FECR SURESİ


Ayet Getir
89-FECR 29. Ayet

فَادْخُلِي فِي عِبَادِي

Fedhulî fî ibâdî.

Bayraktar Bayraklı

(29-30) Kullarımın arasına ve cennetime gir!


Edip Yüksel

Kullarımın arasına hoşgeldin.


Erhan Aktaş

Kullarıma katıl1; 1- Böylelikle Cennetlik kullarımın arasına gir.


Muhammed Esed

gir, öyleyse Benim (öteki sadık) kullarımla birlikte,


Mustafa İslamoğlu

Bunu (başarman) halinde gir (sadık) kullarımın arasına,


Süleyman Ateş

(İyi) Kullarım arasına gir!


Süleymaniye Vakfı

Kullarıma katıl[*], [*] Kim Allah’a ve Elçisine boyun eğerse onlar Allah’ın mutluluk verdiği peygamberler, doğru kişiler, bilginler ve iyilerle beraber olacaklardır. Onlar ne iyi arkadaştırlar! (Nisa 4/69)


Yaşar Nuri Öztürk

Gir kullarımın arasına!


Ayetin Tefsiri

MEAL

27.) (İMDİ) ey (Allah'la) tatmin olmuş insanoğlu:

28.) Rabbine, O'ndan memnun olmuş ve O'nu razı etmiş olarak dön!

29.) Bunu (başarman) halinde21 gir (sadık) kullarımın arasına,

30.) ve gir cennetime!22

(M.İ)

27-30.) Ey bunca ilahi ikaza kayıtsız kalan ve aymazlık içinde yaşamaktan gayet memnun ve mutlu olan insan!  Artık yürekten boğun eğmek ve böylece ilahi rızaya ermek üzere rabbine yönel. Böylece sen de katıl hayırlı kullarımın arasına ve onlarla birlikte gir cennetime!"

(M.Ö)

27.) “Ey Rabbinin vahyiyle, Rabbine itaatiyle huzura eren insan!”

28-30.) “O, senden, sende O’ndan hoşnut olarak Rabbine dön! “Ey can! İyi kullarımın arasına gir, cennetime gir.”

(A.KÜÇÜK)

27-30.) Ey kendilerini doğru yolda, elçimiz Muhammed’i sapkın olarak gören müşrikler! Vakit varken bu tavrınızdan vazgeçin ve Muhammed’e vahyettiğimiz ilâhî emirlere kulak verip sadece Allah’a kulluk eden tevhit ehli müminlerin arasına katılın. Şunu iyi bilin ki ancak bunu yaptığınız takdirde Allah sizlerden razı olacak ve sizi hoşnut edecek olan nimetleriyle ödüllendirecektir.

(H,E;M,C)

 

TEFSİR

Yukarıda kendisini beğenmiş, bencil ve muhteris insan tipini eleştiren âyetlerin, dolaylı olarak samimi müminler için de “Allah’ın emrine saygı ve Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde özetlenen bir inanç ve yaşama modeli ortaya koyduğu ifade edilmişti. İşte 27. âyette sözü edilen “imanın huzuruna kavuşmuş insan”, dünya hayatını bu modele göre yaşayıp tamamlamış olan mümindir.

