ÂLİ İMRÂN SURESİ


Ayet Getir
3-ÂLİ İMRÂN 103. Ayet

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrakû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufratin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).

Bayraktar Bayraklı

Topluca Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız, ayrılığa düşmeyiniz, Allah'ın size olan nimetini hatırlayınız; hani birbirinize düşmandınız da, O kalplerinizi kaynaştırdı ve O'nun lütfu ile kardeş oldunuz. Ateşli bir çukurun kenarındayken, ondan sizi O kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.


Edip Yüksel

ALLAH’ın ipine topluca sımsıkı sarılın; ayrılığa düşmeyin. ALLAH’ın size olan nimetini anımsayın. Siz birbirinize düşmanlar idiniz de kalplerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi ondan kurtardı. Yola gelesiniz diye ALLAH ayetlerini böyle açıklıyor.


Erhan Aktaş

Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı tutunun ve ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir zamanlar, birbirinize düşmandınız da O’nun kalplerinizi kaynaştırması sayesinde kardeş oldunuz. Ve yine ateş çukurunun tam kıyısında bulunuyorken, sizi ona düşmekten O korudu. İşte Allah ayetlerini böyle açıklıyor ki belki doğru yolu bulursunuz.


Muhammed Esed

Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.


Mustafa İslamoğlu

Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın ve birbirinizden ayrılmayın! Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman iken kalplerinizin arasını uzlaştırdı da, O'nun lutfu sayesinde kardeşler oldunuz; ve siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız da, sizi oradan kurtardı! İşte bu şekilde Allah size mesajlarını açıklar ki doğruyu bulasınız.


Süleyman Ateş

Ve topluca Allâh'ın ipine yapışın, ayrılmayın; Allâh'ın size olan ni'metini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, (Allâh) kalblerinizi uzlaştırdı. O'nun ni'metiyle kardeşler haline geldiniz. Siz ateşten bir çukurun kenarında bulunuyordunuz, (Allâh) sizi ondan kurtardı. Allâh size âyetlerini böyle açıklıyor ki, yola gelesiniz.


Süleymaniye Vakfı

Allah'ın ipine (Kur’an’a)[*] hep beraber sıkı sarılın, uzakta kalmayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini aklınızdan çıkarmayın. Bir zamanlar aranızda düşmanlıklar vardı; Allah, kalplerinizi birbirine ısındırdı da O’nun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarındaydınız, oradan sizi O kurtardı. Allah, âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. [*] Bkz. Nisa 174,175


Yaşar Nuri Öztürk

Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Birbirinizin düşmanı idiniz, Allah kalplerinizi uzlaştırıp kaynaştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz; sizi oradan kurtardı. Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, doğruya ve güzele yol bulasınız.


Ayetin Tefsiri

MEAL

 

103.) Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın ve birbirinizden ayrılmayın!88 Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman iken kalplerinizin arasını uzlaştırdı da, O'nun lutfu sayesinde kardeşler oldunuz; ve siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız da, sizi oradan kurtardı! İşte bu şekilde Allah size mesajlarını açıklar ki doğruyu bulasınız.

(M.İ)

103.) Hepiniz Allah'ın size uzattığı kurtuluş ipine [Kur'an'a] sımsıkı tutunun. Sakın ayrılığa düşmeyin. Hele Allah'ın size nasip ettiği birlik ve beraberlik nimetini bir düşünün. Hani siz vaktiyle birbirinizle kanlı bıçaklı idiniz, ama Allah kalplerinizi birbirinize ısındırdı ve O'nun lütfettiği iman nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Yine siz vaktiyle bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz; Allah sizi oraya düşmekten de kurtardı; [yani sizler geçmişteki düşmanlıklarınız sebebiyle birbirinizi

yok etmenin eşiğine gelmiştiniz; ama Allah sizi birbirinizi mahvetmekten kurtardı] . İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yoldan şaşmayasınız.

(M.Ö)

103.) “Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun yanında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece âyetlerini açıklar.”

(A.K)

 

TEFSİR

 

Müfessirlere göre “Allah’ın ipi”nden maksat, Kur’an ve İslâm’dır. “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışmak”, hep birlikte İslâm dinine inanmayı, onu kabul etmeyi ve gereklerini yerine getirmeyi ifade eder. Hz. Peygamber Kur’an’ı, “Allah’ın gökyüzünden yeryüzüne sarkıtılmış ipidir” diye tarif etmiştir (Müsned, III, 14, 17; İbn Kesîr, II, 73). Allah’a karşı gereği gibi saygılı olmak ve müslüman olarak ölebilmek için Allah’ın ipine toptan yapışarak tevhid inancında birleşmek, ayrılıktan uzak durmak ve hayatın sonuna kadar imanı korumak gerekir. İslâm dini inançta ve amelde birliğe büyük önem verir.

