BAKARA SURESİ


Ayet Getir
2-BAKARA 195. Ayet

وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

Ve enfikû fî sebîlillâhi ve lâ tulkû bi eydîkum ilet tehluketi, ve ahsinû, innallâhe yuhıbbul muhsinîn(muhsinîne).

Bayraktar Bayraklı

Allah yolunda harcama yapınız. Kendi kendinizi tehlikeye atmayınız ve iyilik yapmaya devam ediniz; Allah iyilik yapanları sever.


Edip Yüksel

ALLAH yolunda harcayın, kendi kendinizi zarara sokmayın. İyilik edin. ALLAH iyilik edenleri sever.


Erhan Aktaş

Allah yolunda malınızı infak1 edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik yapın. Kuşkusuz, Allah, iyilik yapanları sever. 1- Savaş hazırlığı için gerekli yardımı yapın.


Muhammed Esed

Ve Allah yolunda (sınırsızca) harcayın, kendi elinizle kendinizi mahvetmeyin ve iyilik yapmaya azimle devam edin; unutmayın ki, Allah iyilik yapanları sever.


Mustafa İslamoğlu

Bir de Allah yolunda harcayın ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın! Hep iyilik edin: Allah iyilik edenleri sever.


Süleyman Ateş

(Mallarınızı) Allâh yolunda harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik edin, doğrusu Allâh iyilik edenleri sever.


Süleymaniye Vakfı

Allah yolunda harcama yapın da kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.[*] Güzel davranın. Allah güzel davrananları sever. [*] Allah yolunda harcama, en zayıf kesime olacağı için güven ve tatmin ortamının doğmasına yol açar.


Yaşar Nuri Öztürk

Allah yolunda harcama yapın/nimetleri paylaşın; kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Güzel düşünüp güzel işler yapın. Çünkü Allah, güzellik sergileyenleri sever.


Ayetin Tefsiri

MEAL

 

195.) Bir de Allah yolunda harcayın ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın! 375 Hep iyilik edin: Allah iyilik edenleri sever.376

(M.İ)

195.) [Ey Müminler! ] Malınızdan-mülkünüzden Allah yolunda harcayın. Bu yolda malınızı harcamaktan kaçınıp da kendi kendinizi tehlikeye atmayın. Allah'ın emirlerini ihlas ve samimiyetle yerine getirin. Çünkü Allah iman ve ibadette ihlaslı olanları sever.

(M.Ö)

195.) Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle kendi­nizi tehlikeye atmayın. İyilik yapın, ihsanda bulunun çünkü Allah muhsinleri sever."

(A.K)

195.) Ey elçimiz Muhammed’e iman edenler! Uzun süredir düşmanla mücadele ettiğiniz için bitkin düştüğünüzü ve artık ailenizle, bağ ve bahçenizle meşgul olup dinlenmek istediğinizi biliyoruz. Sakın bu durum sizi, elçimizin savaşa hazırlık için yaptığı infak çağrısından geri durmaya sevketmesin. Düşmanınıza karşı koyabilmek için yapacağınız maddî yardımları esirgeyip de kendinizi Allah’ın azabına mâruz bırakmayınız. Elçimiz Muhammed’in emirlerini bütün samimiyetinizle yerine getiriniz. Eğer böyle yaparsanız Allah'ın sevgisine ve rızasına ulaşırsınız.

(H,E;M,C)

 

 

TEFSİR

 

"Allah yolunda infak etmek", Allah tarafından emredilen hayat nizamını kurmak için malî fedâkârlıkta bulunmaktır. Ayet şu anlama gelir: "Eğer bencil davranır ve Allah yolunda harcamada bulunmazsanız, bu dünyada aşağılık bir hayat sürer ve ahiret'te de en büyük azaba uğrarsınız. Bunun sonucunda Allah, bu dünyada kâfirleri size hâkim kılar ve ahiret'te de O'nun verdiği serveti yine O'nun yolunda harcamadığınız için sizi cezalandırır."

