ÂLİ İMRÂN SURESİ


Ayet Getir
3-ÂLİ İMRÂN 26. Ayet

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Kulillâhumme mâlikel mulki tû’til mulke men teşâu ve tenziul mulke mimmen teşâ’(teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’(teşâu, bi yedikel hayr(hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

Bayraktar Bayraklı

De ki: “Ey mutlak egemenlik sahibi Allahım! Sen egemenliği dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın; dilediğini yüceltirsin, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler senin elindedir. Doğrusu, senin her şeye gücün yeter.


Edip Yüksel

De ki: “Yöneticilerin Yöneticisi olan Tanrım, yönetimi dilediğine verir, dilediğini de yönetimden indirirsin. Dilediğini yükseltir, dilediğini de alçaltırsın. Tüm iyilikler senin elinde. Sen her şeye gücü yetensin!“


Erhan Aktaş

De ki: “Ey mülkün1 sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine2 verirsin, mülkü dilediğinden3 çekip alırsın. Dilediğini4 aziz, dilediğini5 zelil edersin. Hayır,6 senin elindedir. Kuşkusuz Sen, Her Şeye Güç Yetiren’sin.” 1- Gücün. 2- Hak edene/uygun gördüğüne. 3- Hak edenden/uygun gördüğünden. 4- Hak edeni/uygun olanı. 5- Hak edeni/uygun olanı. 6- Nimet, iyilik, mülk.


Muhammed Esed

De ki: "Ey mutlak egemenlik sahibi Allahım! Sen egemenliği dilediğine verirsin, dilediğinden alırsın; dilediğini yüceltirsin, dilediğini alçaltırsın. Bütün iyilikler Senin elindedir. Doğrusu, Sen istediğini yapmaya kadirsin".


Mustafa İslamoğlu

De ki: "Ey mutlak iktidar sahibi olan Allah'ım! Sen dilediğine iktidar verir dilediğinden de iktidarı çeker alırsın, dilediğini aziz eder dilediğini de zelil edersin; Senin elindeki mahza hayırdır: Elbette Sen her bir şeye kadirsin.


Süleyman Ateş

De ki: "Allâh'ım, (ey) mülkün sâhibi, sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın; dilediğini yükseltirsin, dilediğini alçaltırsın. Hayır (mal), senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin!"


Süleymaniye Vakfı

De ki: “Ey tüm yetkileri elinde tutan Allah’ım! Tercih ettiğin[*] kişiye yetki verir, tercih ettiğinden yetkiyi alırsın. Tercih ettiğin kişiyi üstün konuma getirir ve yine tercih ettiğin kişiyi değersizleştirirsin. Bütün iyilikler Senin elindedir. Sen her şeye bir ölçü koyarsın. [*] “Şâe = شاء” fiili, bir şeyi var etti, demektir. (Müfredât) Allah bazı şeyleri kulunun tercihine göre yarattığından öznesi kul olursa “tercih edip yaptı”, Allah olursa “tercih edip yarattı” anlamına gelir.  


Yaşar Nuri Öztürk

Şöyle yakar: "Ey mülkün Mâlik'i, sahibi olan Allahım! Sen mülk ve saltanatı dilediğine verir, mülk ve saltanatı dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltip aziz edersin, dilediğini alçaltıp zelil kılarsın. İmkân, mal ve nimet senin elindedir. Sen, herşeye kadirsin."


Ayetin Tefsiri

MEAL

26.) DE Kİ: "Ey mutlak iktidar sahibi olan Allah'ım! Sen dilediğine iktidar verir dilediğinden de iktidarı çeker alırsın, dilediğini aziz eder dilediğini de zelil edersin; Senin elindeki mahza hayırdır: Elbette

Sen her bir şeye kadirsin.14

(M.İ)

26.) “Ey Muhammed, de ki: “Mülkün sahibi olan Allah'ım! Mülkü

dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın; dilediğini Azîz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu Sen, her şeye Kâdirsin.”

