(1-3) Burçlar sahibi göğe; vaad edilen o güne; tanık olan ve tanık olunana yemin olsun ki,
Andolsun galaksiler sahibi göğe.
Burçlar sahibi gökyüzüne ant olsun,
Düşün büyük burçlarla dolu göğü,
Burçlarla dolu gökyüzü şahit olsun,
Burçlar sâhibi göğe andolsun,
Burçları[*] olan göğe, [*] Burç (بُرج), Arapçada köşk ve kale anlamına gelir (Mekâyîs s.239). Köşkler gibi güzel ve parlak olan oniki yıldız kümesine de burç denir. Bunlar; Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova ve Balık diye adlandırılmışlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Biz gerçekten gökte burçlar oluşturduk ve onları, seyredenler için süsledik.” (Hicr 15/16) Burçlar, ayın konak yerleri gibidir, bir yılda hepsini dolaşır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Güneşi aydınlatıcı, ayı da aydınlık yapan odur. Aya konak yerleri belirlemiştir ki, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Allah onları gerçek varlıklar olarak yaratmıştır. O bilen bir toplum için ayetlerini ayrıntılı olarak açıklar.” (Yunus 10/5)
Yemin olsun o burçlarla dolu göğe,
(A.KÜÇÜK)
MEAL
1.) BURÇLARLA dolu gökyüzü şahit olsun,1
2.) vaad edilen gün şahit olsun,
3.) her bir tanık ve sanık şahit olsun2 (da şu gerçeği ünlesin]:3
(M.İ)
1.) Burçlarla/yıldız kümeleriyle dolu gökyüzüne
2.) Mutlaka gelip çatacağı bildirilen kıyamet gününe,
3.) Kıyamet günü şahitlik edenler ile haklarında şahitlik edilenlere andolsun ki,
(M.Ö)
1.) “İçinde burçları bulunan göğe andolsun;”
2.) “Söz verilen kıyâmet gününe andolsun;”
3.) “Kıyâmet günü şâhitlik edene ve edilene andolsun;”
(A.K)
TEFSİR
Sure uhdud olayına geçmeden önce bu yeminlerle başlamaktadır: "Burçları olan göğe." Bunlar yıldızları ya olağanüstü, ki göğün büyük burçları yani dikilmiş saraylarıdır. Nitekim Allahu Teala buyuruyor ki: "Göğü kudretle biz kurduk ve biz şüphesiz genişleticiyiz." (Zariyat 47) Başka bir ayette de buyuruyor ki: "Ey inkarcılar! Sizi yaratmak mı daha zordur, yoksa göğü yaratmak mı? Ki Allah onu bina etmiştir." (Naziat 27-28) Ya da bu cisimlerin hareketleri sırasında uğrayıp geçtikleri konaklardır. Yani bunlar, yıldızların gökte şaşmadan izledikleri yörüngeleri ve sahalarıdır. Bunlara işaret edilmesi genişliği ve büyüklüğü çağrıştırmaktadır. Bu giriş bölümünde verilmek istenen mesajda budur. "Vaad edilen güne." Bugün dünya olaylarının ayrıştırılacağı, yeryüzünün ve ondaki herşeyin hesabının dürüleceği gündür. Bugün yüce Allah'ın geleceğini vaad ettiği gündür. O gün hesap ve ceza günüdür. Sürtüşmeleri ve davaları o güne ertelemiştir. O gün tüm yaratıkların beklediği ve işlerin nasıl sonuçlanacağını görmek için gözetlediği büyük bir gündür.
"Şahitlik edene ve şahitlik edilene." Bütün işlerin sergilendiği ve bütün yaratıkların hazır bulunduğu bu günde herşey, gözler önüne serilecektir. Ve herkes bunlara şahit olacaktır. Herşey öğrenilecek, gizlilikler açığa çıkarılacaktır. Hiçbir şey onları kalblerden ve gözlerden gizleyip saklayamayacaktır. Burçları barındıran, gök, vaad edilen gün, şahit olan ve şahitlik olunan herşey mükemmel bir uyum içinde bundan sonra sözkonusu edilen uhdud olayı ile bütünleşmektedir. Onunla ilgilenmekte onun etrafında toplanmakta, büyüklüğü karşısında bakakalıp dehşetle seyretmektedir. Ayrıca bu olayın içine yerleştirildiği, kapsamlı ve geniş gerçekler konusunda mesajlar sunmaktadır. Haklılığı burada belirlenmekte ve hesabı burada kapatılmaktadır. Burası hiç şüphesiz yeryüzünden daha büyük dünya hayatının alanından ve sınırlı olan süresinden daha uzundur. Bu atmosfer oluşturulduktan ve bu zemin hazırlandıktan sonra kısa dokunuşlarla olayın sergilenmesine geçilmektedir.