Bu âyetlerde, “Ona âhirette şöyle seslenilecek” gibi bir ifadeye yer verilmeden, doğrudan insana hitap edilmesi, Cenâb-ı Hakk’ın bu yapıdaki kullarına çok güzel bir iltifatı ve özellikle âyetlerin, doğrudan kulu muhatap alan son derece zarif ve sıcak üslûbu, inanan insana, uhrevî saadetin bu dünyaya kadar yayılan müjdeli bir kokusu gibi gelmektedir. “İmanın huzuruna kavuşmuş insan” diye çevirdiğimiz “nefs-i mutmainne” bu bağlamda yukarıda başlıca özelliklerine değinilen modele göre bir dünya hayatı yaşayarak ruhunu kemale erdirmiş mümini ifade eder. Nefs-i mutmainne derecesine ulaşan insanın iç çatışmaları yatışmış, sıkıntı ve gerilimleri son bulmuştur; o Allah ile barışık, insanlarla barışık ve kendisiyle barışıktır; dolayısıyla huzur ve tatmin içerisindedir. İnsan için en büyük saadet, kulluktaki kemali sayesinde rabbini kendisinden hoşnut etmiş, rabbi tarafından ödüllendirilerek kendisi de O’ndan hoşnut kalmış olmasıdır. Allah Teâlâ’nın cennetine kabul ettiklerini “Benim kullarım” diye anması iltifatların en güzelidir. Bu sevgi ve hoşnutlukların kullara kazandırdığı son nimet ise cennete kabul edilmeleridir.

(DİYANET TEF.)

İşte mü'min ruhlara böyle sesleniliyor. "Ey" denilerek şefkat ve yakınlıkla, "Ey ruh" diye seslenilerek ruhaniyet ve şereflendirme bahşederek, "Ey huzura eren nefis" denilerek övgü ve huzur bahşetme ile. Bu bağlama ve yakalama, serbestlik ve huzur ortamında şu emir geliyor: "Rabbine dön". Yeryüzünde bunca gurbet hayatı yaşadıktan ve ana beşiğinden ayrıldıktan sonra asıl kaynağına dön.

Seninle Rabbin arasındaki ilişki, tanışıklık ve münasebetle birlikte Rabbine dön. "Razı edici ve razı edilmiş olarak." Bütün atmosferi hoşnutluk ve şefkatle dolup taşıran bu meltemle dön Rabbine. "İyi kullarım arasına gir." Bu yakınlığa ermek için seçkin olan ve yakınlaştırılan kullarımın arasına gir. "Cennetime gir." Benim rahmetime ve himayeme gir.

Bu öyle bir şefkattir ki daha ilk seslenişten itibaren içinden cennet meltemleri esmektedir. "Ey huzura eren nefis" Rabbine güvenen, onun yoluna güvenen, o yolda Allah'ın kaderine güvenen, sıkıntıda ve rahatlıkta, rızkı vermede ve daraltmada, Rabbine güvenen ve O'ndan asla kuşkulanmayan, güvenip de bir daha sapıtmayan, güvenip de bir  daha yolunda tereddüt etmeyen, güvenip de korku ve dehşet gününde korku duymayan ey huzura eren nefis!

Sonra bu seslenişin arkasından ayetler devam ediyor ve bütün atmosferi emniyet, hoşnutluk ve gönül huzuru ile dolduruyor ve bu atmosfere sevginin, yakınlığın ve gönül huzurunun dalgalandığı bir tablo çevresinde yumuşak ve serin nameler yayıyor.

Dikkat edin bu hoş ve tatlı nefesleri ile cennettir. Bu ayetlerin arasından uzanıp gelmekte ve üzerinde ulu ve hoş olan Rahman'ın yüzü ortaya çıkmaktadır.

(MEVDUDİ)

Ey imtihana, doyuma kavuşan nefis! Ey huzur bulan, sükun bulan insan! Buradaki nefis, insan demektir. Hani her nefis ölümü tadacaktır, buyuruyor ya Rabbimiz, yani her insan, her kişi ölecektir demektir bunun mânâsı. Değilse bir ben var, bir de nefis, varsın o ölsün de ben yaşayayım diyemeyeceğimize göre, nefis, insanın kendisi demektir. Öyleyse mutmaine, nefsin bir makamı, bir merkezi değildir. Ruhla bedenin bileşkesine nefis denir. Ruhla bedenden müteşekkil olan insanın bizzat kendisine nefis denir. Peki acaba insanın itminana ulaşmasını, doyuma kavuşmasını, ya da sükûna ermesini nasıl anlayacağız? İnsanın itminanının, insanın doyuma ve huzura kavuşmasının iki yolla olacağını anlatır Kur’an. Bunlardan birinci yolun Kur’an olduğuna dikkat çekilir. İnsanın sükûnete kavuşması birinci olarak Kur’an’la yâni metluv âyetlerle, okunan, kulağa hitap eden şu kitabın ayetleriyle mümkündür. Zira Allah ona Kur’an vasıtasıyla güzel şeyler söyleyecektir.

