ABESE SURESİ


Ayet Getir
80-ABESE 27. Ayet

فَأَنبَتْنَا فِيهَا حَبًّا

Fe enbetnâ fîhâ habbâ(habben).

Bayraktar Bayraklı

(25-32) Doğrusu, suyu bol bol indirmekteyiz. Sonra toprağı göz göz yardık, oradan ekinler, üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağaçları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. Bütün bunlar, sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak içindir.


Edip Yüksel

Ve orada taneler bitirdik,


Erhan Aktaş

Böylece orada taneler yetiştirdik;


Muhammed Esed

bu sayede ondan tahıllar yetiştirmekteyiz,


Mustafa İslamoğlu

derken orada tohumu yetiştirmekteyiz...


Süleyman Ateş

Orada bitirdik: Dâne,


Süleymaniye Vakfı

Arkasından orada daneler bitirdik,


Yaşar Nuri Öztürk

Ardından orada dâneler bitirdik.


Ayetin Tefsiri

MEAL

24.) İnsanoğlu yediklerine bir baksın:15

25.) Elbet suyu tarifsiz bir cömertlikle Biz indirmekteyiz;

26.) sonra toprağı tarifsiz bir incelikle yarmaktayız;

27.) derken orada tohumu yetiştirmekteyiz...

28.) Mesela16 üzüm bağları, sebze bahçeleri,17

29.) zeytinlik ve hurmalıklar,

30.) balta girmemiş sulak ormanlar,18

31.) meyveli ve meyvesiz 19 bitkiler;

32.) sizin ve hayvanlarınızın (beslenmesi) için...

(M.İ)

24.) O nankör insan yiyip içtiği şeylerin nerden geldiğine ibret nazarıyla bir baksın!

25-32. Biz yağmuru bol bol yağdırdık. Toprağı yarıp bitkilerin bitmesine elverişli hale getirdik. Toprakta tahıllar, üzümler, sebzeler, zeytin ağaçları, hurmalıklar, gür ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. İşte bütün bunları sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için yaptık.

(M.Ö)

24-31.) “İnsan, yiyeceğine bir baksın. Doğrusu suyu bol bol indirmekteyiz. Sonra yeryüzünü iyice yarmakta ve orada taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin, hurma ağaçları ve bahçelerde koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz.”

32.) “Bunlar sizin ve hayvanlarınız için geçimliktir.”

(A.K)

17-32.) Doğrusu Mekkeli müşrikler bazı varlıkları şefaatçi kabul edip Allah’a ortak koşmak suretiyle kendilerini ana rahminde bir damlacık sudan yaratıp mükemmel bir insan olarak dünyaya getirmiş olan Allah’a karşı nankörlük etmekte ve kendilerini ilâhî rahmetten mahrum bırakmaktadırlar. Allah’ın kendilerine tevhidi anlamaya yetecek akıl ve düşünme kabiliyeti verdiğini, vakti gelince canlarını alacak ve kıyamette diriltip hesaba çekecek olduğunu; rahmet olarak gökyüzünden yağan yağmurların, o yağmurlarla yeşeren ve hem insanlar hem hayvanlar için tahılından sebzesine, zeytininden hurmasına kadar çeşit çeşit yiyecekler veren toprağın... kısacası kâinattaki her şeyin Allah tarafından yaratılıp kendilerine bir nimet olarak sunulduğunu bilmezler mi? Peki bunu bildikleri halde niçin kendilerine hiçbir şey vermemiş olan varlıkları şefaatçi kabul edip ortak koşar ve tevhidi reddederler? Doğrusu bu çok büyük bir nankörlüktür!

(H,E;M,C)

TEFSİR

Her şeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın! Gerçekten biz, yağmuru bol bol yağdırdık. Sonra toprağı, iyiden iyiye yardık! Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık. Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık. ﴾24-32﴿

Yukarıda 18-20. âyetlerde insanın var oluşu ve mahiyetine ilişkin ilâhî lutuflar özetlenmişti; burada ise onu çevreleyen ve varlığını sürdürmesi için gerekli ve faydalı olan haricî nimetlerin başlıcaları hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatmanın amacı da hem muhatabı Allah’ın kudretinin büyüklüğü hakkında bilgilendirip iman etmesini veya inancını güçlendirmesini sağlamak hem de onu bu lutuflarından dolayı Allah’a minnet ve şükran hisleriyle ibadet etmeye, buyruklarına göre yaşamaya yöneltmektir.

