AL-İ ÎMRÂN SÛRESİ
Nüzul: 98
Mushaf: 3
Sûre "Îmrân Ailesi" anlamına gelen adını 33. âyetinden alır. Daha Rasulullah döneminde bu ismi almış görünmektedir (Müslim, Tefsir 1). Aynı hadiste Bakara ile birlikte "iki çiçek" (ez-zehraveyn) olarak nitelenmesi, isim değil olsa olsa vasıf sayılmalıdır. Sûreye Kenz, Eman, Mücadele, İstiğfar gibi isimler de verilmiştir. Ancak, bunların hiç biri Âl-i îmran adı kadar yaygınlaşmamıştır. Îmran ailesi şu fertlerden oluşur: Baba Îmrân, karısı Hanne, kızı Meryem, torunu îsa, bacanağı Zekeriyya ve onun çocuğu Yahya, îmran (Amram) ile Hz. Musa ve Harun'un babaları kastedilmesi durumunda ailenin kapsamı çok daha genişler.
Sûre bir görüşe göre Bakara'nın, bir başkasına göre Bakara ve Enfâl'in ardından Medine'de indirilmiştir. Sûrenin inişinde iki olay etkili olmuştur. Biri Uhud Savaşı, diğeri Hıristiyan Necran heyetinin gelişi. Sûrenin ana eksenini bu iki olay oluşturur. Sûrenin giriş pasajları ve özellikle 118-195. Âyetler Uhud Savaşı ile ilgilidir. Bunun delili 121 ve 144. âyetlerdir. 16-117 ve 196-200 arasındaki pasajlar Necran Heyeti ile ilgilidir. Bunun açık delili de sûrenin 20, 64, 79 ve 113. âyetleridir. Sûrenin iniş sürecinin başlangıcı Uhud Savaşı'nın yapıldığı 3. yılın Şevval ayı, sonu ise Necran heyetinin geldiği yıldır. Genel kabul Necran heyetinin "Elçiler Yılı" diye anılan 9. yılda geldiğidir.
Fakat îbn Aşur siyercilerin bu genel kabulünü mesnetsiz bulur ve
Âl-i îmran'ın ilk Medenî sûrelerden olduğu konusunda görüş birliği olduğunu söyler. Onun tercihi, olayın sanılandan daha erken yıllarda gerçekleştiği yönündedir.
Necran, Şair A'şâ'nın da dediği gibi bölge Hıristiyanlarının Kabe'sine sahipti. 60 kişilik bir heyetle Medine'ye geldiler. Yanlarına papalarını da almışlardı. Hz. Peygamberle isa'nın tanrılığı konusunda tartıştılar. Kendilerinden delil istendiğinde küfürlerinde ısrar ettiler. Hz. Peygamber onları mubahele'ye (yeminleşme) çağırdı (61. âyet). Önce kabul ettilerse de ardından vazgeçip ülkelerine döndüler.
Sûre ilk bakışta her konudan söz ediyor görünse de, ana tema, akide ve toplumsal ahlâkın tahrif ve tahribine karşı alınacak önlemlerdir. Bakara'da "yahudileşmeyin" mesajı, bu sûrede ise "hıristiyanlaşmayın" mesajı verilir. Bu iki sapma türünün olanca açıklığıyla tecessüm ettiği alan peygamber tasavvurudur. Birinci sapmada peygamber aşağılanıp katledilirken, ikincisinde tanrılaştırılır.
Bakara'nın girişinde, iman, inkâr ve nifak üzerinde durulmuştu. Bu sûrenin girişindeyse sağlıklı bir inancın bozulma nedenleri üzerinde durulur. Bunların başında vahyin asli hükümlerini uygulamak dururken tali açıklamaları üzerinde fikir jimnastiği yapmak gelir. Muhkem ve müteşabihten söz eden 7. âyet bu gerçeğe dikkat çeker. Hıristiyanların Hz. İsa'yı ilâhlaştırmaları da böyle bir sürecin sonucudur.
33-58. âyetler arasında Hanne-Meryem-İsa'dan oluşan üç kuşakta adayış süreci ele alınır. Bu pasajlar adeta rehberlik probleminin çözümüne ilişkin bir modeldir. Burada doğumlara vurgu yapılması, başta Meryem oğlu İsa olmak üzere tüm peygamberlerin doğan ve ölen birer beşer olduğu vurgusunu taşır. Söz Meryem oğlu İsa'nın ilâhlaştırılmasına getirilir. Necranlıların gelişi münasebetiyle vahiy peygamber tasavvurundaki sapmanın sebep ve sonuçlarını ele alır. Aslında mü'minlere "Siz de onlar gibi yapmayın!" mesajı verilir. Bir mesaj da kitap ehlinin tümünü aynı kefeye koyan süpürücü akla verilir: "Hepsi bir değildir" (113).
