ÂLİ İMRÂN SURESİ


Ayet Getir
3-ÂLİ İMRÂN 122. Ayet

إِذْ هَمَّت طَّآئِفَتَانِ مِنكُمْ أَن تَفْشَلاَ وَاللّهُ وَلِيُّهُمَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

İz hemmet tâifetâni minkum en tefşelâ vallâhu veliyyuhumâ ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn(mu’minûne).

Bayraktar Bayraklı

İçinizden iki grubun paniğe kapıldığını da hatırla. Halbuki Allah onlara yakındı. Müminler yalnız Allah'a güven duymalıdır.


Edip Yüksel

Sizden iki grup nerede ise bozguna uğradı. Oysa ALLAH onların Sahibiydi. Gerçeği onaylayanlar ALLAH’a güvensin.


Erhan Aktaş

Hani! İçinizden iki grup korkuya kapılıp, geri çekilmeye yeltenmişti. Hâlbuki Allah, onların velisiydi1. Mü’minler yalnız Allah’a tevekkül2 etsinler. 1- Korucusuydu. 2- Allah’a güvensinler, O’na dayansınlar; her türlü hazırlığı yaptıktan sonra sonucu Allah’a bıraksınlar.


Muhammed Esed

İçinizden iki grubun paniğe kapıldığını (da); halbuki Allah onlara yakındı ve müminler yalnız Allah'a güven duymalıydılar:


Mustafa İslamoğlu

İçinizdeki iki grubun -Allah onların velisi olduğu halde- paniğe kapıldığını da (biliyordu). Artık mü'minler yalnız Allah'a güvenmeliler.


Süleyman Ateş

Sizden iki takım, korkup bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allâh, kendilerinin dostu idi. İnananlar, Allah'a dayansınlar.


Süleymaniye Vakfı

Allah müminlerin en yakını olduğu halde içinizden iki bölük korkudan dağılmaya yüz tutmuştu. Müminler yalnız Allah'a dayansınlar.


Yaşar Nuri Öztürk

Sizden iki takım, korku ile bozulmak üzereydi. Halbuki Allah onların Velî'siydi. Müminler yalnız Allah'a güvenip dayansınlar.


Ayetin Tefsiri

MEAL

122.) içinizdeki iki grubun -Allah onların velisi olduğu hâlde- paniğe kapıldığını da (biliyordu).105 Artık mü'minler yalnız Allah'a güvenmeliler.
(M.İ)
122.) İşte o günkü çarpışma esnasında içinizden iki grup, [münafık Abdullah b. Übey ve onun öncülük ettiği birkaç yüz firarinin etkisinde kalarak] paniğe kapılmış ve dağılmanın eşiğine gelmişti. Oysa onların yâr ve yardımcısı Allah idi ve böyle bir durumda müminler sadece Allah'a güvenmeliydi.
(M.Ö)
122.) “Sizden iki takım bozulup geri çekilmek üzere idi; oysa Allah
onların dostu idi, inananlar yalnız Allah'a güvensinler.”
(A.K)
121-122.) Ey müminler! İlâhi emirlere uyup peygambere itaat eniğiniz, bu uğurda karşınıza çıkan zorluklara katlandığınız müddetçe Allah sîzlere yardım edecek, kâfirlerin kurduklan tuzaklar, size zarar vermeyecektir. Bu, size vaadimizdir. Nitekim Bedir Savaşı’nda düşmanlannız sizden çok daha güçlü olduğu halde zaferi kazanan siz olmuştunuz. O halde İlâhi emirlere itaat eüin, rabbinizin lütfettiği hidayet ve zafere şükredin! Aksi takdirde başınıza neler geleceğini Uhud’da gördünüz. Nitekim müşrikler sizinle savaşmak üzere Uhud’a geldiğinde, elçimiz Muhammed sizinle istişare etmiş ve teklifinizi kabul ederek birlikte Uhud'a gidip savaş düzeni almıştı, fakat talimatlara uymamanız sonucu hezimete uğramıştınız. Bu durumu hatırlayın ve ders alın!
(H,E;M,C)


