Bırakın korusun kendi kendini. Bakıyoruz birileri bir yerlere giderken etraflarında güçlü güçlü korumaları var. Koruduklarının yasalarına tapınıyor adamlar. Bakın bu koruyanların da, korunanların da, tapınanların da tapınılanların da durumlarını anlatırken Rabbimiz Hac sûresinde şöyle buyurur: “Ey İnsanlar! Bir misâl verilmektedir, şimdi onu dinleyin: Sizlerin Allah’ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamayacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de, istenen de aciz!” (Hac 73)

Bakın bu âyet-i kerîmede anlatıldığına göre adamlar tapınmak için put yapıyorlar, onları korumak için odalara koyup kapılarını sıkı sıkı kilitliyorlarmış. Sonra anahtar deliğinden giren bir sinek putun burnundan bir bal parçası koparıp kaçıyormuş. Allah diyor ki o putlar kendi vücutlarından bir sineğin parça koparmasına bile engel olamıyorlar. Koparan da aciz, koparılan da. Tapınan da aciz, tapınılan da. İşte şirk mantığı. Kendini bile korumaktan aciz, kullarının korumasına muhtaç bir puta tapınıyorlar zavallılar.

Yâsîn sûresinde şöyle buyurur Rabbimiz: “Allah'ı bırakıp da kendilerine yardımı dokunur diye, başka tanrılar edindiler. Oysa onlar yardım edemezler, ancak kendileri o tanrılara koruyuculuk için nöbet beklerler.” (Yâsîn 74,75) Evet bırakın o putlarının, o tanrılarının kendilerini korumalarını aksine onlar onlara gönüllü ordudurlar, diyor Rabbimiz. Aslında korunmaya muhtaç olanlar, koruyanlardan daha zayıftır. Ama: O Allah ki tüm kullarını koruyandır, kendisi kulları tarafından korunmaya muhtaç olmayandır. O Allah ki, tüm varlıkları, tüm kullarını doyurandır, kendisi doyurulmaya muhtaç olmayandır. Çünkü Allah göklerde ve yerde tek Velî’dir. Tüm varlıklar O’nun velâyeti altındadır. Tüm varlıklar O’nun hıfz-u emanındadır. Bakıyoruz dünyada insanların velî kabul edip, kararlarına boyun büktükleri, kanunlarını uygulamaya çalıştıkları, arzularını yerine getirmeye çalıştıkları insanlar kendilerine bel bağladıkları varlıkları, velâyeti altındaki kullarını, kölelerini, vatandaşlarını korumak, doyurmak ve beslemek şöyle dursun, onlardan korunmak istemek durumundadırlar. Bırakın onları doyurup beslemelerini, bu yapay tanrılar ve tanrıçalar hep kullarından beslenmek durumundadırlar. Kullarını korumak şöyle dursun kullarının korumasına sığınmaktadırlar. Kullarından aman beni koruyun! Aman beni yıkmak isteyenlere karşı beni koruyun! Beni yaşatın, beni ihya edin, beni canlı tutun, beni gündemde tutun diye onlardan korunma talep etmektedirler. Öyle değil mi? Hiçbir Firavun kullarından, metbularından vergi almadıkça ayakta duramaz. Hiçbir Firavun kullarından destek almadıkça hayatta kalamaz. Hiçbir put kendisine tapınanlardan, kullarından kendisine bir mozole istemedikçe, bir anıtkabir, bir piramit istemedikçe asla tapınılmaya değer görülemez. Hiçbir sistem, bağlılarından oy istemedikçe, kullarından kabul istemedikçe yaşayamaz. Hiçbir kanun, hiçbir yasa, hiçbir yönetmelik, hiçbir âdet, hiçbir töre, hiçbir moda, bağlılarından talep görmedikçe yaşayamaz.

Evet tüm yapay tanrılar, tüm sahte veliler hayatlarını sürdürebilmek için hizmetçilerine, kullarına, metbularına muhtaçtırlar. Kullarına ihtiyacı olmayan, tüm kullarının kendisine muhtaç olduğu velî sadece Allah’tır. O Allah ki kimsenin yardımına, kimsenin desteğine muhtaç değildir. Evet koruyan Allah’tır. Mü’min sadece Allah’a sığınmalı, sadece O’na güvenmeli, sadece O’ndan yardım dilemelidir. Çünkü kendisine sığınılacak tek varlık Allah’tır. Felâkın Rabbine sığınırım de. Felâkın Rabbi ifadesinin pek çok manası vardır:

1. Felâk, yarıp çıkaran, çatlatıp ortaya çıkaran anlamınadır. En’âm sûresi bu manayı anlatır: “Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah’tır; ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır. İşte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz?” (En’âm 95) Bakın sizin sadece kendisine sığınmanız gereken Allah taneyi, çekirdeği, tohumu yaran, çatlatan ve ondan hayat fışkırtandır. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarandır o Allah. Sizin toprağa attığınız ölü bir tohum, ölü bir çekirdek Rabbinizin emri ve izniyle ölülüğünü kaybediyor ve ondan diri çıkarılıyor. Bu olay gerçekten üzerinde düşünülmezse çok önemsiz bir olay gibi değil mi? Ama Rabbimizin bu âyeti üzerinde uzun uzun düşündüğümüz ve kafa yorduğumuz zaman bunun ne kadar büyük bir hadise olduğunu anlarız. Söyleyin bakalım Allah’tan başka bu küçücük çekirdekten, hem de ölü bir çekirdekten böyle hayat fışkırtan başka birileri var mı? Allah’tan başka hayat konusunda söz sahibi birileri var mı? Böyle küçücük bir tohumun, küçücük ölü bir çekirdeğin içine koskoca bir ağacı sığdıran başka birileri var mı? Bu ölüden dirilik ve canlılık çıkaracak başka birileri var mı? Küçücük bir spermanın içine koskoca bir insan yerleştirebilecek Allah’tan başka birileri var mı? Bir tek ölü çekirdeğin içine tonlarla meyveyi yerleştirebilecek birileri var mı? Bunu düşününce insan gerçekten bunun çok büyük bir âyet olduğunu ve Allah’tan başka bunu beceren hiç kimsenin olmadığını ve bunu beceren Allah’ın gerçek Rabb ve İlâh olduğunu ve sadece kendisine sığınılması gereken tek varlık, tek velî olduğunu, O’nun dışında her şeyin ve herkesin boş olduğunu anlayabilecektir.

