ABESE SURESİ


Ayet Getir
80-ABESE 5. Ayet

أَمَّا مَنِ اسْتَغْنَى

Emmâ menistagnâ.

Bayraktar Bayraklı

(1-10) Kendisine âmâ geldi diye yüzünü ekşitti ve döndü. Sen nereden bileceksin, belki o arınacaktı? Yahut, öğüt dinleyecek de öğüt kendisine yarayacaktı. Kendisini yeterli görüp tenezzül etmeyene gelince; sen ona yöneliyorsun. Onun arınmamasından sen sorumlu değilsin. Fakat koşarak sana gelen, saygı duyarak gelmişken, sen onunla ilgilenmiyorsun.


Edip Yüksel

Kendisini zengin görüp önemsemeyene gelince;


Erhan Aktaş

Fakat öğüt almayı gereksiz gören o kimseye gelince de;


Muhammed Esed

Ama kendini her şeye yeterli görene gelince,


Mustafa İslamoğlu

Fakat, kendi kendine yettiğini sanan kimseye gelince:


Süleyman Ateş

Kendisini zengin görüp tenezzül etmeyene gelince;


Süleymaniye Vakfı

Sana ihtiyaç duymayan adama gelince,


Yaşar Nuri Öztürk

O, kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görene gelince,


Ayetin Tefsiri

MEAL

5.) Fakat, kendi kendine yettiğini sanan5 kimseye gelince:

6.) Sen bütün ilgini ona yönelttin,-6

7.) oysa ki, onun arınmamasının sorumlusu sen değilsin;7

(M.İ)

5-6-7.) Oysa sen tuttun, verdiğin öğütten kendisini müstağni gören adama iltifat ettin. Hâlbuki o kâfirin/müşriğin imana gelmemesinden sen sorumlu değilsin, dolayısıyla bundan hesaba çekilmeyeceksin!

(M.Ö)

5-6.) “Ama sen, kendisini öğütten müstağni gören kimseyi karşına alıp ilgileniyorsun.”

7.) “Arınmak istememesinden sana ne?”

(A.K)

TEFSİR

Ama sen onu bırakıp da senin öğüdüne karşı müstağni davranan, eyvallahsız davranan kimseyle ilgilenmeye çalışıyorsun. O malı, mülkü, ekonomik gücü, siyasal konumu sebebiyle sana ve senin mesajına karşı ihtiyaçsız davranan, haktan, İslâm’dan yüz çeviren kimseye gelince sen ona yöneliyor, onunla ilgileniyor, ona ihtimâm gösteriyor ve değer veriyorsun. Samimi olanı ona fedâ ediyorsun.

7. “Arınmak istememesinden sana ne?”

Onun tezkiyesinden, temizlenip arınmasından sana ne? Onun adam olup olmamasından sana ne? Böyle birinin İslâm’ı kabul edip etmemesinden sana bir vebâl, bir sorumluluk yoktur. Onun necaset içinde kalmasının sana herhangi bir zararı yoktur.

(A.KÜÇÜK)

“Emmê menis-tâğnê” bizim okuyuşumuza göre ve ikinci ayetlerin muhatabına yeniden döndü pasaj, ve dedi ki; “Emmê menis-tâğnê” amma şu müstağni kimseye gelince. Kendi kendine yettiğini zannedene gelince. İstiğna bu. Ğaniy görmek kendisini. Kendisini kendisine yeter zannetmek. Neden zannettiğinde diye çevirdim, çünkü kendi kendine yetmez insan. İnsanoğlu kendi kendisine yettiğini zanneder ama yetmez. Bakın insanoğlu bu manada başkasına muhtaç olma anlamında diğer canlılardan daha zayıftır. Bir inek yavrusu doğar doğmaz yürür de, bir insan yavrusunu yürütmek için aylar, hatta bir yılı aşkın bir zaman boyunca kucakta gezdirmek lazım. Annesine muhtaçtır, bakıcısına muhtaçtır, çevreye muhtaçtır, babaya muhtaçtır. İnsan hep muhtaçtır. Ama kendi kendine yettiğini zanneden, hele bu zan ile Allah’a posta koymaya kalkışan bir tipi düşünün. Bu ayet, ‘Âbese/5. ayeti işte o tipi getiriyor gözümüzün önüne.

Şirk nedir diye sorsanız tarifim şudur; Şirk insanın kendi kendisine yettiğini zannetmesidir.

5 İstiğna'daki sin ve te'nin mânaya kattığı yananlam.

“Fe-ente lehû tesêddâ” sen bütün ilgini ona yönelttin, ona döndün. Yani kendi kendisine yettiğini zannedene yöneldin, ona döndün, fakat âmâ’ya yönelmedin. Bu yakışmadı diyor yani. Bu sana yakışmadı. Bunu ey nebim, ey resulüm, ey elçim. Bunu sana yakıştıramadım. Nebiye bir uyarı tabii ki.

6 Zımnen: "böyle yapmak sana yakışmadı". Bu Allah Rasulü'ne açıkça "Bir daha böyle yapma" uyarısıdır. Burada soru şudur: Vahiy seyrek de olsa ara sıra yer verdiği Hz. Peygamber'e ait bu gibi 'zelle'leri örtemez miydi? Eğer örtseydi, kimsenin haberi olmazdı. Peki, o zaman ne diye dile getirip onları ölümsüzleştirdi? Bu ve buna benzer tüm soruların cevabı bu sûrenin 23. âyetinde verilmiştir: Hatasız kul olmaz. Peygamberler de buna dahildir. Şu halde Hz. Peygamber'in görevi "Nasıl hatasız kul olunur?" sorusunun isbatını ortaya koymak değil, "Hata yapılınca nasıl özür dilenir, nasıl tevbe edilir, nasıl geri dönülür?" sorularının isbatını ortaya koymaktır. Allah'ın kendi elçisine "Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım" demesini emretmesinin temelinde yatan sebep de bu olsa gerektir.