TEFSİR

Bu âyetler, Uhud Savaşı’yla ilgili olup 120. âyette yer alan sabretme ve disiplinli davranma tavsiyelerine uyulmadığı takdirde neler olabileceğini müslümanlara göstermek ve bundan ders almalarını sağlamak için savaş günlerinde cereyan eden bazı önemli olayları hatırlatmaktadır. Uhud, Medine’nin yaklaşık 7,5 km. kuzeyindeki meşhur dağın ismi olup savaş bu dağın eteklerinde meydana geldiği için bu adı almıştır. Uhud Savaşı, hicretin 3. yılında (625) ve Bedir Savaşı’ndan yaklaşık on beş ay sonra şevval ayının ortalarında cumartesi günü meydana gelmiştir. Kureyşliler Bedir Savaşı’ndaki (624) yenilginin ve kaybettikleri yakınlarının intikamını almak maksadıyla Ebû Süfyân’ın kumandasında, çeşitli Arap kabilelerinden oluşan 3000 kişilik bir orduyla Medine üzerine yürüyerek şehrin kuzeyindeki Uhud dağı yakınlarında bir yerde mevzilendiler. Durumu haber alan Hz. Peygamber arkadaşlarını toplayıp şehrin içinde kalarak savunma savaşı veya dışarı çıkarak meydan muharebesi yapma konusunda onlarla istişare etti. Hz. Peygamber ve tecrübeli sahâbîler Medine içinde kalıp savunma savaşı yapma taraftarıydılar.

Münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl de aynı kanaatte idi. Bu görüşü benimseyenler, Medine’nin tabii durumunun savunmaya elverişli olduğunu, şehir içerisinde düşmanı kuşatmanın daha kolay olacağını ve böyle bir savaşta kadın ve çocukların da yardım edebileceklerini söyleyerek tezlerini savundular. Fakat özellikle Bedir Savaşı’na katılmamış olan genç sahâbîler düşmanı Medine dışında karşılamak ve meydan savaşı yapmak istediler. Bunların ısrarlı istekleri üzerine Hz. Peygamber şehrin dışına çıkmaya karar verdi, 1000 kişilik bir ordu hazırladı, zırhını giyerek ordusunun başına geçti. Durumun ciddiyetini sonradan kavramış olan gençler Hz. Peygamber’in ictihadına aykırı bir görüşte ısrar edip onu istemediği bir işe razı ettikleri için pişman oldular, bu durumu Hz. Peygamber’e arzettilerse de Resûlullah, “Bir peygamber zırhını giydikten sonra, Allah (onunla düşmanı arasında) hükmünü verinceye kadar savaşmadan onu çıkarması doğru değildir” buyurdu (Buhârî, “İ‘tisâm”, 28; Müsned, III, 351).