(DİYANET TEF.)

İşte insanın yiyeceklerinin aşama aşama detaylı hikayesi budur. İnsan İşte bu nimetlere baksın. Bunlarda kendisinin herhangi bir fonksiyonu var mı? Onların düzenlenmesinde bir yetkisi, bulunuyor mu? Kendisine hayatı kazandıran ve onu en güzel şekilde dile getiren el, yiyeceklerini meydana getiren ve onları harika bir şekilde dile getiren elin kendisidir.

İnsan yiyeceğine bir baksın. Bunlar insana en yakın, yapışık, en vazgeçilmez nimetlerdir. Sürekli olarak gözleri önünde tekrarlanan ve kolayca kendisine sunulan bu vazgeçilmez nimetlere insan bir baksın. Hayret verici bir kolaylıkla meydana gelen bu nimetlerin meydana geliş sürecine baksın. Zira bunların kolayca meydana gelmeleri onlardaki Hayret verici gerçekliği unutturmaktadır. Halbuki bu da insanın yaradılışı ve gelişip yetişmesi gibi bir mucizedir. Attığı her adım onu yaratan kudretin elindedir.

"Biz suyu döktükçe döktük."

Suyun yağmur şeklinde dökülmesi hangi çevrede yaşarsa yaşasın, hangi derecede bilgi deneyimi olursa olsun her insanın bilip tanıdığı bir hakikattır. Bu bir gerçektir. Her insan onunla muhataptır, onunla yüz yüzedir. İnsanlık bilimde ilerledikçe bu ayetin anlamını daha geniş boyutlarda kavramakta ve eski dönemlerde bilinenin ötesinde bilgiler elde etmektedir. Böylece her insanın gördüğü ve her gün tekrarlanan bu yağmur hakkında insanın bilgisi derinleşmektedir. Büyük okyanusların meydana gelişine ilişkin şu anki teorilerin doğruya en yakını, bu okyanusların önce gökte üstümüzde oluştukları, sonra yeryüzüne boşandıklarını söyleyen teoridir. Bugün ise okyanuslardan buharlaşan su, yağmur şeklinde yere inmektedir. Çağdaş bilginlerden biri bu konuda diyor ki; "Eğer yer küresinin güneşten ayrıldığı sıradaki sıcaklığı on iki bin derece civarında idi. Veya yeryüzünün sıcaklık derecesi bu kadardı şeklindeki görüş doğru ise bu demektir ki orada tüm elementler özgür ve bağımsızdır. Bu nedenle önemli kimyasal herhangi bir oluşumun meydana gelmesi mümkün değildi. Yerküresi ya da onu oluşturan parçalar yavaş yavaş soğumaya başlayınca oluşumlar meydana geldi ve tanıdığımız gibi dünyanın hücresi oluştu, darlık oksijen ve hidrojenin birleşebilmesi için sıcaklık derecesinin dört bin dereceye düşmesi gerekiyordu. Bu noktaya gelindiğinde elementler birleştiler. Şimdi bildiğimiz su meydana geldi. Ve yerkürenin semasını kuşattı. Bu sıradan olay gerçekten korkunç büyüklükte meydana gelmiş olmalıdır. Bütün okyanuslar gökte bulunuyordu. Birbiriyle birleşmeyen elementlerin tamamı havada gaz halinde bulunuyorlardı.

Atmosferin dış yüzeyinde oluştuktan sonra yere doğru inmeye başladı. Fakat ona ulaşması henüz mümkün değildi. Zira sıcaklık derecesi binlerce mil uzaklıktaki mesafeye oranla yere yaklaştıkça artıyordu. Doğal olarak suyun yeryüzüne ulaştığı tufan zamanı geldi. Ulaşıp buhar şeklinde tekrar yükseliyordu. Okyanusların havada olduğu sıralarda soğumanın ilerlemesi ile meydana gelen taşmalar gerçekten her türlü tahminin üstünde beklenenin çok ilerisinde meydana gelmiştir. Ve bu coşku patlamalarla birlikte devam edip gitmiştir: Biz Kur'an ayetlerini bu teoriye bağlamasak ta bu teori bizim bu ayetlere ve işaret edilen tarihe ilişkin düşüncelerimizin sınırlarını genişletmektedir. Suyun bardaktan boşanırcasına dökülmesi tarihine bir boyut kazandırmaktadır. Bu teori doğru da olabilir. Yeryüzündeki suyun aslına ilişkin başka teoriler de söz konusu olabilir. Fakat Kur'an'ın hükmü her çevrede ve her nesilde yetişen tüm insanlara hükmedecek niteliğini her zaman korur. İşte yiyeceğin ilk kıssası budur: "Biz suyu döktükçe döktük." Hiç kimse herhangi bir şekilde bu suyu meydana getirdiğini iddia edemez. Meydana geliş tarihinde veya onun yeryüzüne gönderilmesinde etkisi olduğunu, fonksiyonu olduğunu söyleyemez. Yiyeceğin kıssası bu yolda kendi yasasına göre sürüp gider. Müdahale kabul etmez.