 

Gerçek bir müslüman Allah sevgisi ile çalışır. Eğer bir kimse Allah'ı gerçekten samimiyetle severse, bütün kalbini, aklını, nefsini, bedenini ve her şeyini O'nun yolunda çalıştırır. Böyle bir kimse, sadece, Allah korkusu nedeniyle yapılan bir ibadetle yetinmez; fakat, Allah yolunda çalışmak için tüm gücünü sarfeder.

(Mevdudi)

Allah yolunda mal harcamaktan kaçınmak hem insan nefsi hesabına cimrilik tehlikesi taşır ve hem de müslüman cemaati zayıf düşme ve kendini savunamama tehlikesi ile yüzyüze getirir. Özellikle İslâm gibi gönüllülük ilkesine dayanan bir düzen için bu tehlike daha somut bir nitelik taşır.

Bu ayetin sonunda cihad ve Allah yolunda mal harcama düzeyinden “ihsan (iyilik)” mertebesine çıkılarak şöyle buyuruluyor:

“İyilik yapın. Hiç kuşkusuz Allah iyilik yapanları sever.”

“İhsan (iyilik)” mertebesi, İslâm’da en yüksek mertebeyi oluşturur. Peygamberimizin bir hadisine göre “ihsan”ın anlamı “Allah’a, O’nu görüyormuşsun gibi, kulluk etmendir. Zira eğer sen O’nu görmüyorsan da O, seni görüyor” (Buhari, Müslim) şeklindedir.

İnsan nefsi bu düzeye erişince bütün ibadetleri yerine getirir, bütün günahlardan sakınır; küçük-büyük, gizli-aşikâr her işte yüce Allah’ın rızasını gözetir. Savaşa ve savaş masraflarına katılmayı emreden ayetler bu şekilde, yani insan nefsini imanın en yüce aşaması olan “ihsan (iyilik)” derecesiyle yüzyüze getirerek noktalanıyor.

(S.Kutub)

 

Bir savaş ortamından sonra birdenbire bir infak emriyle karşı karşıya geliyoruz. Hayat budur işte. Savaş ve infak iç içice yaşana­cak. Ölmek, öldürmek, sağ kalmak ve infak hayatın içinde olaylardır bunlar. Zaten Allah yolunda infak edemeyen toplumlar Allah için sa­vaş­maya da güçleri yetmeyen toplumlardır. Vücutlarının dışın­dakileri harcamaya gücü yetmeyen insanlar, iç dünyalarını veya vücutlarını nasıl harcayabilecekler? Malını Allah yolunda vereme­yen insanlar canlarını nasıl verebilecekler? Cebimdeki on bin lirayı Allah için har­cayamayan ben, ömrümün on saatini yahut ilerde ömrümün tamamını nasıl verebileceğim?

Halbuki Allah için savaşa girmek demek; ömrün tamamını fedâya hazır olmak de­mektir. Sormak lâzım; inandıkları Al­lah, uğrunda mal harcamaya değmeyen bir Allah olan bu insanlar, o Allah uğrunda canlarını na­sıl fedâ edecekler? Bugün malımızın beş on kuruşunu Allah için harcayamayan sen ve ben ömrümüzün tama­mını isteyen bir sa­vaş felsefesi içinde, bir savaş ortamı içinde kendi­mizi nasıl fedâ edebileceğiz? Bu durumda hiç bir şey yapamayacak ve oturup kalacağız yerimizde şu anda olduğu gibi. Bir şey yapamayız ki.

