BAKARA SURESİ


Ayet Getir
2-BAKARA 152. Ayet

فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُواْ لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ

Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn(tekfurûni).

Bayraktar Bayraklı

Öyleyse beni anınız ki ben de sizi anayım. Bana şükrediniz, bana nankörlük etmeyiniz.


Edip Yüksel

Beni hatırlayın ki ben de sizi hatırlayayım. Bana teşekkür edin; nankörlük etmeyin.


Erhan Aktaş

Öyleyse Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim1. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin. 1- Öğütlerimi dinleyin; Bana karşı sorumluluklarınızı unutmayın, yaptığınız her şeyi gördüğümü ve bildiğimi aklınızdan çıkarmayın; sizden istemiş olduğum şeyleri yapın ki, Ben de hak ettiğiniz karşılığı vereyim. Zikr kimi ayetlerde anmak, hatırlamak anlamında kullanılmış olsa da esas itibariyle “öğüt” demektir. Tesbihatla veya sözle yapılan zikr hurafedir.


Muhammed Esed

Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım; Bana şükredin ve Beni inkar etmeyin.


Mustafa İslamoğlu

Şu halde, beni anın ki ben de sizi anayım! Ve bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin!


Süleyman Ateş

Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım; bana şükredin, nankörlük etmeyin.


Süleymaniye Vakfı

Beni aklınızdan çıkarmayın[*] ki ben de sizi çıkarmayayım! Bana karşı görevinizi yerine getirin, iyilik bilmez olmayın! [*]  Zikir, bağlantılarıyla birlikte düşünülüp öğrenilen bir bilgiyi kullanıma hazır tutmak, akla getirmek veya söylemektir. (Müfredât) Tabiat, Allah’ın yarattığı âyetlerden, Kur’ân da indirdiği âyetlerden oluşur. Her ikisinden elde edilen doğru bilgi zikirdir. İnsanı, sadece bu bilgi tatmin eder. (Ra’d 13/28) 


Yaşar Nuri Öztürk

Anın beni ki, anayım sizi. Şükredin bana, sakın nankörlük etmeyin!


Ayetin Tefsiri

MEAL

Bakara 152

152.) Şu hâlde, beni anın ki ben de sizi anayım! Ve bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin!

(M.İ)

152.) Siz beni (diliniz, kalbiniz ve ahvalinizle şükrederek) anın ki ben de size af, mağfiret ve mükâfatla karşılık vereyim. Lütuf ve nimetlerime iman ve itaat üzere şükredin; asla nankörlük etmeyin.

(M.Ö)       

152.) "Beni zikredin, ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, küfretmeyin."

(A.K)

 

150-152.) Madem Yahudiler sizleri Kudüs'e doğru yöneldiğiniz için eleştiriyorlar, "Hem bizim kıblemize yönelip hem bizi eleştiriyorsunuz!" diyorlar, o halde siz de nerede olursanız olunuz, yüzünüzü Mescid-i Haram'a dönerek namaz kılınız. Böylece Yahudilerin size karşı bu tür yaygara koparmak için bahaneleri kalmayacaktır. Belki bu durumda müşrikler sizi eleştirebilir ve "İşte bizim kıblemizi döndüler, yakında bizim dinimize de dönecekler!" şeklinde konuşabilirler, ama onlara aldırmayınız, onlardan korkmayınız. Onların bu eleştirileri artık size zarar veremez. Sakınacağınız şey onların eleştirileri değil, ilâhî emirlere uymamak olsun!  Eğer ilâhî emirlere bağlı kalmayı sürdürür, elçimiz Muhammed'e bağlı kalmaya devam ederseniz Allah size olan nimetini tamamlayacak, sizi zafere ulaştıracaktır. Tıpkı içinizden bir elçi olarak Muhammed aracılığı ile size ilâhî mesajları gönderip uygulamalı olarak gösterdiği gibi sizi müşriklere karşı muzaffer de kılacaktır. O halde hiç sarsılmadan tevhitte sebat ediniz, Allah'ın sizlere bahşettiği bu kadar nimete nankörlük edip de şirke dönmeyiniz. Sizler böyle yapınız ki ben de size hem dünyada hem âhirette mükâfatınızı vereyim.