Vakıa sûresinde Rabbimiz bu hususu şöyle anlatır: “Söyleyin, ektiklerinizi yerden bitirenler sizler misiniz, yoksa Biz mi bitiriyoruz? Dilesek Biz onu çerçöp yaparız, şaşar kalırsınız da şöyle dersiniz: “Doğrusu borç altına girdik, hattâ yoksun kaldık.” Evet Rabbimiz soruyor. Söyleyin bakalım ektiklerinizi yerden siz mi bitiriyorsunuz? Söyleyin bakalım toprağın altına attığınız tohum hakkında ne dersiniz? Onu çıkaran, onu bitiren, onu canlı hale getiren siz misiniz? Onu toprağın altına atmaktan başka ne gibi bir müdahaleniz var sizin? Ne yapabiliyorsunuz bunun dışında? O’nu bitiren Biz değil miyiz? Ona hayat veren Biz değil miyiz? Dilesek Biz onu çerçöp haline getiririz de sizler de üzüntüden ne yapacağınızı bilmez bir vaziyette şaşırıp kalırsınız ve sonunda: “Eyvah! Yaptıklarımız masrafların tamamı boşa gitti! Bir sürü borç altına girdik! Mahvolduk” diyerek avuç ovalamaktan başka hiçbir şey yapamazsınız. Evet yararak, çatlatarak hayat veren, yaratan, ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkaran Allah’tır. İndirdiği yağmurla ölü toprağı dirilten, ölü tohumu çatlatan Allah, aynen bunun gibi indirdiği vahiyle de ölü kalpleri diriltir. İndirdiği vahiyle Rabbimiz ölülerden diriler çıkarır, kâfirlerden mü'minler oluşturur. Ya da öldükten sonra kıyâmet günü insanları, sizleri öylece diriltip yeniden hayat verecektir. Şüphesiz ki o her şeye Kâdirdir. Yani iradesini her neye tevcih buyurmuşsa o anında vücuda geliverir.

İşte böyle ölüden diriyi çıkaran Allah’tır. Az evvel anlatılan çekirdek örneğinde olduğu gibi ölüden diriyi çıkarır Allah. Veya ölü bir insandan diriyi çıkarır, diri bir insandan da ölüyü çıkarır. Kâfirden mü’mini, mü’minden de kâfiri çıkarır. Kâfir, Kur’an’ın ifadesiyle ölüdür. Allah’tan, Allah’ın rahmetinden, kitaptan, peygamberden ve bunlar vasıtasıyla Allah’ın yeryüzünde açtığı rahmet kapılarından istifade edemeyen kişi ölüdür. Kalbi çoraktır, kaskatıdır onun. Tıpkı yağmurdan, rahmetten mahrum olan bir toprağın ölülüğü gibi. İşte böyle bir ölüyü mü'min yaparak ondan diriyi çıkardığı gibi, diriden de bir kâfir çıkarabilir Allah. Veya vahiyle tanışamamış bir toplum da ölüdür. Böyle bir toplumu sahâbe toplumu gibi vahiyle tanıştırarak bu ölülerden melekleri bile geride bırakacak diriler çıkarır Allah. Çünkü vahiy rahmettir, peygamber rahmettir. Veya meselâ Nuh (a.s)’un iman etmeyen oğlu gibi diri ve mü'min bir babadan ölü bir oğul çıkardığı gibi, Hz. İbrahim’in babası gibi ölü bir kâfirden diri bir İbrahim çıkarabilir Allah. Ya da Zekeriya (a.s) gibi yüz yaşını aşkın birinden üstelik de kısır bir hanımdan Yahya gibi bir diri çıkarır Allah. Veya işte bir zamanlar yok iken var edilen bir mevcudat. Ölüyken, yok iken yeryüzünde hayat sahnesine çıkarılıp var edilen tüm mevcudat. Yoktu varlık, yoktu insanlar, yoktu semalar, yoktu arz, yoktu güneş, yoktu ay, yoktu yıldızlar da yokları var etti Rabbimiz. Yokluktan bir varlılar âlemi çıkardı. Kupkuru topraktan Âdem’i yaratan O’dur. Kupkuru topraktan varlıklara hayat veren O’dur. Var olanları da sonunda öldürerek diriden de ölüyü çıkarıyor Rabbimiz. Canlı, cıvıl cıvıl, hayat dolu bir insan sonunda ölüyor. Hayat bitiyor. Dipdiri bir güneş batıyor.

Yemyeşil bir tabiat ölüm döşeğine yatıyor. Dipdiri hayat fışkıran bir yıldız batıp, kaybolup gidiyor. Dipdiri bir gençlik bitiyor ve nihâyet bir gün gelecek ki tüm hayat bitecek. İşte böyle bir Allah sizin kendisine sığınmanız gereken tek Rabbinizdir. İşte Rabb olmaya lâyık olan, hayat programı belirlemeye, kullarının hayatına kanun koymaya yetkili olan, sizin boyunlarınızdaki kulluk ipinin ucu elinde olan ve sadece kendisini dinlemeniz gereken Rabbiniz O’dur. Hal böyleyken nasıl oluyor da O’nu hayatınızda diskalifiye ederek başkalarına sığınabiliyorsunuz? Nasıl oluyor da böyle bir Allah’a kulluk dururken başkalarına kulluk edebiliyorsunuz? Nasıl oluyor da böyle bir Allah’ın kitabını, böyle bir Allah’ın yasalarını bir kenara atarak başkalarının yasalarını uygulamaya kalkışıyorsunuz? Tüm dünya birleşse kupkuru bir çekirdekten bir ağaç çıkarabilir mi? Tüm dünya birleşse ölü ve kupkuru bir çöle hayat verebilir mi? Tüm dünya birleşse ayı, güneşi yıldızları yaratabilir, yahut yok edebilir mi? İşte bütün bunları yaratan Allah’tır ve sözü dinlenecek, hatırı kazanılacak, kendisine sığınılacak ve hayat programı uygulanacak yegâne varlık O’dur. Böyle bir Rabbiniz varken ey insanlar neden başka Rabler aramaya, bulmaya ve boyunlarınızdaki ipin ucunu onlara vermeye çalışıyorsunuz?

Yine aynı sûrenin bir sonraki âyetinde de Rabbimiz sabahı yarıp çıkaran olarak kendisini anlatır: “Tanyerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve Ay’ı vakit ölçüsü kılandır. Bu güçlü olanın, bilenin nizamıdır.” (En’âm 96) Evet gece, gündüz, ay, güneş hepsi de Allah’ın âyetleridir. Hepsinde de ölçülü bir yasa koymuştur Rableri. Bunların hiç birisi tesadüfî değildir. Hiçbirisi oyun ve eğlence olarak var edilmiş değildir. Bunların hepsi Allah’ın koyduğu yasalara boyun büküp teslim olmuşken siz kimin yasalarına boyun büküp teslim oluyorsunuz? Siz kimi Rabb bilip sığınıyorsunuz? Kimin koruması altına girmeye çalışıyorsunuz?

