BAKARA SURESİ


Ayet Getir
2-BAKARA 189. Ayet

يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأهِلَّةِ قُلْ هِيَ مَوَاقِيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِأَنْ تَأْتُوْاْ الْبُيُوتَ مِن ظُهُورِهَا وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقَى وَأْتُواْ الْبُيُوتَ مِنْ أَبْوَابِهَا وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Yes’elûneke anil ehilleh(ehilleti), kul hiye mevâkîtu lin nâsi vel hacc(haccı), ve leysel birru bi en te’tûl buyûte min zuhûrihâ ve lâkinnel birre menittekâ, ve’tûl buyûte min ebvâbihâ, vettekûllâhe leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Bayraktar Bayraklı

Sana ayın evrelerini soruyorlar. De ki: “Onlar, haccın ve insanların öteki faaliyetlerinin vaktini gösterir. Evlere arkalarından girmeniz iyi değildir; asıl iyi Allah'a karşı sorumluluk bilincinde olmaktır. O halde evlere kapılarından giriniz ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olunuz ki kurtuluşa eresiniz.”


Edip Yüksel

Sana ayın evrelerini soruyorlar. De ki o, insanlar ve konferans ibadeti için bir zaman ölçüsüdür. İyilik, lafı dolandırmak değildir, iyilik sakınmaktır. Dürüst olun. Kurtuluşunuz için ALLAH’ı dinleyin.


Erhan Aktaş

Sana, ayın evrelerini soruyorlar. De ki: “O, insanlar ve hacc ibadeti için bir zaman ölçüsüdür.”. Evlerinize arkalarından girmeniz birr1 değildir; birr, takvâlı2 davranmaktır. Öyleyse evlerinize kapılarından girin.3 Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa erebilesiniz. 1- Hayır, iyilik, bağış, itaat, doğruluk, adalet, gerçeklik, erdem, sevgi. 2- Allah’ın buyruklarına içtenlikle uymak suretiyle; o buyrukları kendisine koruyucu yapıp, onlarla kendisini kötü ve zararlı şeylere karşı korumaya, güvenceye almak. 3- Bu bir deyimdir; “yapacağınız şeyi, esasına ve kuralına uygun yapın; bir şeyi tersinden değil, düzünden yapın; yanlış yoldan gitmeyin, yapacağınız şeyleri usulüne uygun yapın”, anlamına gelmektedir. Başka bir ifade ile: “Allah’ın yolundan, Allah’ın koyduğu kurallara uyarak gidin.” demektir.


Muhammed Esed

Sana ayın evrelerini soruyorlar. De ki: "Onlar, haccın ve insanların (öteki faaliyetlerinin) vaktini gösterir." Öte yandan erdemlilik, (zannedildiği gibi) evlere arkalardan girmeniz değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyandır. O halde evlere kapılarından girin ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki gerçek mutluluğa erişebilesiniz.


Mustafa İslamoğlu

Sana ayın evreleri hakkında soru soruyorlar. Cevap ver: O insanlık için zamanın ölçü birimidir, haccın da. Bu arada, evlere arkasından girmeniz de erdemlilik değildir, gerçek erdem sahibi, sorumluluk bilinciyle hareket eden kimsedir. O halde evlere kapılarından girin ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki, ebedi kurtuluşa erebilesiniz!


Süleyman Ateş

Sana doğan aylardan soruyorlar. De ki: "Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir." Evlere arkalarından girmek iyilik değildir. İyilik, Allah'tan korkanın iyiliğidir. Evlere kapılarından girin ve Allah'tan korkun ki, başarıya eresiniz, umduğunuzu bulasınız.


Süleymaniye Vakfı

Sana hilâlleri[1*] soruyorlar. De ki: “Onlar insanlar ve hac için vakit ölçüleridir. İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir. İyilik Allah’tan çekinerek kendinizi korumanızdır.[2*] Evlere kapılarından girin.[3*] Allah’tan çekinip korunun ki umduğunuza kavuşasınız.” [1*] Yeni ay, güneşten sonra batan hilal ile başlar. “Güneş ile Ay, bir hesaba göredir.” (Rahmân 55/5) Nebîmizin yanında bu hesabı yapacak kimse olmadığı için şöyle demişti: “Biz ümmi bir toplumuz; yazı yazmaz, hesap yapmayız.” “Hilali görünce oruç tutun, tekrar görünce orucu bırakın, hava bulutluysa ayı otuza tamamlayın.” (Müslim, Sıyâm) [2*] Arap edebiyatındaki iltifat sanatı bizde olmadığından meâlde bu sanat yok sayılmıştır. (Bkz. Bakara 49’un dipnotu)  [3*] Nebîmize hilal hesapları sorulmuş olmalıdır. Ona, uzmanı olmadığı bir soruyu sormak, eve tersten girmek olur. 