(H.E;M.C)        

 

TEFSİR

Allah'ı anmak (zikir) hem kalple hem dille hem de eylemle olur. Kalple zikir, insanın her türlü tutum ve  davranışında Allah'ı hatırlamasıyla; dille zikir, Allah'ın isimlerini ve sıfatlarını, tesbih ve dua cümlelerini dilde tekrar etmekle; eylemle zikir ise Allah'ın iradesine uygun yaşamakla olur. Özellikle tasavvufta zikrin her üç çeşidine de önem verilmiş, bilhassa dille zikir için çeşitli usuller geliştirilmiştir. Ancak insanın işini gücünü yaparken, normal hayatını yaşarken kalple zikir halinde olması yani Allah'ı düşünüp O'nun hoşnutluğunu gözetmesi, kezâ amelleriyle zikir halinde olması yani Allah'ın buyruk ve yasaklarına titizlikle uyması en önemli, değerli ve yararlı zikirdir.

" Müslümanın, verdiği her türlü nimetlerden ve imkânlardan dolayı Allah'a minnettarlık duyması, bunu sözleri ve amelleriyle göstermesi" anlamına gelen şükür de genel olarak İslam ahlâkında, kulun Allah'a karşı edep ve saygısını dile getiren önemli kavramlardandır.

Zikir gibi şükür görevi de hem dille hem de eylemlerle yerine getirilir. Yaygın tanıma göre her nimetin şükrü, o nimetten insanlara ihsan ve ikramda bulunmak, daha genel olarak o nimeti Allah'ın uygun bulup hoşnut olduğu şekilde kazanıp harcamak ve kullanmakla eda edilmiş olur.

Bunca nimetleri veren Allah olduğuna göre, insanın görevi de daima diliyle, gönül ve eylemleriyle O'nu anıp nimetlerine şükretmek, nankörlükten sakınmaktır. İnsan, her türlü eyleminde Allah'ı hatırlar, işlerini O'nun koyduğu hükümlere ve genel olarak O'nun rızasına uygun düşüp düşmeyeceği ölçüsüne göre yaparsa Allah da insanı anacak, yani dünyada hak ettiği şekilde ona yardım edecek, âhirette de derecesini yükseltecektir.

(Diyanet T.)

"Öyleyse beni anın ki, ben de sizi anayım."

Bu, hazinelerine haznedarın bulunmadığı, verdiğinden dolayı kimsenin kendisinden hesap soramadığı Yüce Allah'ın lütfundan başka bir şey değildir. Bu hiçbir ihtiyacı olmadığı halde ve hiçbir neden yokken sadece zatına layık bir şekilde sonsuz bağışlarda bulunan Allah'ın coşkun bir ihsanıdır.

Sahih-i Buhari de geçen bir kutsi hadiste şöyle buyuruluyor: "Yüce Allah şöyle buyurdu: 'Ey insanoğlu eğer sen beni kendi içinde anarsan ben de seni kendi içimde anarım. Beni bir toplulukta anarsan, ben de seni melekler topluluğunda ya da daha hayırlı bir toplulukta anarım. Sen bana bir karış yaklaşırsan, ben sana bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşırsan, sana bir kulaç yaklaşırım. Eğer sen bana yürüyerek gelirsen, ben sana koşarak gelirim."

 

Bu öyle bir lütuftur ki, kelimeler onu anlatmaktan âciz kalır. Layık olduğu şükrünü eda etmek için kalben secdeye kapanmaktan başka çare yoktur. Allah'ı zikretmek, yalnız dil ile yapılan bir şey değildir. Allah'ı zikretmek demek, Onun varlığı karşısında kalbin, dille birlikte ya da tek başına coşkunluk içerisinde vecde gelmesi ve bütün benliğiyle, onu hissetmesi demektir. Bu şuur, ilk başta insanı Allah'a itaat etmeye sevketmekle kendini gösterir. Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu vuslat ve likânın zevkini tattırdığı kimseler ise, bu şuurla Allah'ın varlığını ve birliğini, onun hiçbir ortağının bulunmadığını müşahede edecektir.