Ama Allah’ın ver dediği noktada yavaş yavaş verebilirsek, ken­dimizi vermeye alıştırırsak, o zaman ötekisini de vermeye ken­dimizi alıştıracağız demektir. Yâni bugün beş kuruşu, yarın on ku­ruşu, öbür gün yirmi kuruşu verebilirsek veya bugün bir saatlik, öbür gün iki sa­atlik ömrümüzü Allah’a verebilirsek, ilim öğren­meye, din anlatmaya, hasta ziyaret etmeye verebilirsek, öbürsü gün öyle bir duruma geliriz ki; tüm ömrümüzü Allah’ın dinine, müslümanların hizmetine fedâkarca infak edebiliriz. Ve nihâyet bir gün gelir de Allah bizden ömrümüzün tümünü isterse, malımızın tamamını isterse o zaman verebiliriz bun­ları.

Ama ben şu anda bir çay parasını bile veremiyorsam veya bir müslümanın dolmuş pa­rasını veya bir talebenin kitap parasını vere­miyorsam, canım isten­diği zaman ben bu canı nasıl verebilirim? Za­ten devam eden âyette buyuruluyor ki:

"Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın"

Yâni Allah yolunda infak etmeyerek kendi ken­dinizi cehenneme, tehlikeye atmayın buyuruluyor. Bu âyetin pratikte uygulanmasının bir yorumunu, bir savaş anında naklen sahabe bize şöyle anlatıyor: Kostantin muhasarasında Rasulullah’ın sahabelerinden Ebu Eyyub el-Ensârî, yaşlı bir kişi. Allah’ın Rasûlü Medine’ye geldiği zaman evinde misafir kal­dığı sahabe. Emeviler döneminde İstanbul’un fethi için gelir.

Bakıyor ki muhasara esnasında bazı kimseler sürekli ileri atı­lı­yorlar ve şehid oluyorlar. Yanlarındaki bazı kimseler de diyor­lar ki: Yapmayın böyle! Allah kendinizi tehlikeye atmayın! Diyor. Yok diyor Ebu Eyyub el Ensârî, bu âyet bizim için nazil oldu. Bu âyeti içinizde benden daha iyi bileniniz yoktur. Biz Mekke fethedil­dikten sonra, Ara­bistan müslüman olduktan sonra geldik Rasulullah’a ve dedik ki: Ey Allah’ın Rasûlü, Mekke fethedildi, Arabistan tamamıyla müslüman oldu, artık gücümüz kuvvetimiz zirveye ulaştı. Sulh sükun hakim oldu. İslâm egemen oldu. Artık bize müsaade et de biz şu işimize, aşımıza, ticaretimize, hurmalıklarımıza, tarlalarımıza dönelim! Dedik. Allah’ın Rasûlü şöyle bu­yurdu: Siz Allah yolunda cihadı bırakır da tarlaları­nıza, ticaretinize dönerseniz kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmış olursunuz! Sonra da bu âyeti okudu. İşte âyetin mânâsı budur. Ve eğer gerçekten bizler İşimize, aşımıza, dükkanımıza tezga­hımıza döner de Allah yolunda cihadı terk edersek, kendi el­lerimizle kendi kendimizi tehlikeye atmış olacağız. Halbuki bize göre bizim kendi kendimizi tehlikeye atmamız, zarara uğramama­mız, maslahata uygun rahat içinde bir hayatı kaybetmemiz demektir.

Öyleyse cihadı bir kenara bırakıp mal mülk derdine koşma­nız, tarla tapan derdine, ev bark derdine, mark dolar derdine koş­manız si­zin kendi kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmanızdır diyor Allah Rasûlü. Ebu Eyyub el Ensârî bunun bu mânâya geldi­ğini anlatıyor. İşte savaş âyetlerinin ve savaş ortamının içinde, sa­vaş âyetlerinden hemen sonra bizi infakla karşı karşıya getiren bu âyetin bilincine er­memiz gerekecek. Şu anda bizler belki fiilen bir savaş ortamında olmamakla bera­ber, öyle miyiz değil miyiz o da tartışılabilir de, şu anda her ne kadar çevremizdeki kardeşlerimizin savaş ortamında oluşundan ha­bersiz yaşayan bizler, belki fiilen bir savaş ortamının içinde ol­ma­makla birlikte şu anda hepimiz infak ortamı içinde bulunuyoruz. Ya da infak ortamında olabiliriz.