Yaşar Nuri Öztürk

Sana, doğan aylardan sorarlar. De ki: "Onlar, insanların çeşitli yararları ve bir de hac için vakit ölçüleridir." Hayra ulaşmak evlere arkalarından girmeniz değildir. Hayra ulaşan o kişidir ki, takvaya sarılıp korunur. Evlere kapılarından girin. Allah'tan korkun ki kurtuluşa erebilesiniz.


Ayetin Tefsiri

MEAL

189.) SANA ayın evreleri hakkında soru soruyorlar.3 6 1 Cevap ver:3 6 2 O insanlık için zamanın ölçü birimidir, haccın d a . 3 6 3 Bu arada, evlere arkasından girmeniz de erdemlilik değildir,3 6 4 gerçek erdem sahibi, sorumluluk bilinciyle hareket eden kimsedir. O hâlde evlere kapılarından girin ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki, ebedi kurtuluşa erebilesiniz!

3 6 5

(M.İslamoğlu)

189.) [Ey Peygamber! ] Sana ayın kimi zaman ince kimi zaman da yuvarlak görünmesinin sebebini soruyorlar. De ki onlara: "Ayın farklı şekilleri, insanlar için vakit ölçüleri ve dolayısıyla hac mevsimini belirlemeye yarayan göstergelerdir. 63 [Aynca şunu bilin ki hac dönüşü] evlerinize [kapılarından değil de] arka taraflarında açtığınız deliklerden girmeniz gerçek manada iyilik ve dindarlık değil, dindarlık adına bir uydurmanızdır. 64 Gerçek iyilik ve dindarlık, kişinin Allah'ın yasakladığı şeylerden uzak durmasıdır. Artık [gerek ihramlı iken gerek haccın bitiminde] evlerinize kapılarından girin; Allah'ın emirlerine itaatsizlikten sakının ki [iki cihanda] huzur ve mutluluğa kavuşasınız. "

(M.Öztürk)

189.) "Peygamberim, sana yeni doğan ayları soruyorlar. De ki; onlar insanlar ve hac için vakit cetvelleri­dir. Birr evlere arkalarından girmeniz değildir. Lâ­kin iyi kişi haramlardan sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin. Ve Allah’tan korkun ki felâha erenler­den olasınız."

(A.Küçük)

TEFSİR

 

 

Giriş bölümünde hilaller (yani aylar) ile ilgili bir açıklama yeralıyor. Bunu, cahiliyeden kalma bir adeti düzeltme amacı güden bir açıklama izliyor. Sözkonusu cahiliye adetine göre belirli bir vesile ile herhangi bir eve girmek gerektiğinde normal olan kapısından değil de arka tarafından giriliyordu. Daha sonra genel olarak savaşla ilgili hükümler ve özel olarak haram aylarda ve Mescid-i Haram sınırları içinde savaşmaya ilişkin esaslar anlatılıyor. Bölümün sonunda ise İslâm’ın belirlediği, arındırdığı ve cahiliye düşünceleri ile ilişkili tüm unsurlardan ayıkladığı şekliyle Hacc ve Umre ibadetlerinin ayrıntıları açıklanıyor.

Yine bu ayetler de -Daha önceki bölümde olduğu gibi-. bir yandan inanç ve düşünce sistemine ilişkin hükümler, bir yandan ibadet amacı taşıyan davranışlara ilişkin hükümler ve bir yandan da savaşa ilişkin hükümler karşımıza çıkıyor. Bu hükümlerin hepsi aynı nokta etrafında bütünleşiyor, hepsinin sonu yüce Allah’ı ve Allah korkusunu hatırlatan uyarılar ile noktalanıyor.

Meselâ evlere arka taraflarından girme konusunu işleyen ayetin sonunda iyilik kavramına doğru bir anlam kazandıran, iyiliğin görünürdeki davranışlarla değil, takva derecesi ile ölçüleceğini vurgulayan bir uyarı ile karşılaşıyoruz:

“Evlere arka taraflarından girmeniz iyiliğe uygun bir davranış değildir. İyiliğe uygun davranış, kötülükten sakınarak, Allah’tan korkarak evlere kapılarından girenlerin davranışıdır. Allah’tan korkun ki, kurtuluşa, umduğunuza eresiniz.” Genel anlamda savaş konusunda ise müslümanlar ölçüyü aşmamaya, saldırgan olmamaya çağrılmakta ve bu mesele ile yüce Allah’ın sevgisi ve nefreti arasında bağ kurulmaktadır:

“Çünkü Allah ölçüyü elden bırakanları, saldırganları sevmez.”