"Sonra toprağı güzelce yardık."

Bu suyun dökülmesinden sonraki aşamadır. İşte bu aşama kendi kudretinden başka bir kudretle, kendi planlamasından başka bir planlama ile suyun gökten yere indiğini, yeri yardığını, toprağının arasına sızdığını seyreden veya yaratıcısının kudreti ile yerin toprağını yaran ve yeryüzünde havaya doğru yükselen bitkinin acizliğine ve cılızlığına rağmen üzerindeki kat kat ağırlığı yararak çıktığını seyreden, idare eden elin ona yeri yardıkça yardığını, yumuşak, nazik ve körpe olan filizlerin toprağa hakim olmasını sağlayan rahmanın elini gören, her ilkel insana bununla hitab edilmesi uygundur. Çünkü bu herkesin gözleri önünde meydana gelen bir mucizedir. Tohumun topraktan çimlenip, filizlenmesini düşünen herkes bu mucizeyi görür. Yumuşacık filizin içinde gizli olan gücün bağımsızlığını, özgürlüğünü hisseder. İnsanlık bilim alanında ilerlediğinde ise Kur'an'ın bu hükmüne ilişkin düşüncesinde yeni yeni boyutlara erişebilir. Yerin bitkiler için yarılması olayında bizim düşündüklerimizin çok ilerisinde düşüncelere ulaşabilirler. Az önce değindiğimiz bilimsel teorinin işaret ettiği korkunç taşmalar sebebi ile yeryüzünün kabuk kısmındaki kayaların ufalanmaları bugünkü bilginlerin yeryüzünü kaplayan ve kabuğunu oluşturan sert kayaların ufalanmalarına yardımcı olduğunu varsaydıkları pek çok atmosferde etkili faktörleri zamanla yeryüzünde etkine elverişli bir toprak tabakasını oluşturduğu ifade edilmektedir.

İşte bu da suyun döküldükçe dökülmesi tarihinde meydana getirdiği suyun yan etkilerinden biridir ve bu Kur'an ayetlerinin değindiği birbirini izleyen olaylarla daha çok uyum sağlamıştır. İşte bu, ister şu, isterse bunlardan başka bir şey olsun, meydana gelen önceki iki ayetin işaret ettiği bu olay sürecin üçüncü aşamasıdır. Bu aşama bütün çeşitleri ve türleri ile bitkilerdir. Burada bu bitkilerin muhataba en yakınlarından insan ve hayvanin en güzel ihtiyaçlarından bazıları zikredilmiştir.

"Orada taneler bitirdik." Bu bütün taneleri kapsamaktadır. İnsanların herhangi bir şekilde yediği taneleri ve hayvanların herhangi bir halde kendisiyle beslendikleri bütün taneleri ile beslenmektedir. "Üzümler, goncalar." Üzüm herkesçe bilinen üzümdür. Sebzeler ise taze ve yaş olarak yenen ve peşpeşe koparılan yeşil bitkilerdir. "Zeytinler, hurmalar, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar." Zeytin ve hurma her Arabın bildiği meyvelerdir. Tüm bahçeleri kapsamaktadır. Bunlar meyve ağaçlarından oluşan ve etrafı duvarlarla çevrilen bahçelerdir. Ayet-i kerimede geçen "gulben" kelimesi gulebanın çoğuludur. Yani dalları birbirine girmiş büyük ve iri ağaçlar. Meyve ise bahçelerin ürünüdür. Eb kavramı ise hakim kanaata göre hayvanların yiyecekleridir. Hz. Ömer bu kelimenin anlamını sormuş, sonra bu konuda kendi kendini kınamıştır.

