ÂLİ İMRÂN SURESİ


Ayet Getir
3-ÂLİ İMRÂN 72. Ayet

وَقَالَت طَّآئِفَةٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ آمِنُواْ بِالَّذِيَ أُنزِلَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَجْهَ النَّهَارِ وَاكْفُرُواْ آخِرَهُ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

Ve kâlet tâifetun min ehlil kitâbi âminû billezî unzile alellezîne âmenû vechen nehâri vekfurû âhirahu leallehum yerciûn(yerciûne).

Bayraktar Bayraklı

Kitap ehlinin bazısı şöyle der: “Müminlere indirilmiş olana sabahleyin inanıp akşamleyin inkâr edin. Belki onlar da dinlerinden dönerler.”


Edip Yüksel

Kitap halkından bir grup dedi ki: “Gerçeği onaylayanlara indirilmiş olana gündüzün başında onaylayın ve sonunda inkâr edin. Böylece belki dinlerinden dönerler.”


Erhan Aktaş

Ehli Kitap’tan bir grup dedi ki: “İnananlara indirilene günün başında iman edin, günün sonunda da inkâr edin. Belki dinlerinden dönerler.”.


Muhammed Esed

Geçmiş vahyin izleyicilerinden bazısı (birbirlerine) şöyle der: "(Muhammed'e) inananlara günün başında vahyedilene inandığınızı söyleyin, daha sonra geleni ise inkar edin ki (inançlarından) belki geri dönerler;


Mustafa İslamoğlu

Önceki vahyin mensuplarından bir gurup dedi ki: "İman edenlere indirilen vahye günün başında inandığınızı söyleyin, o günün sonunda inkar edin; bu sayede belki (imanlarından) dönerler;


Süleyman Ateş

Kitap ehlinden bir grup dedi ki: "İnananlara indirilmiş olana, günün önünde inanın, sonunda inkâr edin; belki (size bakarak onlar da) dönerler;"


Süleymaniye Vakfı

Ehl-i Kitaptan bir kesim de der ki "Şu müminlere indirileni günün başında kabul edin, sonunda reddedin, belki vazgeçerler.


Yaşar Nuri Öztürk

Ehlikitap'tan bir zümre şöyle dedi: "Şu iman edenlere indirilene günün başlangıcında inanın, günün sonunda karşı çıkın. Belki onları döndürebilirsiniz;


Ayetin Tefsiri

 

MEAL

 

72.) Önceki vahyin mensuplarından bir gurup dedi ki: "İman edenlere indirilen vahye günün başında inandığınızı söyleyin, o günün sonunda64 inkâr edin;65 bu sayede belki (imanlarından) dönerler;

(M.İ)

72.) “Kitap ehlinden birtakımı şöyle dedi: “İnananlara indirilene günün başında inanın, sonunda inkâr edin ki, belki dönerler”

(A.K)

72.) Ey yahudi din bilginleri! Muhammed’e tâbi olanları şüpheye düşürerek kendi dininize girmelerini sağlamak için, “Önce Kur’an'a inanmış gibi gözükelim, sonra da araştırıp istişare ettiğimizi, Tevrat'ta Muhammed'in peygamberliğine dair herhangi bir bilgi bulamadığımızı, dolayısıyla onun yalancı olduğuna kanaat getirdiğimizi söyleyelim" şeklinde ağız birliği ediyorsunuz. Böylece,  “Bunlar din bilginleri oldukları için doğruyu bilirler" düşüncesini oluşturarak halkın elçimize itibar etmemesini sağlamaya çalışıyorsunuz.