Sûrede Allah'ın birliği, eşsizliği, insanın O'na mutlak bir biçimde muhtaç oluşu hatırlatıldıktan sonra, iman zafiyetinin insanın başına açtığı dünyevî ve uhrevî zararlar dile gelir. İniş sürecinde faizle ilgili ilk âyet Uhud savaşı bağlamında gelir (130). Zira faiz tıpkı içki gibi Uhud yenilgisinin sebepleri arasında yer alır. "Bu başımıza nereden geldi?" diyen herkes şu cevabı alır: "Bu sizin kendi eserinizdir!" (165).
Kur'an'ın en içli dua pasajlarından biri bu sûrenin sonlarında yer alır (189-195). Sûre, imanda sebat edenlere cennet ve ebedi mutluluk vaadiyle son bulur.
(M.İSLAMOĞLU)
Medine döneminde vahyedilen ilk sûrelerdendir. Nüzul sıralamasında 89. Süre olduğu ve Enfâl süresinden sonra, Ahzâb sûresinden önce indiği belirtilir. Toplam 200 ayettir. İsmini Hz. Meryem'in babası
Îmrân'a izafeten "Îmrân ailesi" anlamına gelen Âlu Îmrân tamlamasından almıştır. İlk altmış veya seksen küsur ayet, muhtemelen hicretin 3. yılında –ki yaygın görüş hicretin 9. yılı olduğu yönündedir; ancak bu görüş pek isabetli değildir- Medine'ye gelip Hz. İsa'nın ilah olduğu iddiasıyla Hz. Peygamber'le tartışan Necran Hıristiyanları hakkında nazil olmuştur. Sûrenin önemli bir kısmı ise
Uhud savaşı sırasında inmiştir.
(M.ÖZTÜRK)
Mushaf’daki sıralamaya göre üçüncü, nüzûl sırasına göre 89, tıval
kısmının ikinci sûresidir. Âyet sayısı 200 olup Medine’de nâzil olmuştur. “Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla” Hamd yalnız âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm ise Allah’ın Rasûlüne ve onun aile halkına ve ashabına olsun. Rabbimiz bizden kabul buyur. Çünkü sen tüm münacatları hakkıyla işiten ve her şeyi lâyıkıyla bilensin. İnşallah sizlerle Bedir savaşından sonra inmeye başlayan ve içinde İmrân ailesinden söz edildiği için Âl-i İmrân adını alan, kitabımızın 3. sırasına yerleştirilmiş olan 200 âyetlik bir sûreyi tanımaya başlayacağız.
Âl-i İmrân sûresi Elif Lâm Mim ile, Huruf-ı Mukatta âyetiyle başlayan sûrelerin ikincisidir. Birincisi daha önce tanımaya çalıştığımız Bakara sûresiydi, ikincisi de bu sûredir. Her ikisi de Medineli sûrelerdir. Sûrede İmrân ailesi gündem maddesi yapıldığı için bu sûreye Âl-i İmrân sûresi adı verilmiştir. Sûrenin baş taraflarında İmrân ailesi dediğimiz İmrân, hanımı, Zekeriya (a.s),
oğlu Yahya (a.s), Zekeriya (a.s)’ın karısı, Yahya (a.s) ın anası, Meryem anamız ve Onun babası, yâni İmrân ailesi gündeme getirilir. Bu aileyi gündeme almamız, bu örnek aileyi tanımamız, onlarla birlikte olmamız öğütlenir.
Daha sonra dünyayla âhiretin çok hoş bir mukayesesi yapılır. Dünyanın sonlu, geçici ve çok kısa metalarına aldanmadan Âhiret hesaplı bir hayat yaşamamız öğütlenir. Daha sonra Uhut savaşının bir değerlendirilmesi yapılır. Bedir zaferinden sonra mü’minlerin tattıkları küçük bir hezimet, küçük bir yenilgiyle karşılaşmaları ve bu hengamede toplumun içindeki münafıkların ve mü’minlerin durumları, iç dünyalarının tahlilleri yapılır. Mü’minlere teselli, destek,
kâfirlere de tehditler gündeme getirilir. Daha sonra uzunca ehl-i kitaba, özellikle hıristiyanlara İslâm’a dâvet gündeme getirilir. Hz. Adem’den beri tüm peygamberlerin dinlerinin İslâm olduğu, tüm peygamberlerin müslüman oldukları gündeme getirilerek ehl-i kitap
peygamberler yoluna çağrılır.