(S.KUTUB)
1. Ayetin aslında (zati'l-büruc) yani burçlara sahip olan ifadesi geçmektedir. Bazı müfessirler bunun anlamını, eski astrologlara dayanarak 12 burç şeklinde anlamışlardır. İbn Abbas, Mücahid, Katade, Hasan Basri, Dahhak ve Süddi'ye göre buruç gökyüzündeki yıldızlar ve gezegenlerdir.
2. Yani kıyamet gününe
3. Şahidlik eden ve şahidlik edilenler hakkında müfessirler tarafından birçok görüş ileri sürülmüştür. Ancak benim anladığıma göre, şahidlik eden ifadesiyle kıyamet günü hazır bulunanlar, şahidlik edilenler ifadesi ile de kıyamet günündeki dehşetli manzaralar kastolunmaktadır. Aynı zamanda bu görüş Mücahid, İkrime, Dahhak, İbn Nûcî ve diğer müfessirlere aittir.
(MEVDUDİ)
1. “İçinde burçları bulunan göğe andolsun;”
İlk yemin semâya yapılıyor. Burçlar sahibi olan semâya yemin olsun ki! Burç, yıldızlar demektir, ya da yıldızların mesken ve menzilleri, büyük yıldızlar, büyük yıldızların oluşturdukları yıldız kümeleri veya yıldızların içinde deveran ettikleri yörüngeleridir. Rabbimiz semâya ve semânın sinesinde barındırdığı milyarlarca yıldıza ve bu yıldızların Rablerinin, yaratıcılarının kendileri adına çizdiği hayat programı istikâmetinde, yani yörüngelerinde hareket ettiklerini, Rablerinin yasasına boyun büktüklerini anlatır. Buradaki burçlardan maksat, astrologların dediği gibi yengeç burcu, balık burcu gibi 12 burç sahibi olan semâya yemin edilmektedir.
Ya da İbni Abbas, Mücahid, Katâde ve Hasan-ı Basrî gibi büyük müfessirlerin dedikleri gibi, bu burçlardan kasıt birinci semâda bulunan, dünya semâsında bulunan, bu semânın kendileriyle süslendiği yıldızlar ve gezegenlerdir. İşte Rabbimiz semâmızın simasını süsleyen yıldızlar ve gezegenlere yemin ediyor. Yıldızlar ve gezegenler sahibi olan, dünyamızdan milyonlarca daha büyük milyarlarca yıldızı sinesinde taşıyan, barındıran semâya yemin olsun ki!
İkinci bir yemin daha:
2. “Söz verilen kıyâmet gününe andolsun;”Bir de Yevm-i Mev'ûd’a yemin olsun ki! Mü’minlere vaadolunmuş, kâfirlere ise vaîd olunmuş o kıyâmet gününe, o din gününe, ceza gününe yemin olsun ki! İmtihan konumundaki semânın parça parça olacağı, yıldızların, burçların yerlerinden sökülüp sağa sola atılacağı, dağların yerinden sökülüp yürütüleceği, hâsılı kâinatın imtihan konumundan hesap-kitap konumuna geçirileceği güne yemin ediyor Rabbimiz. Yahudilerde “Arz-ı Mev’ûd” diye bir kavram var. Onlar güya kendileri için vaadedilmiş, teklif edilmiş bir arza, bir toprak parçasına koşarlar. Filan yer sizindir! Size vaadedilmiştir derler ve ona sa’y eder, ona koşar, onu elde etme adına çırpınırlar. Bugünkü Filistin toprakları ve çevresini de içine alan bir toprak parçası için sa’y eder Yahudi. Yahudi’nin kıblesi ve hedefi budur. Bütün plan ve programını bunun için yapar. Arz-ı Mev'ûd’u elde etme adına yeryüzünde hiçbir Yahudi kalmasa, babamla bile evlenirim! der Yahudi kızı. Kur’an’ın ifadesiyle “Ahlede ile’l arz” olmuştur Yahudiler. Yani toprakla bütünleşmişler, arza çakılıp kalmışlar, tüm plan ve programlarını dünya adına yapan materyalist olmuşlardır.