(H,M;E,C)

 

TEFSİR

 

“Müminlere indirilmiş olana, gün başlarken iman edip günün sonunda inkâr edin. Belki onlar da dinlerinden dönerler” diyerek müminlere karşı komplo düzenleyenlerin Ehl-i kitap olduğu âyette belirtilmekle beraber, bunlar arasından hangi kesimin kastedildiği ve komplonun biçimi tasrih edilmemiş, bu hususlar konuya ilişkin rivayetler ışığında farklı şekillerde açıklanmıştır (meselâ bk. Taberî, III, 311-312; Kurtubî, IV, 111). Bu konudaki rivayetlerin ve açıklamaların büyük çoğunluğunun ortak noktası, Ehl-i kitap’tan özellikle dinî konularda bilgili oldukları kabul edilen bir kesiminin kendi aralarında şöyle bir mutabakat sağlamış olduklarıdır: İçlerinden bazıları, Hz. Muhammed’in getirdiği mesaja sırf inatlarından ötürü karşı çıkmadıkları, aksine objektif bir yaklaşım içinde oldukları izlenimini vermek üzere zaman zaman onun bildirdiklerini onaylayan bir tavır takınıp kısa bir süre sonra da bunları inkâr yönüne gidecekler ya da onun bildirdiklerinin bir kısmını tasdik edip bir kısmını inkâr edecekler, böylece Kur’an etrafında bir kuşku çemberi oluşturup hem kendi çevrelerinin bu mesaja iltifat etmesini önlemiş hem de inancı henüz çok kuvvetli olmayan müminlerin hak yoldan dönmelerini sağlamış olacaklardı.

 

Muhammed Esed, Ebû Bekir el-Esamm’ın burada Kur’an’ın bir kısmını tasdik edip bir kısmını inkâr etme şeklinde bir şaşırtma planının söz konusu olduğu görüşünden de destek alarak, “günün başında vahyedilen” ifadesini “Kur’an’ın ilk vahyedilen bölümü” şeklinde yorumlamakta ve “sonundaki” anlamına gelen “âhırahû” ifadesine de “daha sonra gelen (Kur’an’ın sonraki kısımları)” şeklinde mâna vermektedir (I, 103). Tefsirlerde yaygın olan bilgi, burada “Ehl-i kitap” ile özellikle yahudilerin ve yahudi din adamlarının kastedildiği şeklindedir. Hatta İbn Âşûr bu bilgiyi teyit için, önceki âyetlerde kendileriyle tartışmaya girilenlerden söz edildiği sanılmasın diye “Ehl-i kitap’tan bir kısmı” dendiğini belirtir (III, 278). Süleyman Ateş ise sûrenin nüzûlü hakkında bilgi verilirken değinildiği üzere, bu sûrenin birçok âyetinde yahudilerden söz edildiğini kabul ettiği halde, sûrenin Bedir Savaşı’ndan da önce nâzil olduğu kanaatini savunmuş olmanın (II, 6) etkisiyle yer yer farklı görüşler ileri sürmektedir.

 

Nitekim 69-74. âyetleri tefsir ederken, başlangıçta bunların yahudiler hakkında olduğunu belirten rivayet ve yorumları esas alıp, “Bütün bu rivayetler ve âyetlerin bizzat kendileri, yahudilerin, Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu bildiklerini, ancak haset yüzünden İslâma girmediklerini gösterir” (II, 61) dediği halde, daha sonra bu rivayetleri “tutarsız”, “yanılgı” ve “gelişigüzel yakıştırmalar” olarak nitelendirmekte ve kesin bir dille “Biz o kanaatteyiz ki bu sûrede yahudilerin yeri yoktur” demektedir (II, 62). Yüce Allah’ın, bu haince girişimi haber vermesi, Resûlullah’ın ilâhî vahye mazhar olmuş hak bir peygamber olduğunu apaçık bir biçimde ortaya koymuş bulunuyordu. Dolayısıyla bu, bir taraftan düşmanların bu tür girişimleri için caydırıcı bir rol oynayan, diğer taraftan müminlerin bunlara karşı daha dikkatli ve bilinçli olmaları gerektiğini hatırlatan bir uyarı niteliğindeydi (Râzî, VIII, 95).

(DİYANET T.)