Haram aylarda savaşmanın hükmünü açıklayan ayet de müslümanları Allah’tan korkmaya çağıran şu uyarı ile sona eriyor:

“Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah kendisinden korkanlar ile beraberdir.” Öteyandan, Allah yolunda mal infak etmeyi emreden ayetin son cümleciğinde de yüce Allah’ın iyilik yapanları sevdiği vurgulanmaktadır:

“İyilik yapın hiç kuşkusuz Allah iyilik yapanları sever.”

Bunların yanısıra Hacc ibadetinin bazı hareketlerini anlatan ayet de şu yorum cümleciği ile noktalanıyor:

“Allah’tan korkun ve bilin ki, O’nun azabı ağırdır.”

Aynı şekilde Haccın ne zaman yapılacağını, Hacc sırasında kadına yaklaşmanın, diğer hacı adayları ile küfürleşmenin ve kavga etmenin yasak olduğunu belirten ayet de şu uyarı cümleciği ile bağlanıyor:

“Yanınıza yolazığı alın. Hiç şüphesiz en hayırlı yolazığı takvadır; Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri benden korkun.”

Hatta müslümanları, Hacc ibadetinin bitiminden sonra yüce Allah’ın adını anmaya çağıran ayetin sonunda bile yukarıdakiler ile aynı içeriği taşıyan şu yorum cümleciği yeralıyor:

“Allah’tan korkunuz ve biliniz ki, hepiniz O’nun huzurunda biraraya getirileceksiniz.”

Böylece bu değişik konuların birbirleriyle sıkı bir ilişki halinde ve birbirine kenetlenmiş olduğunu görüyoruz. Bu sıkı ilişki, bu dinin karakterinden kaynaklanır. Bu dinin karakterinde ibadet amaçlı hareketler, kalpteki duygulardan ve bunların her ikisi sosyal hayata yön veren yasal düzenlemelerden ayrılmaz. Bu din, ancak hem dünya işlerini hem Ahiret işlerini, hem kalple ilgili gelişmeleri, hem sosyal ve devletlerarası ilişkileri hep birlikte kapsadığı; hayatı tümü ile denetimi altına alarak onu, üniteleri birbirini tamamlayan tek bir düşünce sistemi, uyumlu tek bir metod, yaygın tek bir sosyal düzen ve tek bir araç uyarınca yönlendirdiği takdirde rayına oturabilir. Burada sözü geçen tek uygulama aracı, hayatın bütün faaliyet kesimlerinde yüce Allah’ın şeriatına dayanan kendine özgü, orjinal hayat sistemidir.

Bu surenin incelemekte olduğumuz bölümünden itibaren Kur’an-ı Kerim’in değişik bir anlatım tarzı ile karşılaşıyoruz. Bu yeni anlatım tarzı, birtakım merak edilen meselelere cevap biçiminde karşımıza çıkıyor. Müslümanlar bu durumlarda Peygamberlerine (salât ve selâm üzerine olsun) çeşitli meseleler hakkında sorular soruyorlardı. Sordukları bu meseleler hayatlarının yeni döneminde karşılaştıkları problemlerle ilgiliydi. Bu meselelerde yeni düşünce sistemleri, yeni yaşama düzenleri uyarınca nasıl hareket edeceklerini öğrenmek istiyorlar; ayrıca içinde yaşadıkları evren karşısında uyanıklık kazanan duyu organlarının dikkatini çeken bazı evrensel realiteler de zaman zaman bu sorularının gündemini oluşturuyordu.

Meselâ hilâller, yeni aylar hakkında soru soruyorlar. Acaba bunların mahiyeti nedir? Ayın görüntüsü niçin önce hilâl biçiminde beliriyor, sonra gitgide büyüyerek yuvarlak bir dolunay halini alıyor, arkasından da yavaş yavaş eksilerek yine hilâl şekline giriyor; sonra da yeniden hilâl biçiminde ortaya çıkmak üzere gözlerden kayboluyor?

Bir başka zaman Allah yolunda nasıl harcama yapacaklarını, hangi tür mallardan harcama yapacaklarını, sahip oldukları servetin ne kadarını ve ne orandaki bölümünü vereceklerini soruyorlar.