Ama Yahudi’nin bu “Arz-ı Mev’ûd”una mukabil Müslüman için “Yevm-i Mev’ûd” kavramı vardır. Müslümanın hedefi, Müslümanın kıblesi Yevm-i Mev'ûd’dur. Müslümanın kıblesi öyle arzla, büyük topraklarla, dünyayla beraberlik değil, Yevm-i Mev’ûd’la beraberliktir. Müslüman, tüm plan ve programını dünya adına, dünyanın toprak parçası adına, dünyada kalıcı şeyler adına değil, Yevm-i Mev’ûd adına, âhireti kazanma adına yapar. Müslüman, materyalist değildir. Onun bütün hedefi Yevm-i Mev’ûd’u kazanmak, Yevm-i Mev’ûd’da mutluluğu elde etmektir. Müslüman, âhireti için çırpınır. Yaptıklarının neticesini sadece burada değil Yevm-i Mev’ûd’da görmek ister. Bedir’de şehit olanlar zaferi görmediler. Uhud’da şehit olanlar da Mekke’nin fethini görmediler. Ama ne gam, onların derdi zaten Yevm-i Mev’ûd’du, cennetti. Mü'minler Yevm-i Mev’ûd için koşarlar. Mü’minler hayatlarının her bir döneminde: “Kesinlikle bilesin ki âhir senin için ûlâdan daha hayırlı olacaktır.” (Duha 4) Hedefinin gerçekleşmesini isterler. Rabbimizin âhiret, âhir, yani bir sonraki durumu senin için ûlâ’dan, birinciden, bir sonraki durumundan daha hayırlıdır. Ey peygamberim, senin için her gelecek bir öncekinden daha hayırlı olacaktır. Bir önceki durumuna, bir önceki konumuna göre bir sonraki durumun senin için daha güzel, daha hayırlı olacaktır. Baban sen doğmadan önce öldü, senin için hayır oldu. Mekke’de işkence çektin, hakkında hayır oldu. Vatanından sürüldün, hayır oldu. Medine’ye hicret ettin, hayır oldu, orada devletini kurdun hayır oldu. Sonra Mekke’yi fethettin, hayır oldu. Sonra vefat edip Makam-ı Mahmud’a ulaştın hayır oldu, hayır oldu, hayır oldu… Sonu hayırlı olan bir hayatın sahibisin sen, deniyordu Rasulullah Efendimize. İşte mü’minin hedefi budur. Hayırlı bir hayat yaşayarak, sonraki her gün, sonraki her saat bir öncekinden daha hayırlı, daha güzel Müslümanlık yaşayarak Yevm-i Mev’ûd’u kazanıp, Allah’ın izniyle cennete ulaşmak. Bu hayatta mü’minin en büyük hedefi işte budur. Yahudi, Arz-ı Mev’ûd adına, dünya adına, dünyadaki bir toprak parçası adına sa’y ederken, Müslüman bunun için sa’y eder.
“Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür.” (Âl-i İmrân 139) âyetinde anlatılan üstünlük de Yevm-i Mev’ûd’daki üstünlüktür. Eğer mü’min iseniz gelecek günde, Yevm-i Mev’ûd’da mutlaka üstünsünüz. Dünya da mağlup olsanız, dünyada kaybetseniz, dünyayı tümüyle kaybetseniz bile üstün olan sizlersiniz. Bir peygamber gibi kavminiz tarafından testereyle belinizden biçilseniz bile galip olan sizsiniz. Çünkü şurasını hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmamalıyız ki, kâr ya da zarar dünya hesabına göre yapılmaz. Galibiyet ya da mağlubiyet, üstünlük ya da alçaklık, kâr ya da zarar dünya hesabına göre değil, âhiret hesabına, cennet ve cehennem hesabına göre yapılır. Öyleyse ey Müslümanlar! Ey inananlar! Kârınızı, zararınızı, üstünlüğünüzü, alçaklığınızı, galibiyetinizi, mağlubiyetinizi dünya hesabına göre yapmayın. Dünyada mal, mülk sahibi olunca, dünyada zafere ulaşınca, dünyada filan ya da falan makama gelince kazandık zannetmeyin. Dünyayı kazanınca, arzla bütünleşince, arzdan bir parça elde edince, çok paraya sahip olunca sakın kazandık zannetmeyin. Şunu kesinlikle bilin ki, bir kişi dünyada neye sahip olursa olsun, hangi mülke, hangi makama, hangi saltanata sahip olursa olsun, iman etmemişse, âhiret adına sa’y edip cenneti kazanmamışsa kesinlikle kaybetmiştir.
