ÂLİ İMRÂN SURESİ


Ayet Getir
3-ÂLİ İMRÂN 96. Ayet

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ

İnne evvele beytin vudia lin nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden lil âlemîn(âlemîne).

Bayraktar Bayraklı

Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk mabet, ev Mekke'dekidir.


Edip Yüksel

Halk için kurulan ilk ev, tüm halklara bir hidayet kaynağı olan Bekke’deki kutlu evdir.


Erhan Aktaş

İnsanlar için kurulan ilk ev, Mekke’deki, kutlu ve bütün insanlığa yol gösterici olan Kâbe’dir.


Muhammed Esed

Unutmayın, insanlık için inşa edilen ilk mabed, Bekke'dekiydi: bereketli ve bütün alemler için bir rehber(lik kaynağı),


Mustafa İslamoğlu

Zira insanlık için inşa edilen ilk mabet, Bekke'deki bereketli ve bütün toplumlar için hidayet merkezi olan mabet idi.


Süleyman Ateş

Doğrusu insanlara (ma'bed olarak) ilk kurulan ev, Mekke'de olandır. Âlemlere uğur, bereket ve hidâyet kaynağı olarak kurulmuştur.


Süleymaniye Vakfı

İnsanlar için kurulan ilk ev, Bekke[*]'de olandır. Bereketli ve herkese doğru yönü (kıbleyi) göstersin diye kurulmuştur. [*] Mekke’nin kök anlamı itip kakmadır. Hacca gelenlerin oluşturduğu kalabalıktan dolayı kadınıyla erkeği ile birbirlerini itip kaktığı tavaf yerinin adı olmuştur. (Taberi tefsiri) [1] Taberi.    


Yaşar Nuri Öztürk

Şu bir gerçek ki, âlemlere bir bereket kaynağı ve yol gösterici halinde insanlar için kurulan ilk ev Mekke'dekidir.


Ayetin Tefsiri

MEAL

 

96.) Zira insanlık için inşa edilen ilk mabet, Bekke'deki bereketli ve bütün toplumlar için hidayet merkezi olan mabet idi.

(M.İ)

96.) [Yahudilerin Kudüs'teki mabedin daha eski ve dolayısıyla kıble olmaya daha layık bir mabet olduğu yolundaki iddia ve itirazlarının aksine] yeryüzünde insanlar [müminler] için mabet olarak belirlenen ilk yer Mekke'deki Kâbe'dir. Burası hem bereketli bir yerdir hem de

insanlar için bir hidayet vesilesidir.

(MÖ)

96.) “Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de, dünyalar için

mübarek ve doğru yol gösteren Kâbe'dir.”

(A.KÜÇÜK)

96.) Senin peygamberliğine karşı çıkan Medine yahudilerinin itirazlarından biri de; kıbleyi, en eski ve en kutsal mâbet kabul ettikleri Beytülmakdis'ten Kâbe'ye çevirmiş olmandır. Ancak onların bu itirazları da yersizdir. Zira İbrâhim'in tebliğ ettiği dine tâbi olan müminlerin kıblesi ve dinin şiârı olan, hac ve umrede tavaf için coşku ile akın edilen, nice hayır ve bereketin mekânı olup günahların affına vesile olan en eski ve en yüce mâbet Mekke’de bulunan Kâbe’dir.

(H,E;M,C)

 

TEFSİR

 

Bu âyet Kâbe’nin, mâbed olarak yeryüzünde yapılmış ilk bina olduğunu ve tarih boyunca saygınlığını koruduğunu ifade ettiği gibi önceki âyette geçen “Hanîf olan İbrâhim’in dinine uyunuz” emrinin de gerekçesini açıklar mahiyettedir. Çünkü bu bina insanların hidayeti ve putperestliğin yıkılıp tevhid inancının yerleşmesi için gönderilmiş olan dinin (hanîf olan İbrâhim’in dini) sembolüdür. “Mekke’deki ev”den maksat Kâbe’dir. Bu ve başka birçok âyette Kâbe hakkında “ev” anlamına gelen beyt kelimesi kullanıldığından bu yapı Beytullah diye de anılır ki Türkçe’de “Allah’ın evi” anlamına gelmektedir (Kâbe hakkında bilgi için ayrıca bk. Bakara 2/125-127). Bekke, Mekke’nin bir diğer telaffuz şekli olup merkezinde müslümanların kıblesi olan Kâbe’nin yer aldığı kutsal şehrin özel isimlerinden biridir. Bir görüşe göre de Mekke, şehrin adı, Bekke ise Mescid-i Harâm’ın inşa edildiği yerin adıdır. Hac ve umre zamanında insanlar burada Kâbe’yi tavaf ederken kalabalıklar meydana getirdikleri için “izdiham meydana gelen yer” anlamında buraya Bekke denilmiştir (Taberî, IV, 9; Elmalılı, II, 1148).