Başka bir zaman da haram aylarda ve Mescid-i Haram civarında savaşmanın hükmünü soruyorlar: “Acaba bu savaş caiz midir, değil midir?” diyorlardı. Bir başka gün, alkollü içkinin ve kumarın hükmünün ne olduğunu öğrenmek istiyorlar. Bilindiği gibi cahiliye döneminde içki ve kumar Araplar arasında çok yaygındı.

Bir başka gün ise kadınların aybaşı kanamaları hakkında soru soruyorlar. Kadınların bu dönemlerinde onlarla aralarındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğini öğrenmek istiyorlar. Başka bir zaman da eşleri ile aralarındaki en mahrem meseleler hakkında sorular soruyorlar. Kimi zaman da bu tür sorular kadınların kendileri tarafından gündeme getiriliyordu.

Kur’an-ı Kerim’in diğer surelerinde yeralan, çok daha değişik konularla ilgili sorular da vardı bunların arasında.

Bu sorular çeşitli açılardan anlamlı, önemli birkaç realitenin somut göstergesidir:

1- Bu sorular, herşeyden önce müslümanların yaşama tarzında ve sosyal ilişkilerinde belirgin bir açılmanın, canlanmanın ve gelişmenin meydana geldiğini, yavaş yavaş orjinal kişiliğini bulmaya başlayan İslâm toplumunda yeni toplumsal şartlar belirdiğini, müslümanların bu topluma güçlü bağlarla bağlandıklarını, artık onların eski başıboş fertler ya da dağınık kabileler olmadıklarını; kendine özgü bir yapısı, bir düzeni, herkesin bağlı olduğu bir fonksiyonu olan yeni bir ümmet haline geldiklerini gösterir. Bu ümmetin her ferdi toplumdaki davranışlarının biçimi ve sosyal ilişkilerinin nasıl olması gerektiği ile ciddi biçimde ilgileniyor. Bu durum İslâm düşünce sisteminin, düzeninin ve yönetim mekanizmasının ortak katkısı ile meydana getirdiği yeni bir durumdur. Genel anlamda sosyal, fikrî, duygusal ve insanî düzeylerde beliren somut bir gelişme ile karsı karşıyayız.

2- Bu soruların diğer bir anlamı, ikinci bir göstergesi de şudur: Bu ümmette son derece uyanık bir dinî bilinç, güçlü ve vicdanlara egemen bir inanç gelişmiştir. Bu yüzden herkes gündelik hayatında yeni inanç sisteminin görüşünün ne olduğundan emin olmaksızın herhangi bir hareket yapmaktan çekiniyor. Artık eski hayatlarından kalma ve böyle durumlarda başvurabilecekleri hükümler ve bilgi birikimleri de yok. Çünkü bütün cahiliye dönemi alışkanlıklarını kalplerinden söküp attılar, onlara güvenlerini yitirdiler ve bunun sonucu olarak hayatlarının her alanında yeni direktifler beklemeye koyuldular. Bu duygusal durum, gerçek imanın meydana getirdiği bir durumdur.

Böyle bir durumda daha önce yürürlükte bulunan bütün hükümlerden, bütün geçmiş alışkanlıklarından sıyrılır, cahiliye döneminde yaptığı eylem karşısında çekingen bir tutum takınır; her konuda yeni inanç sistemi tarafından yönlendirilmeye yatkın bir beklentiye girer; yeni hayatını geçmişin tüm gölgelendirici etkisinden uzak kalarak bu yeni inanç sistemine uyarlama konusunda titiz bir çaba gösterir. Bu arada eğer yeni inanç sisteminden, eski alışkanlıklarının şu ya da bu ayrıntısını onaylayan bir direktif alırsa bunu yeni düşünce sistemine bağlı, yepyeni bir unsur olarak algılar. Çünkü yeni düzenin, eski düzenin bütün ayrıntılarını ortadan kaldırması gerekli ve kaçınılmaz değildir. Fakat önemli olan, bu ayrıntıların, yeni düşüncenin özü ile irtibatlandırılmasıdır. O zaman bu ayrıntılar, bu düşünce sisteminin ayrılmaz parçası, yapısının öz unsurları ve diğer parçaları ile uyuşan öğeleri olurlar. Tıpkı İslamın Hacc ibadeti içinde benimsediği eski ziyaret gelenekleri gibi. Bu durumda bu gelenekler İslâm düşüncesinden kaynaklanmış, onun ilkelerine dayalı, cahiliye düşüncesi ile hiçbir ilişkisi kalmamış geleneklere ve hükümlere dönüşürler.