(A.K)

26.) Ey elçimiz Muhammed! Tevhitten uzaklaşıp şirke batmış bu zavallıların içine düştüğü durumu görüyorsun! Onların bu durumlarına karşı sen rabbine şöyle niyazda bulun; “Ey Allahım! Dünya ve âhirette mülkün sahibi, kâdir-i mutlak olan yalnız sensin! Maddi ve manevî imkânı; güç ve serveti, hikmetinin gereği olarak uygun gördüğüne sen verir yine sen alırsın. Dünyada lâyık olanları hayırlı ve faydalı servet sahibi, güzel ahlâklı yaparak dünyada saygın, âhirette de imanları sayesinde aziz kılacak olan yalnız sensin. Bunların hepsi senin kudretindedir. Ehl-i kitap’tan bazılarının senin ulûhiyyetine ortak kıldığı İsâ Mesih’in ve müşriklerin putlarının bu işlerde hiçbir etkisi ve dahli olamaz!”

(H,E;M,C)

 

TEFSİR

 

Mülk kelimesi tefsirlerde genellikle şu anlamlarla açıklanmıştır: “Peygamberlik, kudret, yönetme gücü, zafer, egemenlik, ilim, servet, itibar, akıl, sağlık gibi her türlü maddî ve mânevî imkân”. Bazı müfessirler bu anlamlardan birini veya birkaçını tercih ederken, bazıları âyeti bu anlamların hepsini kapsayacak şekilde yorumlamışlardır. Zemahşerî, Allah’a nisbet edilen birinci mülk kelimesinin genel ve kapsamlı, diğer iki mülk kelimesinin ise özel ve bütünün parçaları mesabesinde olduğunu belirtir (I, 182). Sûrenin başında belirtilen nüzûl sebebinin (Necran hıristiyanlarını temsilen Medine’ye gelen heyetle yapılan tartışmaların) yanı sıra tefsirlerde şu olay da bu âyetlerin nüzûl sebebi olarak zikredilir veya âyetlerde buna işaret bulunduğu belirtilir: Hendek Savaşı öncesinde kazılacak hendeğin krokisi Resûlullah tarafından çizilip Medine halkından her on kişilik gruba 40 zirâlık (1 zirâ = 68 cm.) kazı görevi verilmişti. Selmân-ı Fârisî’nin de içinde bulunduğu grup kazı yaparken çok büyük bir kaya ortaya çıktı. Bütün çabalarına rağmen ancak küçük parçalar koparabildiler, kayayı parçalayamadılar. Durum Resûlullah’a arzedildi. Hz. Peygamber hendeğe inip balyozla üç darbede kayayı parçaladı. Her defasında ortalık şimşek çakar gibi aydınlandı.

 

Resûlullah tekbir getirdi, müslümanlar da tekbir getirdiler. Sonra Hz. Peygamber her vuruşta gördüğü ışıkları ileride Rum (Bizans) ve Fars (İran) egemenliği altındaki yerlerin ve Yemen’in müslümanlar tarafından fethine yüce Allah’ın bir müjdesi olarak yorumladı. Müslümanlar bunu sevinçle karşılayınca münafıklar “Korkunuzdan savaşamayıp hendek kazıyorsunuz. Hal böyle iken bunlara nasıl inanabiliyorsunuz!” diyerek onları alaya aldılar (Zemahşerî, I, 182). Mülkü “peygamberlik” olarak anlayan müfessirler, “mülkün geri alınması” ifadesine şu açıklamayı getirirler: Yahudiler son peygamberin geleceğini biliyorlardı. Peygamberlerin canlarına kıymaları ve ilâhî kitabı tahrif etmeleri sebebiyle, yüce Allah İsrâiloğulları’nı bu yolla onurlandırmaya son verdi. Bundan dolayı yahudiler Hz. Muhammed’e cephe aldılar ve putperestlerle iş birliği yaptılar. Mülkü peygamberlik dışındaki anlamlara göre, yani “kudret, yönetme gücü, zafer, egemenlik, (ilim, servet, itibar, akıl, sağlık gibi) her türlü maddî ve mânevî imkân” şeklinde anlayan müfessirler ise, yüce Allah’ın bunları “dilediğine” vermesi ve “dilediğinden” alması ifadesinden hareketle ilâhî irade karşısında kulun iradesinin etkisi ve değeri konusunu ele alırlar (meselâ bk. Râzî, VIII, 6-7). İslâm âlimleri arasında geniş tartışmalara yol açan ve itikadî mezhepleri birbirinden ayıran temel yaklaşımlar arasında önemli bir yer tutan bu konunun, Kur’ân-ı Kerîm’deki ve hadislerdeki diğer açıklamalarla birlikte ele alınıp değerlendirilmesi uygun olur (“irade”, “kazâ”, “kader” ve “kesb” kavramları etrafındaki görüş ayrılıkları hakkında değerlendirmeler için bk. Bakara2/7, 286).

