ABESE SURESİ


Ayet Getir
80-ABESE 42. Ayet

أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ

Ulâike humul keferatul feceratu.

Bayraktar Bayraklı

(40-42) Yine o gün, birtakım yüzleri de keder bürümüş, hüzünden kapkara kesilmiştir. İşte bunlar kâfirlerdir, haktan sapanlardır.


Edip Yüksel

İşte onlar inkârcılardır, sapanlardır.


Erhan Aktaş

İşte bunlar gerçeği yalanlayan nankörlerdir, facirlerdir.1 1- Facir sözcüğü, “birr” sözcüğünün zıddıdır. Yani kötü, bozguncu, samimiyetsiz, yalancı, hak-hukuk tanımaz, düzenbaz, zalim; kısacası din diyanet tanımamak, dinin sınırlarını çiğneyerek onun dışına çıkmak demektir.


Muhammed Esed

işte bunlar, hakikati inkar eden ve yoldan sapan kimselerdir.


Mustafa İslamoğlu

İşte bunlar, inkarın dibini boylayan ve yoldan sapan sorumsuz kimseler olacak.


Süleyman Ateş

İşte onlar kâfirler, Hak'tan sapanlardır.


Süleymaniye Vakfı

İşte onlar kâfir ve günaha batmış kimselerdir.


Yaşar Nuri Öztürk

İşte bunlardır küfre sapanlar, kötülüğe batanlar.


Ayetin Tefsiri

MEAL

38.) Bazı yüzler vardır: o gün ışıl ışıl, ağardıkça ağaracak;

39.) şen-şakrak...

40.) Bazı yüzler de vardır: o gün bütünüyle toz-toprak;

41.) karardıkça kararacak...

42. İşte bunlar, inkârın dibini boylayan ve yoldan sapan sorumsuz kimseler olacak.21

(M.İ)

38-42.) O gün kimi yüzler sevinç ve mutluluktan parlayacak; kimi yüzler ise toz duman içinde [korku ve dehşetten] kapkara kesilecek. İşte bunlar kâfirlikte karar kılmış ve günaha batmış kimselerdir.

(M.Ö)

38-41.) “O gün birtakım yüzler aydınlıktır, gülmekte ve sevinmektedir. O gün birtakım yüzler de tozlanmış ve onları karanlık bürümüştür.”

42.) “İşte bunlar inkarcı olanlar, Allah’ın buyruğundan çıkanlardır.”

(A.K)

38-39.) İşte o gün, elçimiz Muhammed’e ve onun tebliğ ettiği tevhide iman eden ve ilâhî emirlere uygun yaşayanların yüzleri sevinçten parlayacaktır; çünkü onlar o gün cennete girmiş, bitmez-tükenmez nimetlere kavuşmuş olacaklardır.

40-42.) Diğer taraftan elçimiz Muhammed’i ve tevhidi reddeden müşriklerin yüzleri ise korku ve dehşetten kapkara kesilecek, kendileri de zillet ve perişanlık içinde cehenneme atılacaklardır.

(H,E;M,C)

TEFSİR

Kıyamet ve âhiretten bir kesitin son derece canlı bir tasvirini veren sûrenin bu son âyetleri, dünya hayatının geçici zevk ve tasalarını aşıp varlığının anlamı, değeri, amacı ve âkıbeti üzerine düşünebilme seviyesine ulaşmış her insanı sarsıcı gerçeklerle yüzyüze getirmektedir. Kıyamet gününde evrende meydana gelecek olan olaylar korkunç sesler çıkaracağı için ona 33. âyette “sâhha” adı verilmiştir. O gün geldiğinde aralarında akrabalık bağı bulunanların birbirinden kaçışının sebebi çeşitli şekillerde izah edilmiştir: a) Kıyamet olayları herkesi dehşete düşüreceği için o ortamda insanların birbirini düşünmeleri mümkün değildir; herkes kendi başının derdine düşer; b) Akrabalıktan doğan haklarını isteyecekleri endişesiyle insanlar birbirinden kaçarlar; c) Kişi, akrabaları onun içinde bulunduğu sıkıntılı durumu görmesin diye onlardan kaçar; d) İnsan, akrabasının içinde bulunduğu kötü durumu görmesine rağmen onlara yardım edemeyeceğini ve başlarına gelenlere engel olamayacağını bildiği için kaçar (Şevkânî, V, 446). Bir önceki sûrede (Nâziât 79/8-9) kıyamet ve mahşerin dehşetinden dolayı bütün kalplerin korkudan neredeyse yerinden oynayacağı, gözleri korku bürüyeceği bildirilmişti. Abese sûresinin bu son âyetlerinden anlıyoruz ki inkârcı ve isyankârların korku, kaygı ve perişanlıkları devam ederken, müminlerin, durumları aydınlanınca kalplerindeki korku ve kaygının yerini ferahlık ve sevinç alacak, bu sevinç yüzlerine yansıyacaktır.