 

Bakın Ra’d sûresinde Rabbimiz bu hususu şöyle anlatır: “Dikkat edin kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur, doyuma ulaşır, sükûnete erer.” (Ra’d: 28) İşte bu âyet bu konuyu anlatır. Kalpler ancak Allah’ın zikriyle itminana kavuşur, zikrullahla yatışır, doyuma kavuşur, huzura erer. Âyet-i kerimede anlatılan zikir, zikrullah Kur’andır. Öyleyse kalpler ancak Kur’an’la mutmain olur, ancak Kur’an’la itminan bulur. Ancak onunla yatışır ve sükûnete kavuşur. Çünkü kalp, Allah’ın âyetlerini duydukça, tanıdıkça, şüphe ve tereddütlerden kurtulup doyuma ve itminana ulaşacaktır.

 

“Mü’minler ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Karşılarında Allah’ın âyetleri okunduğu zaman da imanlarını artırır ve yalnız Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal: 2) Demek ki Allah’ın âyetleri okundukça, âyetlerle karşı karşıya geldikçe mü'minlerin kalpleri coşar, taşar, sanki kabına sığmaz hale gelir. Bu iki âyetin bize anlattığına göre kalplerin itminana kavuşmasının birinci yolu elimizdeki şu Kur’an âyetleridir. Kitabın âyetleriyle tanışan kişinin kalbindeki tüm şüpheler, tüm tereddütler dağılır, itminana, doyuma, sükûnete ulaşır. Birinci yol budur. Kalbin sükûnete ve doyuma ulaşmasının ikinci yolu da: Bakara sûresi 260. âyetin anlattığına göre kalplerin mutmain oluşunun ikinci yolu da Rabbimizin meşhud âyetleridir. Yani Allah’ın tüm kâinatta serpiştirdiği ay, güneş, yıldızlar, bulutlar, dağlar, denizler, bitkiler, hayvanlar gibi görsel âyetleridir. Göze hitap eden âyetlerdir. Hani İbrahim (a.s): “Ya Rabbi ölüleri ölümünden sonra nasıl dirilttiğini görmek istiyorum!” demişti de Allah: “İnanmıyor musun ey İbrahim?” buyurunca: “İnanıyorum ya Rabbi! Ancak: “Kalbim tatmin olsun için”

(Bakara 260) İnanıyorum ya Rabbi, ama kalbimin yatışması, kalbimin doyuma ulaşması, itminana kavuşması için istiyorum bunu!” demişti ya, işte kalplerin itminana kavuşmasının ikinci yolu da yeryüzündeki Allah’ın görülen, müşahede edilen, göze hitap eden, görsel âyetlerini bizzat görmektir. Semâvât ve arzda, çevresinde Allah’a delâlet eden meşhut âyetlerle Allah’ın gücünü, kudretini, ilmini, hikmetini görerek itminana kavuşur kişi. Âyetleriyle Rabbini, Rabbinin gücünü, kudretini tanıdıkça O’na karşı sevgisi, saygısı, takvası ve teslimiyeti

artacak ve tüm şüpheleri kaybolup gidecektir.