Bakmıyor musunuz? Görmüyor musunuz? Gözlerinizin önünde her gün geceden söküp sıyırarak sabahı yaratan O’dur. Sabahı geceden söküp çıkaran Allah’tır. Rabb ve İlâh olmaya, kullarının hayat programını belirlemeye, kulları üzerinde egemen olmaya lâyık olan Allah, görüyorsunuz ki geceden sıyırarak soyutlayarak sabahınızı çıkarıyor. Toprağın altından toprağı yararak tohumu filizlendirdiği gibi. Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkardığı gibi gecenin karanlıkları arasından aydınlığı söküp çıkarıyor. Eğer Rabbiniz sizin için bunu yapmasaydı kim yapabilirdi bunu? Kim kovabilirdi geceyi ve kim getirebilirdi gündüzü? Kimin gücü yetebilirdi buna? Sizlerin şu anda sığınmaya ve teslim olmaya çalıştığınız yeryüzü tanrıları becerebilir miydi bunu? Yeryüzünde tanrılığa soyunanlar, yeryüzünde egemenlik hakkı bizdedir diyenler, bizim hayatımıza Allah karışmaz diyenler, hayatı biz biliriz, hayatı biz düzenleriz diyerek kendi yasalarını Allah yasalarının önüne geçirmeye çalışanlar üzerinde biraz düşünmemiz gerekmiyor mu? Acaba bu insanlar doğru mu söylüyorlar? Acaba bu insanların gerçekten yığınlar üzerinde egemenlik hakları var mıdır, yok mudur? Bu konuda beş dakikalığına bir düşünelim. Allah için bir düşünelim. Acaba bu yeryüzü tanrıları Allah’ın bu âyetlerine ne kadar müdahale edebiliyorlar? Güneşe, aya, geceye, gündüze ne kadar etkililer? Güçleri, kuvvetleri, etkileri nedir bu insanların?

Acaba şu anda güneşe söz geçirebiliyorlar mı? Meselâ mesaimiz henüz bitmedi diye beş dakikalığına güneşi durdurabiliyorlar mı? Veya bir beş dakikalığına geceyi uzatabiliyorlar mı? Hani bunu becerebilen birileri varsa onlara da minnet duyup, onlara da sığınıp kulluk yapalım. Eğer bunu becerebilen birileri varsa tamam onların yasalarını da uygulayalım, onları Rabb bilelim, onları da İlâh bilip onların da çektikleri yere de gidelim. Var mı böyle Rabb olmaya, İlâh olmaya lâyık birileri? Yoksa, nasıl oluyor da bu adamlar yeryüzünde insanlara karşı ulûhiyet iddiasında bulunabiliyorlar? Nasıl oluyor da egemenlik bizdedir, hâkimiyet bizdedir demeye çalışıyorlar? Nasıl oluyor da yeryüzü tanrılığına soyunuyor bu adamlar? Nasıl oluyor da Allah’ı hayata karıştırmamaya çalışıyor bu adamlar? De ki ey peygamberim, sizler de deyin ey peygamber yolunun yolcuları, “biz Felâkın Rabbine sığınırız.” Adem’i yokluktan, insanı ana rahminden, yağmuru bulutlardan yarıp çıkaran, dağları yararak pınarları çıkaran, arzdan tohumları yarıp çıkaran, denizi yarıp ondan kullarını, İsrâil oğullarını sağ salim karşı tarafa çıkaran, bizi karanlıklardan, küfürden, şirkten İslam’ın aydınlığına çıkaran, Müslümanların önüne konulan doğum kontrolü yutturmacalarını yarıp tüm bu propaganda denizlerine rağmen analarımızı koruyup rahîmlerde boğulmadan bizi sağ salim çıkarıp dünyaya getiren, bizi dinden, imandan etmek için kâfirlerin hazırladıkları tüm eğitim barikatlarını, tüm küfür filelerini yarıp bizi şu anda Müslüman olarak sahil-i selâmete çıkaran, öldükten sonra toprak olup unutulup gitme kahrından kabirleri yararak bizi kurtaran ve nihâyet sonunda da inşallah sıratı yararak, cehennemdeki korkunç kuyulardan geçirerek bizi cennete ulaştıracak olan Rabbimize sığınıyoruz. Hâsılı Felâk ile ne kastedilmişse hepsinin Rabbi olan Allah’a sığınırız. Zaten bundan sonraki âyette gelecek O’nun olan her şeyden O’na sığınırız.

2. “Yaratıkların şerrinden,”

Tüm yaratıkların, tüm varlıkların şerrinden Allah’a sığınırız. Aslında yaratılmış varlıklardaki şerri yaratan, onlara bu konuda izin veren, bunun yasasını koyan da Allah’tır. Ama Allah’ın yarattığı şerlerden Allah’a sığınırız diyerek şerri Rabbimize izafe etmemizi Rabbimiz istemediği için böyle diyoruz. Bu âyette mahlukâtın şerri genel olarak zikredilmiş ama bundan sonraki âyetlerde ayrıca özellikle şunların, şunların şerrinden Allah’a sığınırız diye bazı şerliler önemine binaen bir daha vurgulanacaktır. Bildiğimiz bilmediğimiz tüm yaratıkların şerlerinden o varlıkların sahibi olan, onların tümü üzerinde egemen olan, söz sahibi olan, onların tümünün ipleri elinde olan Allah’a sığınırız. Maddî, manevi, dünyevî, uhrevî, afakî, enfüsî, ins, cin, şeytan, nefis, hayvanat, haşarat, mikrop, küfür, şirk, nifâk, günah, zulüm, cehennem, ateş, üzüntü, keder, noksanlık, dert vs. gibi içimizden ve dışımızdan gelebilecek her türlü şerden Allah’a sığınırız. Rabbimiz tüm mahlukatının şerrinden kendisine sığınmamızı, kendisinin koruması altına girmemizi emrediyor.