 

“Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın” şeklinde meâli verilen ifade dolayısıyla tefsirlerde “izzet” ve “zillet” kavramları üzerinde durulur. Bu kavramların dünyevî anlamıyla açıklanması halinde, yukarıda değinilen kelâm tartışmalarının ve bu konudaki değerlendirmenin göz önüne alınması gerekir. Bunların dinî içeriğinden hareket edildiğinde ise diğer âyetlerin ışığında, yücelmenin doruk noktasını yüceler yücesi ulu Allah’a içtenlikle iman edip bunun icaplarına göre davranmanın; alçalmanın en aşağı noktasını ise gerçeği gördüğü halde inkârcılıkta direnip bunu ideoloji haline getirmenin oluşturduğu görülür (izzet ve zillet kavramlarının Kur’an’daki kullanımları hakkında bilgi için bk. Münâfikun 63/8). Bu takdirde en şerefli mevki olan “iman” mertebesine yükselmede Allah’ın dilemesinin yanında kulun iradesinin rolünün olup olmadığı, kulun çabasının etkisi yoksa, dünya hayatının sınav olma özelliğinin nasıl açıklanabileceği sorusu gündeme gelir. Bu sorunun cevaplanmasında, yukarıda atıfta bulunulan irade konusu ve etrafındaki kavramların yanı sıra “hidayet” kavramıyla ilgili bilgi ve değerlendirmeler de özel bir önemi haizdir (ayrıca bk. Bakara 2/2).

 

“Her türlü iyilik senin elindedir” buyurularak “hayr”ın, yani görünen ve görünmeyen yüzüyle gerçek anlamda iyinin yalnız yüce Allah’ın kudretinde olduğu belirtilmiştir. Türkçe’de, insanların gelecekteki beklentileri konusunda değişik ihtimallere göre fikir yürüttükten sonra sözü “hayırlısı Allah’tan” şeklinde bağlamaları bu âyette değinilen gerçeği derinden kavramış olmanın güzel bir ifadesidir. Bazı müfessirler burada sadece “hayır”dan söz edilmiş olmasına, 25-26. âyetlerin nüzûl sebebi olarak zikredilen olayları dikkate alarak izah getirirler ve bu ifadenin müslümanlar için imkânsız görülen başarıları lutfetmenin Allah’ın kudretinde olduğuna dikkat çekmeyi amaçladığını belirtirler (Zemahşerî, I, 183). Burada dua ifadesinin söz konusu olması sebebiyle sadece hayrın anıldığı ya da birinin diğerine delâletinin açık olmasından ötürü şerrin anılmadığı ve esasen her ikisinin Allah’ın kudretinde olduğunun anlatılmak istendiği görüşleri de vardır (İbn Atıyye, I, 417. “Hayır” ve “şer” kavramlarının içeriği ve Kur’an’daki kullanımları hakkında bilgi için bk. Bakara 2/215).

(DİYANET T.)

Gönülden gelen bir yakarış... İfade biçiminde dua tonu var... Mânevi parıltısında yalvarış özü hâkim. Apaçık evren kitabına dikkat çekişinde, şefkat ve yumuşaklıkla insanın duygularını coşturma var. Allah'ın iradesi ve insanların işleri ile evrenin işlerinin yürütülmesini beraberce zikredişinde büyük bir gerçeğe işaret vardır. Hem evrene hem de insana egemen olan tek ulûhiyet gerçeğine... İnsanın ihtiyacının, Allah'ın idaresinde bulunan büyük evrenin ihtiyacının bir parçasından başka birşey olmadığı gerçeğine... Yalnız Allah'a boyun eğmenin, insanın ihtiyacı olduğu gibi tüm evrenin ihtiyacı da olduğu... Bu ilkeden sapmanın insanı, kuralların dışına çıkma ile cahilliğe ve sapıklığa düşüreceği gerçeğine işaret var!