3- Bu sorulardan çıkan üçüncü bir anlam da bu dönemin tarihinden kaynaklanıyor. Bilindiği gibi bu dönemde Medine’li yahudiler ve Mekke’li müşrikler zaman zaman İslâm’ın yeni düzenlemelerinin değeri konusunda zihinleri bulandırma kampanyaları açıyor, kimi olaylar ve uygulamalar ile ilgili olarak yanıltma kampanyaları başlatabilmek için önlerine çıkan her fırsattan yararlanıyorlardı. Meselâ Abdurrahman b. Cahş’ın komutasındaki bir askeri müfrezenin haram aylarda müşrikler ile çatışmaya girdiği biçimindeki söylentiler ve dedikodular bu amaca yönelikti. Bu maksatlı kampanyalar zihinlerde şüphe belirmesine yolaçıyor ve bu soruların cevaplandırılması gerekiyordu. Ancak bu yolla bu zehirli kampanyaların önüne geçilebilir, müminlerin kalplerine güven ve huzur aşılanabilirdi.

Sözkonusu sorularından çıkarılacak önemli sonuç Kur’an-ı Kerim’in sürekli bir savaşın ortasında olması idi. Bu savaş ister kalplerde yapılan cahiliye düşünceleri ile İslâm düşüncesi arasındaki iç savaşta olsun, ister müslüman cemaat ile çevresinde pusuya yatmış, fırsat kollayan düşmanları arasında cereyan eden dış savaşta olsun, Kur’an-ı Kerim etkin bir faktör olarak devrede idi.

Bu savaşların her iki türü de hâlâ devam ediyor. Zira, insan nefsi, yine o eski nefis olduğu gibi müslüman ümmetin düşmanları da yine o günkü düşmanlardır ve Kur’an’da gözlerimizin önünde, elimizin altındadır. İnsan vicdanının ve müslüman ümmetin, bu Kur’an’ı savaşa sokmaktan, ona o ilk dönemde olduğu gibi canlı ve tam tekmilli bir faktör olarak bu mücadeleye katılma fırsatı vermekten başka hiçbir kurtuluş yolu yoktur. Müslümanlar bu gerçeğin kesinlikle bilincine varmadıkça ne kendilerini kurtarabilirler ve ne de herhangi bir başarı elde edebilirler.

Bu gerçeğin insan vicdanında meydana getireceği asgari etki, Kur’an’a bu anlayışla, bu idrakle ve bu düşünce ile yaklaşmak; onu hareketli, etkili, düşünce üretici, cahiliye zihniyetine karşı direnen, bu ümmeti savunucu ve onu tökezlemelerden koruyucu bir kaynak olarak algılamaktır; buna karşılık onu bu günkü insanlar gibi sırf ahenkle okunacak tatlı nağmeler bütünü ve güzel sözler serisi şeklinde algılayan ve onun fonksiyonunu bundan ibaret sanan düşünceden uzak durmaktır.

Halbuki yüce Allah Kur’an’ı bundan başka bir fonksiyon icra etmek için indirmiştir. Yüce Allah Kur’an’ı eksiksiz bir hayat tarzı meydana getirmek ve bu hayat tarzını harekete geçirerek dikenler, uçurumlarla dolu, çeşitli arzu ve ihtirasların cirit attığı, her adım başında engellerin kol gezdiği sıkıntılarla dolu yolda ilerlemeye çalışan insanlığı güvenli bir kapıya ulaştırmak amacıyla indirmiştir.

(S.Kutub)

 

Hz. Adem (a.s) dan bu yana duvara astığımız takvim vazi­fesini icra eden bu hilaldir. Hilal; kelime olarak bağırmak, ünlemek demektir. Hilali gördüklerinde insanlar a!!! Hilal göründü! Diye ba­ğırmaları anla­tılır.

Hilalin bizim hayatımızdaki fonksiyonu bunlardır. Hilal, bizim için vakit cetvelidir. Ramazan ayı onunla bilinir, Zilhicce ayı, kurban onunla bilinir. İnsanlar nikâhlarını, talâklarını, alışverişlerini ölümlerini, kalımlarını borçlanmalarını onunla bilirler. Allah böyle diyor.