 

Bunun içindir ki inanç alanında Allah’ın birliği ilkesini getirdiği gibi, ibadet alanında da hac ve namaz gibi insanları bir araya toplayarak müslümanların birliğini sağlayacak prensipler koymuş, amelî tedbirler almıştır. Fert olarak veya bölünmüş gruplar halinde yaşayanların dinlerini ve milliyetlerini korumaları kolay değildir. Bunların sosyal, maddî ve mânevî baskılar karşısında dayanma güçleri az olduğundan daima din ve milliyetlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bulunurlar. Bu tür baskılar peygamberleri bile zor durumlarda bırakmış, bu sebeple Allah’tan ve insanlardan yardım istemeye mecbur kalmışlardır (bk. Bakara 2/214; Âl-i İmrân 3/52). Kur’an insanlar arasında düşünce ayrılıklarının bulunmasını, insanın yaratılış hikmetine ve özelliklerine bağlar (Hûd 11/118). İyi niyete dayalı olması ve mâkul çizgide kalması halinde bu ayrılıkların insanlar arasında rekabete, dolayısıyla toplumların ilerlemesine ve kalkınmasına yardımcı olacağı da açıktır.

 

Ancak İslâm, düşünce ayrılığının düşmanlığa dönüşmesini, insanları çekişen ve vuruşan kamplara ayırmasını müsamaha ile karşılamaz. Nitekim bu âyet-i kerîmede müslümanların birliği Allah’ın bir nimeti olarak değerlendirilirken, toplumsal barışı tehdit eden –ve İslâm’dan önce örnekleri çokça görülen– çekişme hallerini her an içerisine düşüp yanabilecekleri ateşten bir çukurun kenarında bulunmaya benzetmiştir. Yüce Allah, insanların böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalmamaları için toptan Allah’ın ipine (Kur’an) sarılmalarını, onun genel prensiplerinin dışına çıkmamalarını emretmektedir. “O’nun (Allah’ın) nimeti sayesinde kardeş oldunuz” ifadesi, İslâm’ın insanlar arasında birlik ve beraberliği sağlama konusunda ne derece kaynaştırıcı önemli bir unsur olduğunu, hatta din kardeşliğinin, dolayısıyla inanç ve dava birliğinin soy kardeşliğinden daha kuvvetli olduğunu gösterir. Zira soy, dil ve vatan birliğinin, aynı ırktan olan Araplar arasında meydana getiremediği barış, kardeşlik ve dayanışmayı İslâm, bu millet arasında başardığı gibi farklı ırklar ve soylar arasında da başarmıştır. İslâm tarihi bunun örnekleriyle doludur.

(DİYANET T.)

 

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılığa düşmeyiniz.” Allah’ın ipine sarılmaktan kaynaklanan bu kardeşlik, yüce Allah’ın ilk müslüman cemaate bahşettiği bir nimettir. Yüce Allah, bu ihsanını sevdiği kullarına bahşetmiştir. İşte burada yüce Allah onlara bu nimetini hatırlatarak cahiliyye döneminde nasıl “düşman” olduklarını hatırlatıyor. Çünkü Medine’de Evs ve Hazreç’ten bir tek düşman bile kalmamıştı. Bunlar Medine’de yaşayan iki Arap kabilesiydi. Aralarındaki düşmanlığı teşvik edip bu iki kabilenin bağını koparmak isteyen ve düşmanlık ateşini körükleyen yahudiler de onlara komşuluk ediyordu. Bu yüzden yahudiler, hiçbir zaman yapamadıkları ve hep onunla yaşadıkları özelliklerine uygun bir ortam bulmuşlardı. Ancak İslâm’dan başka hiçbir gücün ve toptan sarıldıkları ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldukları Allah’ın ipinden başkasının biraraya getiremiyeceği, bu kalpleri biraraya getirmek suretiyle yüce Allah, bu iki kabilesinin kalplerinin arasını uzlaştırmıştır.

Tarihi kinlerin, kabileci arzuların, şahsi menfaatlerin ve ırkçı bayrakların, yanında çok küçük kaldığı, Allah yolunda kardeşlikten başka hiçbir güç bu kalpleri biraraya getiremezdi. Ve ancak, büyük ve yüce Allah’ın sancağı altında saflar biraraya gelebilir.

“Allah’ın size bağışladığı nimeti hatırlayınız. Hani bir zamanlar düşman olduğunuz halde o kalplerinizi uzlaştırdı da O’nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz.”

Aynı şekilde O’nun ipine sarılmak (birinci temel esas) ve kalplerinin arasını uzlaştırmak (ikinci temel esas) suretiyle kardeş olmaları sayesinde, düşmek üzere oldukları ateşin kenarında onları kurtarmasından dolayı yüce Allah üzerlerindeki nimetini hatırlatıyor.

“Hani siz bir ateş kuyusunun tam kenarında iken O sizi oraya düşmekten kurtardı”. Kur’an-ı kerim duyguların ve bağların kaynağı olan “kalbe” dayanmakta, “aranızı uzlaştırdı” demeyip “kalplerinizi uzlaştırdı” demek suretiyle derin noktalara nüfuz etmektedir. Böylece kalpleri, Allah’ın misakı, ahdi ve eli altında görünümüyle tasvir ediyor. Ayrıca içinde bulundukları durumu resmederek canlı ve beraberinde kalpleri süsleyen hareket halindeki bir sahne şeklinde gözler önüne sermektedir.