Evet tüm varlıkların şerrinden Allah’a sığınacağız. Peki varlıkların, yaratıkların bizim için şer, ya da hayırlı oluşunu nasıl anlayacağız? Bu konuda önce şu genel kaideyi bir söyleyelim. Bir varlığın bizimle ilgisi, bir şeyin bizim dünyamızda oluşu eğer bizi cennete götürüyorsa, cennete götürücü bir özelliğe sahipse o varlık bizim için hayırlıdır. Yok eğer bir varlıkla beraberliğimiz bizi cehenneme götürüyorsa o varlığın hayatımızda varlığı bizim için şerdir. Kadının, erkeğin, babanın, ananın, evlâdın, arkadaşın, eşyanın, evin, arabanın, dükkanın, servetin, paranın varlığı, bizimle beraberliği eğer bizi cennete sevk ediyor, bizim cennetimize sebep oluyorsa, o bizim için hayırlıdır. Ama bunların bizim hayatımızda varlığı bizim cennetimize engelse, o zaman, işte o zaman bunlar bizim için şerdir, bunlardan uzaklaşıp Allah’a sığınacağız. Böyle genel bir sığınma emrinden sonra Rabbimiz sûrenin bundan sonraki âyetlerinde özellikle de şunlardan, şunlardan bana sığının diyerek sığınmamız gerekenleri anlatacak:

3. “Bastırdığı zaman karanlığın şerrinden,”

Vegab olduğu zaman, kapladığı zaman, girip daldığı zaman, bastırdığı veya battığı zaman karanlığın, gecenin şerrinden de Allah’a sığınırım de. Çünkü gece her şeyi örttüğü için bütün kötülükler gece işlenir. Düşmanlar gece harekete geçerler. Rasulullah efendimizin vücudunu ortadan kaldırmayı planlayanlar da onu kimin öldürdüğü belli olmasın diye geceyi seçmişlerdi. İnsanlara zarar verici tüm zararlı hayvanlar da gece harekete geçerler. Onun içindir ki gecenin şerrinden, gece harekete geçen zararlı varlıkların şerrinden kendisine sığınmamızı emretmektedir. Böylece bildiğimiz, bilmediğimiz tüm şerlerden Rabbimize sığınmış oluyoruz. Buradaki “ğasıkın iza vekab”a insanın içini saran, kaplayan onu tahrik eden şehvettir demişler. Veya insanın ruhuna gam, keder gibi herhangi bir şey ilka eden kara şey, kara sevda demişler. İnsanların ruhlarını karartan, imanlarını yok etmeye çalışan karanlık taraftarı, karanlıktan hoşlanan karanlık dünyanın insanları var ya, onların şerlerinden de Allah’a sığınacağız. Allah’ın nûr olan, ışık olan, aydınlık olan kitabının okunmasına, öğrenilmesine, eğitimine engeller koyarak insanların dünyalarını karartmaya çalışan kara ruhluların şerlerinden de Allah’a sığınacağız. İşte Rabbimiz bu ifadesiyle neyi kastetmişse, onların tümünün şerrinden de Felâkın Rabbine sığınırız. Başka?

4. “Düğümlere nefes edenlerin (büyücülerin) şerrinden,”

“Ukde” ip demektir, “ukad” da ipler demektir. “Nefese” de üfürmek, üflemek demektir. Neffase de onun çoğuludur. Öyleyse iplere, düğümlere üfürenlerin, üfleyenlerin şerrinden de Felâkın Rabbine sığınırım de. Âyetin, anlayabildiğimiz kadarıyla birkaç manası var:

1. Âlimlerimiz buradaki ipler üzerine üfüren, düğümler üzerine üfleyenlerden kastın sihirbazlar olduğunu söylemişler. Çünkü sihir unsurları ipler ve bu iplere atılan düğümlerdir. Sihirbazlar iplere düğüm atarak üfürürler. Evet tüm üfürükçülerin tüm sihirbazların şerlerinden kendisine sığınmamızı istiyor Rabbimiz. Nitekim Buhari’nin rivâyet ettiği hadislerinde Rasulullah efendimiz kendisine sihir yapıldığı zaman Cebrâil’in kendisine gelerek bu sûreyi okumasını tavsiye ettiğini anlatmaktadır. Biz de onların şerlerinden Rabbimize sığındığımız zaman onların bize yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Bakara sûresinde, Cin sûresinde cinlerin Allah’a sığınan kişiye yapabilecekleri hiçbir şeyin olmadığı anlatılır.

2. Gönüllerdeki düğümlü azimler, tutkular, mefkureler, hedefler, kuruntular ki, onların şerlerinden de Allah’a sığınacağız.

3. Buradaki “Neffasat” kelimesi müennes bir kelime olduğu için kadınların cinsel cazibelerinin, hile ve tuzaklarının yüreklere işleyen füsunkar tesiri olduğu söylenmiştir. Öyleyse şu piyasada erkeklerin kalplerine şehvetler üfürerek onları etkileri altına almaya çalışan, insanları baştan çıkarabilmek için şeytanın oltasına solucan olmuş kadınların şerlerinden de Allah’a sığınacağız. Tıpkı sihir gibi onların da erkeklerin azim ve iradelerini etkileme güçlerinin olduğunu, binaenaleyh onların şerlerinden de kendisine sığınmamızı istiyor Rabbimiz.

4. Nefese kelimesinin çoğulu nüfus ve cemaatlerdir. Öyleyse insanlara kendi görüşlerini, kendi gruplarını, kendi ideolojilerini üfleyen, onları Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün sünnetinden uzaklaştırarak kendi gruplarına, kendi kitaplarına, kendi anlayışlarına çekmeye çalışan, onların iradelerine düğümler vuran, şunları şunları okumayacaksınız, şunları şunları dinlemeyeceksiniz diyerek onların düşüncelerine ipotekler koymaya çalışan cemaatlerin şerrinden de Allah’a sığınmamız emrediliyor.

5. Veya insanlara küfür ve şirk inançlarını üfürüp onları Allah’a kulluktan koparmaya, kendilerine kul-köle edinmeye çalışan, küfrü ve şirki empoze etmeye, körpe dimağlara pislik üfürerek onları etkilemeye çalışan materyalist eğitim sistemlerinden de hem kendimizi, hem de çocuklarımızı koruyarak Allah’a sığınmamız emredilmektedir.

6. Veya insanlara Allah’ın diniyle uzaktan ve yakından hiçbir ilgisi olmayan resmî bir din empoze etmeye çalışan zalim sistemlerin şerlerinden de Allah’a sığınmamız emredilmektedir. Önce insanların dine girmemeleri için, insanların kitaplarıyla tanışmamaları için engeller koyuyorlar. Her taraftan kapatıyorlar o yolu. Din eğitimini yasaklıyorlar. İnsanların Kitap ve Sünnet duyma yollarını kapatıyorlar. Böylece insanlara dini duyurmayarak onları Allah yolundan alıkoymaya çalışırlar. İnsanları kitaplarından uzaklaştırmaya çalışırlar. Eğer tüm bu yasaklamalara, tüm bu engellemelere rağmen yine de insanlar Allah’ın diniyle, Allah’ın dininin temel kaynakları olan Kitap ve Sünnetle tanışmaya yönelmişlerse, bu yönelişin önüne geçemeyeceklerini anladıkları zaman da hemen onların karşısına resmî bir din çıkarıp, resmî din dersi programları oluşturup, din dersi kitapları hazırlatıp: “Din mi istiyorsunuz? Din eğitimi almak mı istiyorsunuz? Alın size din! Alın size din eğitimi! Alın size din dersi kitapları!” Diyerek Allah’ın diniyle uzak ve yakından hiçbir ilgisi olmayan din programları sunarlar. Sundukları bu programlarla, empoze ettikleri bu din dışı dinlerle insanların dengelerini bozarlar. İşte burada bunların şerlerinden de Allah’a sığınmamız emrediliyor. Bunlardan da Allah’a sığınacağız inşallah.