"Bana şükredin ve nankörlük etmeyin." Allah için yapılan şükrün dereceleri vardır: İlk derecesi, Allah'ın nimetlerini itiraf etmek ve ona karşı gelmekten sakınmaktır. En son mertebesi ise,  bedenin hareketlerinde, dilin bütün telaffuzlarından, kalbin bütün çarpmalarında ve ruhun bütün titreyişlerinde bu şükrü gözeterek bütün varlığıyla Allah'ı anma çabası içinde olmaktır.

(S. KUTUB )

 

Allah'ı anmak, yani zikretmek üç şekilde gerçekleşir: Birincisi: Dil ile yapılan zikirdir. Allah'a hamdetmek, O'nu tenzih etmek ve Kur'ân'ı Kerim okumak gibi.

İkincisi: Kalp ile yapılan zikirdir ki düşünmekle ilgilidir. Allah'ın insana verdiği nimetler, evrende olup bitenler ve Kur'ân-ı Kerim'in âyetleri üzerinde düşünmek gibi. Üçüncüsü: Kişinin davranışlarında Allah'ın emirlerini yerine getirmesi ve yasaklarından sakınmasıyla ortaya çıkan fiilî zikirdir.

Bu zikir çeşitlerinden birincisi,  ikincisinin; ikincisi, üçüncüsünün bir mukaddimesi mahiyetindedir. İlk iki zikrin amacı, üçüncüsü olan fiilî zikre ulaşmaktır. Kalple ve dil ile yapılan zikir kişinin davranışlarına uzanıp davranışlarını olumlu yönde etkilemiyorsa yaptığı zikrin pek bir anlamı olmaz.

O hâlde kişinin kalbiyle yahut diliyle yapmış olduğu zikirlerin etkisi davranışları üzerinde görülmelidir. Kişi diliyle yahut kalbiyle zikir yaptığı halde davranışlarıyla Allah'ın emirlerine ve yasaklarına muhalefet ediyorsa kişinin yaptığı zikirlerin onun üzerinde bir etkisi yoktur demektir.

Allah'a şükretmeye gelince, verdiği nimetlerden dolayı kişinin, kalbinin derinliklerinde minnettarlık duyması ve O'nun emirlerini yerine getirmesidir. Allah'ın emirlerini yerine getirmemek ve yasaklarını çiğnemek ise nankörlüktür. Âyette Allah,  inanan kişiyi bundan sakındırmaktadır. Kısacası kişinin şükretmesi, Allah'ın emirlerini yerine getirmesi ve O'na minnettarlığı kalbinde hissetmesidir. Yasaklarını çiğnemek ise nankörlüktür. O hâlde şükretmek sadece dil ile "Rabb'im, sana şükürler olsun" demekten ibaret değildir.Kişi davranışlarıyla Allah'a şükrettiğini ortaya koymalıdır.

Nimetler bazen musibetlerle birlikte olur. Dünya imtihan yurdudur. Her imtihan birtakım sıkıntılar içerir. İmtihanın birtakım sıkıntılar içermesi kişinin lehine olabileceği gibi aleyhine de olabilir. İmtihanda başarılı olan için imtihan olması onun lehine, başarısız olanın ise aleyhinedir. Aşağıdaki âyetler imtihan olmak için inananların dünya hayatında bir takım sıkıntılarla karşılaşacaklarını anlatmaktadır.

(M.Sait ŞİMŞEK)

Bana kulluk edin, benim için yaşayın. Allah’ı zikretmenin, Allah’a şükretmenin en güzel yollarından biri de Allah için hayatı fedâ etmektir. Canı verenin yolunda canı fedâ etmek, malı verenin yolunda malı fedâ etmek, hayatı verenin yolunda kişinin hayatını fedâ etmesinin adına şükür diyoruz.

1- Zikir Kur’andır.

"Andolsun Biz Kur’an’ı zikir için düşünüp öğüt alsınlar diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?"