Âli imrân Suresi, nazil olduğu yıllardaki Medine'de yaşayan Müslümanların çevresini kuşatan hile, desîse ve karışıklıkları sonsuz bir canlılıkla tasvir etmekte düşmanlarının yalnız hareketlerini değil, aynı zamanda içerideki kin ve hasedi, zihinlerdeki korkunç plânları da bir tablo halinde gözler önüne sermektedir. Sure bize, Medine'deki ihlâslı müslümanların durumunu aktarırken adeta içinde bulunduğumuz zamanı da yeniden geldiğimiz nokta ile birleştirip
sergilemektedir. Bu endişe veren durum karşısında hidayet rehberimiz olan Kur'an-ı Kerîm, özellikle bu suredeki ayet-i celileler tuzak ve fitneleri önlemek, yaygara ve şüpheleri bastırmak, kalpleri ve atılmış adımları sabitleştirmek, fikir ve ruhlara hitap etmek, hadiseleri tahlil edip ortaya ibretler çıkarmak, İslâm'ın tasavvur olunan binasını kurmak ve buna gölge düşürecek hususları yok etmek, İslâm topluluğunu İslâm düşmanlarının amansız hile ve tuzaklarından korumak için onları uyaran prensip ve kanunlar ortaya koymaktadır.
Bu ayetlerden aynı düşmanların yeryüzünde İslâm'ı ve Müslümanları nasıl hedef aldıkları, İslâm akîdesini bozmak için içteki fâsık ve münafıklarla birlikte nasıl çalıştıkları rahatlıkla anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'in kıyamete kadar sürecek dünya hayatının bir kitabı ve müslümanların hidayet rehberi olduğu bir gerçektir. Bu gerçeğe ve onun ayetlerine ancak şeytanın adamları kulak tıkar ve
gözlerini kapatırlar.
Âli İmrân sûresi böyle bir yapının yanında üç temel meseleyi dile
getirmektedir. Bunların birincisi genel hatlarıyla din olayı ve özel anlamıyla İslâm'dır. Din, sadece Allah'a iman etmek ve bu kuru iman anlayışıyla yetinmek demek değildir. Din kesin bir ifadeyle sağlam bir tevhid inancıdır. Yani tek bir 'ilâh'ın üstün hâkimiyetine katıksız olarak iman etmektir. Bütün insanlık ve kâinat üzerinde hakim ve tek tasarruf sahibi olan ilâhî kudretin birliğini ve yegâneliğini kabul etmektir.
Sûrenin muhtevasında mevcut olan ikinci husus ise; müslümanlarla Rableri arasındaki durumun tasviridir. Müminlerin Allah'a olan teslimiyetleri, ondan gelen her şeyi tartışmasız, yorumsuz ve memnuniyetle kabul edip büyük bir titizlikle onun emirlerine uymaları ve ona bağlanmalarıdır. "Onlar ki: "Ey Rabbiniz, biz gerçekten iman ettik. Artık günahlarımızı bağışla ve bizleri ateş azabından koru" diyenler, sabredenler, sadakat gösterenler, onun huzurunda divan duranlar, infâk edenler, seherlerde Allah'tan mağfiret isteyenlerdir. Allah'ın ayetlerini az bir pahaya (küçük bir dünya menfaatine) değişmeyenlerdir."
Sûredeki üçüncü önemli meseleye gelince; Kur'an, müminlerden başkasını dost edinmekten kaçınmayı, kâfirlerin bir değeri olmayan aldatmalarına kulak verilmemesini, Allahın emirlerinden uzak ve İslâm'a uymayan kötü yaşayış tarzlarını kabul edip onları dost edinmenin iman ile bağdaştırılamayacağını son derece büyük bir açıklıkla ifade etmektedir. Birbirleri arasında çok sıkı ilişki bulunan bu üç mesele, yani insanlığın Allah'ı bilip ona tam bir iman ve teslimiyetle bağlanması, 'tevhîd'in anlamını kavrayarak hayatını buna göre düzenlemesi ve böyle sağlam bir İslâmî anlayışa sahip olarak, Allah'ın düşmanları karşısında izleyeceği tavizsiz bir tutum ve davranışla kâfirlerin dostluğundan uzak kalınması hususları sûrenin temelini oluşturmaktadır.