(DİYANET TEF.)

"Bazı yüzler o gün parıl parıldır; güleç, sevinçli."

Bunlar, nurlanmış, aydınlanmış, sevinçli, güleç Allah'a yönelmiş yüzlerdir. Rabblerine ümitlerini bağlamışlardır. O'nun rızasını elde ettiklerini hissettiklerinden huzur içindedirler. Bunlar korkunç gürültünün korkusundan ve endişesinden kurtulmuşlar. Bu nedenle ferahlamış, benzi açılmış, güleç ve sevinç dolu hale gelmişlerdir. Veya varacakları yeri öğrenmiş ve gidecekleri yer belli olmuş. Bu nedenle akılları durduran korkudan sonra içleri açılmış ve sevinmişlerdir.

"Bazı yüzler o gün tozlanmış, karanlıklar bürümüştür, onları. İşte onlar günaha batmış kafirlerdir."

Bunlara gelince bunların üzerini de üzüntü ve hüsran tozları kaplamıştır. Zilletin ve büzülmenin karanlığı kendilerini kapatmıştır. Çünkü önceden ne yaptığını bilmektedir ve kendisini bekleyen cezanın ne olduğunu iyiden iyiye anlamıştır. “İşte onlar günaha batmış kafirlerdir:” Yani Allah'a ve peygamberlerine inanmayanlardır. Onun sınırları dışına çıkanlar, yasaklarını çiğneyenlerdir. Onlar ile onların yüzleri her iki kesimin gideceği yeri tasvir edip çizmektedir. Sözcükler ve ifadelerle tüm özellikleri ve çehreleri gün yüzüne çıkarılmıştır. Kur'an ifadesinin gücü ve ince dikkatli dokunuşları ile bu yüzler sanki somut hale getirilmiştir.

Böylece surenin başı ile sonu uyum içine girmektedir. Giriş ölçü gerçeğini yerleştirmekte sonuç ölçünün neticesini dikte etmektedir. Ve bu kısa sure onca büyük gerçekleri sahneleri ve manzaraları vurguları ve mesajları ile özel bir kişiliğe ulaşmaktadır. Bütün bu özellikleri ile sure bu güzel ince yapısıyla kendisine has kimliğini kazanmaktadır.

(S.KUTUB)

O gün kimi yüzler vardır ki aydınlık, pırıl pırıldır. O gün kimi yüzler de vardır ki başarı neticesinde, sürur içinde ışıldar, parlar dururlar. Yani karşılaştıkları güzel âkıbetler karşısında memnun, neşeli, sürurlu, sevinçli, pırıl pırıl böyle parlak yüzler vardır. Tıpkı Mutaffifin sûresinin anlattığı gibi: “İyiler, şüphesiz, nîmet içinde ve tahtlar üzerinde etrafı seyrederler. Onları, yüzlerindeki nîmet pırıltısından tanırsın.” (Mutaffifin 22-24)

Orada mü’minler yüzlerinin pırıltısından tanınacaklar. Çünkü onlar orada Allah tarafından ağırlanacaklardır. Onlar için orada büyük bir ağırlanma vardır. Orada Allah’ın sonsuz lütfuna ve ebedî ağırlamasına gidiyor o mü’minler. Orada mahrumiyet yoktur. Orada üzüntü verici herhangi bir şey yoktur. Kur’an’ın başka bir yerinde Rabbimiz o mü’minler için "Tuhberun" ifadesini kullanır.