Veya kendileri dinden habersiz kimi zavallı hoca efendiler de Allah’ın kulları Kitap ve Sünnete yönelmesinler diye sanki ısrarla Kitap ve Sünneti gündeme getirmeyerek, insanları Kitap ve Sünnete yönlendirmeyerek, ölmüş bir takım salih kişileri öne sürerek, onların anma törenlerini düzenleyerek, onları gündemde tutarak insanların dikkatlerini o noktaya çekmeye çalışmaktadırlar. Evet böylece insanlara üfürdükleri, empoze ettikleri bu yanlış üfürüklerle insanların dinleriyle, dinlerinin temel kaynaklarıyla tanışmalarını engellemektedirler. Bunların şerlerinden de Allah’a sığınacağız. Hâsılı insanlara bir şeyler üfürerek, bir şeyler empoze ederek onların ruh ve beden dengelerini bozmaya çalışan her şeyden Allah’a sığınacağız.  Meselâ sokakta gayr-i İslâmî kılık kıyafetiyle gençlere şehvet üfürüp onların dengelerini bozmaya çalışanların şerrinden, veya karnı aç bir insana bir şeyler üfürerek onların dengelerini bozmaya çalışan vitrinlerin şerrinden de Allah’a sığınacağız.

İhtiyacı olmadığı halde ihtiyacı olmayan ürünleri reklâmlarla insanların beyinlerine sokmaya çalışanların, böylece insanların ruh-beden dengelerini bozmaya çalışanların şerrinden de Allah’a sığınacağız. Onlar da insanların ruh-beden dengesini bozarlar değil mi? Meselâ şu anda insanlara küfür ve şirkten başka hiçbir şey empoze etmeyen şeytan vahiylerinin, televizyon programlarının yaptığı bundan başka bir şey değildir. İnsanları Allah’a kulluktan uzaklaştıran, insanlara âhireti unutturan, insanları dinlerinin temel kaynakları Kitap ve Sünnetten uzaklaştıran şeylerin tümünden uzaklaşacağız ve Allah’a sığınacağız. Başka?

5. “Haset ettiği zaman hasetçilerin şerrinden,”

Haset ettiği zaman, yani gönlündeki hasedini açığa vurduğu, hasedini gündeme getirip uygulamaya koyduğu zaman, hasedinin gereğini gerek fiilî, gerek kavlî icra etmek için harekete geçtiği zaman hasidin şerrinden de Allah’a sığınacağız. Yani onu kalbinde saklayarak zararsız halde tutmaktan vazgeçip eyleme geçirmeyi planladığı zaman hasidin şerrinden de Felâkın Rabbine sığınırım de. Artık hasetle gözü dönmüş o kişinin karşısındakine yapamayacağı yoktur. Onun içindir ki hasidin hasedinin gereğini yapmaya yöneldiği anda bizim onun şerrinden kendisine sığınmamızı istiyor Rabbimiz. Çünkü insanların gönüllerinde saklı olanları en iyi bilen Allah’tır ve bilmediğimiz şeylerin şerlerinden kendisine sığınılmaya en lâyık olan da O’dur. Dikkat ediyor musunuz? Rabbimiz kitabının son bölümünde biz kullarını hasetle uyarmaktadır. Anlıyoruz ki Kur’an’ın tümünü yaşayan, Kur’an’da Allah’ın kendisinden istediği kulluğun tümünü icra eden Müslüman yine son olarak hasetle karşı karşıyadır, hasetle uyarılmaktadır. Yani Kur'an-ı Kerîm’i baştan sona anlayıp, iman edip Allah’ın her bir âyetinde istediklerini uygulayarak tatbik etmeye muvaffak olsa da bir Müslüman, Kur'an onu son olarak hasetle uyarır.

“Haset ettiği zaman hasidin şerrinden Allah’a sığınırım de.”

Haset nedir acaba? Rabbimiz kitabının en sonunda bizi onunla uyardığına göre, Rasulullah efendimiz de hadislerinde ısrarla bizi ondan menettiğine göre acaba nedir haset? Haset, dışımızdakinin taşıdığı sıfatların tümünün veya bir kısmının onda olmamasını, ondan alınmasını veya onda olmasını istemektir. İslâm, teslimiyet, din, kulluk, Müslümanlık, takva ve teslimiyet adına onda olan şeylerin onda olmamasını istemek, yahut da günah, isyan, ilhad adına onda olanların onda olmasını, onda devam etmesini istemektir haset. Yani Allah’ın sevdiği ne kadar güzel haslet varsa onların tümünün o kimseden alınmasını, Allah’ın sevmediği ne kadar kötü sıfat varsa onların da onda devamını istemektir. Karşımızdakinin sahip olduğu güzel nîmetlerin zail olmasını, telef olmasını istemektir haset. Meselâ eğer karşımızdaki zenginse, Allah kendisine bolca mal, mülk vermişse ve o kişi de malla ilişkisini Allah’ın istediği gibi ayarlıyor, kazanacağı ve harcayacağı yerleri Allah’a soruyor, malını korkmadan Allah yolunda Allah kullarına harcamasını biliyorsa bunun ondan alınmasını istemek hasettir. Onun fakirleşmesini ve dolayısıyla bu tür hayırlı amellerden mahrum kalmasını istemek hasettir. Bunun tamamen zıddını istemek de hasettir. Nasıl? Meselâ eğer karşıdaki fakirse bu durumdan kurtulmamasını, sürekli onun fakr-u zaruret içinde yaşamasını istemek de hasettir.