Yâni şu anda bizler hiç olmazsa hayatımızı dünyaya ba­ğımlılıktan kurtarmak zorundayız. Uykuya bağımlılıktan, rahata bağımlı­lıktan, paraya bağımlılıktan, büroya, dükkana, tezgaha ba­ğımlılıktan kurtarmak zorundayız. Zaman imkânlarımızı, ömür im­kânlarımızı, mal imkânlarımızı yavaş yavaş fedâ etmeye alıştır­malıyız kendimizi. Ömrümüzün bir bölümünü, meselâ 24 saatimi­zin 2 saatini müslümanların dirilişi meselesine fedâ edebilmeliyiz. Benim günlük zamanımın iki saati sizin içindir ey müslümanlar! di­yebilmeliyiz. Kullansınlar bizi iki saat. Harcasın müslümanlar iki saatimizi. Harcasınlar bizi. Kim har­carsa harcasın fark etmez. İhti­yarı kullansın, genci kullansın, kadını kullansın, erkeği kullansın, akrabam kullansın, babam, anam, kom­şum, arkadaşım kullansın fark etmez. Ama ben başkalarının olabile­yim iki saat. Ve yirmi dört liramın iki lirası da başkalarının olsun. Ben onda hiç temellük hakkı saymayayım. Varsa yirmi dört liramın iki lira­sını da başkaları kullansın ne çıkar bundan? Ben bugün iki saatimi vereyim de, ben bugün iki liramı vere­yim de, yarın öbürsü gün dörde, beşe çıkarayım. Eğer bugün ben bunu beceremezsem, bencillik yapar ve sadece ken­dim için yaşarsam ve paramı da hep kendime harcarsam, bir gün zorunlu olarak canımın istendiği bir ortamda, malımın tamamının istendiği bir savaş orta­mında benim yapabileceğim hiç bir şey yoktur. Allah yolunda infak edin:

"İyilik yapın, ihsanda bulunun; çünkü Allah muhsinleri sever."

İhsan, hayatın herşeyinde ihsan. Hayatın her bir bölü­münde ih­san isteniyor bizden. Savaşırken ihsan, öldürürken ih­san, ölürken ihsan, infak ederken ihsan, kurban keserken, yerken, yedirirken, na­maz kılarken, oruç tutarken, haccederken, savaşır­ken, barışırken hep ihsan isteniyor bizden. Yâni hayatı Allah için yaşamak isteniyor. İhsan budur işte. Hayatı Allah için ve Allah’ın gördüğü şuuru içinde yaşa­mak. İşte Allah böyle kendisini görürce­sine kendisine kulluk yapanları sever. Allah’ın her ân ve her zaman kendisini kontrol ettiğine inanan ve her ân Allah huzurunda bir hayat yaşadığı bilincine eren bir müslüman, elbette tüm yaptık­larını Allah’a lâyık yapmaya çalışacaktır.

(A.Küçük)

Allah yolunda sınırsızca harcayın, Allah yolunda bol bol harcayın. “Ve-lê tülkû bi-eydîkûm ilet-tehlûkeh” Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. Bunu savaş bahsi olan bir pasaj içinde böyle bir ayetle karşılaştınız mı siz nasıl anlarsınız? Hemen dersiniz ki demek ki savaşta falan böyle kendimizi ölüme atmayacağız.

 

Hayır böyle anlamışlar da İstanbul’un fethine çıkan ordu, o ordunun içinde bulunan ve şu an İstanbul’da metfun bulunan Ebu Eyyup el-Ensari hz.’leri bunu düzeltmiş. Demiş ki; hayır bu manaya gelmez bu ayet-i kerime, sahih bir haber bu, Buhari ve Müslim de başta olmak üzere birçok kaynağımızın naklettiği.