Hz. Peygamber ordusuyla düşmanı karşılamak üzere Medine dışına çıktı, Şavt denilen yere geldiklerinde münafıkların reisi Abdullah b. Übey “Muhammed bizi dinlemedi, çoluk çocuğu dinledi, bizim görüşümüz bu değildi” diyerek 300 kişilik taraftarıyla birlikte ordu saflarından çekildi. Bu durum müslümanlar üzerinde olumsuz etkisini gösterdi, karışıklıklara sebep oldu. Nerede ise Harîseoğulları ile Selemeoğulları da bunların etkisinde kalıp ordu saflarını terkedeceklerdi. Ancak Allah’ın yardımı ve sahâbenin kararlılığı sayesinde bu düşünceden vazgeçtiler (122. âyette bozulup çekilmeye yüz tuttuğu bildirilen iki bölük bunlardır). Hz. Peygamber kalan 700 kişi ile yoluna devam etti. Uhud’a vardığında dağı arkalarına, düşmanı karşılarına alacak şekilde ordusunu düzenledi. Ancak burada düşmanın sızabileceği bir geçit daha vardı, oraya da Abdullah b. Cübeyr komutasında elli kişilik bir okçu birliğini yerleştirdi ve onlara şu tâlimatı verdi: “Oklarınızla bizi savunun, sakın arkamızdan gelmelerine izin vermeyiniz, yensek de yenilsek de hiçbir şekilde yerinizden ayrılmayınız, kuşların etlerimizi gagaladığını görseniz bile sakın yerinizi terketmeyiniz!” (Buhârî, “Cihâd”, 164; İbn Kesîr, II, 91). Müslümanlar, gerek savaşçı sayısı gerekse silâh gücü bakımından kendilerinden kat kat üstün olan düşman ordusuyla savaşa tutuştular. Başlangıçta İslâm ordusu üstün duruma geçti ve düşmanı bozguna uğrattı. Ancak bu başarıyı kesin zafere ulaşıncaya kadar devam ettirmeleri gerekirken askerler savaş sonuçlanmadan ganimet toplamaya başladılar. Hz. Peygamber’in geçidi korumakla görevlendirdiği okçular da arkadaşlarının kaçan düşmanın bıraktığı ganimeti topladıklarını görünce, kumandanları Abdullah b. Cübeyr’in ısrarlı uyarılarına ve Hz. Peygamber’in kesin emrini hatırlatmasına rağmen, ganimet toplayanlara katılmak üzere yerlerini terkettiler. Kumandanın yanında sadece birkaç kişi kalmıştı. Böyle bir fırsatı yakalamak için pusuda bekleyen düşman süvarilerinin kumandanı Hâlid b. Velîd, derhal harekete geçip dağın çevresini dolaşarak bu geçitten saldırıya başladı, kendisine karşı geçidi savunmakta olan Abdullah b. Cübeyr’i yanındaki birkaç okçu ile birlikte kılıçtan geçirerek İslâm ordusuna arkadan saldırdı. İki kuvvet arasında kalan İslâm ordusu şaşırıp neye uğradığını bilemedi, müminler Hz. Peygamber’in çevresinden dağılıp kaçmaya başladılar. Bu arada dağılmış olan Mekke ordusu toparlandı ve geri dönerek saldırıya geçti. Hz. Peygamber’in yanında düşmana karşı cesaretle savaşan çok az müslüman kalmıştı. Bu durum savaşın müslümanların aleyhine dönmesine sebep oldu. Hz. Peygamber’in yanındaki müslümanlar, onun hayatını korumak için her şeyi göze alıp ölüm kalım savaşı vermelerine rağmen Hz. Peygamber alnından ve yanağından yaralanmış, daha önce düşman tarafından kazılmış olan bir çukura düşmüş, bu arada dişi de kırılmıştı. Resûlullah yüzünden akan kanları silmeye çalışırken şöyle diyordu: “Peygamberlerini yaralayan bir kavim nasıl iflâh olur?” (Buhârî, “Megåzî”, 21; Müslim, “Cihâd”, 104). Bununla beraber o, düşmanlarını lânetlemiyor, aksine onların hidayete ermeleri için dua ediyordu. Tam bu esnada Resûlullah’ın şehit olduğu söylentisi yayılmaya başladı. Sahâbe bu söylentiden o derece etkilendi ki Hz. Peygamber’i kahramanca savunanlar bile cesaretlerini yitirdiler ve onun yanında sadece birkaç fedakâr müslüman kaldı. Sahâbeden biri Hz. Peygamber’in sağ olduğunu görünce “İşte Allah’ın resulü burada!” diye bağırmaya başladı. Hz. Peygamber’in yaşamakta olduğunu haber alan müslümanlar tekrar onun etrafında toplandılar ve dağın emin bir yerine çekildiler. Ebû Süfyân kumandasındaki Kureyş ordusu Hz. Peygamber’in öldürüldüğü haberine aldanıp işin bittiğini zannettiği için bu fırsatı değerlendirerek müslümanları takip etmeyi düşünememişti. Düşmanın bu durumunu farketmiş olan Hz. Peygamber bunu, düşmanın kendisinden uzaklaştırılması için Allah Teâlâ tarafından verilmiş bir fırsat olarak değerlendirmiş ve kendisinin sağ olduğunu müslümanlara duyurmak isteyen Kâ‘b b. Mâlik’i susturmuş, böylece düşmanın yeni bir saldırıya geçmesini önlemişti. Gerçekten müslümanlar perişan bir şekilde dağılmışlar, Kureyşliler’in önlerine çıkacak hiçbir engel kalmamıştı; kazandıkları zaferi sonuna kadar götürebilirlerdi. Fakat Allah peygamberini ve müslümanları korumuştu (Uhud Savaşı hakkında bilgi için bk. İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, III, 64 vd.; İbn Kesîr, II, 90-91).
(DİYANET T.)