Tabi kardeşinde gördüğü bir nîmetin ondan alınıp mahrum bırakılmasını istemekle birlikte o nîmetin sadece kendisinin olmasını istemek de vardır. Bu gerçekten çok büyük bir hastalıktır ki bundan kurtulanların sayısı çok azdır. Zira insanlar genellikle herhangi bir hususta başkalarının kendisinden daha üstün bir konumda olmasını istemezler. Kendilerinin herkesten üstün olmasını isterler. Veya meselâ bir mü'minin ilmi var, ahlâkı, güzel hitabeti var, tebliğ yapıyor, hizmet ediyor, cemaat oluşturuyor. İnsanların imdadına koşuyor, hasta ziyareti yapıyor, zamanının büyük bir kısmını Allah'ın dinine hizmete ayırıyor. Allah’ın dinine adam kazandırma kavgası veriyor. Cennete aboneler yapmaya koşuyor. İnsanların cehennem yollarına barikatlar koymaya çabalıyor. Bu uğurda malını ve canını fedâdan çekinmiyor. İşte bir Müslüman, kardeşinde var olan bu sıfatları, bu güzel özellikleri istemiyor, bu özelliklerin kendisinden alınmasını, bu sıfatlardan mahrum bırakılmasını istiyor. İşte bu hasettir. Veya karşısındaki muhatabında tamamen bunun zıddı varsa, meselâ cimrilik, korkaklık, miskinlik, dünyaya bağlılık, rahatına düşkünlük gibi Allah’ın sevmediği bir kısım sıfatlar, bir kısım özellikler varsa bunun devamını istemek, bu sıfatların kendisinde kalmasını istemek de hasettir.

Bu şekilde kıskançlık caiz değildir, haramdır. İşte bakın Rabbimiz böylelerinin şerrinden kendisine sığınmamızı istiyor. Rasulullah efendimiz de pek çok hadislerinde bunu menederek, “Birbirinizi kıskanmayınız” buyurmaktadır. Müslüman kardeşini kıskanan bir Müslüman açıkça Allah’a ve Allah’ın takdirine itiraz ediyor, karşı geliyor demektir. Sanki nasıl oluyor da Allah ona verdiğini bana vermiyor? Nasıl oluyor da Allah beni onun elindekilerden mahrum bırakıyor? Ey Allah’ım! Nasıl oluyor da bana vermediklerini ona veriyorsun? diyerek Allah’ın takdirine isyan ediyor demektir ki, bir mü’mine yakışacak bir şey değildir bu. Bakın Allah’ın Resûlü bir hadislerinde şöyle buyurur: “Hasetten kaçının. Çünkü ateşin odunu yakıp bitirdiği gibi haset de amel defterinizdeki iyiliklerinizi yiyip bitirir.” (Ebu Dâvûd, K. Edep 4/380

Yine kıskançlıkta Cenab-ı Hakk’a hikmetsizlik izafesi söz konusudur. Bir mü’min kardeşine Allah tarafından verilenleri kıskanan kimsede kendisine verilmeyen şeylerin ona verilmesi sebebiyle Allah’ın hikmetsiz ve adâletsiz iş yaptığı ithamı vardır. O nîmetleri hak eden, onlara layık olan kendisine vermemekle ve onları hak etmeyen kimseye vermekle Allah’a cehalet iddiası yatmaktadır ki, kesinlikle haramdır bu. Evet mü’min kardeşlerini kıskanan ve bu kıskançlığını gerek onlardaki güzel nîmetlerin onlardan alınıp telef olmasını istemek biçiminde, gerekse onlardan alınıp kendisine verilmesi şeklinde içinde taşıdığı bu kıskançlığı söz ve filleriyle ortaya koyan ve böylece kıskandığı kardeşine zarar veren kişi haram işlemektedir. Ama içinde Müslüman kardeşine karşı böyle bir kıskançlık taşımakla birlikte, bu kıskançlığı yenmeyi becerememekle birlikte bunu söz ve davranışlarıyla ortaya koymayan, yani bu içindeki kıskançlığın gereğini uygulamaya koymayan yani kıskandığı kimseye herhangi bir zarar vermeyen kimse ise günahkâr sayılmaz. Ama böyle bir Müslümana düşen elbette kendisini bu kıskançlıktan kurtarabilmek için çaba sarf etmektir. Allah ve Resûlünün sevmediği bu kötü huydan kurtulabilmek için kendisini sürekli hesaba çekmek zorundadır. Veya zaman zaman kıskandığı kişiye dua etmek sûretiyle, kıskandığı kişinin faziletlerini insanlar önünde zikrederek ona iyilik yapmaya çalışmalıdır.

Haset, kıskançlık yanında bir de gıpta vardır. Gıpta, hasetten farklıdır. Onda karşısındakinin elindeki beğenilen İslâmi özelliklerin yok olmasını, telef olmasını, onun elinden alınarak bunlardan mahrum bırakılmasını istemek yerine, bunlar onda kalsın, ama onun aynısının kendinde de olmasını, aynısının kendisine de verilmesini temenni vardır.

Bakın Allah’ın Resûlü buyuruyor ki: “Birbirinize haset etmeyin. Çünkü haset, kıskançlık İslâm ümmetini, İslâm cemaatını tıraş eden, Müslümanları parça parça eden, birbirine düşman eden bir hastalıktır.” İslâm cemaatını birbirine düşüren, onları bölüp parçalayan çok tehlikeli bir hastalıktır haset. Tarihte Kur’an’ın haber verdiği bazı haset örnekleri vardır ve her biri de çok büyük kayıplarla sonuçlanmıştır. Bunlardan birisi Mâide sûresinin 27-30. âyetlerinde haber verilen Hz. Âdem’in çocuklarından Kabil’in kardeşi Habil’i kıskanması sonucunda öldürmesi olayıdır. Bir başka olay da Yusuf sûresinde anlatılır. Hz. Yakub’un oğulları kardeşleri Yusuf’u kıskanıp haset ederler. Sonra kardeşlerini kuyuya atarlar. Sonra başlarına nelerin geldiğini, bu kıskançlıklarının cezasını nasıl ödediklerini anlatır Rabbimiz. Yani insan kalbindeki haset duygusunun insana neleri yaptırdığını görebiliyor musunuz? Kardeş kardeşi öldürebiliyor, kardeş kardeşi kuyuya atabiliyor. Birisi kardeşine Allah tarafından verilmiş bir nîmeti çekemiyordu. Allah kardeşinin kurbanını kabul etmiş, kendisininkini ihlâsla yapılmadığı için kabul etmemişti.