 

61. Bu, Medine'nin hemen dışında yaşayan Yahudi âlimlerinin ve liderlerinin İslâm Hareketi'nin gücünü zayıflatmak için kurdukları tuzaklardan biriydi. Onlar, sadece, gizli düzenlerle bazı müslümanları kandırmak için İslâm'a ilgi duyar görünüyorlardı. Amaçları müslümanların cesaretini kırmak ve yığınlar arasında Hz. Peygamber'in (s.a) söyledikleri ve öğrettikleri ile ilgili şüpheler uyandırmaktı. Bu amaçla Medine'ye müslüman olduğunu ilân eden, fakat daha sonra müslümanlar arasında ve onların Peygamber'inde şu şu kötülükleri gördüğü için İslâm'dan çıktığını açıklayan adamlar göndermeye başlamışlardı.

 

61/a Onların bu zavallı oyuna girmelerinin nedeni, İslâm'ı kıskanmaları ve ataların dinine bağlı olmalarıdır. Onlar şu sözlerle azarlanıyorlar: "Allah sizin önyargılarınızla sınırlı değildir; bilâkis, O kime dilerse hidayetini (doğru yol) verir. Şimdi de O, size verilen

hidayetin bir benzerini, rahmeti nedeniyle, müslümanlara vermiştir. Sizin kurnazca tuzaklarınızın, hidayeti onlardan gideremeyeceğini veya onun yerine sapık yolu getiremeyeceğini, bilâkis bu tuzakların Rabbiniz katında sizin aleyhinize bir kanıt olacağını çok iyi anlamalısınız." Allah bununla onların önyargılarından vazgeçip, başka birine (Hz. Muhammed (s.a) indirilmiş de olsa Hakk'a tâbi olmayı mı; yoksa inatlarında direnip müslümanların, Rableri önünde kendi aleyhlerinde kullanabilecekleri deliller ortaya koymaya devam etmesine rağmen, sadece inatçı ve önyargılı oluşları nedeniyle Hakk'ı

reddetmeyi mi seçeceklerini görmek istemiştir.

(MEVDUDİ)

 

Âl-i İmrân sûresinin okuduğumuz bu âyetleri nâzil olunca ehl-i kitap sanki beyinlerinden vurulmuşa döndüler. Rabbimizin bu âyetlerinde yıllar yılı bu ehl-i kitabın sapık inanışları reddedilip İmrân ailesi, Meryem ve Îsâ (a.s) gerçeği son derece açık ve net bir biçimde ortaya konulunca. Ehl-i kitabın atamız diye övündükleri, yolundayız diye avundukları İbrâhim (a.s)’ın müslümanlığı, Îsâ (a.s)’ın müslümanlığı, Meryem anamızın müslümanlığı ortaya konularak yahudi ve

hıristiyanların tarih boyunca sapıklıkları deşifre edilince deliye döndüler. Gerçekler bizzat Allah tarafından bildikleri, tanıdıkları, bekledikleri bir peygambere gelen kitabın âyetleri tarafından ortaya konulunca şaşkına döndüler.

 

Eğer bugün şu anda müslümanlar şu elimdeki kitabın âyetlerini biraz

yakından tanıyıp, tıpkı dün Rasûlullah efendimizin yaptığı gibi, tüm dünyaya duyurabilseler, kesin söylüyorum ki; yine tüm dünya yahudi ve Hıristiyanları beyinlerinden vurulmuş gibi sarsılacaklardır. Eğer bizler bu âyetleri yakından tanıyıp, muhataplarımıza karşı bir silah olarak döndürmeyi becerebilirsek, aynı durum mutlaka gerçekleşecektir. Allah’ın bu kesin ve açık âyetleri karşısında kâfirler şaşkına dönüp, çeşit çeşit yollara başvuracaklar. Bu gerçekleri haykıran müslümanları susturabilmek için, onların yanlışlıklarını ispat edebilmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışacaklar. Ama şu anda bu âyetlerden habersiz yaşayan müslümanlar onları rahatlatıyor. Ve böylece bu adamların İslâm’a ve müslümanlara düşmanlıklarının, İslâm’ı, müslümanları yok etmeye çalışmalarının, susturmaya çalışmalarının sebebini de anlamış oluyoruz.