“Siz bir ateş kuyusunun tam kenarında iken” Ateşten bir uçurumun içine düşme hareketi meydana gelirken kalpler Allah’ın elini görüp O’na tutunarak kurtuluyorlar, uzanıp Allah’ın ipine sarılıyorlar. Tehlike ve dehşetten sonra kurtuluş manzarası… Bu, beraberinde kalpleri ürpertip titreterek sürükleyen canlı ve hareketli bir sahnedir. Neredeyse gözler, bu sahneyi nesillerin gerisinden izleyebilecek gibi oluyor.

İbn-i İshak siyretinde ve başka rivayetlerde bu ayetin Evs ve Hazreç hakkında nazil olduğunu anlatır; yahudilerden birisi Evs ve Hazreç’ten bir topluluğa rastlar. Onların uzlaşmaları ve ittifakları yahudinin hoşuna gitmez. Yanında bulunanlardan birisine yanlarına gidip oturmasını ve “Bu, âs Günü”ndeki savaşlarını hatırlatmasını söyler. Adam söylenenleri yapar. Böylece toplulukta bulunanların nefislerinde hamiyyet duygusunu canlandırır. Birbirine kızar ve birbirlerine düşerler. Cahiliyyedeki armalarıyla birbirlerini çağırıp silahlarını isterler ve “Harre” denilen yerde buluşmak üzere sözleşirler. Bu durum Resulullah’a haber verilince yanlarına gelip onları sakinleştirdikten sonra “Ben aranızda olduğum halde cahiliyye davası mı?” buyurur ve arkasından yukardaki ayet-i kerimeyi okur. Bunun üzerine her iki taraf da pişman olur. Barışıp birbirlerine sarılarak silahlarını bırakırlar. Allah ta onlardan hoşnut olur.

İşte böyle! Allah onlara açıklıyor onlar da hidayete eriyordu ve böylece ayetin devamında onlar hakkında varid olan yüce Allah’ın şu sözü gerçekleşmiş oldu:

“Allah size ayetlerini işte böyle açık açık anlattı ki doğru yolu bulasınız.” Bu olay yeryüzünde beşeriyete önderlik yapmak ve Allah’ın metodu üzere hayatlarını sürdürüp birbirini sevenler arasındaki Allah’ın ipini koparmak için yahudilerin sarfettikleri çabanın bir göstergesidir. Rivayet edilen hadise, Allah’ın ipine sarılarak O’nun hayat için koyduğu metod etrafında biraraya gelecek her müslüman cemaat için yahudilerin sürekli kuracakları tuzaklardan bir örnektir. Aynı zamanda bu olay, ilk müslümanları nerdeyse küfre döndürüp birbirinin boyunlarını vuracak noktaya getirerek, etrafında toplanıp kardeş oldukları Allah’ın sağlam ipini koparacak olan ehl-i kitaba itaat etmenin sonuçlarından biridir. Ayrıca bu ayetle surenin akışı içindeki diğer ayetler aynı noktada birleşmektedir.

Ancak ayet-i kerimenin kapsamı bu olaydan çok daha geniş boyutludur. Ayet-i kerime surenin akışı içinde kendisinden önce ve sonra gelen ayetlerle beraber müslüman safları parçalamak ve her aracı kullanarak aralarına fitne ve ayrılığı yerleştirmek için yahudilerden kaynaklanan bir çabanın varlığını belirtiyor. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim, sürekli olarak müslümanları, ehl-i kitaba itaat etmekten, onların hile ve desiselerine kulak vermekten ve onlar gibi ayrılığa düşüp parçalanmaktan sakındırıyor. Bu sakındırmalar, Medine’deki müslüman cemaatin karşılaştığı yahudi tuzaklarının şiddetine ve sürekli ayrılık, şüphe ve kargaşa tohumları saçtıklarına işaret etmektedir. Yahudilerin her zamanki uğraşılarıdır. Bugün, yarın, her zaman ve mekânda müslüman saflar arasında aynı işlevini sürdürecektirler.

(S.KUTUB)

 

83. "Allah'ın ipi" O'nun tarafından belirlenen hayat tarzıdır. O bir "ip"tir, çünkü müminlerin Allah'la ilişkilerini sağlam tutar ve aynı zamanda onları birbirlerine bağlayıp, bir toplum halinde birleştirir.

"Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın" ifadesi, müslümanların Allah'ın yoluna en büyük önemi vermeleri, dini, tüm ilgilerinin merkezi yapmaları ve onu yaymak için güçlerinin sonuna kadar çabalayıp, ona hizmette işbirliği yapmaları gerektiği anlamına gelir. Bu ipi gevşettikleri ve onun ana prensiplerinden uzaklaştıkları anda bölücülükten şikâyet etmeye başlayacaklar ve daha önceki peygamberlerin kavimleri gibi bölümlere ve alt-bölümlere ayrılacaklardır. Bunun bir sonucu olarak, geçmiş peygamberlerin ümmetleri bu dünyada da, ahiret'te de rezil olmuşlardır.