Nitekim Naziat suresinde bununla ilgili hadisi aktarmıştık. Biz bu konuda başka birşey ilave etmiyoruz. İşte yiyeceklerin hikayesi budur. Onların hepsi insanı yaratan el tarafından yaratılmışlardır. Herhangi bir aşamada insanlar üzerinde bir etkisi ve gücü olduğunu iddia edemez. Yere ektiği tohumları ve taneleri o yaratmamış ve icad etmemiştir. Başta bunların yaratılması insan düşüncesinin ve kavrayışının çok ötesindedir. Elinin altındaki toprak aynıdır. Fakat taneler ve tohumlar çok çeşitlidir. Her biri yanyana bakınan tarlalarda meyvesini vermektedir. Hepsi aynı su ile sulanmaktadır. Fakat yaratıcı el bitkileri ve meyveleri çeşit çeşit ortaya çıkarmaktadır. Küçücük tohumda kendisini meydana getiren ağacın tüm özelliğini korumakta ve bunları doğurduğu yavrusuna aktarmaktadır. Bunların hepsi insanlardan habersiz olarak meydana gelmektedir. İnsanlar onların sırrını bilmez. İşlerine müdahale edemez ve onların işlerinin düzenlenmesinde insanlara danışılmaz. İşte kudret elinin meydana getirdiği yiyeceklerin hikayesi budur.

"Sizin ve hayvanlarınızın geçimi için. "Belli bir süreye kadar. Bu geçim süresi bir gün sona erecektir. Yüce Allah bu sona erişi hayatı belirlediği günde belirlemiştir. Bu yararlanma döneminden sonra başka bir şey meydana gelecektir. İnsanlar onu gelmeden önce düşünmelidirler.

(S.KUTUB)

17. Yani ey insan! Yiyeceğini bile Allah'ın (c.c.) nasıl yarattığını bir düşün. Şayet Allah Teâlâ gerekli şartları hazırlamamış olsaydı, insanoğlu yiyeceğini elde edebilir miydi?

18. Bu ayetle yağmur kastolunmaktadır. Güneşin ısısıyla denizlerden su buharlaşır ve bulutlar oluşur. Rüzgarlar onları dünyanın çeşitli bölgelerine götürür ve yükseklerde soğuk havanın etkisiyle tekrardan su haline gelirler. Yağmurun yağmasıyla birlikte, bu su yeryüzünde kuyulardan, çeşmelerden, nehir ve derelerden akar-gider. Dağlarda kar halinde kalır ve yağmur mevsimleri dışında, bu kar eriyerek nehirlerden suların akmasını sağlar. Tüm bu düzeni insan mı yaratmıştır? Her şeyi yaratan Allah, insanoğlunun rızkını elde edebilmesi için bu şartları hazırlamamış olsaydı eğer, insanoğlu hayatını nasıl idame ettirecekti?

19. "Sonra toprağı güzelce yardık" ayeti ile tohumun açarken toprağı yararak yeryüzüne çıkması anlatılmaktadır. İnsanoğlunun yaptığı sadece tohumu toprağa atmaktır. Tohum toprağın altında kalır ve insanoğlu bunun dışında herhangi bir fonksiyon icra edemez. Tohumun olgunlaşması ve hangi cinsten ise, o cinsten bitki ve ağaçların oluşması, Allah (c.c)'ın işidir. O Allah ki, su ve toprağa bu özellikleri vererek, o tohumlardan çeşit çeşit bitkiler, meyveler ve diğer yiyecekler çıkarmaktadır. Şayet Allah (c.c.) tohumlara bu hususiyetleri vermeyip, insanların faydasına sunmasaydı, insanoğlu hayatını nasıl devam ettirecekti?

20. Sadece insanlar değil, hayvanlar da bu gıdalarla beslenirler ve sizler bu hayvanlardan yararlanırsınız. Onlardan et, süt, yağ ve bu gibi ürünler elde ederek beslenmekte ve Allah'ın (c.c.) verdiği bu rızk ile yaşamaktasınız. Tüm bunlara rağmen yine de Allah'ı inkâr ediyorsunuz.