 

Bakın o günün ehl-i kitabının İslâm’a ve müslümanlara karşı oynadıkları oyunlardan birisini Rabbimiz şöyle anlatıyor: Ehl-i kitaptan bir grup ötekilere diyorlar ki, mü’minlere indirilenlere günün

evvelinde, size indirilen bu kitabın âyetlerine biz de iman ettik deyin. Biz de müslüman olduk deyin. Günün sonuna doğru da inkâr ediverin. Dinden çıkıverin. Mürted oluverin. Dönüverin, böylece belki o müslümanlar da sizin dininize dönerler. Veya müslümanlar da sizi görerek onlar da dinlerinden dönerler. İrtidat ederler. Böylece din laçkalaşmış olur da, onlar da mademki bu din sabah girilip akşam çıkılacak bir dinmiş diyerek, bu işi normal görerek, onlar da girip çıkmaya başlayıverirler. Din bilenler, Allah’ı tanıyanlar, kitap bilgisine, vahiy bilgisine sahip olanlar böyle yapınca elbette cahiller de onlar gibi yapacaklardı, bilmeyenler de onları takip edeceklerdi.

 

Ehl-i kitabın tuzağı buydu. Çünkü o bölgede din bilenler yahudilerdi.

Allah’ın gönderdiği son elçisine, son kitabına iman eden Araplarsa Ümmî kimselerdi. Din konusunda, kitap ve peygamber konusunda hiçbir şey bilmeyen bu ümmîleri, yahudi ve hıristiyanlar küçük görüyorlardı. Bu konuda onların akıl hocası bizleriz, onlar bizi izlerler di-yorlardı. Çünkü Ümmî olan Araplar her ne kadar Hanif dininin kalıntıları olarak Allah’ı bildiklerini ve iman ettiklerini iddia ediyorlarsa da ne İbrâhim (a.s)’la ne de Onun diniyle uzak ve yakından hiç bir ilgileri kalmamış, Kâbe’yi çeşitli putlarla doldurmuşlar, kendilerince kendilerini Allah’a yaklaştıracakları inancıyla putlara tapınıyorlar, put egemenliğinde bir hayat yaşıyorlardı. Allah’tan, Allah’a kulluktan uzaklaşıp şirki ve putçuluğu

yasallaştırmış olan bu insanlar tevhid dinine sahip olduklarını iddia eden yahudi ve hıristiyanlar karşısında eziklik içindeydiler. Çünkü onların kitapları vardı, peygamberleri vardı, halbuki kendilerinin böyle bir şeyleri yoktu. Din konusunda bir çıkmaza düştükleri zaman danışma mercileri ehl-i kitaptı.

 

Hattâ bu son elçinin geleceğini bile onlardan duymuşlardı. Bu son elçiye iman etmeden önce onunla nasıl mücâdele edecekleri konusunda da yine ehl-i kitaptan bilgi almışlardı. Onlar nazarında yahudi ve hıristiyanların böyle bir saygınlıkları vardı. İşte yahudi ve hıristiyanlar, ümmîler üzerindeki bu saygınlıklarından istifade ederek onları dinlerinden çıkarmak, kendileri gibi kâfir yapmak istiyorlardı.