 

84. Bu, Arapların İslâm'dan sonra içinden çıktıkları dehşet verici duruma işaret etmektedir. İslâm'dan önce Arap kabileleri düşman kamplara bölünmüştü ve bu kamplar incir çekirdeğini doldurmaz nedenler için savaş yapıyorlardı. İnsan hayatı kutsiyetini kaybetmişti ve insanlar vicdansızca öldürülüyordu. Eğer İslâm lütfedip onları

kurtarmasıydı, düşmanlık ateşi tüm Arabistan'ı yakabilirdi. Bu lütuf, bu ayetlerin nazil olduğu dönemde Medine'de elle tutulur bir şekilde gözlenebiliyordu. Yıllardan beri birbirine düşman olan, kanlı savaşlar yapan ve birbirlerine vahşi saldırılarda bulunan Evs ve Hazrec kabileleri İslâm'ı kabul ettikten sonra birbirleriyle kardeş olmuşlardı. Sadece bununla da kalmamış, tarihte hiç eşine rastlanmayacak bir şekilde Mekke'den gelen muhacirlerin rahat etmesi için emsalsiz fedakârlıklar yapmışlardı.

 

85. "Eğer görebilen gözlere sahipseniz, çıkarınızın Allah'ın yoluna sımsıkı sarılmakta mı, yoksa onu terkedip eski cahiliye yollarına dönmekte mi olduğunu, veya size hayır dileyenin Allah ve Rasûlü mü, yoksa sizi eski halinize döndürmek isteyen Yahudiler, putperestler ve

münafıklar mı olduğunu anlayabilirdiniz."

(MEVDUDİ)

 

Allah’ın ipine, ama cem’an, cemisine, tümüne sımsıkı sarılın. Allah'ın

ipine sarılın, fakat hepsine birden sarılın. Bakara’ya sarılın, ama Âl-i İmrân’ı atın değil. Namaz âyetlerine sarılın, ama şimdilik ci-had âyetlerini bir kenara atın değil. Helâl kazanç âyetlerini alın, ama şimdilik infak âyetlerinin üzerinde durmayın değil. Fikir âyetlerini alın, ama zikir âyetleri sizde yok olsun, öyle değil. Ya nasıl? Kitabın, Allah’tan gelen ipin hepsine, tümüne, baştan sona sımsıkı sarılın.

 

Allah’ın Resûlü der ki, “Kur’an gökten yeryüzüne sarkıtılmış bir iptir.” Sanki bana öyle geliyor, böyle altı bin parçalı bir ip var ve işte bunun hepsine birden sarılmamızı istiyor Allah. Tümüne birden sarılacağız. Ne Tebbet dışında kalacak, ne de ihlâs. Ne namaz dışında kalacak ne de hukuk. Ne hac dışında kalacak ne ekonomi. Ne oruç dışında kalacak, ne de eğitim âyetleri. Yâni dini parçalamadan, kitabı parçalamadan, peygamberi parçalamadan, hayatı, Allah’ın hayat programını parçalamadan Allah’ın ipine, Allah’ın dinine toptan sarılın. Nedir Allah’ın dini? Fâtiha-dan Nas’a kadar tüm âyetler Allah’ın dinidir. Baştan sona Kur’an âyetleriyle beraber Rasûlullah efendimizin Allah tarafından onaylanmış hayatı dindir. İşte bu dini, bu dinin kitabını parçalamayın diyor Rabbimiz. Meselâ nasıl? Dinin şu bölümünü kabul ederim ama şu bölümünü kabul edemem. Kitabın şu

âyetlerine evet, ama şu şu âyetlerine hayır demeden, peygamberin şu şu yönünü kabul, ama şu şu yönlerini reddetmeden namazıyla, orucuyla, haccıyla, zekâtıyla, cihadıyla, ekonomisiyle, hukukuyla, nikâhıyla, mîrasıyla, kılık kıyafetiyle, savaşıyla, barışıyla her şeyiyle Allah’ın ipine, Allah’ın dinine sımsıkı sarılın.

 

Yâni dinin, kitabın tümüne sarılın. Kur’an’daki ibâdet âyetlerine evet,

ama aynı Kur’an’ın ekonomik düzenlemelerine gelince hayır de-mek biçiminde, Kur’an’ın orucunu kabul ama aynı kitabın siyasal bakış açısına gelince, sosyal yapılanmalarına gelince hayır biçiminde, kitabın bir kısmına inanıp da bir kısmını reddetmek biçiminde bir anlayıştan yana olmayın. Allah’ın ipinin, Allah’ın kitabının tümüne sarılın. Bir de bu âyete şöyle mânâ verenler de olmuş: Allah’ın ipine toptan sarılın. Topyekün Allah’ın kitabına sarılın. Tek tek değil, toptan, hepiniz Allah’ın kitabına sarılın. Böyle anlasak meselâ şimdi ben kendi başımayım ne yapacağım şimdi? Ya Rabbi yanıma bir kişi daha ver de onunla birlikte bu kitaba biz de sarılalım mı diyeceğim? Yâni ben de onunla birlikte sarılayım mı diyeceğim? Şuradaki arkadaşlardan hiçbiriniz benim sarıldığım bu kitaba sarılmasa, bu kitapla ilgilenmese ben ne yapacağım? Bu kitaba sarılmak için, bu kitabı anlayıp amel etmek için sizi mi bekleyeceğim? Veya sizler sarıldınız kitaba ama ben yamukluk yapıp sarılmadım. Ne yapacaksınız sizler? Beni mi bekleyeceksiniz? Yok öyle değil. Burada bizden istenen o değil. Ama iki türlüsünü de söylemeye çalışalım:

 

1-) Birinciyi anladık her halde değil mi? Kur'anın tümüne sarılın. Yâni hiç birisini dışarıda bırakmadan, birini diğerinden ayırmadan Kur’an’ın tümüne birden sarılın.