(MEVDUDİ)

Yiyeceklerine, yediklerine bir bakmaz mı bu nankör? Kim yarattı onları? Kim var etti? Gökten su indirerek bunları kim oluşturdu? Yeryüzünü yararak bu yediğiniz üzümleri, sebzeleri, zeytini, hurmayı ve diğer yediğiniz meyveleri kim yarattı?

Allah gökten suyu indirerek yediğiniz şeylerin tümünü yaratandır. Gökten indirdiği suyla yeryüzünde insanların muhtaç oldukları tüm nebatatları, tüm yiyecekleri çıkaran, bitirendir. Yeryüzünde hayatın kaynağı olan suyu indiren O’dur. Bu suyla yaşadığımız hayatın en tabii unsurlarını yaratan Allah’tır. Yemyeşil hayatı, yemyeşil bitkileri, yemyeşil otları bitiren Allah’tır. Gönderdiği suyla salkım salkım üzümleri, hurmaları ve her türlü meyveleri çıkarmıştır Allah. Yeryüzünde her cinsten bağlar, bahçeler var etti Allah. Şöyle Rabbinizin gökten indirdiği hayat kaynağı suyla bitirdiği meyvelere, bitkilere bir göz atın, bir düşünün onlar üzerinde. Bunlara ne kadar muhtaçsınız değil mi? Bunlarsız yaşayamazsınız değil mi? Hayatınızın devamı bunların varlığına bağlı değil mi? Şu insanların yaptıkları ve gururla insanlığa takdim ettikleri bu teknolojik şeylerin hiçbirisi bunların yerini tutup karın doyurmuyor değil mi? Acaba bunlardan bir tanesini siz kendiniz yaratabilir misiniz? Veya sizlerin şu anda güçlü gördükleriniz, hâkimiyeti kendilerine verip yasalarına tabi olduğunuz insanlar yapabilirler mi, yaratabilirler mi bunlardan bir tanesini? Güçleri yeter mi buna onların?

Bir de meselenin bir başka boyutuna dikkatlerinizi çekerek şöyle sorayım: Acaba sizlerin şu anda bedava yiyip içtiğiniz tüm bu nîmetler Allah’tan değil de insanlardan olsaydı, tüm bu nîmetlerin sahibi insanlar olsaydı, acaba bu kadar rahat bu nîmetlerden istifade imkânı bulabilir miydiniz? Onları bu kadar rahat alabilir miydiniz insanların ellerinden? Eğer bu dünya, bu nîmetler insanların elinde olsaydı, insanların mülkünde olsaydı, bu kadar cömertçe onu insanlara sunabilirler miydi? Şu bize her saniye ısı ve ışık gönderen güneş, şu her an teneffüs ettiğimiz hava, şu kıymetini bilmeden tükettiğimiz sular, meyveler, üzümler, hurmalar bir insanın ya da insanların elinde olsaydı, onu ondan bu kadar rahat alabilir miydiniz? İşte sizin böyle cömert bir Rabbiniz var. Öyleyse kimin ekmeğini yiyip kimin kılıcını salladığınızı bir düşünün. Kimin nîmetlerinden istifade edip de kimlere kulluk ettiğinizi bir düşünün.

Demek ki bizi yaratan ama yarattığı gibi öyle başıboş bırakmayan, kendi halimize terk etmeyen ve hayatımızın devamı için dünyada yaşam şartlarımızı da ayarlayan bir Rable karşı karşıyayız. Hayat, ama en az onun kadar önemli olan bu hayatın devamı. Dünyayı bizim için yaşam yeri olarak hazırlamış Rabbimiz. Bütün bunları hiç düşünmüyor musunuz? diyor Rabbimiz. Bütün bunları düşünmeyen, tüm bunların kim tarafından ve ne için verildiği üzerinde ciddi ciddi kafa yormaya yanaşmayan insana insan demek mümkün müdür, siz söyleyin. Şu kupkuru üzüm çubuğunun içini şeker usaresiyle dolduran kimdir? Şu gördüğümüz her bir ağacın her bir dalında birçok fabrika kurup, yediğimiz ayrı ayrı renklerde, ayrı ayrı tatlarda bu meyveleri yaratan kimdir? Bütün bunları, düşünen, anlayan bir kavim, bir toplum için açıklıyoruz anlatıyoruz, diyor Rabbimiz. Ama tüm bunları kendi güçlerine, kendi becerilerine ya da işte kör tabiat güçlerine veren kimseler için bu âyetler hiçbir mânâ ifade etmeyecektir.