Halbuki az evvel de ifade ettiğim gibi bu alçaklar kitaplarında kendilerine haber verilen, vasıfları beyan edilen bu âhir zaman Nebîsini bekliyorlardı. Yıllardır gelecek âhir zaman nebîsini ve ona gönderilecek Furkân’ı, Kur’an’ı bekliyorlardı. Yolunu gözlüyorlardı. Nerede kaldı? Geç kaldı? diyorlardı. Hattâ müşrik Araplara karşı onunla istifta etmeye, hava atmaya çalışıyorlardı. Kâfirlere, müşriklere karşı onunla fetih umuyorlardı. O peygamberin gelmesiyle zafere ulaşacaklardı. Ona iman edecekler, ona tabi olacaklar, onun komutasında yeni bir dünya kurup eski kaybettikleri âlemlere tafdıyl olma özelliklerine yeniden kavuşacaklardı. Bunu düşlüyorlar, bunu bekliyorlardı.

 

Onun gelme zamanı yaklaştı, ayak sesleri kulağımıza gelmeye, gölgesi üzerimizde dolaşmaya başladı. Hele bir gelsin, biz onunla bir olup, o Nebîy-i Ekremin arkasında bir ordu oluşturup, sizin de putlarınızın da kökünü kazıyacak, sizleri Âd ve İrem gibi katledeceğiz? diye bekleşip duruyorlardı. Ve nihâyet işte beklenen Nebî gelmiş ve geleceğini bu ehl-i kitaptan duymuş Ümmî, putperest Araplar ona iman ederken, bekleyen ehl-i kitap ise o bizden gelmedi, o bizim familyadan çıkmadı, bu peygamber bizden değil diye, küçük gördükleri ümmîler içinden çıktı diye yan çizerlerken, bu yetmiyormuş gibi bir de utanmadan Ona iman eden bu ümmîleri kâfir yapmaya çalışıyorlardı.

Öyle değil mi? Allah peygamberini onların içinden seçmemişti. Din

bilenlerden gelmemişti peygamber. Yıllar yılı küçümsedikleri ümmîlerin içinden bir peygamber seçilince bu onlara zor geldi. Şu anda da öyle değil mi? Şu anda da bu yahudi ve hıristiyanlar aynı

mantıkla hareket etmiyorlar mı? Biz her şeyi biliriz diyen, kendilerini efendi kabul eden, kendilerini gelişmiş kabul eden, kendilerini gerek siyasal, gerek ekonomik, gerek bilimsel, gerek askeri ve teknolojik yönden kendilerini güçlü kabul edenler de aynı şeyleri söylemiyorlar mı? Biz bilenleriz, biz efendileriz, dünya siyasetini biz yönlendiriyoruz, ekonomi bizdedir, bilim ve teknoloji bizdedir, medeniyet bizdedir diyenler şu anda gariban müslümanlara aynı gözle bakmıyorlar mı?

 

İnsanların dinlerini bozmaya çalışmıyorlar mı? Müslümanlar için aynı komploları uygulamıyorlar mı? Dünkü yahudi ve hıristiyanlar da küçük gördükleri müslümanlara aynı oyunu oynuyorlardı. Geliyorlardı müslümanların arasına ve diyorlardı ki biz de müslüman olduk. Peygambere indirilen âyetlere biz de inandık diyorlar, sonra da günün sonlarına doğru dönüveriyorlardı. Vallahi bu din bize bir mutluluk

sağlamadı, bu dinden bir zevk, bir haz duymadık. Önceki halimizle bu din arasında bir fark göremedik, bir huzur duymadık, bir hayır bulamadık diyerek dinden döndüklerini söylüyorlardı. Dertleri neydi alçakların? Dertleri İslâm’a gölge düşürmek, Müslümanların kalplerine şüphe tohumları ekmek, dinden çıkışı normalleştirmek, dini

laçkalaştırmak ve müslümanların dinden çıkmalarını, kendilerine tabi olmalarını gerçekleştirmek. Bütün dertleri buydu hainlerin. Ama elhamdülillah ki tutmadı bu oyunları. Bir tek müslüman bile kanmadı bu komploya.