Yani Allah’ın nîmetlerinin insanın yüzüne, içine, kalbine, benliğine sinmesi anlamına geliyor. Allah’ın nîmetlerinin eseri insanın yüzünde, gözünde ve tüm benliğinde hissedilecektir. Sevinçleri, memnuniyetleri, yüzlerinde, gözlerinde, hallerinde ve tavırlarında etrafa taşacaktır. Onları görenler her taraflarından bu nîmetlerin sevincinin aktığını hissedecek. Cennette Rabbinizin onlar için hazırladığı nîmetlerin eseri her hallerinden görünür biçimde sevindirileceklerdir. Dünyada işledikleri salih ameller, yaşadıkları vahiy kaynaklı hayatları şükre değer görüldüğü için cennette süslenip ziynetlendirilecekler. İkram olunacaklar. Cennet onlarla özdeş olacak, içlerine dışlarına sinecek ve tüm zerrelerinde etkisini gösterecektir. Cenneti kuşanacaklar, sevinci giyinecekler, hep neşeli, hep canlı olacaklar. Allah’ın rahmeti onları çepeçevre kuşatacak ve Allah’ın nîmetleriyle iç içe olduklarını her an hissedecekler de bütün bunların Rabblerinden geldiği şuuru içinde Rabblerine karşı sürekli bir hayranlık ve şükran duygusu içinde olacaklar.

Allah bizi onlardan eylesin inşallah. Dünyada yaşadıkları güzel bir hayatın sonunda, Rabblerinin rızasını kazanmanın, Rabblerinin rıza ve hoşnutluğunu görmenin sevinci içindedir kimi yüzler. Yunus sûresi de bunu şöyle anlatır: “Muhsinlere (İyi davrananlara); daima daha iyisi ve üstünü verilir. Onların yüzlerine ne bir karanlık, ne de zillet bulaşır. İşte onlar cennetliklerdir, orada temelli kalırlar.” (Yunus 26)

“Bir takım yüzlerin ağaracağı ve bir takım yüzlerin kararacağı günde büyük azap onlaradır. Yüzleri kararanlara: “İmanınızdan sonra inkâr eder misiniz? İnkâr etmenizden dolayı tadın azabı” denecektir. Yüzleri ağaranlar ise Allah’ın rahmetindedirler. Onlar orada temellidirler.” (Âl-i İmrân 106,107)

Kimi yüzler, kimi yüzlerin sahipleri işte böyledir ama o gün kimi yüzler de vardır ki zelil, hor, hakir, önlerine düşmüş, suspus olmuşlardır. Kimi yüzler var ki o gün perişandır. Vücûh, yüzler anlamına gelir. İnsanlar anlamına da gelir. İşte o gün nice yüzler vardır ki, nice yüz sahipleri vardır ki, kayıplarından, ıstıraplarından, hüsranlarından ötürü kapkara kesilmiştir. Abus bir çehre olarak pusarır, asılıp kalır. Adam suçundan, kaybından, ayıbından, ıstırabından, üzüntüsünden dolayı suspus olmuş, yıkılmış, bitmiş, tükenmiştir. Dünyada yaşadıkları hayattan ötürü, yaptıklarından ötürü kapkara kesilmiştir yüzleri. Cehennem alevlerinin tozları, külleri vardır yüzlerinde. Hasret tozlarına batmıştır yüzleri. Bedbahtlık yüzlerinden okunur bir haldedirler.

Şûrâ sûresinde de şöyle buyurulur: “Aşağılıktan başları öne eğilmiş, göz ucuyla gizli gizli etrafa bakarken, ateşe sunulduklarını görürsün.” (Şûrâ 45) Rabbim böyle bir âkıbetten korusun inşallah müminleri. Çünkü bunlar:

42. “İşte bunlar inkarcı olanlar, Allah’ın buyruğundan çıkanlardır.”

Bunlar kefere ve feceredirler. Bunlar küfretmiş ve Allah’a kulluktan çıkarak fısk ve fücur içine düşmüş insanlardır. Bunlar örtmüş insanlardır. Neyi örtmüşler? Allah’ı örtmüşler, Allah’ı gündemlerinden düşürmüşler, Allah’ın kitabını örtmüşler, Allah’ın âyetlerini örtmüşler, Allah’ın âyetlerini, Allah’ın hayat programını yok farz etmişler, fıtratlarını örtmüşler, Allah’ın kendilerine verdiği akıllarını, gözlerini, kulaklarını, kalplerini kullanmak istememişler, her şeyi örtmüşler. Bu kâfirler kendilerini olmamaları gereken yerde, bulunmamaları gereken yerde tutmuşlar. Kendilerini Allah’a kulluk ortamından çıkarmışlar, ya kendi hevâ ve heveslerine ya da başkalarına kulluk ortamında tutmuşlar. Bunlar kendilerini yaratıcılarına kulluk ortamından çıkardıkları için en büyük zalimdirler.