(Kamer: 22)

"(Resûlüm) Sana bu mukaddes kitabı âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar (zikretsinler) diye indirdik."

(Sâd: 29)

"Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, muhakkak ki onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşr edeceğiz. O: Rabbim! Beni niçin kör olarak haşr ettin? Oysa ben hakikaten görür idim! Der. Allah da buyurur ki: "İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi de sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!"

(Taha: 124)

Bunun gibi pek çok âyette zikir, Kur’an olarak anlatılır.

2- Zikir namazdır. Çünkü namazda da kıraat vardır.

3- Zikir hutbedir. Çünkü Rabbimiz:

"Ey iman edenler! Namaza çağrıldığınız (Ezan okunduğu) zaman, hemen zikre koşun ve alışverişi bıra­kın."

(Cum’a: 9)

Âyet-i kerîmede geçen zikrullahtan kasıt Cuma hutbesidir.

Öyleyse zikir, Allah’la beraber olmaktır. Zaten her ân Allah bizimle beraber de, bizim tarafımızdan bunun zihinde canlı tutulmasının adına zikir diyoruz. İşte bu zikrin anlaşılabilmesi adına onu şöyle gruplandıracağız:

1- Lisanın zikri.

2- Kalbin zikri.

3- Bedenin, eczamın zikri.

Aslında genel mânâda zikir ikiye ayrılır. İnsanın zikri ve canlı cansız diğer varlıkların zikri. Biz burada zikri üçe ayırırken, bu ayırımı insanın zikri açısından yaptık.

1- Lisanın zikri, Bu da üç çeşit muteala edilebilir.

a: Birincisi mahza zikir olan Kur’an’ın tilavetidir, Kur’an’ın kıraatidir.

Meselâ ben:

Kur’an’dan bir bölüm okumaya başladık mı, işte bu zikirdir. Zira Kur’an mahza zikirdir. Efendim işte şunu beş kere okuyacaksın, bunu on kere okuyacaksın, bunu yüz kere söyleyeceksin demek değildir zikir. Kur’an okumaya başladınız mı, işte bu zikirdir. Hangi âyet, hangi bölüm olursa olsun fark etmez.

b: Lisanın ikinci zikri, Allah’ın esmasını telaffuz etmektir. Allah’ın esmasını tekellüm de zikirdir.

“Allahu ekber” “La İlâhe illallah

Gibi. Bu da dilin zikridir.

c: Dilin üçüncü zikri de vahyin sözcülüğünü yapmak adına söylediği herşey zikirdir.

Yâni kişinin din adına konuşması, vahyin sözcülüğü adına söz söylemesi, Kur’an ve sünnetin anlatımı adına dilin hareket etmesi de zikirdir. Din adına konuşmak, Allah’ın istediğini Allah’ın istediği yerde söylemek, emr-i bil’marûf ve nehy-i ani’l münker yapmak, öğretmek, anlatmak, emretmek, nehyetmek, duyurmak, sevdirmek, tanıtmak gibi meşru sebeplerle dili hareket ettirmek de zikirdir.

Meselâ şu anda benim konuşmam zikirdir. Sizin çocuklarınıza nanazı öğretmeniz zikirdir. Hattâ kişinin hanımıyla yatağında şakalaşması da zikirdir. Bunların hepsi dilin zikridir ki; müslüman asla bundan fariğ olmamalıdır. Çünkü Allah’ın Rasülünün bir hadisine göre bu zikirden fariğ olan adamın kalbi kaskatı kesilecektir.

Zâlim bir hükümdar karşısında hakkı söyleyen mü'minin dili bilelim ki; o anda zikrediyor demektir. Mü'minlere Kur’an öğreten, hadis öğreten kişinin, çocuğunu terbiye eden kişinin dili o anda zikrediyor demektir.