Öyle değil mi? Âhireti hayattan kaldırsanız neye yarar bu dünya? O halde madem ki Rabbimiz din gününe, Yevm-i Mev’ûd’a, randevu gününe yemin ediyor, öyleyse din gününü, din gününün hesabını, kitabını sürekli zihinlerimizde canlı tutmak, din gününe hazırlık yapmak zorundayız. O gün vaadedilmiştir ve mutlaka gelecektir. Allah asla vaadine ters düşmez. O gün mutlaka gelecek ve tüm yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz. Kimi kabullenmişsek? Kimi reddetmişsek? Neyi istemiş, neden kaçmışsak? Neye inanmış, nasıl bir hayat yaşamışsak? Ne yapmış, ne etmişsek onu mutlaka o günde göreceğiz.
3. “Kıyâmet günü şâhitlik edene ve edilene andolsun; ”Üçüncü yemin de işte budur. Şâhit ve meşhûda yemin olsun ki! Şehadet edene ve kendisine şehadet edilene yemin olsun ki!
1. Şehadet eden Allah’tır, kendisine şehadet edilen de yine Allah’tır. Öyleyse şehadet eden ve şehadet edilen, yani kendi kendine şehadet eden Allah’a andolsun ki. “Allah kendisinden başka İlâh olmadığına şehadet ediyor.” (Âl-i İmrân 18) Demek ki şehadet eden Allah’tır, kendisine şehadet edilen de Allah’tır. Allah, şâhit ve meşhûd olan zâtına yemin ediyor.
2. Başka kim şehadet eder? Ben şehadet ederim. Kime? Allah’a. Allah’tan başka İlâh olmadığına ben ve tüm yeryüzü Müslümanları şehadet etmektedirler. Öyleyse Rabbimiz yeryüzünde kendisine şâhit olan, şehadet getiren tüm Müslümanlara ve onların şehadet ettikleri kendi zâtına yemin ediyor.
3. Ya da buradaki şâhit, yani şehadet edip şâhitlik yapan varlık kıyâmet günüdür, haklarında şâhitlik yapılanlar da o gün orada hazır bulunanlardır, yahut da o günde vukua gelecek hadiselerdir. Şâhit Yevm-i Mev’ûd, meşhud da kıyâmet gününün dehşetli manzaralarıdır.
4. Veya şâhit bir yerde hazır bulunanlardır, meşhûd da onları orada hazır bulundurandır. Yani kıyâmet gününde hazır bulunan mevcudata ve onları orada hazır bulundurana yemin olsun ki!
5. Veya şâhit melektir, meşhûd da insandır. “Her can, kendisiyle beraber bir sürücü ve şâhit bulunduğu halde gelir.” (Kaf 21)
6. Veya şâhitle kastedilen, ümmetlerine, toplumlarına şâhitlik edecek olan peygamberler, meşhûd da, yani kendileri hakkında şahitlikte bulunulacak olanlar da onların toplumlarıdır. Nisâ sûresinin 41. âyeti bunu anlatır: “Her ümmete bir şâhit getirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bunlara şâhit getirdiğimiz vakit durumları nasıl olacak?” (Nisâ 41)7. Veya şâhit bu ümmettir, meşhûd da öteki ümmetlerdir. Bakara sûresi bunu şöyle anlatır: “Böylece sizi insanlara şâhitler olasınız diye vasat bir ümmet kıldık. Peygamber de size şâhit ve örnektir.” (Bakara 143) Müslüman ümmeti vasat bir ümmettir. Bir de şâhit bir ümmettir. Sizi dünya üzerinde vasat ve şâhit bir ümmet yaptık. Bu ümmet şâhit bir ümmettir. Bu görev tıpkı peygamberin ashabına ve diğer insanlara kendisine vahyolunan dini anlatma ve yaşama konusunda şâhitlik etmesi gibi bir görevdir. Çok şerefli, ama o nisbette de sorumluluğu olan bir görevdir. Ümmeti içinde peygamberin görevi, sorumluluğu ve şerefi neyse, diğer toplumlara karşı bizim de sorumluluğumuz ve şerefimiz odur. Bizler de Müslümanlar olarak şu anda tıpkı peygamber gibi tüm insanlık önünde İslâm’ın yaşanırlılığını, pratiğini göstermek zorundayız. Bu konuda peygamberin ümmetine karşı şâhit olduğu gibi, biz de tüm insanlara şâhitler olmak zorundayız. Peki nasıl şâhit olunur insanlara? Bütün insanlara bu dini götürür, Kur’an âyetlerini bütün insanlara ulaştırır, dünya üzerinde Allah’tan ve onun yeryüzünü düzenlemek üzere gönderdiği âyetlerinden, cennetten, cehennemden haberdar edilmedik bir tek insan kalmayacak biçimde herkesi haberdar ederiz, işte o zaman biz insanlara şâhitlik görevimizi yapmışız demektir. Tıpkı Rasulullah’ın bu ümmet üzerine şâhitlik yaptığı gibi.