 

Bekke, aynı zamanda “büyüklük taslayan kimselerin kahrolduğu ve boyun eğdiği yer” anlamına da gelmektedir (Şevkânî, I, 403; Fuat Günel, “Mekke-i Mükerreme”, İFAV Ans., III, 169). İbn Âşûr, Bekke’nin Keldânîce’de “belde” anlamına geldiği, Hz. İbrâhim’in eşi ve oğlu İsmâil’i yerleştirmiş olduğu vadinin belde haline gelmesi için oraya bu ismi verdiği kanaatindedir (IV, 12). Mekke, Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde Kızıldeniz sahilindeki Cidde Limanı’na 60, güneyindeki Tâif şehrine 90, kuzeyindeki Medîne-i Münevvere’ye 420 km. uzaklıkta bulunan bir mevkide yer almakta olup deniz seviyesinden yaklaşık 300 m. yükseklikte bir yerleşim merkezidir (Fuat Günel, a.g.m., a.g.e., III, 172). Kur’ân-ı Kerîm’de bu şehirden Bekke’den başka şu isimlerle de söz edilir: Mekke (Feth 48/24), el-beledü’l-emîn (Tîn 95/3), harem âmin (Kasas 28/57; Ankebût 29/67), ümmü’l-kurâ (Şûrâ 42/7) (diğer isimleri için bk. İbn Kesîr, II, 64; Yâkt, Mu‘cemü’l-büldân, V, 182). Yüce Allah Mekke’yi dünyanın en kutsal şehri kılmıştır. Mekke şehrinin yer aldığı bölge her şeyden önce “mukaddes, saygınlığı korunan ve içinde kan dökmekten sakınılan yer” anlamına gelen Harem adıyla anılmaktadır. Suriye ile Yemen arasında uzanan kervan yolunun ortasında bulunan Mekke, kuzeyde Filistin, Suriye ve Irak; güneyde Yemen ve Habeşistan gibi bölgeler arasında yer alması sebebiyle tarihte büyük bir önem kazanmış ve küçümsenemeyecek bir ticarî şöhrete sahip olmuştur.

 

Müslümanların kıblesi olan Kâbe’nin ve zemzem suyunun burada bulunması, Hz. Peygamber’in burada doğup büyümüş olması, ilk vahyin buradaki Hira/Nur dağında gelmeye başlaması ve Hz. Peygamber’in Hz. Ebû Bekir’le birlikte hicret ederken sığınmış oldukları Sevr mağarasının Mekke civarında bulunması bu şehrin önemini ve kutsiyetini arttırıcı unsurlardır. Mekke şehrinin merkezinde yer alan Kâbe’nin, yüce Allah tarafından müslümanların kıblesi haline getirilmesi sebebiyle yahudilerin Hz. Peygamber’e karşı gösterdikleri direniş büsbütün şiddetlenmişti. Yahudiler kıblenin, önceki peygamberlerin kıblesi olan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan Mekke’deki Mescid-i Harâm’a çevrilmesini içlerine sindirememişler ve her fırsatta Mescid-i Aksâ’nın daha üstün bir mâbed olduğunu, bu sebeple kıble olmaya daha lâyık bulunduğunu savunmuşlardır. Onların bu itirazlarına daha önce Bakara sûresinin 142-145. âyetlerinde cevap verilmişti. Ancak yahudiler itiraz ve eleştirilerine devam ettikleri için burada mesele yeniden gündeme getirilmiş ve Kâbe’nin yeryüzünde ilk yapılan mâbed olduğu, tevhid inancının ilkelerini yansıttığı ve İsrâiloğulları arasından gelmiş peygamberlerin de atası olan Hz. İbrâhim’in makamının burada bulunduğu vurgulanmış, dolayısıyla kıble olmaya daha lâyık olduğuna işaret edilmiştir.