 

Fakat buna rağmen yine de bir şüphe içinde bulunabilir insan. Hangi konuda? Ya cennete gidemezsem! Ya cehenneme gidersem! Ya Rabbimi razı edememişsem! Ya Allah’ın istediği hayatı yaşayamamışsam! Ya Rabbimi darıltacak bir şey yapmışsam! Ya Cenneti kaybetmişsem! diye insanın içinde her zaman bir korku, bir tereddüt bulunabilir. Peki ne zaman biter bu? Ne zaman sona erer bu tereddüt? Ne zaman biter bu korku? Cennete gidince. Cennete girdiği anda kişinin artık tüm bu şüpheleri, tereddütleri, korkuları bitiverir ve

tam emin olur kendisinden. Tam mutmain olur. Öyleyse nefs-i mutmainne ancak Cennette belli olacaktır. Dünyada bir nefsin itminana kavuştuğu, zafere ulaştığı nasıl bilinebilir ki? Efendim filân zatın nefsi, nefs-i mutmainne makamına ulaşmıştır. Kesinlikle mümkün değildir dünyada bu. Allah’ın kendilerini dünyada cennetle müjdelediği Sahâbe-i Kirâm efendilerimiz bile dünyada asla kendilerinden emin olmamışlar, her an cehenneme gitme tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını dilleriyle, yaşantılarıyla itirafta bulunmuşlar ve çok ciddi bir hassasiyet içinde son nefeslerine kadar tir tir titremişler, Allah’a kulluktan ayrılmamışlardır.

 

Kişi ancak Rabbinin şu müjdesini alır almaz tam itminana kavuşacak,

raziye ve merziyye makamına ulaşacaktır: 28-30. “O, senden, sende O’ndan hoşnut olarak Rabbine dön! “Ey can! İyi kullarımın arasına gir, cennetime gir.” İşte Rabbimizin yarın bu hitabıyla karşı karşıya kaldığımız anda artık her şey bitmiş, tüm tereddütler, tüm şüpheler gitmiş, insan kesin itminana kavuşmuş, kendisinden emin olmuştur. Öyleyse bizden istenen yarın itminan kazananlardan olmaktır. Bizden istenen, yarın Allah’ın razı olduklarından olmak ve Allah’tan razı olanlardan olmaktır. Ama bunun için de metlûv ve meşhûd âyetlerle beraber olmalıyız. Bunun yolu buradan geçmektedir. Sürekli âyetlerle iç içe bir hayat yaşamalıyız. Hayatımız âyet kaynaklı olmalıdır. Allah’ın bizden razı olacağı şeyler peşinde koşmalı ve bu dünya hayatında Allah’tan razı olmalıyız. Bu dünya hayatında Allah’tan razı olmak ta Allah’ınkilerden razı olmak demektir.

 

Hep Allah’ınkilerden razı olmalıyız. Hayat programı adına Allah’ınkinden razı olmalı, kılık-kıyafet, eğitim, hukuk, kazanma- harcama, çocuk eğitimi, mala bakış, tüm hayat programı adına Allah’tan ve Allah’ınkilerden razı olup, onlara uygun yaşamak zorundayız. İşte o zaman biz Allah’tan razı olmuşuz, Allah’ta bizden razı olmuş olacaktır. Bir düşünelim şimdi. Kendi kendimizi bir yargılayalım. Acaba çoluk-çocuğumuzun eğitimi konusunda kiminkinden razıyız? Allah’ınkinden mi, yoksa Zerdüşt’ünkinden mi? Ev tefrişinde, kazanma, harcama, ikram anlayışında, kılık-kıyafet, hukuk, siyasal yapılanma konusunda kiminkinden razıyız? Kimlerinkini tercih ediyoruz? Eğer Allah’ınkilerden razı isek, eğer

Allah’ınkileri başkalarınınkilere tercih ederek bir hayat yaşıyorsak o zaman inşallah yarın Allah da bizden razı olacak ve bizi razı olacağımız bir hayata ulaştıracaktır. İnşallah Rabbimiz yarın bize: “Ey nefis! Ey kulum! Haydi buyur iyi kullarımın arasına gir! Haydi buyur gir cennetime! Er rahmetime ve rızama!