Halbuki soranlar, işin bu yönünü sormamışlardı. Hilal niye böyle büyüyüp küçülüyor? Niye böyle önce iplik gibi incecik görü­lüyor, sonra dolunay halini alana kadar artıp duruyor? Sonra ar­kasından yine ilk haline dönene kadar eksilip duruyor? Niye gü­neş gibi tek bir halde durmuyor da devamlı değişiyor? Diye hilalin astronomik yönünü soruyorlardı. Ama bakın, Rabbimiz onların sor­duklarına istedikleri ce­vabı vermiyor da onlara lâzım olacak yönü­nü anlatıyor. Size ne bun­dan? Siz, size lâzım olanı bilin dercesine.

Bakıyoruz, bugün de ay gündeme geldi mi başlıyor adam konuş­maya, yarım saat bana lâzım olmayacak şeyler anlatmaya. Hayır bunlara gerek yok, ay dendi mi bilinmesi gereken işte budur. Ayın bizim hayatımızdaki fonksiyonu işte budur.

Bakıyoruz Kur’an’ı Kerîmde anlatılan âyetler, herkesin anla­yabi­leceği türden âyetlerdir. İnsan, arz, insanın yaratılışı, sema, gök­yüzü, ağaç, bitki, hayvanlar. Kur’an’da anlatılan konular hiçbir zaman insandan uzak felsefi konular değildir. Aksine insana yakın ve herke­sin anlayabileceği konulardır. Bu kitabın anlattıklarını an­layamayacak bir tek insan yoktur yeryüzünde. Bundan dolayıdır ki bizler, kesinlikle anlatımı zorlaştıracak bir duruma getirmekten sakınmalıyız. İşte hilal budur. Bu Allah’ın âyetlerinden birisidir. Sen hilale iyi bak! Onu iyi tanı ki; şu sahte âyetler, Allah’ın âyetlerinin yerine geçmesin, diyor Rabbimiz.

"Birr evlere arkalarından girmeniz değildir. Lâ­kin iyi kişi, haramlardan sakınan kimsedir. Evlere kapı­ların­dan girin. Ve Allah’tan korkun ki; felâha erenler­den ola­sınız."

Evlere arkalarından girmeniz de birr, yâni takva değildir. Hal­buki onlar bunu da sormamışlardı. Yâni Ya Rasûlallah evlere nereden girelim? Kapıdan mı, bacadan mı girelim? diye onların gündeme getirmedikleri, hiç sormadıkları bir konuyu Allah gündeme getiriyor.

Öyleyse biz de karşımızdaki muhatabımızın bize sorduğu so­ruya ek olarak onun hiç sormadığı, ama esas probleminin kay­nağı olan konuları da ona anlatmak zorundayız. Ailevi bir geçim­sizlikten soruyorsa adam, ona farkında olmadığı konuları da ha­tırlatmalıyız. Meselâ hanımının, çocuklarının itaatsizliğinden soruyorsa adam, hu­zursuzluğunu böylece gündeme getirmeye çalışı­yorsa; ona bunu an­latmakla beraber, onun hiç farkında olmadığı probleminin kaynağını da anlatmalıyız. Arkadaş, senin asıl prob­lemin o evde hanımına İslâm terbiyesi vermemende yatıyor. Her akşam evinde çoluk çocuğunu eğitecek İslâmî bir eğitim yapma­mandan kaynaklanıyor diye, onun hiç de farkında olmadığı konu­ları ona anlatmak zorundayız. Senin esas derdin burada. Hanı­mından, çocuklarından itaat bekleyen sen, Rab-bine ne kadar itaat ediyorsun? Unutma ki sen, kendi Rabbine, kendi efendine ne ka­dar itaat ediyorsan; senin hanımın ve çocukların da sana ancak o kadar itaat edeceklerdir. Öyleyse hanımınla aranın düzel-mesini isteyen sen, önce Rabbinle aranı düzeltmek zorundasın. Rab-binin emirlerine itaate koşmalısın diyerek, ona farkında olmadığı prob­leminin kaynağını anlatmalıyız.

Bu âyet gelmeden önce bir uygulamaları vardı. Seferden gel­diklerinde veya hacdan döndüklerinde evlerine kapılardan gir­miyorlar arkadan bir delik delerek öyle giriyorlarmış, böyle bir âdet varmış. Şimdi bizde de hacdan dönenlerin kendi evlerine girmeye­rek önce kayınpederlerinin, kardeşlerinin, damatlarının evine giren insanlarınki de aynısı mı? değil mi? bilmiyorum.

Birr, yâni takva evlere filan kapıdan, filan bacadan girmek, fa­lan şekli, filan âdeti ve alışkanlığı icra etmek değil, Allah’ınkine teslim olmaktır. Takva, Allah neyi nasıl istemişse bunu Allah’ın kitabından öğrenip O’nun istediği biçimde uygulamaktır.