Ya da kendilerini ateşe götürenler, kendilerini cehennem yolunda tutanlar, aslında kendi kendilerine bunlar kadar zulmeden başka birileri olamaz. Kâfirler İnkâr ettikleri için önce hakka zulmetmişlerdir. Kendilerini uçuruma, yani cehenneme sevk ettikleri için kendi nefislerine zulmetmişlerdir. Sonra insanları Allah yolundan uzaklaştırmaya çalıştıkları için de insanlara zulmetmişlerdir bunlar. Bu müstekbirler dünyada Allah’ın âyetlerini örtüp yalan sayıyorlar, Allah’ın âyetlerini yok farz ediyorlar, Allah’ın âyetlerine karşı aldırış etmiyorlar, Allah’ın âyetlerini uygulamaya yanaşmıyorlar da başkalarının âyetlerini uygulamaya çalışıyorlardı. Hayatı düzenlemek üzere Allah’ın gönderdiği âyetlerini görmezden geliyorlar da hayatlarını başka şeylerle düzenlemeye çalışıyorlardı.

Bir de onlar âhirete küfrediyorlardı. Âhireti örtüyorlar, âhireti, hesabı, kitabı gündemlerinden düşürüyorlardı. Yaptıkları işlerin bir gün karşılığını göreceklerini hiç düşünmüyorlar. Cürümlerinin, şirklerinin, küfürlerinin sümenaltı edileceğine inanıyorlardı. Bundan dolayıdır ki alabildiğine cesurca günahların üstüne, üstüne gidiyorlar, kendilerini isyanlardan engelleyecek hiçbir kayıt tanımıyorlardı. Zaten âhirete, hesaba, kitaba inanmayan, âhireti gündemlerinden düşürmüş insanların yapamayacakları yoktur yeryüzünde. İpini koparmış danalar gibi sorumsuzca hareket ederek Allah’ın dininden Allah’ın rahmetinden kopmuş insanlardır bunlar. İşte bu kefere ve fecere cehenneme yuvarlanacak ve cennet nîmetlerinden mahrum olacaklardır.

Bu sûrenin de sonuna geldik. Rabbim razı olduğu gibi iman edip, istediği amele dönüştüren kullarından eylesin. Sübhanekalla-hûmme ve bi-hamdik. Eşhedû en la ilahe illê ente. Estağfiruke ve e-tûbü ileyk.

(A.KÜÇÜK)

“Vûcûhûn yevme-izîn mûsfirâh” bazı yüzler vardır o gün ışıl ışıldır. Ağardıkça ağaracak “mûsfirâtûn; ağardıkça ağaracak.

“Dâhîketûn mûstebşirâtûn” gülen tebessüm eden, şen şakrak, müjdelenmiş yüzler.

“Ve vûcûhûn yevme-izîn âleyhê ğâberâh” bazı yüzler de vardır o gün buna mukabil, öyle yüzler ki bütünüyle toz toprak.

“Terhekûhê kâterâh” karardıkça kararacak. Öbürü ağardıkça ağaracak, “Dâhîketûn mûstebşirâh” şen şakrak olacak, bu da “Terhekûhê kâterâh” karardıkça kararacak.

“ûlê-ike hûmû’l-keferâtû’l-fecerâh” işte bunlar inkârın dibini boylayan, küfrü kendine hayat tarzı edinenlerdir. İnkârın dibini boylayanlar ve günahı hayat tarzı haline getirenler. Fücur, “fecerâh” günahı hayat tarzı haline getirenlerdir.

21 Fecerah, burada muttaki'nin\ mukabili olarak kullanılmıştır.

Rabbim öyle olmaktan muhafaza buyursun. Rabbim yüzü ak edenlerden, ak olanlardan kılsın. Yarın yüzümüzü kara çıkarmasın inşallah.

“Ve êğîrû dâ’vêhûm eni’l-hamdû-lillêhi Râbbil âlemîn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

SÛRE BİTTİ.