 

2- Peki öteki türlü anlarsak, yâni Kur’an’ın hepsine hepiniz sarılın,

Kur’an’a toptan sarılın. Bu şu demektir: Kur’an toplumsal bir nizam dinidir, toplum olarak yaşanan, uygulanan, toplumu ayarlayan, uyarlayan bir dindir. Öyle birileri ilgilenip, birileri sarılıp, ama birileri kenarda kalınca yaşanacak bir din değildir bu din. Öyleyse ey müslümanlar, size düşen toptan, hepiniz birden kitaba sarılıp onu yaşamaya çalışmaktır. Her birinizin ferden ferda görevi bu kitabın tümüne sarılmaktır, ama bu işi hepiniz yapın demektir. Yâni zekât veren ve alan olarak, yardım eden ve edilen olarak, öğreten ve öğrenen olarak, evlenen ve evlendiren olarak, nikâh kıyan ve kıyılan olarak, karı ve koca olarak, baba ve evlât olarak hepiniz bu kitaba sarılın demektir bu. Çünkü toplumsal hareketlilikte şu iki örneği karıştırmayalım, birbirinin iç içesi olan iki örnek: Yemek yapmak ve yemek yemek. Meselâ beş kişi yemek yapacaksa, ya içinizden biri yemek yapar diğerleri yer, bu bir kişinin yemek yapışıdır ferdi bir harekettir. Ya da bu yemek hazırlama işini birlikte yaparız.

 

Yâni birimiz ateşi yakar, birimiz su getirir, öbürü tuzunu getirir, sen yağını, öbürü domatesini, biri servis yapar, biri tabak hazırlar, öbürü çanak getirir, yâni yemek hazırlama işini hepimiz birden yapmışızdır. Böylece bu yemek yapma işi toplumsal bir iş olmuştur. Bu işte her bir ferdin özel bir katkısı olmuştur. Ama yemek yeme işi böyle değildir. Topluca da yeseniz, ferden ferda da yeseniz o ferdi bir harekettir. Yâni ben kendi başıma da otursam yesem kendim yerim, hepimiz beraber oturup yesek de yine ben kendim yerim. Ben kendi mideme yerim ve herkes de kendi midesine yer, ama beraber yiyoruz. İşte İslâm’ın toplumsal hareketliliği budur. Meselâ namaz toplumsal bir harekettir, ama toplu da kılınsa birinin abdesti yoksa onun namazı yoktur. Ama onun abdesti yok, namazı olmadı diye ötekilerin namazı bozulmaz. Onların namazı yine namazdır. Abdesti olmayan bu kişi imamsa tamam o zaman ötekilerin namazı da bozulacaktır. Ama bu durumda imam abdestsiz olduğunu söylememişse diğerlerinin namazı aynen namazdır. Demek ki İslâm’ın toplumsallığı böyledir. Herkes beraber olacak. Sen bir ucundan, ötekisi bir ucundan tutacak öyle değildir. Herkes işin başından sonuna sorumludur. Yemek yapmadaki sorumluluk değil ama yemek yemedeki sorumluluktur bu. (Hocam cemaat olmayacak mıyız? Cemaate karşı mısınız? diye bir soru

soruldu.) Tamam kardeş cemaat olacağız, cemaat olmak zorundayız, buna benim hiçbir itirazım yoktur, ama bu âyet onu anlatmıyor. Onu anlatan başka âyetler var, başka hadisler var da bu âyet onu anlatmıyor.

 

Arkadaşlar İslâm cemaat ister. İslâm cemaattan yanadır. Kaç tane

müslüman varsa onlar hepsi bir cemaattır. Yeryüzünde Allah’ın dinine sahip olduğunu iddia eden, Allah’a iman ettiğini iddia eden, ben de müslümanım diyen bütün insanlar cemaattır. İslâm cemaatinin üyesidir. Ve işte o cemaata Kur’an diyor ki haydi Kur’an’a sımsıkı sarılın, hepiniz sarılın. Öyle bir grubunuz Kur’an’a sarılsın, Kur’an’la beraber olsun, Kur’an’la meşgul olsunlar, din adamları gibi, ama bir kısmı da başka şeylerle meşgul olsunlar değil. Ey cemaat, ey İslâm cemaatı siz hepiniz Kur’an’a sımsıkı sarılın demektir bu. Böyle yapınca, herkes Kur’an’a sarılınca cemaat olmaz mı? Cemaat oldun zaten. Müslüman oldun mu cemaat oldun zaten. Müslüman oldu mu bir kişi, artık o İslâm cemaatının bir üyesidir. Allah’ın Resûlü tek başına sarıldı Kur’an’a, sonra Hatice’yle iki kişi oldu İslâm cemaatı, Ali’yle üçe çıktı, Ebu Bekir’le dörde çıktı ve bugün bu cemaat dört milyara çıktı. Bir adam Müslüman oldu mu o cemaatın içindedir. Bir daha yeniden cemaat kuracaksın yok yâni. İslâm’da yok bu. Cemaat içinde bir daha cemaat tefrikadır. Müslüman oldu mu bir adam Hz. peygamberden beri oluşturulan İslâm cemaatının üyesidir.