Bunu kıskanarak kardeşini öldürüyordu. Ötekiler de kardeşlerine karşı babalarının sevgisini kıskanmışlar ve bu hasetleri kardeşlerini yok etmeye kadar götürmüştü onları. İşte haset budur. Bugün de bu yüzden Müslümanların kardeşlerini yemeye çalıştıklarına şâhit oluyoruz. Eğer bir toplumun üyeleri birbirlerine haset etmeye başlarlarsa, Allah korusun topum ne kadar da güçlü olursa olsun o toplum parça parça olmak zorunda kalacaktır. İnsanlar arasındaki en güçlü bağlar bile çözülecektir. Onun içindir ki toplum halinde yaşamak zorunda olan bizlerden Allah’ın Resûlü hasede karşı çok dikkatli olmamızı ve birbirimize haset etmememizi tavsiye etmektedir.

Yine A’râf sûresinde anlatıldığına göre İblisi bile baştan çıkaran hasetti. Âdem (a.s)’a karşı kıskançlığı, hasedi onun rahmetten kovulmasına sebep oldu. Onun içindir ki yeryüzünde ilk işlenen günahın sebebi de hasettir, gökyüzünde ilk işlenen günahın sebebi de bu haset duygusudur. Öyleyse biz Müslümanların bu konuya çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Eğer içimizdeki bir haset duygusunu yenemeyerek bir Müslüman kardeşimize haset edecek olursak bile en azından onu içimizde saklayalım, içimizdeki bu duyguyu eyleme dönüştürmek üzere ne sözle, ne de amelle ona karşı bir zarar vermemeye çalışalım inşallah. Bakın Ahmet ibni Hanbel’in Müsned’inde şöyle bir rivâyet var: Enes Bin Mâlik (r.a) den rivâyet ediliyor. Diyor ki, “bir gün Rasulullah efendimizle birlikte otururken Allah’ın Resûlü, “Şimdi yanımıza cennet ehlinden birisi gelecektir” buyurdu. Ve az sonra ayakkabılarını sol elinde tutmuş, aldığı abdestten dolayı sakalından suların damladığı ensârdan bir adam çıkageldi. Ertesi gün Allah’ın Resûlü yine aynı sözü söyledi ve yine aynı adam geldi. Daha sonra Enes bin Mâlik efendimiz, ben bu adamın evine gittim. Üç gün bu zatın evinde misafir kalarak adamın amellerine muttali olmak istedim diyor. Hz. Enes devamla diyor ki, ben onun hayırdan başka bir şey söylediğini görmedim. Ama o zatın evinde üç gün kaldıktan sonra neredeyse onun amellerini küçümseyecek hale gelmiştim.” Yâni bu zatın hayatında normalin ötesinde fevkalade bir şey göremedim. Ve kendisine sordum: “Ey Allah’ın kulu, ben Rasulullah’ın senin hakkında üç defa cennetlik ifadesini kullandığını duydum. Ve üç gece senin evinde kalarak senin amellerine muttali olmak istedim. Böylelikle sana uyayım istedim. Fakat ben senin öyle fazla bir amel işlediğini de görmedim. O zaman sen Rasulullah’ın bu müjdesine nasıl nail oldun?” dedim. O zât bana dedi ki: “Gördüğünden başka bir amelim yok, ama şu kadar var ki ben kalbimde Müslümanlardan herhangi birine karşı bir aldatma duygusu yahut da Allah’ın herhangi bir kimseye karşı verdiği nîmetten dolayı ona bir kıskançlık duygusu taşımıyorum. Hiçbir müslümana karşı bir kıskançlık duymuyorum.” Bunun üzerine Abdullah ona şöyle dedi: “İşte seni bu mertebeye ulaştıran budur.” Evet işte bu özellik sahibi bir Müslümana Rasulullah cennetlik müjdesi veriyordu. (Ahmet)

Kur’an’ın beyanına göre bu hastalık ancak kitap ehline mahsus bir hastalıktır. Bu sadece kitap ehline yakışan bir hastalıktır. Bakın Rabbimiz Bakara sûresindeki bir ayetinde şöyle buyuruyor: “Ehl-i Kitaptan pek çoğu gerçek kendilerine açıklandıktan sonra nefislerindeki haset sebebiyle sizi imandan sonra küfre çevirmek isterler.” (Bakara 109) Yani bir taraftan yeni gelen bir kitapla, Allah’ın son elçisine gönderdiği son kitabıyla kendi kitaplarının hükmünün kaldırıldığı haberi kendilerine ulaştırıldığı için bunun üzüntüsü, öbür taraftan da Müslümanlara yeni bir kitap gönderilmesinin hasediyle yanıp tutuşan bu ehl-i kitap, imandan sonra sizin de kendileri gibi küfre düşmenizi isterler. İçleri Müslümanlara karşı hasetle doludur. Sizin dininizi, sizin kitabınızı, sizin yolunuzu, Rabbiniz tarafından size gönderilen nîmetleri çekememektedirler ve sizi dininizden uzaklaştırıp kendileri gibi dinsiz bir noktaya getirebilmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaktadırlar. Zira adamların kendi dinlerine güvenleri, itimatları kalmamıştır. Şu anda Avrupalının yüzde doksanı ateisttir. Dine inanan insan bulmak gerçekten zordur bu ehl-i kitabın içinde. Adamlar yine Rabbimizin başka bir ayetinin beyanıyla kendilerinin kesin cehenneme gittiklerinin farkındadırlar.

Kendilerinin kesin cehenneme ve Müslümanların da kesin cennete gittiklerinin şuurundadırlar. Onun için Müslümanlara karşı için için hasetle kuduruyorlar. Diyorlar ki, “yahu biz cehenneme doğru giderken niye bu adamlar cennete gidiyorlar? Bizler cehenneme doğru giderken bu Müslümanların cennete gidişine izin vermemeliyiz. Buna asla göz yummamalıyız. Ne yapıp, yapıp bu Müslümanları cennet yolundan alıkoymalı ve onları kendi cehennemimize çekmeliyiz. Onları inançlarından koparıp bizim pis dünyamızın adamı yaparak cehenneme çağırmalıyız.” Yani adamlar bozdukları dinleriyle, tahrif ettikleri kitaplarıyla, defterini dürüp hayattan dışladıkları peygamberleriyle, yaşadıkları İslâm dışı hayatlarıyla kendilerinin kesin cehenneme doğru gittiklerinin farkındalar. Kesin biliyorlar ki bu hayat kendilerini cehenneme götürüyor. Kendilerinin cehenneme gidişlerini kesin bildikleri kadar Müslümanların da kesin cennete gittiklerinin bilincindeler. Kesin biliyorlar ki Müslümanlar da cennete gidiyorlar. Onun içindir ki Müslümanlara karşı için için hasetle, kinle, kıskançlıkla dolup taşmaktadırlar. Ama dikkat ederseniz ne kadar da ters bir mantık kullanıyorlar değil mi? Ne diyorlar? Niye bu Müslümanlar cennete giderlerken biz cehenneme gidiyoruz? Niye göz yumalım buna? Buna asla razı olamayız. Bizim cehenneme gittiğimiz bir dünyada bu Müslümanların cennete gidişine asla razı olamayız. Ne yapıp yapıp bu Müslümanların da bizim gibi bir hayat yaşayarak bizim gibi cehenneme gitmesini sağlamalıyız. Ne kadar da bozuk bir anlayış değil mi?