 

Hesapta senden önce gelenlerin, senden önce hesabı görülüp de cenneti hak eden peygamberlerin, salihlerin, şehitlerin, sabikûn’un içine giriver ey kulum!” diyecek, bizden razı olduğunu ve bizi razı etmek için, bizi ağırlamak için hazırladığı cennetini bize arz edecek. Hayatta en büyük isteğimiz, en büyük duamız budur. Dünyada Rabbimizi razı etmek ve O’nun bizi razı edeceği bir cennet hayatına ulaşmak. Allah bizden razı, biz O’ndan razı olarak Rabbimizin huzuruna gidip bu müjdenin muhatabı olabilmek. En büyük derdimiz bu dünyada budur. Bundan daha büyük bir derdimiz yoktur. Allah hepimize nasip buyursun. Rızasından, razı olduğu hayattan ayırmasın.

 

Vel-hâmdû lillahi Rabbi’l âlemin.

(A.KÜÇÜK)

 

Âyette sözü edilen, رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ râdıyeten mardiyyeten tamlaması, “razı eden memnun kişi” anlamına da alınabilir. Çünkü âhirette bir insanın memnun olması Yüce Allah’ın ondan razı olmasına bağlıdır. Allah’ın rızasını kazanmadan orada memnun olmak mümkün değildir. İşte söz konusu رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ râdıyeten mardiyyeten ifadesi bu anlamı vermektedir. Dahası, Kur’ân’da değişik yerlerde geçen “Allah onlardan razı olmuştur; onlar da Allah’tan memnun olmuşlardır” ifadeleriyle anlatılmak istenen de bu olsa gerektir.

 

Huzurlu bir cana sahip kılınmış ve Yüce Allah’ı razı ve memnun etmiş bir insana, mahşerde başka ödüller de verilecektir. İşte bu ödüllerle sûre sona erdirilmektedir.

 

1. İyi Kulların Arasına Katılış

 

فَادْخُل۪ي ف۪ي عِبَاد۪يۙ “(Seçkin) kullarım arasına katıl.” Âyetteki ادْخُل۪ي udhulî emri “gir”, عِبَاد۪يۙ ‘ıbâdî kelimesi ise kullarım” demektir.

Âyetteki fâ edatına “böylece, bunu yapar ve başarırsan” anlamı verilebilir. “İçine katılacak kullar” da, “huzur bulan, Allah’ı razı edip kendisi de memnun olan kullar” olarak anlaşılmalıdır.

عِبَاد۪يۙ ‘ıbâdî şeklindeki kullanımın açılımı ve bunların kim oldukları hakkında Yüce Allah Kur’ân’da şu özellikleri saymaktadır:

 

* Onlar, Ramazan’ın ve Kur’ân’ın kıymetini bilen, Yüce Allah’a şükreden, orucu kavrayan ve duyarlı olmayı başaran, şeytanın aldatmasına kapılmayan, üzerlerine şeytanın baskı kuramadığı ve tercihini Allah’tan yana belirleyen, Hz. Yûsuf gibi gönlünü ihlâsla Yüce Allah’a yönlendiren ve fuhuş illetinden uzaklaşmayı başaranlardır.

 

* Onlar, inancını güvene ve güven vermeye dönüştürebilen, namazlarını hakkıyla kılan, Yüce Allah’ın verdiği rızıklardan gizli ve aşikâr olarak dağıtan, takvâ denen “duyarlı olma”yı başaran, Yüce Allah’ın, meleklerini vahiy ile kedilerine gönderdiği seçkin kullardır, yani peygamberlerdir. Ayrıca, yine bunlar arasında zalimleri Yüce Allah’ın kendileriyle cezalandırdığı yiğit kullar da yer almaktadır.

 

* Onlar, muhataplarına en güzel sözü söyleyen, peygamberlere gerçekleri ileten ve Yüce Allah’ın özel olarak görevlendirdiği meleklerdir.