2- Kalbin zikrine gelince, kalbin zikri, kalbin fonksiyonu, kalbin eylemi olan niyetin Allah’a ait kılınmasıdır. Niyetin Allah’a ait kılınması, yâni bir hayat boyu kalbin Allah’ı hatırlayarak niyet sahibi olması demektir. Zira kalp iman ve küfür, kabul ve red makamıdır. Kalp niyet makamıdır. Kalp hadiseler karşısında kişinin meylinin değerlendirilme merkezidir. Yâni kişi diliyle ne söylerse söylesin, kalpten ne geçirdiği önemlidir. Çünkü kalp fesat ve salah olabilme özelliğine sahiptir. İşte bu iki özelliğe de sahip olabilen kalp, eğer Allah’ın istediği gibi bir özelliğe sahipse, yâni Allah için niyet taşıyorsa; o zaman işte bu kalp, zikir halindedir diyoruz.

3- Üçüncüsü de bedenin zikri. Bedenin zikri de bütün ecsamıyla, tüm cevarıhıyla bedenin Allah’ın kulluğunda istihdam edilmesidir. Yâni göz hakkı görür, kulak hakkı işitir, dil hakkı konuşur, mide helâl yer, kafa meşru bilgiler öğrenir, ayak meşru yerlere gider, el meşru şeylere uzanırsa, tüm azalar Allah’a kulluk işinde istihdam edilirse, işte bu da bedenin zikridir; yâni tüm azaların yaratılış gâyeleri istikâmetinde kullanılması. Allah azaları ne için yaratmışsa; onu, ona tahsis etmek bu azaların zikridir. Eğer bu azaları yaratılış gâyelerinin dışında kullanmaya kalkışırsak, Allah korusun o zaman zâlim durumuna düşeriz. Allah buyurur ki:

Sizler beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim. Beni, bana itaatle zikredin ki; ben de sizi rahmetimle zikredeyim. Beni dualarınızla zikredin ki; ben de sizin dualarınızı kabul edeyim. Beni dünyada zikredin ki; ben de sizi âhirette zor zamanınızda zikredeyim. Beni sıhhatteyken zikredin ki; ben de sizi zor günlerinizde zikredeyim. Beni benim yolumda cihadla zikredin ki; ben de sizi zaferle zikredeyim.

(A. KÜÇÜK)

Beni anınla bir önceki âyet arasındaki irtibat dikkatinizi çekiyor mu? Beni anın demeden önce İbrahim'in duasının nasıl kabul edildiğine dikkat çekti. İbrahim Beni andı, Ben de onu böyle andım, demek istiyor.

İşte İbrahim, yürekten Bana dua etti Ben de onun duasını kabul ettim. İbrahim, "benim neslimden önderler çıkar" dedi, Ben Muhammed gibi bir önder çıkardım, İbrahim bir beyt yaptı acziyetini ifade eden mütevazi bir bina, bir küp bina yaptı. Yeryüzünün en sade en mütevazi binası, en nakışsız,en süssüz, en sade binası. Adeta dedi ki bana; Sana şükretmek isteyen insan işte acziyetini böyle itiraf eder ya Rabb'im! "Sana şükretmekten bile acizim Ya Rabbi" dedi, Kabe'yi yaparak. Ben de onun bu şükrüne  karşılık, onun yaptığı o yeryüzünün en sade ve en mütevazi binasını, yeryüzü insanlığının gözbebeği yaptım. Merkeze aldım ve milyonlarca insanın ağlaya ağlaya ziyaret ettiği, yürekleri yana yana vardığı bir merkez yaptım, Kabe yaptım demek istiyor....

 

"Feźkúrūni eźkúrkúm" "Siz Beni böyle zikredin ki, Ben de sizi böyle zikredeyim. Siz Bana böyle dua edin ki, Ben de  duanızı kabul edeyim. Siz Beni böyle çağırın ki, Ben de yardımınıza geleyim. Siz Bana böyle teslim olun ki, Ben de size böyle Rabb'lik yapayım. Siz bana böyle kulluk edin ki, Ben de sizi böyle yücelteyim. Siz benim önümde böyle yere kapanın ki, Ben de sizi böyle göklere çıkarayım. Siz Bana karşı böyle mütevazi olun ki, Ben de adınızı bin yılların üzerine yazayım ve insanlığın destanı olsun. İşte Allah'ı zikretmek ve Allah'ın sizi zikretmesi budur.

(M. İSLAMOĞLU)