 

Şimdi tekrar peygamber hadisine dönelim. Ne diyordu Allah’ın Resûlü? Kur’an gökten yeryüzüne indirilmiş bir iptir ve ona sımsıkı sarılın diyordu Allah’ın Resûlü. Bakın burada da deniyor ki sakın ondan ayrılmayın. Buna sımsıkı sarılın ve bundan ayrılmayın. Değilse birbirinize sımsıkı sarılın ve birbirinizden ayrılmayın değil mânâ. Ama yıllar yılı hep öyle anlatılmış, hep öyle anlamadan yana bir tavır sergilenmiş. Aman ey müslümanlar, birbirinize sımsıkı sarılın ve sakın tefrikalaşıp birbirinizden ayrılmayın şeklinde anlaşılmış. Arkadaşlar bu âyetten bu mânâ, birbirinize sımsıkı sarılın anlamı hiç çıkmıyor. Yâni gerçekten çok tuhaf bir şey. Meselâ bu otobüse binin ve ondan

hiç ayrılmayın, demek gibi bir laftır bu. Yâni otobüse bindiyse, otobüsten inmezse adam zaten otobüsten ayrılmaz. Öyleyse eğer ben bu kitaba sarılmışsam bundan ayrılmamalıyım. Benim bu kitaptan ayrılığım reddediliyor. Fırka olmak demek, Kur’an’la fırkalaşmak demektir. Yani hayatta Kur’an bir yan ben bir yan olmam demektir. Kur’an bir vadide, ben başka bir vadide yaşıyorum demektir.

Kur’an’dan kopuk bir hayat yaşıyorum demektir ki işte menedilen budur. Değilse birbirimizle fırka zaten olacağız. Hani Beyyine’de deniliyordu ki: İnsanlara beyine ulaşınca kitap ve sünnet ulaşınca, onlar ikiye ayrılacaklar, ya şerru’l beriyye veya hayru’l beriyye

olacaklar. Zaten Kur’an insanları ayırmak için gelmiş. Kur’an’la insanlar ayrılacaklar. Kur’an’la kimileri saparken kimileri de yol bulacaklar. Kur’an’ın ayırdığı insanla ben mecburen ayrılacağım. Ne yapayım ki ben bununla ayrılmayacağım? Kur’an’ın ayrıl dediği insanla benim beraberliğimin ne anlamı var? Ne yapacağım da onunla tefrikaya düşmeyeceğim?

 

Meselâ şuradaki arkadaşlarımızdan hepimiz beraber bir konuda vahye

dayanmayan, ama diğer vahyi bilgilerimizin senteziyle, analiziyle bir fikre ulaşmıştık. Meselâ karar verdik ki yarın hemen bir teşkilat kuracağız veya hemen bir gazete çıkaracağız, demiştik diyelim. Sonra Kur’an okumaya devam ettik ve okuduğum bu son bölümle anladım ki bu yanlışmış, anladınız ki bu yanlışmış, ama farz edin ki şu arkadaş bunu anlamadı, hayır illa da bu olacak diye diretti. Peki şimdi ben ne yapacağım? Ondan ayrılmayacağım mı? Mecburen ayrılacağım, ama ben neden ayrılmayacağım? Bundan, bu kitaptan ayrılmayacağım.

İşte tefrikaya düşmeyin derken istenen budur. Yâni bununla tefrikalaşmayın demektir. Birbirimizle tefrika mecburen olacak, hattâ Allah’ın Resûlü buyuruyordu ki ihtilâf oluverince sizin yapacağınız iş sünnete müracaat etmektir. Cenâb-ı Hak da Nisâ sûresinin 59. âyetinde öyle diyordu: “Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden emir sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve âhiret gününe inanmışsanız onun hallini Allah'a ve peygambere bırakın.

 

Aranızda her hangi bir konuda bir ihtilâf, bir niza, bir anlaşmazlık söz

konusu olursa meseleyi Allah ve Resûlüne arz edin. Bir şey Allah ve Resûlüne arz edince karşımıza üç durum çıkar:

1-) Ya bu arz edilen konunun reddi karşımıza çıkar, yâni böyle bir

konunun İslâm’da yeri yoktur der ve ikimiz de susarız.

2-) Veya ikimizi de reddeder,

3-) Veya iki tarafı da kabul eder, ikiniz de doğrusunuz der, o zaman ha, seninki de doğruymuş benimki de doğruymuş arkadaş deriz.