Bu, tek ulûhiyet gerçeğinden kaynaklanan bir gerçektir... Tek bir ilâh. Öyleyse herşeye sahip olan da yalnız O'dur. Ortaksız olarak "Mülkün sahibi" O'dur. Sonra O, kendi mülkünden dilediğine dilediği kadarını verir. Allah'ın kendisine mülk verdiği kişi ancak emanet olarak onu sahiplenebilir. Mülkün gerçek sahibi, dilediğinde dilediği kimseden mülkünü geri alır. Hiçbir insanın gönlünce tasarruf yetkisi bulunan kalıcı bir mülkiyet olamaz. Ancak kendisine emanet edilen bir mülkiyetten söz edilebilir ki o da asıl mülk sahibinin şartlarına ve direktiflerine bağlı kalma zorunluğudur. Mülkü emanet olarak alan kişi, mülkün asıl sahibinin şartlarına aykırı bir harcamada bulunduğu zaman bu harcaması geçerli olmaz ve müminler dünyada buna engel olmak zorundadırlar. Bu kişi ahirette de, mülkü canının istediği şekilde kullandığından ve asıl sahibinin şartlarına aykırı hareket ettiğinden dolayı ayrıca hesaba çekilecektir...

Aynı şekilde dilediğini onurlandıran, dilediğini de güçsüz düşüren O'dur. Kimse O'nun hükmünü yanlış göremez, O'nu saptırmaya yeltenemez ve verdiği kararı bozamaz. O, yüce Allah'tır ve her şeyin sahibidir... Bu özel niteliği Allah dışında hiç kimsenin üstlenmesi asla doğru olmaz.

Allah'ın bu egemenliği, bütünü ile iyiliğin kendisidir. Çünkü O, bu hâkimiyetini doğruluk ve adalet ile yürütür. Doğruluk ve adalet ile mülkü dilediğine verir, dilediğinden alır. Hak ve adalet ile dilediğini onurlandırır, dilediğini güçsüz kılar. Tüm durumlarda O'nun murad ettikleri gerçekten hayırdır. Her zaman bu iyiliğin gerçekleşmesi üzerindeki mutlak irade ve mutlak kudret Allah'ındır. "İyilik senin elindedir" "Senin herşeye gücün yeter"...

İnsanın tüm işleri üzerindeki bu hâkimiyet, onların işlerini iyilik temeli üzerinde proğramlama, Allah'ın kâinat ve hayat üzerindeki mutlak ve büyük hâkimiyetinin bir parçasından başka birşey değildir:

(S.KUTUB)

 

Ey Allah’ım! Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Ey göklerde ve yerde mülk olarak ne varsa hepsinin sahibi, hepsinin Mâliki olan Allah’ım! Göklerde ve yerdeki her şeyi ve herkesi yoktan var eden, her şeyin ve herkesin boynundaki iplerin ucu elinde olan Allah’ım! Göklerde ve yerde canlı-cansız ne varsa hepsi kendisinin mülkü olan Allah’ım! Göklerde ve yerdekilerin tasarrufu, egemenliği elinde olan Allah’ım!

Mülkün sahibi olarak, mülke egemen olarak sen onu dilediğine veren,

dilediklerinden de zorla onu söküp alansın. Dilediklerini azîz, dilediklerini de zelil edensin. Hayır tümüyle senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin. Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkü Allah’a aittir. Herkes ve her şey O’nun hükümranlığı altındadır, O’nun hâkimiyeti altındadır. O Allah Mâliktir ve her şey O’nun mülküdür.

 

Gerçek Mâlik, gerçek sahip O’dur. O’nun mülkünün yanında başkasının mülkü yoktur. Göklerde ve yerde olan tüm varlıklar mülktür, Allah’ın mülküdür. Mülk olan kulların Allah’la ilişkisi, mülkün sahibiyle ilişkisi gibidir. Kölelerin efendiyle ilişkisi gibidir. Mülk tümüyle Allah’ın olunca, o mülk konusunda söz sahibi de sadece Allah’tır. Mülk olanın Mâlik olana hesap sorma hakkı olmadığı gibi, O’na itiraz edip yasalarının dışına çıkması da mümkün değildir. Mülk ve saltanat, egemenlik ve hâkimiyet Allah’a aittir. Mülkünü, saltanatını dilediğine verir, dilediğinden zorla çekip alır. Dilediklerini azîz edip baş yapar, dilediklerini zelil edip ayaklar altında süründürür.