 

Öyleyse din bilenlerin, çevrelerine din anlatanların, ben müslümanım diyenlerin bu konuda çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Bozuk düzen bir müslümanlık yaşayarak, Allah’ın dinine gölge olarak, insanları Allah’ın dininden soğutacak bir duruma düşerek kendi dinimize karşı dünkü yahudi ve Hıristiyanların oynadıkları oyunu oynamayalım. Allah için bir düşünelim. Biraz öyle değil miyiz şu anda? Allah’ın diniyle bizim yaşadığımız din aynı mı? Hayatımız Allah’ın dinine göre mi şekilleniyor? İmanlarımızla hayatlarımız aynı mı? Söylediklerimizle yaşadıklarımız paralellik arzediyor mu? Öyle değil gibi değil mi? Allah korusun da imanlarımızla hayatımız

birbirine ters değil mi? Hayatımız inancımıza ters değil mi? Kılık- kıyafet adına ters, giyim-kuşam adına ters, mala bakış adına ters, kazanma-harcama adına ters, ev tefrişi adına ters, çocuklarımızın eğitimi adına ters, meslek seçimi adına ters, ters, ters.

 

Allah korusun da şu anda inancımız başka bir vadide, hayatımız başka bir vadide. Allah korusun da bu halimizle Allah’ın dinine gölge olmuyor muyuz? Allah’ın dinine perde olmuyor muyuz? Allah’ın dinini tanımayanların dine nefretlerini, dinden soğumalarını kamçılamıyor muyuz? İnsanları Allah’ın dininden kaçırmıyor muyuz? Yâni dünkü yahudi’nin bu dine yaptığını yapmıyor muyuz bugün bizler? Sanki bu halimizle bu dine yeni gireceklere şöyle demiyor muyuz? Boş verin yahu, niye gireceksiniz bu dine? Ne işiniz var bu dinde? Biz girdik de ne oldu? demiyor muyuz? Yâni bugün İslâm’ı bilmedikleri halde bu dinden nefret edenler bizim yüzümüzden nefret etmiyorlar mı? İslâm’ı bizim yamuk hayatımızla tanıdıkları için reddetmiyorlar mı bu insanlar? Sanki bizler ısrarla İslâm’ı tanıtmamaya çalışıyoruz bu insanlara, ya da yanlış tanıtıyoruz.

 

Yâni bizim bu kitaba ve peygambere dayanmayan yamuk Müslümanlığımızı görenler, İslâm’ı bizim şahsımızda tanıyanlar şöyle demiyorlar mı? Ne olacak yahu müslüman olup ta? Ne farkımız olacak bunlardan? Müslüman olduğumuz zaman olsak olsak biz de bunlar gibi olacağız. Şu anda bu müslümanların bizden bir farkları yok ki. Bunların derdi de ev, bunların derdi de araba, bunların derdi de

para, pul. Bunların derdi de boya, cila. Bunların derdi de Mark, dolar, altın, gümüş. Bunların derdi de dünyada lüks içinde bir hayat. Ne farkımız var da bu müslümanlarla? Yâni onların hedefleriyle bizimkilerin, onların hayat programlarıyla bizimkilerin, onların evleriyle, şehirleriyle bizimkilerin ne farkı var? Onların çocuklarının eğitimiyle bizimkilerin ne farkı var? Onların kadınlarının giyinişiyle bizimkilerin ne farkı var? Onların hukuklarıyla, sosyal ve siyasal

yasalarıyla, ekonomik yapılanmalarıyla bizimkilerin ne farkı var? Zaten her şeylerini bizden alıyorlar diyerek bizim yüzümüzden müslüman olmaktan vazgeçmiyorlar mı bu insanlar?