Kâbe’yi inşa eden Hz. İbrâhim Hz. Mûsâ’dan yaklaşık 900 yıl önce yaşamıştır. Mescid-i Aksâ ise –Kitâb-ı Mukaddes’teki bilgiye göre– Hz. Mûsâ’nın İsrâiloğulları’nı Mısır’dan çıkarmasından sonra 480-487 yıllarında Hz. Süleyman tarafından yapılmış (I. Krallar, 6/1, 37) ve onun krallığı zamanında kıble olmuştur (I. Krallar, 8/29-30). Kur’ân-ı Kerîm’de, Beytullah’ın Hz. İbrâhim tarafından oğlu İsmâil’le birlikte bina edildiği açıkça belirtilir. Ancak müfessir ve tarihçiler, Hz. İbrâhim’in önceden bulunmayan bir bina mı yaptığı yoksa daha önce var olup yıkılmış olan Kâbe’yi yeniden inşa mı ettiği ihtimalleri üzerinde durmuşlar ve bu hususta farklı görüşler ileri sürmüşlerdir (bk. Bakara 2/127). Kâbe’nin “âlemler için bir hidayet kaynağı” olmasından maksat, buranın Allah’ın birliği (tevhid) inancına dayanan ilâhî dinin ilkelerini yansıtıcı özelliklere sahip olmasıdır. Nitekim bütün müslümanların kıblesi olması sebebiyle her gün beş vakit namazda dünyanın her tarafından müslümanların buraya yönelmeleri, İslâm’ın beş şartından biri olan hac ibadetinin burası ziyaret (tavaf) edilerek yerine getirilmesi, yılın her mevsiminde yapılan umre ziyaretinin burada gerçekleşmesi, hac ve umre ziyaretlerinde Allah’ın varlık ve birliğinin, ortaksız, benzersiz ve noksan sıfatlardan uzak olduğunun vurgulanması ve kemal sıfatlarıyla anılması, beytin tevhid ve hidayet sembolü olduğunu açıkça göstermektedir.

 

Kâbe’nin “bereket kaynağı” olması da, yüce Allah’ın bu mâbedi ve yakın çevresini maddî ve mânevî bereketlerle donatmış olmasıyla açıklanmıştır. Burada yapılan ibadetlerin sevabı diğer mâbedlerde yapılanlarınkinden daha fazla olduğu gibi (Buhârî, “Fazlü’s-salât fî Mescidi Mekke”, 1, 6) şartlarına uygun olarak yapılan hac da hacının günahlarının bağışlanmasına (Nesâî, “Hac”, 4; İbn Mâce, “Menâsik”, 3) ve cennete girmesine vesile olmaktadır (Râzî, VIII, 148). Maddî bereketine gelince, Mekke ziraata elverişsiz bir vadide kurulmuş olmasına rağmen çeşitli bölgelerde yetiştirilen her türlü sebze, meyve ve diğer ürünler buraya bolca getirilmekte ve burada yaşayanların rızıkları temin edilmektedir. Bugün Mekke’de yaklaşık 1 milyon nüfus barınmaktadır. Ayrıca her yıl hac mevsiminde 3 milyon dolayında hacı burayı ziyaret ettiği halde yiyecek içecek bakımından hiçbir sıkıntı çekilmemektedir. Burada Halîl İbrâhim’in bereketi ve duası vardır (bk. Bakara 2/126; İbrâhîm 14/37; Kasas 28/57).

(DİYANET T.)