“Ve-mê 'âleyke ellê yezzekkê” ama onun, berikinin arınmamasının sorumlusu sen değilsin ki. “Ve-mê 'âleyke ellê yezzekkê” yani o kodamanın, o varlıklı müşriğin akıllanmamasının, arınmamasının, temizlenmemesinin ki; tezekkî burada çok önemli bir anahtar kelime tezekkî. “Ellê yezzekkê”. Arınmamasının sorumluluğundan sana ne. Yani sen sorumlu değilsin, seni Allah sorumlu tutmaz. Sen öğüt verirsin, o öğüt alır veya almaz. Almazsa bunun hesabını Allah sana sormaz ki Onun hesabını Allah ona sorar.

Ama bu kelime gerçekten anahtar bir kelime ve bu kelime aynı zamanda öğüt verip, verdiğiniz öğüdün karşılığını almanız. Veyahut ta birinin sizi arındırıp sizi arındırana müspet cevap vererek sizin de arınmanız manasına gelir. “Tezekkî”: kelime olarak, kip olarak bu manaya gelir. Onun için “Yetezekkê”dir aslı mutavaat içindir bu kelime. Mutavaat yani dönüşlü bir fiil. Ne demek? Siz etki yapacaksınız etkinize tepki alacaksınız. Siz arındıracaksınız, arındırmaya çalıştığınız insan da arınacak.

Buradan yola çıkarak kelimenin mutavaat kipinden yola çıkarak vardığımız sonuç tezekkî; nefis tezkiyesi dediğimiz tezekkî sadece tek taraflı bir işlem değildir. Yani kendinizi ölü yıkayıcı elinde ölü gibi hissederek tezekki’ye eremezsiniz, tezkiyeye eremezsiniz. Tezekkî yapamazsınız. Çünkü mutavaat içindir. Biri sizi yıkayacak, ama siz de yıkanacaksınız. Biri sizi arıtmaya kalkacak ama siz de arınacaksınız. Yani iradeniz mutlaka işin içinde olacak. İradeniz işin içinde olmazsa, mürit olmazsanız, irade etmezseniz, iradenizi kullanmazsanız sizi yıkayanın dünyanın en iyi yıkayıcısı olması, en iyi deterjanlarıyla yıkaması hiçbir işe yaramaz.

İşte aslında kelimenin kökü, yezzekkê kelimesi ki aslı yetezekkê’dir. Mutavaat için bu kipten olması bize sadece temizleyenin iyi olması yetmez, temizlenenin de bu iradeyi sergilemesi lazım manasını verir. Yani gönüllü olacak temizlenmeye. Vahiy temizleyicidir, gerçekten temizleyicidir.

“(Kûl) innemê ene beşerûn mislûkûm yûhâ iley-ye ennemê ilêhûkûm ilêhûn Vêhîd”. (Fussilet/6) Allah resulü ben de sizin gibi bir insanım demesi emr olunuyordu. Yani ne var ki bana vahy olunuyor, ben de sizin gibi bir insanım. Demek ki Allah Resulü istediğini temizleyemiyor, onun istemesi yetmiyor ya da. Kur’an da Ebu Talip hakkında indirildiği ifade buyrulan o ayeti hatırlayalım;

“İnneke lê tehdî men âhbebte ve-lêkinnâllâhe yehdî men yeşê’”. (Kasas/56) sen sevdiğini doğru yola iletemezsin, hidayete iletemezsin. Fakat Allah dilerse onu hidayete eriştirir. Allah’ın dilemesi içinde kendinin dilemesi lazım. Kendinin dilemesi olmazsa Allah dilemez. Evet.

“Ve-kûli’l-Hâkkû min Rabbikûm”... De ki Hakk Rabbinizden açıkça ortaya çıkmıştır. Hakikat “fe-men şê’e felyû'min ve-men şê’e fel-yekfûr”. (Kehf/29) artık dileyen iman etsin, dileyen küfretsin. Bu ve buna benzer birçok ayetin de gösterdiği gibi, önce dilemek lazım ki Allah’ta dilesin. Allah’ın verdiği iradeyi hidayet istikametin de kullanmayanın hidayetini dilemez Allah. Allah dilememizi istemeseydi, dilemeyi vermezdi, iradeyi vermezdi.

7 ilâhî şefkatin beliğ bir ifadesi. Demek ki uyarı alan bu davranışın temelinde Nebi'nin aşırı sorumluluk duygusu vardı. Bu âyet Rasulullah'ın içtihad ettiğinin ve içtihadında yanıldığında Allah'ın onu düzelttiğinin beyanıdır. Düzeltilen o içtihat "varlıklı ve hatırlı kimselerle fazla ilgilenilirse imana geleceklerine dair" yanlış görüştür. Eğer vahyin müdalahesi olmamış olsaydı, onun içtihadı "sünnet" olacaktı. Hz. Peygamber Amiroğullarından olan babası yerine soylu Mahzumoğlullarından olan annesine nisbetle anılan İbn Ümmi Mektum'u gördüğünde "Merhaba ey Rabbimin kendisi yüzünden beni uyardığı kişi" dermiş. Biz Kur'an'da anlatılan diğer peygamberlerin kıssalarında da onaylanmayan içtihatlar görüyoruz. Hz. Musa'nın bir kulun davranışlarına karşı içtihatları (62/Kehf: 71, 74, 77), Hz. Nuh'un oğlu hakkındaki içtihadı (70/Hûd: 45), Hz. İbrahim'in soyu ve babası hakkındaki içtihadı gibi (114/Tevbe: 114).

(M.İSLAMOĞLU)