 

- Bu ayet bu anlama gelmez, bu ayet bizim için nazil oldu, biz Ensar için nazil oldu. Biz şöyle düşünmüştük: Allah artık İslam’ı yüceltti, İslam yayıldı, artık iyice düşmanlarımızı kahrettik, artık mallarımızın başına dönsek te, biraz da işlerimizi yoluna koysak diye düşünmüştük, bu ayet nazil oldu. “Ey müminler böyle mala, işe güce, dünyaya kendinizi verip te helak etmeyin kendinizi”. Allah yolunda harcamamak kendini helak etmektir. Diye bitirmiş Ebu Eyyup El-Ensari hz.’leri bu ayete

getirdiği yorumda.

 

Evet sevgili dostlar. Burada Allah yolunda harcamayanlar, Allah yolunda fedakârlık yapmayanlar, kendilerini tehlikeye atmış olurlar. Bu ayetin ifade ettiği gerçek bu. “ve âhsinû” ve hep iyilik yapın. “innAllâhe yûhîbbûl mûhsinîn”; Allah iyilik yapanları sever. Bakınız biraz önce 190. ayette böyle bitti. “Allâhe lê yûhîbbû” diye bitti yalnız sevmez diye bitti, burada da sever diye bitti.

 

Çok ilginçtir bu surede sever sevmezler çoğaldı. Merak etmiyor musunuz, tabii sizler yürek devletini okuduğunuz için merak etmiyorsunuz. Sebebini orada okudunuz. Ama yürek devletini okumayanlar için burada

hemen kısaca söyleyeyim ki, Mekki surelerde yer almaz bu. Mekki sureler genelde azap ile korkutur, ceza ile korkutur, çünkü Kur’an’ın terbiye ettiği nesil, Mekke de çocukluk seviyesindedir.

 

Medine de artık büyüdü. Kur’an’ın terbiye ettiği nesil, öyle büyüdü ki, ilişki sever sevmeze geldi. Yakar yakmazdan, sever sevmeze geldi. Sever sevmez ilişkisi, ilişkinin zirvesidir. Allah artık onlara; Sizi severim, sizi sevmem deyince onlar yerlerinde çivi gibi çakılıyorlardı. Allah sevmezse bundan büyük bela mı olur diyorlardı. Allah sevmezse, başıma bundan büyük ne bela gelebilir ki..! Allah severse bundan büyük ödül mü olur. Diyorlardı.

 

İşte ilişki bu noktaya gelince artık yakar yakmaz kalktı. Allah sever, Allah sevmez üslubu geldi. İşte bu ilişkinin zirvesidir. Allah’la kul ilişkisinin çıkabileceği en yüksek noktadır. Sevgi ilişkisi.

 

375 Yukarda ele alınan hac ve İslâm'ı insanla buluşturmak için gösterilen her tür çabanın adı olan cihad ibadetleri hep ekonomik fedakârlık gerektiren ibadetlerdir. Bu ibadetler için harcanacak her kuruş "Allah yolunda harcanmış" demektir. Allah yolunda harcama emrinin ardından, bu emrin illet ve hikmeti şöyle açıklanır: "kendinizi kendi ellerinizle

tehlikeye atmayın". Bu tehlike Allah yolunda harcamayı ve cihadı terk etmektir.

 

376 "Allah...sever" ya da "Allah...sevmez" diye son bulan âyetlerin hemen tamamına yakını Medenî sûrelerde yer alır. Mekkî sûrelerde ise azab ve ceza öndedir. Bunun nedeni Kur'an'ın eğitim sürecidir. Bu sürecin başlangıcında insanlar azab ile korkutuluyorlardı. Medine döneminde mü'minlerin Allah'la olan ilişkileri "sevgi" düzeyine yükseldi.

(M.İslamoğlu)