 

 

Daha sonra ayeti kerime, Kâbe”ye yönelmenin esas olduğu gerçeğini yerleştiriyor. Çünkü Kâbe, yüce Allah’ın İbrahim’e, binanın duvarlarını yükseltmesini; tavaf edenlere, itikafa girenlere, rükû edenlere ve secde edenlere tahsis etmesini emrettiği ve mübarek kılmak suretiyle alemlere hidayet kaynağı kıldığı günden itibaren yeryüzünde ibadet için kurulan ve sırf ibadete tahsis edilen ilk evdir. İbrahim’in milleti O’nun yanında Allah’ın dini sayesinde hidayet bulur. Oranın İbrahim’in makamı olduğunu gösteren birçok delil vardır. (Deniliyor ki; bundan maksat, binayı kurarken İbrahim’in üstünde durduğu ve önceleri Kâbe’ye bitişik olduğu halde tavaf edenlerin yanında namaz kılanları şaşırtmaması için Raşit Halife Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) tarafından Kâbe’den ayrılan tarihî taştır. Ayrıca Hz. Ömer, “İbrahim’in makamını namazgâh edindiler” ayetine dayanarak müslümanların orayı namazgah edinmelerini emretmiştir…)

Bu evin faziletleri ile ilgili rivayetlerde, oraya giren herkesin güven içinde olduğu, her korkan için bir sığınak olduğu, yeryüzünde böyle bir yerin daha bulunmadığı İbrahim ve İsmail’in (selâm üzerlerine olsun) kurdukları günden beri bunun böyle olduğu, hatta Arap cahiliyesinde de aynı üstünlüğünü koruduğu ifade ediliyor. Evet, İbrahim’in dininden ve bu dinin temsil ettiği saf Tevhid’den uzaklaştıkları bu dönemde bile Hasan Basri ve başkalarının dediği gibi, bu yüce evin dokunulmazlığına saygı gösterildiği anlatılır; “Adam birisini öldürür, sonra da omuzuna bir hırka atar ve Harem’e girerdi. Öldürülenin oğlu kendisini gördüğü halde çıkana kadar kendisine karışmazdı.” Bu, yüce Allah’ın, çevresindeki insanlar cahiliyede olsalar bile kendi evine bahşettiği bir üstünlüktür. Yüce Allah, evine verdiği bu üstünlükle Araplara minnet ederek şöyle buyurur: “Çevrelerinde insanların zorla yakalanıp kapılmasına rağmen orayı emin bir yer yaptığımızı görmediler mi?” Çevresinde avlanmanın, hayvanları yuvasından kovmanın ve ağları kesmenin haram olması da Kâbe’nin üstünlüklerindendir.

Buhari ve Müslim’de -lafız Müslim’e aittir- İbni Abbas’dan şöyle rivayet edilir: “Resulullah Mekke’nin fethedildiği gün şöyle buyurdu:

“Allah bu beldeyi gökleri ve yeri yarattığı gün haram kıldı. Bu haramlık Allah’ın haram kılmasıyla kıyamete kadar sürecektir. Benden önce burada savurmak hiç kimseye helâl kılınmadı. Bana da ancak günün bir saatinde helâl kılındı. Bu haramlık kıyamete kadar sürecektir. Dikeni sökülemez, avlanılamaz, düşürülmüş herhangi birşeyi onu tanıyandan başkası toplayamaz, otları biçilemez…”

İşte bu, Allah’ın müslümanlar için kıble olarak seçtiği evdir… Bu, Allah’ın kendisine bunca üstünlükleri bahşettiği evdir… Bu, yeryüzünde ibadet için kurulan ilk evdir. Bu, babamız İbrahim’in evidir. Bu evi İbrahim’in bina ettiğine ilişkin birçok delil vardır. İslâm da İbrahim’in dini olduğuna göre, müslümanların O’nun evine yönelmeleri daha uygundur. Burası, bu dinin korunağı olması nedeniyle insanların yeryüzünde sığınak ve güvencede oldukları yer ve insanlar için hidayet kaynağıdır.

Sonra, ayet-i kerime, yüce Allah’ın o insanlara güçleri yettiği takdirde bu evi haccetmelerini farz kıldığını bildirerek, aksi takdirde bunun Allah’a hiçbir zarar dokunduramayacak olan küfür olduğu gerçeğini yerleştiriyor.