Sahih-i Buhari’de Süfyan b. Uyeyye’nin hadisinde belirtildiğine göre İbn-i Selül’ün davranışından ve savaşın başlangıcında müslüman saflarda meydana getirdiği sarsıntıdan etkilenen bu iki grubun Benû Harise ve Benû Seleme olduğu anlaşılmaktadır. Aşağıdaki ayetin belirttiği gibi şayet Allah’ın dostluğu ve hak üzere sebat ettirmesi olmasaydı neredeyse bozulup zaafa düşeceklerdi.
“Oysa onların dostu Allah’tı”
Hz. Ömer (Allah O’ndan razı olsun) Cabir b. Abdullah’ın ` “Hani sizden iki grupta yılgınlık ve çözülme emareleri belirmişti” ayeti bizim hakkımızda nazil olmuştur’ derken işittiğini söyler. Abdullah b. Cabir devamla “Biz iki grup… Benû Harise ve Benû Seleme… “Oysa onların dostu Allah’tı” ayeti nazil olana kadar hiç sevinmedik (veya neşelenmedik)” der.·(Buhari ve Müslim)
Böylece yüce Allah, bir an göğüslerinde geçen, sahibinden başka kimsenin bilmediği, vicdanların derinliklerinde yer eden duyguları ortaya çıkarmakta, sonra onları koruyarak bu duyguları gidermekte ve dostluğuyla onları destekleyip safta yerlerini almalarını sağlamaktadır. Bütün bunlar, savaştaki olayları yenilemek, savaş esnasındaki olgu ve sahneleri canlandırmak… Sonra, ruhları depreştirmek, Allah’ın sürekli kendisiyle beraber olduğunu duyumsatmak, “Allah herşeyi işiten ve bilendir” diyerek vicdanların derinliklerinde olan herşeyi bildiğini belirtmek ve bu gerçeği duygularında güçlendirip derinleştirmek… Sonra onlara, kurtuluşun nasıl olduğunu öğretmek, böyle bir durumda nereye yönelip sığınacaklarını göstermek için aralarında bozulma baş gösterdiğinde ve zaafa düştüklerinde Allah’ın dostluğunu ve koruyuculuğunu hissetmelerini emretmektedir.
“Müminler sırf Allah’a dayanmalıdırlar” Bu kadar kısa ve öz… Müminler yalnız ve yalnız Allah’a dayanıp güvensinler. Şayet inanıyorlarsa bundan daha sağlam bir dayanakları yoktur.
Böylece Kur’an’ın, onlara savaş sahnesini çeşitli yönleriyle yeniden hatırlattığı bu ilk iki ayette, İslâmî düşüncenin ve İslâmî eğitimin iki büyük ve temel direktifini buluyoruz. “Allah herşeyi işiten ve bilendir”
“Mü’minler sırf Allah’a dayanmalıdırlar.” Zaman ve sunuldukları atmosfer bakımından birbirine uygun düşen bu iki ayet, kalpleri direktifleri almaya, karşılık vermeye ve kabullenmeye hazırlanmaları bakımından da uygun düşmektedir. Bütün ahenk ve canlılıklarıyle aynı konuyu işlemeleri de bu uygunluğu göstermektedir. Aynı zamanda konunun başlangıcını oluşturan bu iki ayette, Kur’an’ın sıcağı sıcağına olayları takip ederek kalpleri canlandırma, yönlendirme ve eğitme yöntemi de açığa çıkmaktadır. Ayrıca Kur’an’ın olayları yönlendirip anlatma tarzı ile, Kur’an-ı kerimin sağlam metodu sayesinde hedeflediği, canlandırmak, coşturmak, eğitmek ve yönlendirmek suretiyle insan kalbini ve hayatını hedeflemeyen diğer kaynakların, olayların ayrıntılarıyla anlatmaları arasındaki fark da meydana çıkmaktadır.
(S.KUTUB)
Evet  az evvel ifade ettiğimiz gibi Übey Bin Selül 300 kadar arkadaşıyla savaş alanını terk edince, bu, müslümanlarda şok etkisi yaptı. Bu, ve gelen düşmanın çok güçlü görünmesi sebebiyle müslümanların içinden iki taife tedirgin oldu. İki grup bozulup geri çekilmek üzereydi. Bunlar Evs ve Hazrec kabilelerinden iki gruptu. Hazrec kabilesinden Seleme oğulları, Evs kabilesinden de Harise oğullarıydı. Rabbimiz buyuruyor ki, işte o esnada, o kritik durumda içinizden bu iki taife, iki grup bozulup dağılmaya yüz tutmuş, çözülmeye başlamıştı. Halbûki Allah onların dostu idi. Allah onların velîleriydi. Onları kendilerinden çok seven, onlar adına en hayırlı, en güzel kararı alacak olan Allah’tı. Tabii onların durumlarını anlatan bu âyetin gelişiyle, keşke bizim hakkımızda böyle bir âyet inmeseydi diyemeyeceklerdi onlar. Çünkü durumlarını anlatan bu ifadelerin
arasında Rabbimiz kendisinin onların dostu ve velîsi olduğunu müjdeliyordu.