Dilediğini galip getirir, dilediğini mağlup eder. Dilediğini üstün getirir, dilediğini alçaltıp zelil eder. Dilediklerine bu dünyada yetki verir, imkân verir, saltanat verir, dilediklerini alçaltır. İzzeti kendisinde görenleri azîz kılar, izzeti başka yerlerde arayanları da zelil kılar.

 

Madem ki mülk Allah’ındır, mülkü konusunda söz hakkı ve yetkisi sadece Ona aittir, öyleyse geçici olarak bu dünyada, bu mülk üzerinde kendilerine yetki verilenler zannetmesinler ki bu yetki daimidir. Zannetmesinler ki bu hayat, bu dünya daimidir. Mülkün sahibinin bir imtihan gereği, bir hikmeti gereği geçici ve sınırlı olarak mülkü üzerinde verdiği yetkiler, dünya mülk ve saltanatları hiç kimse için ebedî değildir, bâkî değildir. Bir gün gelecek bu mülk ellerinden alınacak, herkes ve her şey fâni olacak, her şey helâk olacak ve sadece Allah’ın vech-i bâkî kalacaktır. Göklerin ve yerin mülküne sadece Allah varis olacaktır. Daha önceki derslerimizde anlattık, mülk Allah’ındır demek, o mülkte söz sahibi Allah’tır demektir. Öyleyse varlığımız konusunda, bedenimiz konusunda, aklımız-fikrimiz konusunda, bilgimiz, çevremiz, kredimiz konusunda, malımız-mülkümüz konusunda, gecemiz-gündüzümüz konusunda, hâsılı tüm hayatımız ve sahip olduklarımız konusunda söz sahibi Allah’tır. Bu bedende, bu uzuvda, bu evde, bu malda, bu şehirde, bu ülkede, bu mektepte, bu iş yerinde söz hakkı benimdir. Benim dediğim olur.

 

Benim yasalarım, benim yönetmeliklerim, benim kurallarım geçer demeye hiç kimsenin hakkı ve selahiyeti yoktur. Çünkü unutmayalım ki bu mülk, bu hayat ve sahip olduğumuz her şey bir gün elimizden alınacak. Şimdi bu gerçek ortadayken, kimse buna karşı gelemezken

nasıl oluyor da insan oğlu bu mülk benimdir, istediğim gibi o mülkte tasarrufta bulunabilirim diyebilir? Nasıl oluyor da bu mülkte istediğim gibi hareket edebilirim, istediğim gibi yaşayabilirim diyebiliyor? Nasıl oluyor da mülkün sahibinin yasalarını reddederek bir hayat yaşayabiliyor? Nasıl oluyor da mülkünü kullandığı Rabbini reddedebiliyor? Bunu anlamak gerçekten çok zordur. Evvelki gün bu mülk birilerinindi. Dün bu mülkte bir başkaları vardı. Hani nerede onlar? Niye bırakıp gittiler bu mülkü? Yarın bizler de bırakıp gitmeyecek miyiz? Evet Allah dilediklerine verir o mülkünü. İşte vermiş, şu anda bizler yaşıyoruz. Ama unutmayalım ki yarın bizden de alacak. Onu bize verenin yolunda kullanmak, mülkün sahibinin istediği bir hayatı yaşayarak imtihanı kazanmak zorunda olduğumuzu bir an bile hatırımızdan çıkarmamalıyız. Bakın mülke sahip olanın, mülke egemen olanın Allah olduğunu hâlâ anlayamadıysanız, alın size bir kaç delil:(Bir sonraki ayet)

(A.KÜÇÜK)

 

“Kûlillêhûmme mêlikel-mûlki tû'til-mûlke men-teşêû ve-tenzî-ûl mûlke mimmen teşê'” De ki; Ey mutlak otorite olan Allah’ım. Sen otoriteyi dilediğine verirsin, dilediğinden de çekip alırsın. “ve-tûîzzû men-teşêû ve-tûzillû men-teşêû'” yine sen dilediğini yüceltir, izzet verir, aziz edersin. Dilediğini de alçaltır zelil edersin. “Bi-yedikel ğâyr” hayır sendendir. Mutlak güzellik, iyilik sendendir. Kâinatta gördüğümüz tüm iyi olan şeylerin iyilikleri sendendir. Senin cemal sıfatının bir tecellisidir tüm güzellikler. “inneke âlê kûlli şey'in Kadîr” Ve hiç kuşkusuz Sen her bir şeye Kadîyr olansın, güç yetirensin.