 

Öyleyse mesele Kurana sarılmak ve ondan ayrılmamak, onunla

tefrikalaşmamaktır. İşte bu âyette istenen budur bizden. Nitekim iki üç âyet sonra gelecek ve orada diyecek ki Rabbimiz; sakın ha şu kimseler gibi olmayın ki onlar tefrikaya düştüler, ayrıştılar, ihtilâfa düştüler, muhalif ve muhtelif oldular. İşte birbirinizden ayrılmayın emri orada gelecek. Burada Kitaptan kendinizi ayırmayın buyuruluyor. Evet tefrikalaşmayın bu kitapla, çünkü: Şöyle bir hatırlayın, bir düşünün Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetlerini. Birbirinize düşmandınız da, Allah sizin kalplerinizin arasını uzlaştırdı. Onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun yanında idiniz de, Allah sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece âyetlerini açıklar.

 

Bir düşünün hele, Allah size bu son elçisini, bu son kitabını göndermeden önce ne haldeydiniz? Sizler birbirinize düşmandınız da, bir çöle, bir bataklığa, bir çıkmaza, bir dalganın içine, bir kavganın içine sürükleniyordunuz, gidişiniz ateşe, cehenneme doğruydu da Allah sizi bu gidişten kurtardı. Bu âyetlerin gelişinden önce Evs düşmandı Hazrec’e, Hazrec kanlıbıçaklıydı Evs’le. Her kabile birbirine düşmandı. Kimin kimi öldürdüğü, kimin kime düşman olduğu, kimin ne yaptığı belli değildi. Allah bir kitap ve bir peygamber gönderdi onlarla sizin kalplerinizi birbirine ülfet ettirdi de ateşten bir çukurun kenarından döndürdü sizi. Mekke’de, Medine’de ve tüm dünyada insanlık ateşten bir yarın kenarına kadar gelmişti.

 

Tüm dünyada insanlar birbirlerini yemekle meşguldü. Menfaatleri sebebiyle insanlar sanki bir kurt gibi birbirlerine saldırır hale gelmişti. İşte böyle bir durumda rahmeti bol olan Rabbimiz bir peygamber gönderdi, ona vahyini indirdi de insanlar kardeşler oldular. Gelmeseydi peygamber, inmeseydi vahiy nice olurdu bu insanlığın hali? İşte bir topluma Allah vahyiyle, peygamberiyle böyle hidâyet eder. İşte bir topluma Allah böyle acır. İşte bir toplumu böyle adam eder. Söyleyin, eğer Rabbimizin vahyi gelmeseydi bu insanlar kardeş olurlar mıydı? Ne büyük bir nimet değil mi bu? Siz düşmanlardınız da Allah sizin kalplerinizi te'lif etti, ülfet kazandırdı, birleştirdi, yâni yakınlaştırdı, birbirinizle anlaşabilecek hale getirdi sizi. Arkadaşlar, gerçekten çok garip bir iş. Tam Allah’ın gücünü, kudretini, yüceliğini anlatan bir âyet, bir iş. Yâni şu anda bir adamla kalbiniz ısınıveriyor.

Nasıl oldu bu iş? Neden oldu? Bilmiyorsunuz ama ısınıyor işte.

 

Birisiyle de birden soğuyorsunuz. Yıllarca can ciğer beraber olduğunuz biriyle de bir anda soğuyuveriyorsunuz. Diyor ki Allah işte hatırlasanıza sizin kalbinizi ben ısındırdım birbirinize de: Böylece Allah’ın nimeti sayesinde sizler kardeş oldunuz. Fakat âyetin

arkası gerçekten bize müthiş bir darbe indiriyor: Ama hatırlasanıza, sizler bir ateş çukurunun hemen kenarında idiniz de oradan biz sizi kurtardık. Arkadaşlar, bizler şımarık insanlarız biraz. Karşımızdaki insanlar bizim yaptıklarımızı yapmak şöyle dursun, düşünemiyorlar bile. Onlara yaptıklarımızı anlatıyoruz anlayamıyorlar bile. Yâni

bırakın yapmayı anlama boyutuna bile ulaşamamışlar diyoruz ve bizde o noktada biraz şımarıklık oluyor.

 

Ya da adam henüz bilmiyor, anlamıyor, anlayamıyor, yanlış yapıyor diye vurup geçiyoruz adama. Tekfir edip geçiyoruz adamı. Halbuki bir vakitler biz de öyle değil miydik? Bunu hiç hatırlayamıyoruz. Bir zamanlar bizler de Kur’an sünnetten habersiz bozuk düzen bir hayatın sahibi değil miydik? Nasıl dünümüzü unutuyor da dünkü bizim durumumuzda olanları silip geçebiliyoruz? Veya düşünün ki şu anda biz yarın düzelteceğimiz konuda onunla ayn durumdayız. O, o konuda öyleyse, biz de öteki konuda aynı durumdayız. Ee öyleyse biraz insaflı davranalım. Meselâ eğitim ayrı şeydir, İslâm’ın çizgisine

girdikten sonra ceza vermek ayrı şeydir de, ilgiyi kesme noktasında diyorum ben. Meselâ, yeni İslâm’a kazandırdığımız birisi verdiği bir sözü tutmasa aldırış etmeyiz, yenidir deriz ve affederiz. Adam söz verir gelmez, bir daha gideriz, anlamaz, bir daha anlatırız, yan çizer bir daha uğraşırız filân. Ama üç-beş sene beraber olduktan ve bu işi anladıktan sonra gelmedi mi tamam canına okuruz. E tamam uyaralım ama canına da okumayalım yâni. Değil mi? Uyaralım, yapma diyelim, bak bu nifak alâmetidir diyelim, imanını tehlikeye götürüyorsun diyelim ayrı şey. Yâni uyarıdan hiç vazgeçmeyelim çünkü o bizim kardeşimizdir, onun cehenneme gidebilme olasılığına hiç göz yummayalım, ama onun dışında da hepten silivermeyelim, atıvermeyelim, vuruvermeyelim. Bilelim ki bir vakitler biz de öyleydik. Ya da biz de, kimi düzeltilecek konularda hâlâ öyleyiz.