32. “Bunlar sizin ve hayvanlarınız için geçimliktir.”

Hem sizin, hem de hayvanlarınızın yiyeceklerini biz yaratıyoruz. İsterseniz reddedin bütün bunları. İsterseniz her şeyinizi kendisine borçlu olduğunuz Rabbinizi diskalifiye ederek bir hayat yaşayın. İsterseniz karşı gelin O’na. Ama unutmayın ki:(Bir sonraki ayet)

(A.KÜÇÜK)

“Fe’l-yenzûri’l-İnsênû ilê tâ'âmih” insan yediklerine bir baksın.

15 Yani: onların nasıl bir tek tohumdan yola çıkarak basitten mürekkebe doğru kemale ulaştığına bir baksın Zımnen: İnsan da bir tek basit hücreden yola çıkıp bu hale gelmedi mi?

“Ennê sâbebne’l-mê-e sâbbê” hiç şüphe yok ki biz, elbet suyu biz tarifsiz bir cömertlikle indirdik. İndirdikçe indirdik. “Sâbebnê, sâbbê”; cömert bir biçimde indirdik, sınırsızca indirdik. Baksın insanoğlu, Allah’ın indirdiği suyu insanoğluna satıyor. Kendi yaratmadığı halde satıyor. Bulduğu zaman onu bir kabın içine dolduruyor ve ağa pahasına satıyor. Allah sizden su parası alsaydı bir düşünün servetiniz yeter miydi? Hangi ırmağa, hangi çağlayana, hangi yağmura para yetişirdi. Bir mevsimde yeryüzüne düşen yağış miktarı, yeryüzünde yapılan tüm ticaretin miktarının kat kat fazlası.

Dolayısıyla “Fe-bi-eyyi êlê’i Râbbikûmê tûkezzibên” (Rahman) nasıl olur da Allah’ın nimetini yalanlarsınız. Nasıl Allah’ın üzerinizdeki hakkını yalan sayarsınız. Ya Allah bir de havaya para almaya kalksaydı? Ücretsiz hava alamazsınız deseydi. Allah’ın verdiğini siz kapların içine koyup birbirinize pazarlıyorsunuz. Ama Allah sizden hiçbir ücret istemiyor, sadece kulluk istiyor, sadece bilmenizi istiyor. Sadece ben kulum sen Allah’sın itirafınızı istiyor. Çok mu istiyor? Zımnen bu söyleniyor.

“Sûmme şâkâkne’l-ârdâ şâkkâ” sonra yeryüzünü “şâkkâ şâkkâ” etti, yani yeryüzünü yardı da içinden bitkileri, tohumları çıkarttı. Sizin için gökten yağmuru, yerden bitkiyi fışkırttı.

“Ve-îneben ve-kâdbâ”; üzüm bağları, sebze bahçeleri.

16 VaVın bu vurgusuna Kur'an içi bir örnek için bkz. 56/A'râf: 164.

17 Kadb, sadece hayvan besini olan otlara değil, sebze türü insan besini otlara da denir.

“Ve hâdê-ikâ ğûlbê” ve balta girmemiş ormanlar. “Ğûlbê”yi sık ağaçlı alan olarak geçen bu ibareyi, balta girmemiş orman olarak tercih ettim. Çünkü sık ağaçlı bahçeler zaten “hâdê-îk”, içinden su çıkan sık ağaçlı bahçe demektir. “hâdê-îkâ”. Fakat bir de “ğûlbê” gelmiş o zaman balta girmemiş orman diye çevirmek daha doğru gibi geldi bana.

18 Hadâik için bkz. 53/Neml: 60, not 62. Metindeki ğulben, "balta girmemiş" ile karşılanmıştır.

“Ve fêkiheten ve-ebbê” meyveli meyvesiz bitkiler, envai çeşit. Yani aklınıza, hayalinize gelmedik sayamayacağınız, onun için ikisi de nekira gelmiş. Fakiheten, ebban.

19 Veya: "Gövdeli ve gövdesiz.."

“Metê'ân lekûm ve-li-en'âmikûm” hem siz yiyesiniz, hem de hayvanlarınız yesinler, beslensinler diye Allah böyle cömert yarattı. Böyle cömert nimetler verdi.

(M.İSLAMOĞLU)