 

Sevgili dostlar, bu ayet, Allah’ın kudret, azamet ve kuvvetine dikkat çekiyor. Yukarıda işlediğimiz daha önceki derste işlediğimiz ayetleri, yine kendisinden sonra işleyeceğimiz ayetlere bağlayan bir köprü işlevi görüyor. Çünkü her ne yapıyor olursanız olun mutlaka Allah’ın müdahalesi altındasınız. İnsan bunu bildiği anda kul olur. Allah’ın eşya ve kâinat üzerindeki müdahalesini inkâr, Allah’ın kendisini inkârdır.

 

Hayatta Allah’sız bir alan düşünmek insanın sonuçta Allah’ın varlığına yönelttiği bir itiraza dönüşür. O nedenle iman etmiş herkes öncelikle Allah’ın mutlak otoritesini onaylamak zorundadır. Onun ‘Mêlik-ûl-mûlk’ olduğunu, mutlak otorite olduğunu, hâkimiyetin gerçek ve mutlak sahibi olduğunu ve sahibi olduğu bu hâkimiyetten istediğini payidar edeceğini, bir pay vereceğini, istediğinden de bu hâkimiyeti sıyırıp alacağını bilmek ve inanmak şarttır.

 

Bu noktada Allah’ın birine hâkimiyetinden bir pay vermesi, otoritesinden bir pay vermesi onunla paylaşması anlamına gelmiyor. Bu sadece yeryüzünde ki her bir şey üzerinde Allah’ın müdahalesini gösteriyor. Ve bu ayet şu gerçeği bize Kur’an diliyle bir kez daha ifade ediyor. O da şu; Allah’ın müdahalesi olmadan insanlık tarihi bir adım atamaz. İnsanoğlunun tarihi Allah’ın müdahalesinin izleri ile doludur. Onun içinde siz zamanı okurken, insanı okurken, çağı okurken, geçmişi okurken, tarihi okurken Allah’ın müdahalesini göreceksiniz. Öyle okuyacaksınız. Yani Allahsız bir gözle değil, Allahlı bir gözle okuyacaksınız.

 

Bu aynı zamanda, ayet aynı zamanda yücelme ve alçalmalara işaret ediyor. İnsanlık yürüyüşünde ki hem maddi hem manevi alçalış ve yükselişlere dikkat çekiyor. Allah’a nispet edilen tüm fiiller gerçekte bir kurala, bir kanuna, bir sünnete bağlanmıştır. İşte insanoğlunun eylemlerine, insanoğlunun davranış ve tavırlarına endekslenen, merbut edilen, bağlanan fiillerde tarih içerisinde Allah’a nispet edilir. Bu o fiilleri, bizatihi insanın hiç katkısı olmadan Allah’ın gerçekleştirdiği anlamını vermez. Bu neyi verir? İnsanlık tarihindeki bu alçalış ve yükselişlerin insanın davranışlarına bağlı olduğu, yani bu kanunu koyanın Allah olduğu gerçeğini verir bize. İşte burada da bu gerçek ifade ediliyor.

 

14 Allah hayrı ve şerri birlikte zikretmiştir. Çünkü, bir kimseye nisbetle mülkünün elinden çekilip alınması ve alçaltılması şerdir. Fakat, âyetin devamında "Senin elindeki hayır ve şerdir" yerine "Senin elindeki mahza hayırdır" denilmiştir. Âyet "Elbette Sen her şeye kadirsin" diye bitmektedir. Burada, "şerrin" Allah'a nisbet edilmediği bir gerçektir (Bkz: 104/Nisâ:79; not 99; 69/Yûnus: 11, not 20).

(M.İSLAMOĞLU)