Bu âyetiyle Rabbimiz insanların atalarının yolunu ve onlar­dan intikal eden bâtıl gelenek ve inançları körü körüne taklit et­menin caiz olmadığını da anlatıyor.

Bundan sonra savaş âyetleri geliyor. İslâm’ın savaş huku­kunu beyan eden âyetlerle karşı karşıya getiriyor Rabbimiz bizi.

Cenab-ı Hak Peygamberimize ve onun şahsında bize sava­şın sebeplerini açıklar. Savaşın insani boyutlarda sürdürül­mesi ve sa­vaşta barbarca insanlık dışı metotlar kullanılmaması konusunda pek çok tâlimatlarda bulunur. Medine’de savaş konusunda ilk gelen âyet bakın şöyle:(Bir sonraki ayet)

(A.Küçük)

“Yes'elûneke anil-ehilleh” Şimdi bir başka konuya geçti ama yine konular arasında ilginç bağlantılar var. “Yes'elûneke anil-ehilleh” Sana ay’ın evrelerini soruyorlar. Burada hilallerden soruyorlar, lafzi manası budur. Lakin “ehille” manasını ben bir hadise dayanarak veriyorum.

 

Burada sorulan sorunun ne olduğu merak edildiğinde, kaynaklarda şöyle bir rivayete rastlıyoruz. Sebep-i nüzulle, iniş sebebi ile ilgili. O da iki sahabe Resulallah’a gelip;

- Ya Resulallah ay önce incecik iplik gibi doğuyor, gittikçe kalınlaşıyor, dolunay halini alıyor, ondan sonra yine eski haline yavaş yavaş dönüp bitiyor, kayboluyor. O günün insanının ay’ın bu evrelerinden bu kadar

merak içinde olması hiç te garip değil. Bir kere bölge insanı göğe tutkun bir insan, çöl insanı, tabiatı icabı gökle dost. İkincisi buna mecbur çünkü yolunu gökle buluyor, çölde başka neyle bulursunuz ki gökle buluyor. Onun için de Ay’la, yıldızla, kutup yıldızı ile güneşle içli dışlı insanlar.

 

Hele ay gecelerini aydınlatan bir kandil çöl insanı için, doğal bir kandil, aynı zaman da yolunu bulmasına yardımcı olan bir gök cismi. Yine merakını celbeden, aynı zamanda borçlarını alacağını hep ona göre düzenlediği. Her hesabını ona göre yaptığı bir takvim çöl insanı için ay. Çünkü güneş çöl insanı için takvim olmak açısından hiçbir şey ifade etmez. Çünkü güneşin evreleri olmadığı için. Tabii ki sadece güneşin

mevsimleri ifade eden burçları var ama ay gibi değil. Ay dikkatli bir göz ay’dan kaçıncı günde olduğunu çıkarabilir.

 

Onun için Ay’ı takip ederek adeta o gün hangi gün olduğunu, o gün ayın kaçıncı günü olduğunu bilebilir ayı takip eden biri. Onun için ay insan için bir takvim aynı zamanda. Sadece o kadar mı? Ayın çok daha farklı şeyleri var. Ay yeryüzünü etkileyen bir şey. Med cezir hadisesi, meyvelerin renklenmesi. O kadar da değil ay insanı bizzat ilgilendiriyor. Hanımların özel halleri. Ay’la insan arasında adeta garip bir ilişki var. Yani bu kadar çok fonksiyonu olan bir şeyi merak etmeleri hiçte garip değil onun için ayı soruyorlar. Tabii bu fonksiyonları üzerine birde bölge insanının aya ilişkin hurafavi inançları var, yanlış inançlar, sakat inançlar var. Bu kadar çok fonksiyonlu bir aya, yarı tanrılık ya da ilahlık yükleyebiliyorlar.

 

İşte bütün bu çerçevede değerlendirilirse Resulallah’a bu soru sorulduğunda anlıyoruz ki soruyu soranlar ayın evrelerini soruyorlar. Tabii ki diyeceksiniz ki bu sorunun muhatabı bir peygamber midir? Gök bilimci değil bir peygambere sorulacak soru değil bu, zaten şimdi ayette onu ima edecek bize.

 

“kûl hiye mevêkîtû lin-Nêsi vel-Hacc” Ayet bambaşka bir cevap veriyor. Onlar başka bir şeyi soruyorlar ayette; Deki o insanlar için vakit ölçen bir şeydir. Yani vakit tayin eder. Bir de Haccın vaktini. Bu cevabı veriyor ancak devam ediyor.