(S.KUTUB)

Onların itirazı kıblenin eski peygamberlerin kıblesi olan Kudüs'teki Mescid-i Aksa'dan Mekke'deki Mescid-i Haram'a çevrilmesi hakkındaydı. Bu itiraza Bakara suresinde cevap verilmişti; fakat, Yahudiler bu eleştirilerinde direndikleri için burada bir kez daha cevap veriliyor. Kâbe'nin Hz. İbrahim (a.s) tarfından Mescid-i Aksa'dan önce inşa edildiği, bu nedenle kıble olması için zaman önceliğine sahip

olduğu iddia edilir. Kitab-ı Mukkaddes, Mescid-i Aksa'nın Hz. Musa'dan (a.s) yaklaşık 450 yıl sonra Hz. Süleyman (a.s) tarafından yaptırıldığını (I Krallar, 6:1) ve O'nun krallığı döneminde kıble olduğunu yazar. (I Krallar, 8:29-30) Diğer taraftan, Arabistan'la ilgili tüm tarih kitapları ittifakla Kâbe'nin Hz. İbrahim (a.s) tarafından Hz. Musa'nın (a.s) gelişinden yaklaşık 900 yıl önce yapıldığını söyler. Kâbe'nin inşa edilmede zaman önceliğine sahip olduğu konusu o kadar kesindir ki, kimse bunu inkâr edemez.

(MEVDUDİ)

 

Alın size bir hatırlatma, bir hatıra, bir mühür. İbrâhim’i hatırlayın ki, O yeryüzünde ilk ev olarak bina edilen, Kâbe’yi bina etmişti. İnsanlar için ilk inşa edilen bina şu Bekke’deki evdir ki, orası tüm dünyalar için bereketlidir, tüm âlemlere hidâyettir, tüm âlemlere yol gösterici, âlemlerin kıblesi olan âlemlere izzet ve şeref kazandıran, özgürlük evi, Allah’a kulluk nişanesi, dünya durdukça değişmeyecek olan Beytullah’tır. İbrâhim (a.s) bu ilk beytin temellerini yükseltip açığa çıkardı. Temelleri vardı, sadece temelleri kaybolmuştu başkalarına göre. Ama Allah o temellerin yanına Onu gönderdi ve o temelleri yükseltmişti. Bir yandan da şöyle dedirtmişti Allah ona: “Rabbimiz! Ben çocuklarımdan kimini, namaz kılabilmeleri için senin kutsal evinin yanında, ziraata elverişsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz!

 

İnsanların gönüllerini onlara meylettir, şükretmeleri için onları ürünlerle rızıklandır. " (İbrâhim 37) Ya Rab, ben çoluk-çocuğumu bir vadide bırakıyorum ki, ekinsiz, susuz, ıssız, yolsuz, bir vadi, ama “înde beyti-kel mûhârrem” Senin Beytinin yanında ya Rab. Nerdeydi Beyt? İbrâhim ve İsmail sonradan yükseltecekti onun temellerini.

Yâni yoktu Beyt, temelleri de yoktu, bina da yoktu, işaret ve alâmeti de yoktu bize göre. İşte böyle bir ortamda hatırlayın ki: Bir ev ki insanlar için vaz olunmuş, insanlar için hazırlanmış, ortaya konmuş ilk ev. Şu Mekke’deki mübâreken bir evdir, bereket kaynağı bir

Kâbe’dir.

 

Arkadaşlar bu âyetler Medine’de geliyor, ve büyük bir ihtimalle

müslümanlar çıkarıldıkları, kovuldukları öz vatanları, doğup büyüdükleri Mekke’nin özlemini yaşıyorlar, bu özlem dile getiriliyordu. Çünkü görüyoruz ki Mekke’nin fethinde müslümanlar Kâbe’yi öpmeye, Ona yüz sürmeye çalışıyordular. Ama maalesef şu anda Amerikanın bir eyaletiymiş gibi Kâbe’ye sahiplik edenler insanları Onu öpmekten, Ona sarılmaktan engellemeye çalışıyorlar. Neymiş? Kâbeyi öpmek, veya Ona el sürmek yokmuş. Sahabe ki

Rasûlullah döneminde kendi vatanını, kendi duvarını, kendi evini, kendi sokağını özlemişti de girince dağılıvermişti Mekke sokaklarına. İşte öyle bir ev ki Mekke’deki bir evdi. Mübâreken bir evdi bu ev. Yâni berekete konu bir evdi. İnsanların hidâyetlerine cennetlerine konu bir evdi. Mübârekti ya da tebrike şayan bir evdi. İnsanlara bereketi o sunacaktı, insanlar onunla berekete kavuşacaklardı, İbrâhim

(a.s) döneminde, İsmail (a.s) döneminde, Rasûlullah (a.s) döneminde ya da kıyâmete kadar ki tüm dönemlerde insanlara orası bereket kaynaklığı edecekti.