Peş peşe üç yeminden sonra bakın Rabbimiz Ashab-ı Uhdûd’u anlatmaya başlayacak.(Bir sonraki ayet)
(A.KÜÇÜK)
“Ves-Semêi zêtil-bûrûci” burçlar sahibi gök şahit olsun. Yine şahitlikle başladı. Şahit tutarak başladı. Neye şahit olsun gök? Başlangıçta Allah’a şahit olsun. Varlığına ve birliğine şahit olsun. Allah’ın şahit olduğuna şahit olsun. Allah’ın hesap soracağına şahit olsun. Bir gün hesap gününün geleceğine şahit olsun. Başka? İnsana şahit olsun gök. Gök kubbe altında işleniyor tüm suçlar. Gök kubbe altında işleniyor tüm zulümler, tüm ah vahlar gök kubbe tarafından işitiliyor. Gök kubbe bunları saklıyor bu ahu eninleri zayi etmiyor. Bir gün gelecek gök kubbede toplanan bu sesler Allah tarafından bir bir şahit olarak dinletilecek.
Bugün pozitif bilim kâinatta gök kubbeye saldığımız hiçbir sedanın boşa gitmediğini tespit etmiş durumda. İşte size gök şahit olsun ayetinin açılımı. Gök nasıl şahit olur? Sesleri biriktirerek, seslerin hiç birini zayi etmeyerek insanlığın başından bu güne kadar insan ağzından çıkmış tüm iyi ve kötü, tüm adalet ve zulüm sözcüklerini hafızaya kaydederek şahit olur. Bu da bir şahit değil midir?
Burç; ortada olan şey. Saray, kale, burç. Zaten burç olarak ta anılıyor. Yine yıldızlar. Büyük yıldızlar, takım yıldızlar, takım adalar. Bunların oluşturduğu suretler. Mesela aslan sureti. Aslan burcu aslan suretini verdiği için. Balık burcu; balık, kova burcu; kova, yengeç burcu; yengeç gibi olduğu için isimlendirilmiş zaten. Veya 12 burç. Koç, boğa, ikizler, yengeç, aslan, başak, terazi, akrep, yay, oğlak, kova ve balık. 6.sı güneyde 6.sı kuzeyde bu burçların ki bunlar takım yıldız kümeleri aslında. Bunların bulunduğu alana mıntıkat-ûl buruç deniliyor. Yani bütün bu anlamlara gelebilir.
Tabii ki burada ki burçla günümüzdeki falcılığı ayırt etmek lazım. Hele hele günümüzde iyice çığırından çıkmış olan arraflık ve kahinliğe dönüştürülen burç’culuğu, buradaki burç hakikati ile ayırt etmek lazım. Burçların, göğün, ayın, kâinatın insan ve davranışlarıyla etkileşimi hiç şüphesiz ki gerçeklik payı olan bir husus. Ayın özellikle kadın bedeni üzerinde ki tezahürlerini nasıl inkâr edebiliriz. Fakat buradan yola çıkarak insan iradesini ipotek altına alan ve kendi kendini gerçekleştiren kehanete dönüşen burç’çuluğu asla tecviz ve tasvip edemeyiz.