Sûrenin bir kısmı Necrân Hristiyanları hakkında nazil olmuştur. Necrân, Hicazla Yemen arasında bir şehir idi. O zamanlar burada çok sayıda Monhofist (Yakûbî) mezhebine mensup Hristiyan oturuyordu. Necrân Kâbesi diye ünlü bir kilisesi vardı. Roma İmparatorları buraya büyük maddî yardımlarda bulunurlardı. Âli İmrân suresinin faziletine dair bazı hadis-i şerifler varid olmuştur. Ezcümle: Ebû Ümâme (r.a.)'den rivayete göre Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
"Kur'an okuyun, çünkü o, kıyamet gününde ehl-i Kur'an olanlara şefaat eder. Bakara ve Âli imrân surelerini okuyun. Çünkü bunlar kıyamet gününde iki bulut, yahut iki gölgelik veyahut iki kuş bölüğü gibi gelir, sahiplerine şefaat ederler. Bakara suresini okuyun. Çünkü ona sahip olmak bereket, onu okumayı terk etmek nedâmettir. Kötüler ona sahip olamazlar."1[1]
"Birisi Abdullah ibn Mes'ud'un yanında Bakara ve Âli imrân surelerini
okudu. Ona: "içinde ism-i âzam bulunan iki sureyi okudun. O ism-i âzam ki onunla yapılan her dua kabul olur, her istek yerini bulur" dedi.
Hz. Ka'b şöyle demiştir: "Her kim Bakara ve Âli İmrân surelerini okursa bunlar kıyamet günü gelir, o adam hakkında, ya Rabbi, bunun için aleyhinde diyecek bir şeyimiz yok, derler." Sûrede sık sık söz müslümanlara çevrilerek onları geçmiş toplumların durumuna düşmemeleri konusunda uyarılır. Müslümanların ehl-i kitaba karşı nasıl davranacakları anlatılır. Yine sûrede münafıklar konusu gündeme getirilerek müslümanlar onlar konusunda uyarılır. Sûre bu minval üzere devam eder. Bu kısa mukaddimeden sonra inşallah sûrenin âyetlerini tek tek tanımaya çalışalım. Rabbim duyduklarımız, dinlediklerimizle kendisinin istediği gibi iman edip, yine kendisinin istediği gibi bu imanlarımızı amele dönüştürüp hayatımızı düzenlemeyi nasip etsin inşallah.
(A.KÜÇÜK)
İçlerinden birçok peygamberin ve son olarak Hz. İsa'nın zuhur ettiği aile*.
Bakara ve Enfâl sûrelerinin ardından hicretin üçüncü yılında (625),
Uhud Savaşı’ndan sonra nazil olmaya başlamış ve nüzûlü altı yıl kadar sürmüştür. Bakara’nın devamı niteliğinde olduğu için, “Zehrâveyn” adıyla iki sûrenin birlikte anıldığı belirtilmektedir. Bu iki sûrede Medine yahudüleri ve Necran hıristiyanları Hz. Muhammed’in risâletini kabul etmeye çağrılmakta, ancak Bakara’da yahudiler, Âl-i İmrân’da ise hıristiyanlar üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Necrân hıristiyanlarının ulûhiyyet atfettikleri Hz. İsâ’nın tıpkı Hz. Âdem ve diğer peygamberler gibi bir beşer olduğu vurgusu, sûrenin ana konularından birini, aynı zamanda nüzûl sebebini teşkil etmektedir. Hz. Meryem’in, Hz. Zekeriyyâ’nın himayesinde, Beytülmakdis’te yetişmesine, iffet ve ihlâsına da dikkat çekilen sûrenin bir diğer ana konusunu da Uhud Savaşı teşkil etmektedir. Sûrede Kabe’nin tevhidin ilk mâbedi, hac ve kıble mahalli olduğu beyan edildikten sonra; bir toplumun ancak kötülüğü engelleyip iyiliği teşvik etmekle güçlü ve huzurlu olabileceği, bu değerler sayesinde İsrâiloğulları’nın geçmişte faziletli ve güçlü bir toplum olduğu, bu değerlere aykırı hareket ettiklerinde ise bu şerefli konumu kaybettikleri, bu değerlere öncülük etme şeref ve mesuliyetinin tarihte birçok peygambere, şimdi de Hz. Muhammed’e tevdi edildiği anlatılmaktadır.
İki yüz âyetten oluşan sûreyi muhtevasına göre aşağıdaki gibi tasnif etmek mümkündür.
(H,ELİK;M,COŞKUN)