 

“Hûden li’l-âlemindi. Ve âlemlere hidâyeti orası kazandıracaktı. Bütün insanlık için hidâyetin anlaşılacağı bölge orası olacaktı. Bütün insanlık, bütün mevcudat, bütün âlemler hidâyeti onunla tanıyacaklardı. Değilse herkes illa da oraya gitsin de hidâyeti orada bulsun değildir bunun mânâsı. Çünkü bakıyoruz ki onun yanı başında olanlar yine de hidâyet bulmamışlardı. Ebu Cehil gibiler, ya da Ebu Leheb gibiler orada oldukları halde hidâyeti bulamamışlardı. Öyleyse biliyoruz ki Kâbe’nin hüden lil âlemîn oluş, Kur’an-ı Kerîmin

“zikrûn li’l-âlemîn” oluşu gibidir. Kur’an bütün âlemler için bir uyarıdır ama, sadece onunla uyarılmak isteyen muttakiler için hidâyet kaynağıdır. Öyleyse kâfirlerde, müşriklerde Kâbe’yi görecek yüzü olmadan, kalbi bir hazırlığı olmadan, gördüğünde ne olacak? Yüz kere, bin kere de görse bir şey ifade etmeyecek bu görmek.

 

“Hûden li’l-âlemîndir” Kâbe. Bir kulluk ki bir hedef ki, bir kıble ki, bir merkez ki, bütün âlemlerin hedefidir, bütün âlemlere hedeftir. Sanki İslâm’ın âlem-şümul olmasının yansıması buradan kaynaklanıyor. Rabbı Rabb’ul âlemin olan, kitabı “zikrûn li’l-âlemîn olan, yâni bütün insanlığa ulaşacak, bütün insanlığa hedef olacak bir kitap, Peygamberi “rahmeten li’l-âlemin” olan, sadece rahmeten

lil Mekke, rahmeten lil Arap, rahmeten lil Kureyş olmayacaktı. Hedefi, kıblesi, Kâbesi de “hûden li’l-âlemîn” olan bir dindi İslâm. Kıblenin değişimi konusu ve yahudilerin buna itirazlarının sebebi de buydu işte.

(A.KÜÇÜK)

 

“İnne evvele beytin vûdî'â lin-Nêsi lel-lezî Bi-bekkete mûbâreken ve hûden li’l-âlemîn” Yeryüzünde insanlık için ilk defa inşa edilen Mabed Bekke’de ki mübarek, bereketli olan ve bütün toplumlar için hidayet merkezi olan mabeddir. Beke, Mekke’nin eskiden kullanılan isimlerinden biridir. Hatta Bekke’den galat olarak Arapçanın bazı diyalektlerin de, ya da arkayık Arapçada, aramca da kullanılan Mekke’nin karşılığı olduğu da söylenir. Her halükârda Mekke’ye tekabül eder.

                                              

Burada biraz önce söylediğim gibi İbrahim peygamberi insanlık içerisinde, üzerinde ittifak edilecek bir isim olarak gösteren Kur’an, Mekke’yi de, yani İbrahim’in yaptığı o mabedin bulunduğu kenti de insanlığın sembolik merkezi olarak göstermekte. Ve eğer ciddi iseniz demekte İbrahim’e bağlılıkta. Çünkü Yahudilerde, müşriklerde, Hıristiyanlarda kendilerini İbrahim’e bağlı olmakla tanıtıyorlar. Ve İbrahim’den gelmekle iftihar ediyorlar, övünüyorlar.

 

Kur’an da hemen o noktada onlara meydan okuyor. Eğer ciddi ve samimi iseniz diyor, hadi buyurun, İbrahim’in ismi üzerinde birleşmeye ne dersiniz? Tabii ki İbrahim’in yaptığı Kâbe’nin etrafında birleşmeye ne dersiniz. Tabii samimi olmayanların samimiyetsizliği hemen ortaya çıkıyor. Adeta suçüstü yakalanıyorlar.

(M.İSLAMOĞLU)