“ve leysel birru Bi-en te'tûl buyûte min zuhûrihê” Evlere arkasından girmek erdemlilik değildir diyor. “ve-lê-kinnel birrâ menit-tekâ” lâkin erdemlilik, asıl fazilet Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olan insanın durumudur. Onun faziletidir. Niye böyle bir ibare geldi? Öncelikle mecâzi olarak manası;

 

-Ey insanlar, peygambere sorulacak soru bu değil, eve arkasından girmeyin, çalıyı tepesinden sürümeyin yani kapı dururken bacadan girmeyin. Kaldı ki problem bu değil sizin sormanız gereken çok soru var, sizin çözmeniz gereken çok sorun var. Peygamberi bulmuşken onları sorun, hayata ilişkin sorun. Bunlar gökle ilgili bilgileri olan, bu işle özel ilgilenen, bu konuda teknik bilgilere sahip olan insanların cevap vereceği şeyler. Dercesine adeta..!

 

“ve'tûl buyûte min ebvêbihê Devam ediyor. O halde evlere kapılarından girin. “vettekûl-lâhê leâllekûm tûflihûn; Allah’tan gereği gibi sakının Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincini kuşanın. O zaman belki ebedi kurtuluşa nail olursunuz. Burada eve bacadan girmek, ya da arkadan girmek, kapıdan girmek ile sorulan soru arasında ilişki olduğu kesin. Ama bir de bu ibarenin literal manasını, yani lafzî manasını öne alanlar olmuş, onlar da şöyle bir rivayete dayanırlar.

 

Humus denilen bir zümre var. Mekke ve bölgede. Aslında İki kısım insanlar değerlendiriliyorlar. Hille ve humus. Hille diye torpilli olmayanlar, yani harem bölge dışında yaşayanlara hille diyorlar. Harem bölge. Mekke ve Kureyş’in ve müttefiklerinden olmayanlara hille diyorlar. Zaten haremin dışındaki topraklara da hill denir. Harem bölge içinde yaşayanlar, Kureyşliler ve onların müttefikleri torpilli olmuş

oluyor. Onlara da hums deniyor.

 

Bu biraz da şu manaya geliyor. Sofu olanlar, sofu olmayanlar, ya da Allah’a daha yakın olanlar, tabii onlar kendilerine böyle bir şey biçmişler şirk döneminde. Kabe bizde madem, biz Allah’a daha yakınız. Onun içinde mesela Arafat’ta vakfeye durmazlar, hemen Arafat’ın dışında bugün nevire mescidinin vakfe mahallinin dışında kalan yerde dururlardı biz torpilliyiz diye. Orada vakfeye Hille dursun, dışardan gelenler Arafat’ta duracak. Ama bunlar Mekke’li ya, bunlar Kureyş ya bunlara bir özel muamele lazım. İşte onun için kendilerini diğer kabilelerden ayırırlardı.

 

O hums’lar İhrama girdiklerinde başkalarından daha özel insan olduklarını başkalarına göstermek için, daha doğrusu yersiz, kaba softalık yaptıklarını etrafa göstermek için evlere ihramlı iken kapılarından değil de arkalarından girerlermiş. Ya da dam kapılarından girerlermiş diye bir haber var. Bu haberde ayetin lafzî manasıyla örtüşüyor. Ama ben özellikle âyetin manasının mecâzî olduğunu, ey insanlar sorduğunuz soru muhatabını bulsun. Sorduğunuz soru, gerçekten sormanız gereken soru olsun. Bir soruyu sorarken o sorunun kime sorulacağını iyi bilin manasını içerdiğini düşünüyorum.

(M.İslamoğlu)

 

[Ek bilgi; Kalplerinizin evlerine “arkalarından.” Maddi hislerinizin ve bedeni duygulardan kaynaklanan bilgilerinizin yollarından kalp evlerine girmeniz iyi davranış değildir. Çünkü kalbin arkası bedene bakan taraftır. “Lakin iyi davranış…” asıl iyilik “ korunan kimsenin davranışıdır.” Duyuların ilgi alanlarından, hayalin tasavvurlarından ve nefsin vesveselerinden sakınan kimsenin davranışıdır. “Evlere kapılarından girin.” kalplerin ruha bakan batıni tarafından girin. Gerçekte kalbin kapısı, Hakk’a açılan yoludur. “Allah’tan korkun.” sizi O’ndan alıkoyacak şeylerle meşgul olmaktan sakının.

(İbn Arabi-Te’vilat)