 

Öyleyse bu durum bizi çok korkutmalıdır. Çok ürkelim de dünkü yahudi’nin bu dine oynadığı oyunu bugün bizler oynamayalım. Kitabımızı ve peygamberimizi iyi tanıyalım. Dinimizi temel kaynaklarından öğrenelim. Doğru dürüst bir müslüman olalım, doğru dürüst bir müslümanlık yaşayalım da insanların Allah’ın dinine girmelerine engel değil, köstek değil destek olmaya çalışalım inşallah. Bizi görenler bizde dirilsinler, bizde Allah dininin huzur, mutluluk ve sükûnunu görsünler. Bizi görenler aradıkları emniyeti, aradıkları adâleti, aradıkları insanca bir hayatı bizde bulsunlar da onlar da bizim dinimize girmeye, onlarda kurtuluşa can atsınlar inşallah. Evet Ehl-i kitabın sözleri devam ediyor.

(A.KÜÇÜK)

 

“Ve-kâlet tâ’ifetûn min-ehli’l-Kitêbi êminû Billezî ûnzile âlel-lezîne êmenû veche’n-nehâr” Ehli kitaptan bir kısmı da şunu dediler. “Êminû Billezî ûnzile âlel-lezîne êmenû veche’n-nehâr” Günün başında iman edenlere, vahyedilene inandığınızı söyleyin. Taktik veriyorlar akıl daneleri. Diyorlar ki; Günün başındaki indirilenlere iman ettiğinizi söyleyin, iman edin. Ama tabii buradaki iman edin’den kasıt, iman ettiğinizi söyleyin.

 

Peki niçin iman ettiklerini söyleyecekler? “vekfûrû êğîrâhû” Günün sonunda indirilenlere de inkâr edin. Taktiğe bakınız. Şeytanın taktiklerinden biri. Önce sizi kabul ediyormuş gibi davranmak. Hangisi? Günün başında indirilenler, aslında bundan kasıt yine bize kadar gelen Razi’nin naklettiği bir rivayet var mesela el-Esam’dan naklettiği bir rivayet; Günün başında indirilenlerden kasıt diyor, Yahudilerin kitabındaki bir takım gerçekleri doğrulayan, Tevrat’taki gerçekleri doğrulayan ayetler geldiğinde tasdik ediyorlar, bunlar doğru diyorlardı. Ama Tevrat’ta ki bilgileri doğrulamayan, onları yalanlayan ayetler indiğinde bunlar yalan diyorlardı. Yani ölçüleri Allah değil. Ölçüsü Allah olmayınca onun için de doğrulara doğru demeleri de aslında bir şey ifade etmiyor.

 

Ama tabii bundan daha öte bir şey bu. Bence bu ayette söylenen günün başında indirilene iman ettiğinizi söyleyin, sonunda indirileni inkâr edin. O zaman karşınızdakinde şöyle bir izlenim uyandırabilirsiniz: “Ya..! Adam mantıklı, yani adam taassupla hareket etse eğer, peşin fikirle, ön yargıyla hareket etse hepsini inkâr eder efendim. Bak doğruya doğru, yanlışa yanlış diyor.” Dedirtecekler. Onun için de bu bir taktik. Bir kısmını iman eder gibi gözüküyor, veya bir kısmını okeyler gibi, onaylar gibi gözüküyor, ama arkasındakini inkâr ediyor.

 

Öncelikle onun Allah’a olan sadakatine bakmak lazım. Problem Allah’ın söylediklerini tasdik edip etmemesidir. Yoksa sizin sözünüz değil ki. Allah’tan gelen bu mesajı inkâr edip etmiyor mu? Tasdik etmesi hiçbir şey ifade etmiyor. Eğer inkâr ediyorsa, bir kısmını da olsa inkar ediyorsa o tasdiki de hiçbir işe yaramayacaktır. Onun için problem Allah ile olan ilişki problemi. Çünkü Allah’a teslim olmaktan kasıtta bu.