 

* Onlar, Yüce Allah’ı bırakıp O’nun peşi sıra başka varlıkları dost edinmeyenler veya kendilerini kâfirlerin dost edinemediği kişilerdir.

 

* Onlar, duyarlılıklarının sonucu güzelliklere ve cennete vâris kılınan, tercihlerini Allah’tan ve peygamberinden yana belirleyip onların yolunda giden, Allah’ın sâlih dediği ve yeryüzüne vâris kılacağını haber verdiği, Allah’a iman eden, bağışlanmayı ve merhameti sadece O’ndan bekleyenlerdir.

 

* Onlar, tek olan Yüce Allah’a inanıp güvenen ve sadece O’na ibadet eden, şükür ehli olmayı kendilerine ilke edinenler ve bu nedenle sayıları az seçkinlerdir.

 

* Onlar, ilâhî mesaja sıkıca sarılan, Allah’ın vaad ettiği üstün gelme sözüne sâdık kalan, güçlü ve basiretli peygamberlerdir.

 

Onlar, çeşitli sözleri dinleyen, ancak sadece gerçeğe kulak veren, Allah’ın hidâyet ettiği ve sağduyu sahibi kıldığı, mahşerde korku ve hüzünden güvende bulunacak, Yüce Allah’ın âyetlerine inanan ve hakka teslim olup cennete girecek olanlardır.

 

İşte Yüce Allah’ın “kullarım” dediği kişiler bunlardır ve Nisâ’ 4/69’da şu dört grup halinde sayılmaktadırlar: Nebiyyûn “peygamberler”, sıddîkûn “hakkı onaylayanlar”, şühedâ’ “hakka şahit olanlar” ve sâlihûn “özü ve sözü bir olanlar, bir yanlışı düzeltenler.” Huzurlu olan, Rabbini razı edip kendisi de verilecek ödülden memnun olan kişiler önce bunların arasına gireceklerdir.

 

(M.OKUYAN)

 

“Yê eyye-tûhen-nefsû’l-mûtmâ-inneh” dünyevi nimetlerle tatmin olmuş insan. Tasavvuf ilminde nefis mertebeleri sayılırken; Nefsi emare, nefsi levvame, nefsi mülhime, nefsi mutmaine, nefsi razıyye, nefsi mardiyye diye sayılır ya, işte o mertebeler içerisinde kavramsal olarak yer almış ifade buradan mülhemdir. Ey Allah ile tatmin olmuş insan. Buradaki nefis insandan farklı bir şey değil, insanın kendisi. Ey Allah’tan başkasıyla tatmin olmamış insan demektir.

 

Bana ne ile tatmin olduğunu söyle, sana kaç paralık adam olduğunu söyleyeyim diyebilirsiniz bana. Eğer bir insan küçük şeylerle tatmin oluyor, dünya malı ile tatmin oluyorsa o küçük adamdır. Allah’tan aşağısıyla tatmin olan, dünyalıklarla tatmin olanı dünyalıklarla satın alırlar. Allah ile tatmin olanı yeryüzünde satın alacak hiçbir güç yoktur. Onu korkutacak hiçbir kuvvette yoktur.

 

İşte yeryüzünün tüm zalimleri Allah ile tatmin olandan korktukları kadar başka hiçbir şeyden korkmazlar. Hz. İbrahim’in nesi vardı? Nemrut’un orduları vardı, ama Nemrut İbrahim’den korktu. Musa’nın nesi vardı? Firavunun orduları vardı, ama firavun Musa’dan korktu. Muhammed (A.S.) nesi vardı? Mekkelilerin parası vardı, pulu vardı, silahları vardı, adamları vardı, hatırları vardı. Ama İbrahim’in, Musa’nın, Muhammed’in (A.S.) in rableri vardı, imanları vardı, şahsiyetleri vardı. Yeryüzünde onları satın alacak servet yoktu. Onun için korktular. İşte burada da o söyleniyor aslında.