 

Elbette o hep öyle sürecektir. Yâni bizim de eksikliğimiz olabilecektir. Demek ki ateş çukurunun kenarındaydınız da Allah sizi kitabı ve peygamberiyle ondan kurtardı. Arkadaşlar, şu anda bizler, şu anda tüm dünya insanlığı bu nimete ne kadar muhtacız değil mi? İşte şu anda bizler de parça parçayız. Şu anda tüm dünya insanlığı düşmanlıklar içinde, birbirlerini yiyecek bir duruma gelmişler. Kardeşin kardeşe, babanın evlâda hayrının olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Bir uçurumun kenarında bulunuyoruz. Tıpkı bu âyetlerin gelmesinden önceki günlerine döndü insanlık. Ama işte şu anda o insanları kardeş yapan, o insanları dirilten Allah’ın âyetleri hâlâ aramızdadır. Allah’ın âyetleri hâlâ canlıdır. Rasûlullah efendimizin sünneti bilgi olarak aramızdadır. Öyleyse gelin ey insanlar, dünküler gibi Allah’ın bu âyetlerine sarılalım.

 

Allah’ın kitabına sarılalım. Kendimizi bir an olsun kitaptan, kitabı da

kendimizden ayırmayalım. Kitapla birlik olalım. Kitapla tefrikalaşmalarımıza bir son verelim. Peygamberle birlik olalım. Bu kitaba ve peygambere sarılan o insanlar nasıl kardeş olmuşlar, nasıl hidâyet bulmuşlar, nasıl uçurumun kenarından dönmüşlerse, nasıl yeryüzünün en azîz ve şerefli insanları haline gelmişlerse, dünyada zillet ve meskenetten, âhirette de cehenneme gidişten nasıl kurtulmuşlarsa, gelin bizler de tıpkı onların yaptıkları gibi uçurumun kenarında bize el uzatan şu çağrıya, şu kitaba, şu peygambere evet diyelim. Gelin akıllarımızı başlarımıza alalım da vakit geçmeden yeniden Allah’a dönelim. Yeniden kitaba dönelim. Yalnız Allah’ı Rab bilelim. Birbirimizi Rabler, kullar edinmeyelim. Hepimiz kullar olarak Rabbimizin dâvetine yönelelim. Allah’ı bırakıp da başka başka yollara git-meyelim. Allah’a Allah’ın istediği kulluğa yönelelim de cennete giden yolda Rabbimizin rahmeti bize de gelsin. Rabbimiz bize de acısın ve bizi kardeşler yapsın.

 

İşte Allah âyetlerini böylece açıklıyor. Dün onlara âyetlerini açıklayan

Allah bugün de bize açıklıyor. İşte Allah böylece âyetlerini ayan beyan hale getirir belki siz böylece hidâyet bulur, yol bulursunuz diye. Elverir ki bizler bu açıklananlara kulak verip yol bulalım. Peki nasıl yol bulalım? Nasıl yapalım öyleyse biz? Şöyle:(Bir sonraki ayet)

(A.KÜÇÜK)

 

“Vâ'tâsîmû bi-hâblillêhi cemî'ân ve-lê teferrâkû” Allah’ın ipine sımsıkı hep beraber sarılın. “ve-lê teferrâkû” Birbirinizden ayrılmayın. “vezkûrû nî'metAllâhi âleykûm” Hatırlayın Allah’ın üzerinizdeki nimetini. “iz-kûntûm â'dê-en feel-lefe beyne kûlûbikûm” Hani siz, (Medinelilere özelde bu ayetin ilk muhatabı olan müminlere söylüyor bunu.) Hani siz düşman idiniz de Allah kalplerinizin arasını uzlaştırdı “fe-âsbahtûm bi-nî'metihî îğvênê” ve Allah’ın nimeti sayesinde siz kardeşler oldunuz. “ve kûntûm âlê şefê-hûfrâtin minen-nâr” Ve siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız “fe-enkâzekûm minhê” Allah sizi oradan kurtardı. “kezêlike yûbey-yinûllâhû lekûm êyêtihî leâllekûm tehtedûn” İşte Allah size ayetlerini, hakikatin açık belgeleri olan ayetlerini böyle ayrıntılarıyla anlatıyor ki “leâllekûm tehtedûn” Belki hidayeti bulur doğru yola ulaşırsınız diye.

 

88 Allah Rasulü bu ipin Kur'an olduğunu söylemiştir (Müslim, 2:227; Tirmizî, 4/343). Vahdet sosyal tevhid, tevhid akidevi vahdettir. Doğal olarak tefrika da sosyal şirk olmaktadır.

(M.İSLAMOĞLU)