Senin burcun, atıyorum başak burcu, veya yengeç burcu. Yengeç burcundan olanlar çabuk pes edermiş. Hayda..! bizimki hiçbir işi başaramıyor. Eline aldığı her iş yarım, hiç direnci yok, sebatı yok, sabrı yok, hiç. Kendisine sorduğunuzda ben ne yapayım, burcum yengeç, ben ne yapayım falan burçtanım. Bizimkisi her işte başarısız, başarısızlığı da akılsızlığından kaynaklanıyor. Çünkü Rabbimiz aklını kullanmayanı pisliğe mahkûm ederiz diyor. Ömrü pisliğe mahkûm olmuş. Soruyorsunuz niye pisliğe mahkûm oldun? Eğer cevabını Allah’tan alacak olsa aklını kullanmadığın için demesi lazım. Ama burç’çuluktan almaya başladığında; ne yapayım benim suçum yok ki, falan burçta doğmuşum.
İşte böyle kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüştüğünde insanoğlunun kendi iradesine hakaret anlamına geliyor ve burada eli kolu bağlayan bir zincire, şeffaf bir zincire, bir prangaya, bir akıl prangasına dönüştüğü için burç’çuluğu reddetmemiz gerekiyor. Yoksa burç bilimini veya kâinatla, tabiatla, göklerle, gök cisimleri ile insanlar arasındaki hatta parçanın parçayla parçanın bütünle irtibatını inkâr etmek anlamına hiç gelmiyor tabii ki.
1 Nisa 77 ışığında: Ölüm gelip o zalim 'burjuvaziyi' sağlam kale ve burçlarında buldu ve huzuru ilâhiye çıkardı.
“Vel-yevmi’l-mev'ûd” vaad olunan gün şahit olsun. Vaad edilen gün ne? Elbette ilk akla gelen hesap günü. “Yevmil hîsêb”. Dahası Kur’an’daki Fatiha’daki ismiyle “Yevmid-Dîn”; din günü, deyn günü, borç günü, borç ödeme günü. Yani adalet günü, hesap günü. Adaleti ahiret için kullanmıyor Kur’an onun için bizim de kullanmamamız lazım, Ahiret Allah’ın rahmet günüdür aslında. Mağfiretini sonuna kadar açtığı gündür aslında. Allah ahirette rahmetiyle muamele eder. Bu manada “Yevmid-Dîn” en doğru karşılık olsa gerek yevmil-mev’ud için.
“Ve-şêhidin ve-meşhûd” şahit, şahit olsun da, şahit olunan da şahit olsun. Yalnız şahit değil şahit olunan da şahit olsun. Yani şahit ve meşhud; Birinci ihtimal bu ayetler neye tekabül eder dersek, elbette ki yemin bu ayetler. Şahit kılma, ve şahit kılınmayla alakalı ..yevmûn meşhud geçiyor Kur’an’da Hûd/103 de. Yani şahit olunan gün. Kıyamet için, hesap günü için meşhud günü diyor Kur’an. Burada ki kelimeyle aynı.
Yine; “meşhedi yevmin âzîm”. (Meryem/37) de. Yine ahiret için, yine hesap günü için “meşhedi yevmin azîm” geçiyor. Buradakini andırır ve çağrıştırır şekilde. Bunlarla bağlantılı olarak okursak bu ayetleri, bu ayetleri sadece dünyada yapılan ve belli bir coğrafya da gerçekleşmiş olan bir zalimin zulmüyle sınırlı saymayıp ahireti de içine alan, ahirete de taalluk eden bir şekilde okuyabiliriz. Yani bu pasaj 2 şekilde okunabilir. Bir dünyaya yönelik, bir ahirete yönelik. Dünyaya yönelik okuması şu okuyacağım ayetle çok bağlantılı;
2 Veya: "şahit olan ve şahit olunan". Bir üstteki âyet tartışmasız âhiretten söz ettiğine göre, bu âyet de aynı bağlama ait olsa gerektir. Zira Hesap Günü, "şahit olunan bir gün" [yevmun meşhûd) olarak geçer (70/Hûd: 103 ve ayrıca 43/Meryem: 37).
3 Zımnen: Ey muhataplar: siz de şahit olun! Zira siz bu âleme sahip olmak için değil şahit olmak için geldiniz (Krş: 98/Al-i İmran: 53).
(M.İSLAMOĞLU)