 

Yukarıda Müslimûn olmaktan söz edildi. İbrahim’in teslim olduğu, havarilerin teslim olduğundan söz edildi. Bu teslimiyet neyi ifade ediyor? Allah’tan gelen mesajın tamamını kabullenmek. Allah’tan mı geldi, Tamam, orada bana söz düşmez. Allah’ım demişse doğrudur. İşte onun için Sadakallahül azim deriz biz her Kur’an okuduğumuzda. “Allah demişse doğrudur” deriz Çünkü İman bir ön bilgidir. İmanla yaklaşmadığınızda bambaşka anlarsınız. İmanla yaklaştığınızda daha başka anlarsınız. İmanla baktığınızda bir ayete farklı algılarsınız, imansız bir gözle baktığınızda farklı algılarsınız.

 

Deneyin diyemeyeceğim. Yani imansız bir gözle bir müminin bakması mümkün değil. Ama denemenize de gerek yok. İmansız bir gözle bakanlara bakın Kur’an’a. Onun için; “Hûden li’l-Mûttekîn” Kur’an muttakiler için bir hidayettir. İmanlı bir gözle bakanlar için. İmanlı bir yürekle algılayanlar için bir hidayettir. Ötekiler için değil. Onun için kâfirin inkârını artırır, müminin imanını. Bu önemli. O sebeple Kur’an; …şifê’ûn ve-râhmetûn lil-mû'minîne, ve-lê yezîdûz-zâlimîne illê ğâsêrâ;” (İsra/82) Müminler için bir şifadır zalimlerin ise yalnızca hüsranını artırır. Kendisi böyle diyor zaten.

 

Onun için sevgili dostlar bu noktada Kur’an’a yaklaşımınız önemlidir. Allah’ın vahyine yaklaşımınız önemlidir. Seçmeci davranıyorsanız, işinize geleni kabul edip, işinize gelmeyeni az da olsa reddediyorsanız unutmayın ki biraz önce söylediğim şirk tanımına girer. Allah’ın sözüne kimse seçmeci yaklaşamaz. Çünkü teslimiyet bu değildir. Teslimiyet Allah’tan gelenin tamamına teslim olmak demektir. İşinize gelene değil.

 

Şeytanın yaptığı neydi ki? Aslında şeytan Allah’ın varlığını inkâr etmedi, Allah’ın yüceliğini de inkâr etmedi. “Febi-îzzêtike” diye yemin ediyor. Senin şerefine yemin olsun ya rabbi diyor. Evet, yine şeytan Allah’ın yüceliğine inanıyor. Allah’ın yaratıcılığına inanıyor. Yoksa problem bu değildi ki. Şeytanın tek problemi vardı, hasetliği idi, çekememezliği idi. Ahlaksızlık yapmasıydı. Allah’ın bir tek emrine karşı çıkmıştı. Karşı çıkarken de makul ve mantıkî bir delili vardı. Ben Allah’tan başkasına secde etmem mantıkî delili ile yola çıkmıştı. Gördüğünüz gibi.

 

“leâllehûm yerci'ûn” Bütün bunların sonunda ne umuyorlardı? Yani günün başında gelene inanır gibi olun, inanır görünün, ya da inandığınızı söyleyin, günün sonunda geleni inkâr edin derken neyi umuyorlardı? “leâllehûm yerci'ûn” Belki dönerler diyordu. Yani, müminleri imanından döndürmek için bunu yapıyorlardı. Niyete bakınız..!

 

64 Esamm, bunu "vahyin bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmek" şeklinde anlar (Râzî). "Günün başında-günün sonunda" ifadeleri

"Kur'an'dan ilk indirilenler-son indirilenler"  şeklinde de anlaşılabilir.

 

65 Yani: İkiyüzlülük yapın. Kaynak dilin üslûbu gereği ikinci şahıs kipiyle ifade edilen bu cümle Türkçe'de şöyle anlaşılmalıdır: "günün

başında inandığımızı söyleyip, sonunda indirileni inkâr edelim". Bir  sonraki cümlede yer alan "sizin dininize", "bizim dinimize" şeklinde

anlaşılmalıdır.

(M.İSLAMOĞLU)