Halbuki adamlar böyle ters bir mantıkla hareket edeceklerine şöyle deyiverseler kurtulacaklar: Yahu biz ne yapıyoruz? Biz nasıl bir mantıkla hareket ediyoruz? Nasıl bir hayat yaşıyoruz? Bu adamlar müslümanca bir hayat yaşayarak cennete giderlerken biz niye cehenneme gidiyoruz? Bizim de onlar gibi, bizim de bozduğumuz kitabımızın orijinalinin dediği gibi, bizim de hayattan dışladığımız peygamberlerimizin tarif buyurduğu gibi müslümanca bir hayat yaşayarak cennete gitmemiz dururken niye cehenneme gidiyoruz? Bizler de bizim elçilerimizin gönderildiği kaynaktan gelen son peygamberin yoluna tabi olarak cennete gitmeliyiz deyiverseler haklarında çok hayırlı olacak ama adamlar böyle yola girivermiyorlar da hasetlerinden ne yaptıklarını, ne yapacaklarını bilemiyorlar. Allah bizleri, bu ümmeti bu en büyük hasitlerin şerlerinden de korusun inşallah. Rabbimiz burada bizden onların şerlerinden de kendisine sığınmamızı öğütlüyor. Tek bir yerde hasedin yapılacağını anlatıyor peygamberimiz. İbni Mes’ud’un rivâyetinde bakın Allah’ın Resûlü efendimiz şöyle buyurur: “Haset ancak iki özellik sahibine yapılır. Birincisi Allah tarafından kendisine ilim verilip, onunla amel eden ve onu Allah kullarına ulaştıran, o ilmi ona muhtaç insanlara öğreten kişiye, ikincisi de Allah’ın kendisine bolca mal verdiği, Allah tarafından kendisine lütfedilen bu malı Allah yolunda harcayan kişiye. İşte bu iki kişiye haset edilir.” Başka yerlerden öğrendiğimize göre adâletle hükmeden hakime, kari-i Kur’an’a, yani anlamak ve amel etmek üzere Kur’an okuyan kişiye ve de cihad eden mücahide, namaz kılana, oruç tutana gıpta edilecektir. Felâk sûresinden öğrendiğimiz gibi tüm bunların şerlerinden Allah’a sığınacağız. Elhamdülillah ki bildiğimiz bilmediğimiz, farkında olduğumuz olmadığımız tüm düşmanlarımızdan kendisine sığınmamızı bize gösteren ve her şeyden bizi koruyabilecek güçte bir Rabbimiz var. Bize gönderdiği Kitabıyla sığınma yasalarını gösteren, Kitabını tanıdıkça düşmanlarımızı ve onlardan gelebilecek her türlü felâketleri önceden haber veren bir Rabbimiz var. Kitabını tanıyanların, Kitabıyla hareket edenlerin, Kitabıyla beraber olanların her an her türlü tehlikeden korunabileceği bir Rabbimiz var.

Bu sûreyi de bitirdik. Rabbim gereği gibi iman edip amel eden kullarından eylesin. Velhamdü lillahi Rabbi’l âlemîn.

(A.KÜÇÜK)

Kur'an'ın burçları var 114 tane. Her bir burç bir manzara sunar bize. Gerçeklerin, hakikatin farklı bir manzarası.  Her burç bize yepyeni bir flora, yepyeni bir bitki örtüsü, yepyeni bir dua, yepyeni bir manzara, yepyeni şifalı sular, şifalı otlar, şifalı kaplıcalar, hava, ufuk sunar bize. 114 burç 114 bakış açısı 114 ayrı pencere açar bize. O pencereden ruhunuza baktığınızda gördüğünüz şeyler aslında kendinizdir, ömrünüzdür, insanlıktır, insanlığın birinci noktalarıdır. Peygamberler bir kategori değildir aslında iyi insanlardır. Bizden de iyi insanlar olmamız istenir. Peygamberlerin mesajlarının anlatıldığı yerlerde o iyilerdendi, o iyi insanlardandı.  Bu kadar. Sende iyi insan ol demektir bu. O iyi insanlardan biriydi sen de iyi insan ol. Onun için peygamber kompartımanı yok ahirette iyi insanlar var. Onun için bizden de iyi insan olmamız bekleniyor. Bugün tırmanacağımız burç Felâk sûresi. Bir yersiz korkularla yüzleş dersi. Mitomani diye bir kelime duydunuz mu? Yalan bağımlılığı demektir. Yalan hastalığı kelimenin türetildiği kökten de anlaşılacağı gibi mito, mitoloji ise bağımlılık aslında manik depresif bir psikolojik problem/hastalık. Dolayısıyla mitomani mitleştirme hastalığı mitolojileştirme hastalığı.

İnsan bu hastalığa yakalanınca eğer dindar olursa yalanı din edinir, dini yalan olur. İnsan bu hastalığa yakalanırsa eğer siyasetçi olursa yalanı siyaset edinir, siyaseti yalan olur. İnsan bu hastalığa yakalanır da tüccar olursa, esnaf olursa, tacir olursa yalanı para eder parası yalan olur. Serveti yalan olur. Yalanı servet edinir. Yalan satar yalan alır. Yalana para verir onun için çok kandırılır ve çok kandırır. İnsan bu hastalığa yakalanırsa yalana bağımlı olur. Yalan söyler hatta yalan söylemeyeceğine söz verir yine yalan söyler. Çünkü sözünü tutamaz, tutamayacağı bir söz verir. Yani sen bu yalanı söyleme dersin o bu yalanın bir başka versiyonunu, yenisini söyler. Ve karşısındaki herkesi yalancılıkla suçlar. Çünkü kendisi öyledir. Kişi kendinden bilir işi. Onun için kendisi yalancı olunca herkesi yalan söylüyor zanneder. İnandıramazsınız, çünkü kendi gibi görür. Eğer insan yalan hastalığına yakalanırsa yalansız yapamaz. Bir yalanı bastırmak için 10 yalan daha söyler onları bastırmak için bir o kadar daha yalan söyler ve ömrü yalanlarla geçer. Yalanları yüzünden yalnızlaştırıldığında değerinin bilinmediğini söyler. Yani ben Hint kumaşıyım der ama benim kıymetimi bilmediler.