Evet Rabbimizin yardımıyla onlar korundu. Allah’ın yardımıyla
münâfıkların oyunlarına gelmediler. Münafıklar gibi Rasûlullah’ı ve
müslümanları kendi başlarına terk edip gitmediler. Mü’minler yalnız Allah’a güvenip dayansınlar, sadece Allah’a tevekkül etsinler. Başka hiçbir şeye güvenmesinler. Zaferi, yardımı sadece Allah’tan beklesinler. Bakın bu tevekkülünüz sebebiyle Bedir’de size zaferi nasip etmişti.
(A.KÜÇÜK)

“İz hemmet-tâifetêni minkûm en-tefşelê” Yine devam ediyor, olay devam ediyor. İçinizden iki grubun paniğe kapıldığını da biliyordu Allah. “Biliyordu” Yani senin evden müminleri savaş düzenine sokmak için çıktığın gün, taşıdığın niyetleri biliyordu. Resulallah’a kendi gönlünden geçenleri bildiriyor Kur’an. Yine bir başka şeyde bildiriyor, oysa içinizden iki grubun paniğe kapıldığını da biliyordu Allah.

“vâllâhû Veliy-yûhûmê” Evet, halbuki Allah onların velisi idi. Burada kastedilen o iki grup Evs’ten seleme oğulları, Hazreç’ten Harise oğulları. Bunlar ki bu ayetler hatırlayacaksınız, ya da hatırlayın Uhut sırasında inmiş olan ayetler. Unutmayın Uhut savaşı İslam’da müminlerin ilk ağır sınavıydı. İşte o ağır sınav sırasında bu iki kabile de peygamberin arkasında savaşa çıkan kabileler arasında yer almıştı. Fakat bu iki küçük kabile karşılarındaki düşmanın büyüklüğünü ki 10.000 i aşkın mücehhez bir orduya karşılık İslam ordusu 300 kişi de ayrılınca sadece 700 kişiydi. Unutmayın, 700 kişi, 10.000 kişi.

İşte bu sayı, bu orantı farkını gören ve bu aşırı farkı gören bazı kabilelerin içine kurt düştü. Onlar korkuya kapıldılar ve geri çekilmek için bahane aramaya başladılar. Ama Seleme ve Harise oğulları son anda Allah’ın gönüllerine bir genişlik vermesiyle ayrılmaktan vazgeçtiler ve savaşa girdiler Resulallah’la beraber savaştılar.

İşte onu hatırlatıyor bu ayet. Yani Allah nasıl destekler. Bir mümini ya da müminlerin mücadelesini Allah nasıl destekler. Allah’ın gönderdiği askerler işte bunlardır. Sizden çekilecek olan, sizden ayrılacak olan güçleri Allah sizin yanınızda tutmakla destekler sizi.

“ve âlâllâhî fe’l-yetevekkeli’l mû'minûn” Artık müminler yalnızca Allah’a güvensinler, dayansınlar.

Biraz önce yaptığım tefsiri de güçlendiriyor bu. Allah’a güvensinler ki Allah onları desteklesin. Eğer İnsana güvenirseniz yıkılır. Eğer falanca kabileye güvenerek çıksaydınız belki güvendiğiniz kabile vazgeçen kabile olacaktı. Eğer silahınıza güvenerek çıksaydınız, silahınız tutukluk yapacaktı. Eğer paranıza güvenerek çıksaydınız belki hiç işe yaramayacaktı. Allah’a güvenerek çıkın Allah size desteğini ulaştıracaktır.

105 Güçler dengesizliğini görüp cesaretlerini yitirenler kastediliyor. Taberî'ye göre bu âyetin ilk cümlesi bir önceki âyetin devamıdır.
(M.İSLAMOĞLU)