 

“İrcî'î ilê Rabbikî râdîyeten mârdîyyeh” Rabbin senden razı, sen de O’ndan razı olduğun halde. Razı olmuş ve razı olunmuş halde dön Rabbine. Rıza tek taraflı değil. Allah senden razı olacak. Allah razı olsun diyenler, tamam, amin, Allah razı olsun da sen Allah’tan razı mısın? Tamam insan ben senden razı değilim demeye cesaret edemez. Fakat haliyle, hareketiyle akşama kadar bir çok insanın yaptığının bu manaya geldiğini biliyor muyuz. Rabbinden razı olmama hali. Rabbini sorgulamaya geliyor birçok şey, o anlama geliyor. Rabbinden razı değil çünkü. Onun içinde Allah’tan razı olmayandan Allah razı olmaz.

 

“Fed-ğûlî fî 'îbêdî” ya Allah’tan razı olandan? Hani Hz. Ali öyle diyor ya; “Kefêni fâğrân en tekûnê lî Rabben” senin bana Rab oluşun bana iftihar olarak, övünç olarak yeter. “Ve-kefênî îzzen en ekûne leke âbden” Benim sana kul oluşum bana şeref olarak onur olarak yeter. ve “ente kemê ûhibbûh” sen; tam benim sevdiğim gibi bir Allah’sın “Fec’âlnî kemê tûhibbûh”. Sen de beni sevdiğin gibi bir kul et. Amin.

 

İşte bu. Allah’tan razı olmak bu. “Fedğûlî fî 'îbêdî” Allah’tan razı olanlar böyle derlerdi. İşte Allah’tan razı, ve Allah’ın da kendisinden razı olduğu insanın akıbeti bu olacak. Kendisine şöyle denilecek son demde. Gir kullarımın arasına. Yani mes’ud kullarımın, cennetlik kullarımın. Veya dünyada ele alırsak bunu;

 

21 Tafsil ve tefsir' için olan ia'nın bu bağlamdaki en uygun karşılığı.

 

“Vedğûlî cennetî” oradan da gir cennetime. Biz şu yukarıdaki ayetleri “Yê eyyetûhe’n-nefsû’l-mûtmâinneh” (27) İrcî'î ilê Rabbiki râdîyeten mârdîyyeh” (28) ayetleri dünyaya yönelik mi, ahirete yönelik mi anlayacağız. Bu ayetler dünyaya yönelik anlaşılmalı diye düşünüyorum. Çünkü sahabe de bu ayetleri Hz. Osman için anlamış mesela daha dünyada yaşarken. Yani ey Cennetle, Allah ile tatmin olduğun için satılmamış nefis, insan. Rabbin senden razı, sen de rabbinden razı olarak Rabbine kavuş. Bu dünyada ki bizlere bu öğüt zaten şu anda yaşayanlara bu öğüdün bir faydası yoksa ahirette ne faydası olacak. Rabbim bu öğüdü tutan, akıbeti cennet olanlar arasına katsın inşaAllah.

 

22 Zımnen: Cennete giden yol, kullarımın arasından geçer. Cennete girmek isteyen önce kullarımın arasına girsin. Fildişi kulelerde cennet aranmaz. "Bir dost bir post yeter bana" diyerek de cennete ulaşılmaz. Sahabe bu âyetleri, sadece vefat veya kıyamet anına hasretmemiş, bazen de büyük fedakârlıklarından ötürü Hz. Osman gibi yaşayan sahabilere yormuştur. Bu âyetleri doğrudan hayattaki mü'min muhataba ilâhî bir emir olarak algılamak daha doğrudur (Krş: Elmalılı)

 

Ve âğîrû dâvêhûm eni’l-hamdû lillêhi Rabbil âlemin.

Allah doğru söyledi. Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

(M.İSLAMOĞLU)

 

SÛRE BİTTİ